Erdal Sağlam

Kredi sıkıntısının geleceği

23 Ekim 2012
BANKA kredilerinde geri dönme sıkıntısının başladığını herkes kabul ediyor. Önümüzdeki yıl, hatta yıllarda, bu sıkıntının devam edeceğini bekleyenlerin sayısının bir hayli fazla olduğunu da söylememiz gerekiyor.

Son dönemde, bankaların kanuni takibe almadan, kullanıcıların talebi üzerine kredileri yeniden yapılandırma yolunu daha sık tercih etmeye başladıklarını yazmıştık. Bunun bir anlamda, “Başlayan kredi sorununu öteleme” anlamına geldiği açık. Bu öteleme işlemi hem bankaların hem de kredi kullananların işine geldiği için yapılıyor. Hükümet de bu işten memnun; çünkü kredi sorununun genele yayılması, bu yöntemle engellenmiş oluyor.
Peki, bu öteleme nereye kadar devam ettirilebilir, sonunda ne olur?
Bu yöntemin kalıcı bir yöntem olmadığı, sadece öteleme anlamı taşıdığı için riskleri yok etmediği, aksine ileride artırma tehlikesi bulunduğu bir gerçek. Bu sorunun yanıtı ise hem iç hem de dış, birçok faktöre bağlı bulunuyor.
Bankacılar sorunun, her şeyden önce ekonomik büyümeyle ilgisinin çok derin olduğu görüşündeler. Şu anda aslında kredi vermekte bir sıkıntı bulunmadığını, sorunun makro ekonomik dengeler ve kredi talebinden kaynaklandığını belirten bir bankacı, mevduat-kredi oranının yüzde 100’ün üzerinde olduğunu hatırlatıyor. Bankaların kredi faiz oranlarını indirmeye devam ettiğini de kaydeden aynı bankacı, burada Merkez Bankası’nın uygulayacağı likidite politikasının ve ekonomik faaliyetlerin düzeyinin kilit rol oynadığı görüşünde.
Bankaların hem öz kaynak hem da diğer rasyolar açısından kredi hacmini artırmalarının önünde bir engel olmadığını kaydeden bankacı, bunu belirleyecek olanın resmi otorite ve yaptığı tercihler doğrultusunda alacağı kararlar olduğuna vurgu yapıyor. Bu bankacı, mevcut Merkez Bankası politikasının ise temkinli olduğunu hatırlatarak, “Mevcut iç ve dış koşullara göre ekonomi yönetimi temkinli olmakta haklıdır” yorumunu yapıyor.
Büyümenin yeniden artırılması tercihinin yapılması halinde, buna göre para politikası dizaynı yapılması gerektiğini belirten aynı bankacı, gelen taleplerin artması halinde sektörün buna yanıt verecek imkana sahip olduğunu tekrarladı.
Bankaların ekonomik büyüme ışığı görmeleri halinde, firma değerlendirmelerini ona göre yapıp, kredi hacmini yeniden artırabileceğini de sözlerine ekledi.

SORUN YÜZDÜRÜLEMEYECEK KREDİLER

Yazının Devamını Oku

Krediler takibe girmesin diye yeniden yapılandırılıyor

22 Ekim 2012
BANKA kredilerindeki sorunun, gözükenden daha büyük olduğu tahmin ediliyor.

Bankaların sorunlu hale gelen kredileri takibe almamak için yeniden yapılandırma yolunu seçtikleri, son dönemde bu eğilimin arttığı gözleniyor. Bazı sektörlerde ciddi sorunların yaşandığını ama tahsili gecikmiş alacak kaleminin fazla büyümediğini hatırlattığımız bankacılar, kanuni takibe alınmadan kredilerde önlem alındığını söylüyorlar. Bu konuyu geçen hafta bir büyük banka genel müdürü ile konuştuk. Genel Müdür, aslında sorunun görünenden daha büyük olduğunu kabul ediyor. Birkaç yıl önce kendilerine tanınan hak doğrultusunda kredilerin yeniden yapılandırılmasına kolaylık geldiğini hatırlatan bankacı, son dönemde bu imkandan faydalanıp çok sayıda kredinin yeniden yapılandırmasına gittiklerini söylüyor.

SURİYE İLE SIKINTI

Yaşanan sıkıntı ile ilgili örnekler veren genel müdür, örneğin Suriye ile ticaret yapan, kredi kullanan bir tüccarın ister istemez sıkıntıya girdiğini, anapara ve faiz ödemelerini daha önce normal zamanında yaparken, şimdi sıkıntıya girdiğini hatırlatıyor. Bu tüccar bankaya geldiğinde, yükünü zamana yayacak biçimde kredisini yeniden yapılandırdıklarını, dolayısıyla zaman baskısını azaltıp ödeme tutarlarını düşürdüklerini belirtiyor. Bunun hem kredi kullanan hem de banka için yarar sağladığının altını çizen Genel Müdür, kendilerinin krediyi kanuni takibe almaktan kurtulduklarını, yani bilançolarına yansıtmadıklarını, tüccarın da rahatlayıp zaman kazandığını belirtiyor.
Bu işlemin son dönemde inşaat gibi sorunlu sektörlerde de sık sık yapılmaya başlandığının da altını çiziyor. Aynı genel müdür sorumuz üzerine bu yöntemin sürdürülebilir olmadığını da kabul ediyor. Yani sıkıntı zamana yayılıyor ve zaman içinde işlerin normale dönmesi umut ediliyor. Yaklaşık 1 yıl içinde işler normale dönmediği takdirde ise, sorunun daha büyümüş olarak, yükün de büyük ihtimalle ağırlaşmış olarak karşımıza çıkacağı anlamına geliyor.

İŞLER DÜZELMEZSE

Aynı bankacı bu tür ticari kredilerin ya da işletme kredisi kullanan işletmelerin yanında, bireysel kredilerde de, son dönemde,  hiç olmadığı kadar geri dönme sorunuyla karşılaştıklarını söylüyor. Normal tüketicilerin maaşlarında aylık ödemelerini etkileyecek maaş düşüşleri olmadığını, bu nedenle sıkıntıya girenlerin normal bireysel krediler olmadığını söyleyen bankacı, başka isimler altında işletmede kullanmak için, özellikle küçük esnafların kullandığı krediler olduğunu tahmin ettiklerini belirtiyor. Bu noktada bankaların aşırı rekabet nedeniyle, kullandırdıkları bireysel kredilerde özensiz davranmalarının gündeme geldiğini kaydeden bankacı, “Şubelere verilen aşırı hedefler, aşırı büyüme baskısı nedeniyle, yeterli araştırma yapılmadan, belki de bile bile, tüketici kredisi diye esnaflara işletme kredileri verildiğini” şimdi bunun sıkıntı yarattığını söylüyor.
Özellikle içtalebin daralmasına bağlı olarak, işleri bozulduğu için bu kredilerin aylık taksitlerini ödeyemez hale gelen bu tür kredi kullananlar nedeniyle de, ilk kez bu dönemde bankalar tüketici kredilerinde ciddi sıkıntılarla karşılaşıyor.İşte bu noktada makro dengeler gündeme geliyor. Aynı bankacıya, önümüzdeki birkaç yıl daha düşük büyüme ile gidildiği takdirde ne olacağını sorduğumda, “Zaman içinde aslında takibe girmiş ama uzatılmış bu krediler tahsili gecikmiş alacak kalemine girecek, o  zaman bankaların mali yapısını bozacak” diyor. Özetle; bankalar kredilerde baş gösteren sıkıntıyı ileri taşıyor, bu durum Hükümet dahil herkesin işine geliyor. Sonra ne olur, bakacağız...

Yazının Devamını Oku

Hükümet bankalara seçim için rol biçiyor

18 Ekim 2012
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, önceki gün bütçeyi açıklarken yaptığı konuşmada, önümüzdeki yıla ilişkin bütçe dengelerinin yanı sıra, yazılı resmi metinlerde yer almayan ama pratikte uygulanacak bazı politikalara ilişkin ipuçları da vermiş.

Şimşek, bankacılık sektöründe sermaye yeterlilik oranlarının hala kanuni yeterlilik oranlarının neredeyse iki katından fazla olmasından dolayı aslında bilanço genişlemesine imkan olduğunu belirterek, “Enflasyondaki düşüş trendi ile birlikte para politikasından gelecek ilave destekle iç talebin bir miktar canlanması ihtimalini bu anlamda yüksek görüyoruz. Ben Merkez Bankamızın ne yapacağını öngörme işinde değilim. Ben sadece diyorum ki enflasyondaki düşüşle birlikte böyle bir yapı ortaya çıkabilir” demiş.

Bu sözlerin Türkçesi şu ki; bankalar iç talebi artırmak için kredi sınırlamasına filan bakmasın, bol bol kredi versinler...

Şimşek’in bu bilimsel kılıf içine alarak söylediği sözlerle, sürekli gaza basmaktan yana olan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın yine bankalara ilişkin söyledikleri arasında, ciddi bir fark var mı derseniz, bence yok... Ancak nüans farkı olabilir.

Peki, mali disiplinden yana gözüken Mehmet Şimşek, bu sözleri neden söylüyor? Bütçe dengelerinin nasıl bozulduğunu, bunun için mali disiplinin yeniden tesis edilmesi gerektiğini, mali politikalarla desteklenmeyen parasal politikalarla yol alınamayacağını bilmiyor mu? Şu anda Türkiye’nin ekonomik itibarının en önemli nedenlerinden birinin bankacılık sisteminin bu sağlam yapısı olduğunu, bu yapı bozulduğunda itibarın kalmayacağını görmüyor mu?

Yazının Devamını Oku

Seçim yılında büyüme ve işsizlik sıkıntısı

16 Ekim 2012
Dün açıklanan veriler, büyüme verileriyle birlikte işsizliğin de, önümüzdeki dönem ekonomi yönetimini en çok zorlayacak konulardan biri olacağını gösterdi...

Bir süredir değindiğimiz gibi; piyasalarda şimdiye kadar oluşan “Mali disiplini bu Hükümet ne yapıp eder, devam ettirir” algısının artık değişebileceği bir döneme giriyoruz. Uzun sürecek bir seçim sürecinin başlayacağını, artık hem dış hem iç konjonktürün Hükümet açısından eskisi kadar olumlu olmayacağı bir trende girildiğini sürekli akılda tutmamız gerekebilir. Yani ekonomide uzun süredir gördüğümüz, “istikrarı koruma refleksi”nin, oy kaygısı ağır basacağı için, gösterilemeyeceği bir dönem olma tehlikesi var.

Tamam, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan mali disiplin yani ekonomik istikrar için, piyasalar açısından bir çıpa görevi görüyor. Babacan görevde kaldığı sürece piyasalarda güven korunabilir gibi gözüküyor. Ancak unutmayalım ki; yeni dönemde Babacan bile mali disiplini korumakta yeterli olamayabilir. Bunu görmek için elbette yeni yılın ilk aylarını beklemek gerekecek ama bu ihtimali göz önünde tutmak gerektiğini düşünüyorum.

Eğer tüm zorluklara rağmen, seçim süreci yani önümüzdeki yılın başında başlayıp, 2014’ü de kapsayan süreçte hala mali disiplin korunacak olursa, gerçekten çok büyük bir başarı elde edilmiş olacak. Umarız bu başarı sağlanabilir...

Piyasaların “Türkiye’nin rating puanının yatırım yapılabilir ülke seviyesine çıkarılacağı” beklentisinin satın alındığı bir dönemde, bunları söylemek çoğu kimseye aykırı gelebilir. Piyasa oyuncuları şu andaki konumu ve olası riskleri nedeniyle  Türkiye’nin yakın sürede yatırım yapılabilir ülke puanına kavuşmasının zor olduğunu ama bu işlerin belli olmayacağını, ratingcilerin şimdiye kadar olduğu gibi şimdi de kendileri için sürpriz kararlar alabileceğini söylüyorlar. Piyasa oyuncuları, son dönemdeki piyasa hareketlerine bakıp, “Yabancılar o kadar yoğun biçimde geliyorlar ki; bizim bilmediğimiz bir puan artırımı olacağına artık biz de inanmaya başladık” yorumunu yapıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Bu verilerle 2013’te yüzde 4 büyüme zor

15 Ekim 2012
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan 2013 için hedeflenen yüzde 4 büyüme rakamını kimisinin yüksek, kimisinin düşük bulduğunu belirterek, “Demek ki doğru yoldayız” şeklinde konuşmuş.

Bu arada Babacan’ın açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) hedefleri konusunda güvensizlik yaratılmamasını istemesi ilginç... Sanıyoruz bu mesaj kendi kabinesindeki OVP hedeflerini beğenmeyen bakan arkadaşları içindir. Yoksa Babacan gibi piyasa ekonomisine inanan bir insanın akademik çevrelerde ve basında bu hedeflerin özgürce tartışılmasına, eleştirilmesine karşı çıkacağını, bu yönde baskı kurmaya çalışacağını düşünemeyiz...

DAHA SAĞLIKLI YORUM

OVP hedefleri içerisinde en çok tartışılan, son dönemdeki gaz-fren tartışmalarının da ışığında, doğal olarak büyüme rakamı oluyor. Bu yılki büyümenin yüzde 3.2’de kalması beklenirken, 2013 için yüzde 4, 2014 için de yüzde 5 büyüme hedefi alındı. 2014 için şimdiden bir şey söylemek için erken ama 2013 yılına ilişkin daha sağlıklı tahminler ve yorumlar yapılabilir. Son gelişmelere ve verilere baktığımızda, bence gelecek yıl yüzde 4 büyüme hedefini yakalamak, daha doğrusu makro dengeleri bozmadan yakalamak, başarı olacak gibi gözüküyor. Bir başka deyişle bu hedefin yakalanmasını biraz zor görüyorum.

Büyümenin lokomotifi olan inşaat sektöründe sıkıntıların başladığı, artık Başbakanın bile dile getirdiği,  “herkesin bildiği sır” olmaya başladı. Bankaların müteahhitlik şirketlerine verdikleri kredilerde yaşanan sıkıntılar bunun göstergesi. Sadece son dönemde verilen yoğun ilan ve reklamlara baktığınızda bile, “sıkıntıyı aşma çabası” açıkca görülüyor.

Ağustos’ta inşaat malzemelerini kapsayan “metalik olmayan diğer mineraller” sektöründe üretim endeksi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10 düştü. Endeksteki düşüş Temmuz ayında yüzde 2.4 idi, yani düşüş hızlandı. Analistler buradan yola çıkıp, 3. çeyrekte inşaat sektörü büyümesinde sıkıntı bekliyorlar.

UMULANLAR OLMADI

Yazının Devamını Oku

Artık tek çıpa kaldı: Babacan

11 Ekim 2012
IMF uzun zamandır ilk kez bu kadar eleştiri yüklü bir Türkiye Raporu yazdı. Krizden bu yana, daha doğrusu bu Hükümetin göreve gelişinde IMF’le yaşanan ama sonradan düzelen ciddi uyuşmazlık sonrasında, ilk kez bu kadar sert bir rapor yayımlanıyor.

Bu raporun ardından bir süredir beklenen AB’nin ilerleme raporu geldi. AB özellikle yargı ve demokratik haklar konusunda daha önce de sert eleştiriler yaptı Ancak son rapor, artık AB ile ilişkilerin ciddi biçimde sekteye uğradığı gösterecek kadar sert eleştirilerle yüklü.

Hatırlar mısınız; Türkiye ekonomisinin istikrarı açısından konuştuğumuz iki çıpa vardı; biri AB çıpası, birisi de IMF çıpası…Diyeceksiniz ki; uzun zamandır iki çıpa da zaten yok.

IMF ile stand-by anlaşması bittikten sonra, yani 2007 yılında sonra IMF ile ilişkiler zaten eskisi kadar bağlayıcı değildi. Mart ayında IMF’den aldığımız borcun tümünü de ödedikten sonra, ilişki daha da gevşeyecek. Ancak unutmayalım ki; geçen gün yayımlanan yıllık değerlendirme raporu yayımlanmaya, yani IMF Türkiye’yi izlemeye, rapor yazıp tüm dünyaya, küresel finans kesimine ilan etmeye devam edecek.

Yani bağlayıcı ilişki olmasa da, IMF’in Türkiye değerlendirmeleri hala önemli.

Yazının Devamını Oku

Merkez’den 1 puanlık indirim beklentisi

9 Ekim 2012
PİYASALAR önümüzdeki hafta yapılacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından 1 puanlık indirim kararı çıkmasını bekliyorlar.

18 Ekim’de yapılacak toplantıya kadar yaşanacak küresel gelişmelerin önemli olduğunu ama önümüzdeki 10 gün içinde olumsuz bir gelişme olsa dahi, en azından yarım puanlık indirimin geleceğini tahmin ediyorlar.

Dün kurlarda görülen artışın birçok nedenden kaynaklandığını kaydeden bankacılar, sebeplerden birinin hafta sonunda Suriye ile karşılıklı top atışlarının sürmesi olduğunu söylediler. Hafta sonunda kurların arttığını bu tedirginliğin dün de sürdüğünü hatırlatan bankacılar, buna karşılık tüm piyasalarda “Türkiye’nin uluslar arası destek olmadan Suriye’ye girmek istemeyeceği, uluslar arası camiadan da bu konuda destek gelmediği” görüşünün hakim olduğunu belirtiyorlar. Dolayısıyla Suriye konusunda piyasaların tedirginliğinin sürdüğü ama daha radikal bir çatışma ihtimalinin görülmediği, bu nedenle kalıcı bir bozulma yaşanmayacağı görüşünün hakim olduğu gözleniyor.

Dünkü piyasa hareketlerinde Avrupa ekonomisine duyulan güvensizliğin önemli rol oynadığını kaydeden bankacılar, bu iki unsurun bir araya gelmesiyle bazı yabancıların döviz talebinin görülmeye başladığını kaydettiler. Bu nedenle dün kurların ve faizin arttığını kaydeden bankacılar, ancak bunun kalıcı bir gelişme olduğunu sanmadıklarını da sözlerine ekliyorlar.

Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bu ayki PPK toplantısında faiz indirim kararı almasına kesin gözüyle bakılıyor. Bankacılar, aslında koridorun üst faizinin düşürülmesinin pratikte bir önem taşımadığını, yani bu oran inse bile olumlu ya da olumsuz bir etki görülmeyeceğini söylüyorlar. Bir bankacı, “Bu ortamda bantın üst sınırı 10 olmuş, 9 olmuş bir şey fark etmez” dedi.

Şu anda politika faizinin Merkez Bankası’nın  fonlama faizi olduğunu, tahvil faizlerinin yani içborçlanma maliyetinin de buna göre hareket ettiğini kaydeden bankacılar, şu anda fonlama faizinin yüzde 5.90 olduğuna, tahvil faizinin ise 7.5 civarında seyrettiğine dikkat çekiyorlar. Dolayısıyla faiz koridorunun daraltılmasının bir etkisi olmayacağını söylüyorlar.

NEGATİF FAİZ

Bu arada özellikle Başbakan ve bazı bakanlar tarafından yapılan, “Batı’da faizler negatif bizde hala düşmüyor” açıklamalarının yersizliği de bankacılık kesiminde daha sıkça konuşulmaya başladı.

Türkiye’nin risklerinin ortada olduğu, bu risklerin Suriye nedeniyle iyice arttığını hatırlatan bankacılar, zaten negatif olan faizlerin daha da negatife dönmesinin, büyüme için gerek duyulan sıcak para gelişini olumsuz etkileyeceğini, bu tabloya rağmen politikacıların neden daha fazla faiz indiriminde ısrar ettiğinin bir türlü anlaşılamadığını kaydediyorlar.

Yazının Devamını Oku

Seçim yılında bütçeye 5.8 milyarlık katkı

8 Ekim 2012
VAKIFLAR Bankası Genel Müdürü Süleyman Kalkan geçen hafta, Banka’daki Vakıflar genel Müdürlüğüne ait yüzde 58.51 oranındaki hissenin Hazine’ye devredileceğini açıkladı.

Halka açık olduğu için, bunun bedelinin ise yaklaşık 5.8 milyar TL tutacağını söyledi. Peki, Vakıfbank çoğunluk hisselerinin, neden Hazine’ye devrine gerek görüldü, neden şimdi? Her şeyden önce Vakıfbank özel bir yasayla kurulduğu için kamu mu, özel mi belli olmayan bir yapısı vardır. İktidardaki politikacılar genellikle Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne atadıkları bürokrat ve bunun bağlı olduğu Bakan kanalıyla bu bankayı kamu bankası gibi kullandılar.

OLUMLU BİR OPERASYON

Eskiden kamu-özel ayrımı nedeniyle daha fazla sorun olurdu ama son 10 yıldır, her kamu kurumu ve bankasında olduğu gibi, artık sorun yok, çünkü koalisyonlar olmadığı için Hükümetin tam istediği biçimde yönetiliyorlar. Ancak her zaman olduğu gibi Vakıflar’ın bağlı olduğu Bakan ile Hazine’den sorumlu Bakan arasında,Bankadaki yetki kullanımı sorun olmaya devam ediyor. Bazen bakanlar uyumlu çalışsa da, yapısı gereği bu tartışmalar doğal olarak yaşanıyor. Bu açıdan baktığınızda Hazine’ye devir olumlu bir operasyondur...Ancak eninde sonunda baktığınızda çoğunluk hissesi zaten kamuda, 10 yıldır da böyleydi. O zaman neden yönetim için fazla sorun yokken, şimdi böyle bir operasyona ihtiyaç duyuldu?

Her şeyden önce operasyonun nasıl yapılacağına bakıp, sonunda kimin kazanacağına bakarsak, neden şimdi yapıldığı sorusuna da daha sağlıklı yanıt verebiliriz.

Yazının Devamını Oku