Bu tartışmalar içinde Avrupa Birliği’nin kendini kurtarmak için Yunanistan’a toleranslı davranmak zorunda kalacağı, Almanya’nın bu konudaki direncinin sonunda kırılmak zorunda olduğunu savunanlar vardı. Bunun yanında Almanya’nın siyasi baskı nedeniyle artık daha fazla kaynak ayıramayacağı, bu nedenle
Yunanistan’ın sistem dışına çıkarılacağını söyleyenler de vardı.
Gelinen noktada hala Yunanistan’ın kurtarılmasını konuşuyoruz. Piyasalar iki haftadır AB liderlerinin Yunanistan’ı kurtarmak için yeni bir paket üzerinde karar vermesini bekliyor. Kurtarıldığında işin sonu gelir mi derseniz; gelmez...
Bu satırlar yazılırken dün akşam saatlerinde Yunanistan için toplanacak AB zirvesinden çıkacak sonuç belli olmamıştı. Ancak genel beklenti sorunun çözümü için karar alınacağı yönündeydi.
Bence, hakkında bir çok spekülasyon varolan TOKİ’nin çok daha önce, detaylı biçimde gündeme gelmesi gerekiyordu. Çünkü kullanılan kaynak kamu kaynağı; halkın vergilerinden alınan, ortak kaynakların değerlendirilmesinden yaratılan değerler.
TOKİ ile ilgili spekülasyon çok ama bir türlü gündeme gelemiyor. Bence siyasi otorite de, ilgili bakan ve bürokratlar da, daha sonra yasal açıdan başlarının çok daha büyük belalara girmesini engellemek için, şimdiden daha sıkı denetlenmeyi, hesaplarının şeffaflığını sağlamayı kendileri istemeliler. Kamu hesaplarının denetimi ile görevli Sayıştay’ın TOKİ Başkanlığı ile ilgili 2010 yılı raporunu incelemeye yeni başladım. Giriş bölümünde yazılanlar bile bu kuruma ilişkin çok daha sıkı incelemeler gerektiğini ortaya koyuyor.
BİNLERCE DAVA AÇILMIŞ
Bir süredir duyuyordum; Toplu konut projelerinde geç teslim nedeniyle binlerce dava açılmış, sırf bu davalar için yargı büroları oluşmuş, geç teslim nedeniyle trilyonlar ödeniyor, fatura işini geç teslim eden müteahhite değil İdare’ye çıkıyor deniyordu. Sayıştay raporuna göre 2009 yılında geç teslim nedeniyle açılan davalar kapsamında ödenen tazminat tutarı 302 bin TL iken bunun 2010 yılında 20.7 milyon TL’ye, 2011 yılı 7 aylık döneminde 36.5 milyon TL’ye çıktığı, devam eden ve yeni açılan geç teslim davaları ile birlikte ödenecek tazminat tutarının daha da artacağının altı çiziliyor.
TOKİ’YE GÜVEN AZALIYOR
Projelerde alt yapı ve üst yapıda kullanımına engel teşkil edecek eksik ve kusurlu imalatların konut teslimlerinde gecikmelere neden olduğu, eksik imalatlardan dolayı konut satın alanların sıkıntılar yaşadığı, örneğin doğalgaz, yol, su elektrik olmaması gibi durumların tüketiciler nezdinde İdare’ye karşı güveni azalttığı belirtiliyor. Konut teslimlerindeki gecikmelerin nedenlerinin araştırılarak konut satın alan vatandaşların mağduriyetlerinin önüne geçmek bakımından sözleşmelerde her türlü olumsuzluğu gözeterek konut teslimleri için en uygun zamanın saptanması isteniyor. Konut teslimlerinde gecikme öngörüldüğü durumlarda İdare tarafından konut alıcılarının mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla tasdik erteleme, vade uzatma, kira bedeli gibi uygulamalar hayata geçirilerek teslimlerdeki gecikmelerden kaynaklanan mağduriyetlerinin yargıya intikal ettirilmeden çözülmesi gerektiği belirtiliyor.
OKUL İNŞAATLARINDAKİ SORUNLAR
MERKEZ Bankası dünkü Para Politikası Kurulu (PP) toplantısında, beklendiği gibi faiz bantının üst sınırını indirip, rezerv opsiyonu katsayısı (ROK) oranlarını artırdı.
Bu kararın açıklanmasıyla birlikte, önceki gün bono faizlerini hızlı biçimde düşüren “politika faizi de düşecek” söylentilerinin gerçek olmadığı ortaya çıktı. Önceki gün yüzde 6.41’den düşmeye başlayan, dün PPK toplantısı öncesi bu söylentiler nedeniyle bir ara yüzde 6.19’a kadar düşen bono faizleri de, kararın açıklanmasından sonra kez hızla yükselerek, yüzde 6.35’e kadar çıktı. Kapanış yüzde 6.24’ten oldu.
Bu karar Merkez Bankası’nın piyasalara verdiği, “TL daha da değerlenirse politika faizini ve faiz bantının alt sınırını düşürürüm” sözüne uyduğunu gösterdi.
Çünkü Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın açıklamasından sonra kurlar aşağı inmedi, tersine yukarı çıktı. Buna rağmen çıkarılan “politika faizi de inecek” söylentilerinin gerçek olmadığı da anlaşıldı.
Ancak dün Hazine bonosu faizlerinde yaşanan hızlı düşüş kafaların karışmasına neden oldu. Piyasa oyuncuları dün öğlen sonra birbirlerine, sürekli olarak, “Acaba Merkez Bankası faizin alt bantını ya da politika faizini de indirir mi?” diye sorup, bu sorunun yanıtını aradılar.
Bono faizlerindeki hızlı düşüş, PPK toplantısında çıkacak karar için birilerinin bir tüyo alıp almadığının, yoğun olarak sorgulanmasına neden oldu.
Merkez Bankası Erdem Başçı, TL’deki aşırı değerlenmenin sürmesi halinde bu adımı atacağını belirtmişti. Buna karşılık kurlar Başçı’nın o açıklamayı yapmasına neden olan seviyenin altına inmedi. Yani Başçı’nın mesajı etkili oldu ve TL o açıklamadan sonra değer kazanmadı. Bu nedenle de Merkez Bankası’nın verdiği söz doğrultusunda politika faizi ya da bantın alt sınırını indirmeyeceği düşünülüyordu.
Piyasalar bugünkü toplantıda Merkez Bankası’nın mesajları doğrultusunda bantın üst sınırında bir indirim, belki TL mevduat munzam karşılıklarının döviz cinsinden tutulan kısmında yani ROK uygulamasında küçük bir oran artırımı daha olabileceğini düşünüyordu.
Ancak bunun piyasalara artı bir katkı yapmadığını da gördük. Bunun en önemli nedeni; cari açıktaki düşüş devam ederken hala kırılganlık yaratan oranlarda kaldığı ve bundan sonrası için de ciddi bir umut olmadığının görülmesi. Yanısıra altın ticareti gibi ödemeler dengesini kurtarmış gibi gözüken kalemlere tedirginlikle bakılması ve cari açığın finansmanında yaşanan bozulma da yapısal bir iyileşme umudu vermiyor. Bir başka deyişle Türkiye’nin cari açığının, herhangi bir küresel finansman sıkıntısında başımıza ciddi bir iş açacağı açıkca görülüyor.
Banka analiz raporlarında mevsim etkilerinden arındırıldığında cari açıktaki düzelmenin Eylül ayı ile birlikte yavaşladığının üzerinde duruluyor. Mevsimsel etkilerden arındırılmış açığın Ağustos’ta 3.7 milyar dolar iken Eylül’de 4 milyar dolara çıktığının altı çiziliyor. Enerji dışı cari fazlanın ise Ağustos’ta 1.7 milyar dolar iken Eylül’de 900 milyon dolar fazlaya indiği belirtiliyor. Yine analiz raporlarında cari açığın finansmanında sermaye hesabına bakıldığında girişlerin yavaşladığına dikkat çekilirken, bunun yanında finansman kalitesindeki bozulmanın devam ettiği belirtiliyor. Eylül’de sermaye hesabında 5.1 milyar dolar giriş olurken bunun 4.8 milyar doları portföy yatırımlarından oluştu. Yabancıların hisse senedi portföyü Eylül’de 300 milyon dolar arterken, bono portföyündeki artış 4.7 milyar dolara ulaştı.
Özetle; bu yılki cari açık, geçen yıllara kıyasla daha fazla sıcak para ile finanse edildi. İlk 9 ayda sıcak para girişleri 29.2 milyar dolar, borç yaratan kaynaklar ise 39.8 milyar doları buldu.Bunun ne anlama geldiği açık; makro dengelerimiz yabancılara bağlı. Küresel finansmanda sıkıntı olur, giriş azalırsa tüm ekonomik dengelerimiz bozulabilir.
CARİ AÇIĞA SİYASİ ELEŞTİRİ
Bürokratlığı sırasında cari açık üzerinde hep tedirginlikle durmuş, çoğu zaman da kurların patlamasıyla haklı çıkmış olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, geçen hafta yine cari rakamlarını yorumladı. Eylül ayında cari açığın 2,7, altın hariç cari açığın 3,7 milyar dolar olduğunu hatırlatırken, doğrudan yabancı sermaye girişlerinin geçen yılın altında kaldığına, sıcak para girişinin 5 milyar doları bulduğuna dikkat çekti. TL’de ciddi bir değerlenme baskısının beklendiğini, Merkez Bankası Başkanının bu endişeyi yüksek tonda seslendirip “piyasaya ayar vermek” istediğini kaydetti.
İdam cezasının ekonomiyle ne ilgisi var demeyin, ilgisi çok fazla...
Şahsen, aynen “zina” ve “kürtaj” tartışmalarında olduğu gibi, bu girişimin de sonuçlanacağını sanmıyorum. Samimi olarak idam cezası niyetinin söz konusu olmadığını, tümüyle siyasi bir oyun üzerinde tartıştığımızı sanıyorum. Yaklaşık 1 yıl önce çıkan, “Başbakan anketlere idam maddesini koydurdu, Başkanlık için bu madde desteğiyle referanduma gidecek” söylentileri, gerçek oluyor.
Büyük ihtimal idam cezası gelmeyecek ama gerçekleşmese bile idam cezası tartışmaların ekonomiye vereceği zararın büyük olacağını tahmin ediyorum.
Aynen ekonomi yönetiminde olduğu gibi, siyasi yönetim için de “kredibilite” çok büyük bir mesele. Sürekli bir tartışma açar savunduğunuz argümanları iki gün sonra çürütmeye kalkışır, “Yapacağım” der bir bahane bulup yapmazsanız sonunda birikir, sorun olur. Diyeceksiniz ki; bundan önce de bu kadar şey oldu, sözlerden dönüldü,denilenin tam tersi yapıldı ama halk tepki vermedi, aksine destek giderek çoğaldı...
Merkez daha önce de kredi artış hızına karşı benzer sözlü müdahaleler yapmıştı.
Maddi olarak külfeti bulunmayan bu müdahale türünün tek riski kredibilite kaybı. Şu anda böyle bir tehlike bulunmuyor. Çünkü, not artırımının da etkisiyle, Merkez Bankası politikalarına karşı piyasalarda ciddi bir güven var. Ancak unutmayalım ki; kredi hacminin daraltılması sırasında 15’er gün arayla, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bakanlar ve Merkez Bankası tarafından, çok farklı ve değişen oranlar açıklanmış, piyasaların kafası iyice karışmıştı... O dönem bir kredibilite kaybı olmuştu ama geçen süre içerisinde Merkez Bankası kredibilitesini toparladı.
Kurlara yapılan sözlü müdahale, doğal olarak faiz oranlarında da düşüşe yol açtı. Hazine bonosu faizleri ciddi biçimde inerken, bankacılar bunun kurların yükseleceği beklentisi nedeniyle doğal olduğunun altını çizdiler.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın dün Anadolu Ajansı toplantısına katılarak yaptığı açıklamalarda başka mesajlar da vardı. Bence en önemli mesajlardan biri; büyüme oranının önümüzdeki yıl artacağını ama bu artışın Orta Vadeli Program (OVP) çerçevesinde olacağını, yani yüzde 4’ü hedeflediğini açıklaması idi. İç talep ile dış talep arasındaki dengenin, ihracatın büyümeye katkısının üzerinde özellikle durarak, mevcut ihtiyatlı politikanın süreceği mesajını verdi. Yani önümüzdeki yıl “önümüz açıldı, artık gaza basıp hızlı gidelim” yönünde gelebilecek taleplerin pek karşılık bulmayacağını gösteren açıklamalardı.