Bu baskının artışında elbette son büyüme oranlarının düşük çıkması, iç talebin belirgin biçimde düşmesi dolayısıyla siyasilerden gelen taleplerin payı büyük. Ancak, Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalarla özellikle de “faiz koridoru” ile kendini baskıya açık bir hale getirmesinin katkısı da açık. Zaten siyasilere yakın durarak, bağımsızlık algısını zedeleyerek politikacılara kapıyı iyice aralayan Merkez Bankası, son faiz koridoru ve munzam karşılık uygulamaları ile Hükümete, “Benim elimde kullanabileceğim epeyce silah var” mesajını verdi. Böyle olunca da Başbakan başta olmak üzere, çok sayıda bakan ve parti yöneticilerinin Merkez Bankası’ndan talepleri arttı.
Talepler deyince ilk akla gelen de faizler oluyor. Siyasi iktidarlar, her zaman olduğu gibi, eğer Merkez Bankası bu işe açık kapı bırakıyorsa, faizleri hızla düşürüp, bu yolla tüketimi artırmak yani halka şirin gözükmek isterler. Tabi ki aynı zamanda kurların bir dengede gitmesi, cari açığın artmaması, büyüme oranlarının artırılıp işsizliğin azaltılması gibi talepleri de vardır.
Siyasi iktidarlar, ekonominin bir denge oyunu olduğunu göz ardı edip, her şey bir arada olsun, böylece mümkün olduğunca fazla oy alalım isterler. Her şeyin bir arada olamayacağını, istikrar için dengeleri korumak gerektiğini sürekli hatırlatacak olan bürokratlardır, özellikle de Merkez Bankası’nı yönetenlerdir. Merkez bankalarının bağımsızlık kavramı da bu nedenle çıkmıştır. Merkez bankacılar bu nedenle “işe taş koyan bürokrat” izleniminden çekinmez.
Bir ülke ekonomisine olan güvenin, Merkez Bankası bağımsızlığı ile ilişkisi de buradan gelir. O ülkeye para yatıracak olanlar Merkez Bankalarının gerektiğinde işleri düzeltecek, politikacılara ters düşme pahasına gerekli kararları alıp alamayacaklarına da bakarlar.
Büyüme rakamlarının hemen ardından, işaleminden ve bazı bakanlardan “Biz frene fazla basıldığını söylemiştik”, “Gaza daha fazla basılması gereği ortada”, “Merkez Bankası da durumu görüp artık ona göre hareket edecektir” türünden sözleri duymaya başladık.
Bunun karşısında duran Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekibinin de büyümenin revize edilen rakamın bile altında kalacağını görüp, biraz gaza basalım yönünde tavır almaya başladığını izledik. Dolayısıyla tartışmanın tarafları aynı görüşte buluşmuş gözüküyor.
Ancak bu uzlaşma uzun sürmez, çünkü yeniden gaza basıldığında olacaklar konusunda, temel görüş ayrılıkları devam ediyor.
Demek istediğim o ki; Babacan ve Merkez Bankası yine ölçülü gaza basmak isteyecekler ama Başbakan ve bazı bakanlardan, “gaza daha hızlı basalım” seslerinin gelmesi kaçınılmaz. Babacan ve ekibi 2013 yılı için saptanan yüzde 4’lük büyüme rakamında kalmak isteyecekler, diğer taraf “4 yetmez, büyüyebildiğimiz kadar büyüyelim” diyecek.
Şirket yeni aramalara devam ediyor ve G. Afrika’da kömür üretiminde yüzde 2’ye yaklaşan payını artırmayı hedefliyor. Bu açılış nedeniyle G. Afrika’da birlikte olduğumuz 3 ortak da henüz 40 yaşının altında. ODTÜ’de önemli olan “yurt arkadaşlığı”ndan gelen, birlikte birkaç iş deneyip başarısız olan 3 ortak, sonunda G. Afrika’daki aramalarından tam tükenecekleri sırada madeni bulmuşlar. 6 yıl önceki bu “yeni başlangıç” sonrası, bir yandan G. Afrika’daki işlerini büyütüyor öte yandan ise Kolombiya, Mozambik gibi ülkelerde yeni maden ocaklarını araştırıyorlar. Büyük ihtimalle yakın bir süre içinde G. Afrika’nın dışında da maden sahibi olacaklar.
Bu arada Türkiye’de de ciddi yatırımları var. Geçen yıl Türkiye’nin en büyük nikel rezervine sahip Manisa Turgutlu’daki Çaldağ projesini yabancı sermayeli ENK şirketinden satın almışlar ve tam gaz buradaki yatırımlarını sürdürüyorlar. Holding’in Yönetim Kurulu Başkanlığını yapan Gökhan Kantarcıoğlu İstanbul’daki şirket merkezinde bulunurken, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Vuslat Bayoğlu ile mali işlerden sorumlu yönetim kurulu üyesi Tarım İmre ise Johannesburg’da kömür madenlerinin bulunduğu yerdeler.
Bu ortaklığın bence en önemli özelliği; tümüyle Batı standartlarında çalışmayı prensip edinmiş, arkadaşlıklarını koruyup kurumsallaşmayı öne çıkarmayı hedeflemiş olmaları. G. Afrika’da bu ülkenin özelliklerine bağlı bir iş modelini geliştirdiklerini, hukuki yönü ağırlıklı, uluslararası danışmanlık mekanizmasını çok iyi çalıştırdıklarını gözledik. Bununla birlikte “sürdürülebilir madencilik” kavramını sürekli ön plana çıkarıp, uluslararası alanda iş yapmak için bunun şart olduğunun altını çiziyorlar.
Bir başka deyişle çağdaş madencilik yapıyorlar ve bu anlamda, “Güzel adımlar atılmaya başladı” dedikleri Türkiye’deki madencilik sektörüne, bence katacakları çok şey bulunuyor. Maden piyasası çok büyük uluslararası şirketlerin hakim olduğu bir sektör. Bu nedenle, büyümek için, daha doğrusu nitelikli büyümeyi sağlamak için yaptıkları seçimler bence çok sağlıklı.
TÜRKİYE İÇİN ÖRNEK
3. çeyrekte biraz artsa da, hala iç talebin zayıf kalması dikkat çekerken, ihracatın büyümeye ilk yarıda verdiği katkı da bu çeyrekte yavaşladı ama devam etti. Dün açıklanan 3.çeyrek büyüme rakamları takvim ve mevsimsel etkilerden arındırıldığında büyümenin aşağı yönlü hareketinin devam ettiğini gösteriyor. 3. çeyrekte ekonomi yıllık yüzde 1.6, ilk dokuz ayda yüzde 2.6 büyüme kaydetti. Bu yıl için revize edilen yüzde 3 oranındaki büyüme rakamına ulaşmak için ise yılın son çeyreğinde büyüme oranının yüzde 4’ü bulması gerekiyor. Baz etkisi nedeniyle, son çeyrekte büyümenin biraz hızlanacağı ancak yıllık yüzde 3 büyüme rakamının biraz altında kalınacağı tahmin ediliyor.
ALTINDA DEĞERLENDİRİLMELİ
3. çeyrek büyümesinin beklentilerin altında kalmasının nedenlerine bakıldığında; iç talebin ılımlı bir artış kaydetmesine rağmen, büyümeye katkısının eksi 1.7 puan olduğu görüldü. Net ihracatın büyümeye katkısı ise yüzde 3.4 oranında gerçekleşti. Ancak bunun içinde bu yıl büyük artış gösteren altın ihracatını da mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. Yılın ilk 9 ayındaki yüzde 2.6’lık büyümeye iç talebin yüzde 1.1 oranında negatif katkı yaptığı, ihracatın olumlu katkısının ise 4.6 puan olduğu saptandı. Harcama açısından bakıldığında ise yatırım harcamalarının 3. çeyrekte de gerilemeye devam ettiği görülüyor. Bir başka deyişle üretim ve yatırım eğilimi yılın 3. çeyreğinde de gerilemeye devam etti. Özel sektör makine ve teçhizat yatırımındaki gerileme yıllık bazda yüzde 15’i buldu. Bu gerileme 2. Çeyrek sonunda yüzde 11.4 oranında idi.
Sektörler itibariyle baktığımızda ise imalat sanayinin 2. çeyrekteki katkısı yüzde 0.98 iken, 3 çeyrekte 0.29’a geriledi. Toptan ve perakende ticaret sektörünün büyümeye katkısı eksi 0.4 puan olurken, inşaat sektörünün katkısı ise artı 0.02 ile 2. çeyrekteki seviyesini korudu. Ulaştırma sektörünün büyümeye katkısı ise 2. çeyrekte yüzde 0.68 puan iken, 3.çeyrekte 0.32’ye düştü.
BÜYÜMECİ EĞİLİM ARTACAK
Özel sektör harcamalarının adı geçen dönemde yüzde 2.9 ile daralmaya devam ettiği gözlendi. Buna karşılık büyümenin yaklaşık yarısı kamu harcamalarından geldi. Kamu harcamaları yıllık artışı hız kazanarak yüzde 6.3’e yükseldi. Kamu harcamaları hariç bırakıldığında ise büyümenin 2. çeyrekteki 3.1 artışa karşılık 3. çeyrekte yüzde 0.9’a düşmesi, büyüme oranlarında kamu harcamalarındaki artışın giderek daha önem kazandığını gösteriyor.
Bu arada yine dün açıklanan Ekim ayı sanayi üretim verileri ise yavaşlamanın devam ettiğini göstterdi. Mevsimsel etkilerden arındırılmış sanayi üretimi Ekim ayında yüzde 2.6 oranında azaldı.
Temel olarak Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmek için yapılan anayasa değişikliği referanduma götürülürken, toplumun talebi olan bir çok düzenleme aynı kapsama alındı. Böylece geniş kesimlerin anayasa değişikliği referandumunda “Evet” vermesi sağlandı.
Amaç hasıl oldu; büyük bir patırtıyla “Demokrasi atağı” olarak lanse edilen değişiklikler onaylandı ama bunların hayata geçmesi için gereken bazı uyum yasaları henüz çıkmadı. Daha doğrusu Hükümet asıl amaçladığı değişiklikleri uyum yasaları çıkarıp hemen hayata geçirirken, bazı konulara ise hiç girmedi.
Bunların başında da Ekonomik ve Sosyal Konsey geliyor. Ekonomik ve Sosyal Konsey ekonomi yönetiminde ciddi söz sahibi olacak, düzenli olarak toplanacak bir konseydi. Bu anayasa değişikliği geçmeden de Ekonomik ve Sosyal Konsey toplanır ve ekonomi hakkında Hükümete önerilerini sunardı. Anayasa değişikliği ile birlikte Konsey çok daha kurumsal hale gelecekti ve özel sektörün, çalışan kesimlerin görüşlerinin, taleplerinin düzenli olarak alınması ve kararlara yansıması söz konusu olacaktı.
Ancak anayasa değişikliklerinin üzerinden, 2yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen Hükümetin gündeminde Ekonomik ve Sosyal Konsey hala yok. Eskiden toplandığı haliyle de, bir engel olmamasına rağmen 2 yılı aşkındır toplanamadı.
Neden bazı uyum yasaları çıktı, bazıları çıkmadı diye baktığınızda, rahatlıkla “Hükümet ekonomiyi yönetirken kimsenin fikrini almak istemiyor” diyebiliriz.
Anayasa değişikliklerinin hayata geçirilmesinde “kişisel verilerin korunması” gibi bazı gerekli uyum yasalarının da yine eksik kaldığı görülüyor.
Peki, yapılan değişikliklerin hayata geçmesi nasıl oldu derseniz; Kamu Baş Denetçiliği için yapılan seçimler ve ardından gelen tartışmalar ortada...
Merkez Bankası tahminlerinin bile altında kalan bu oranla, 18 Aralık’taki yılın son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizi ya da faiz bantının alt sınırını indirme kararı alınma ihtimalinin güçlendiğini söyleyebiliyoruz.
Enflasyon oranları beklentiler dahilinde gelse bile Merkez Bankası’nın bu ay gerçek faiz indirimi yapması bekleniyordu, şimdi piyasa iyice indirime inandı.
Kasım ayında TÜFE’nin beklentilerin altında kalmasında gıda fiyatlarının mevsimsel etkilerin aksine yüzde 0.21 düşmesi etkili oldu. Önceki 8 yıllık Kasım ayı ortalaması yüzde 1.7 iken sadece 2010 Kasım’ında gıda aylık enflasyonu negatif gerçekleşmişti.
Kasım ayı enflasyonuna en büyük katkı ise 0.4 puanla giyim fiyatlarından geldi. Önceki dört ayda enflasyona toplamda 0.9 puan katkı yapan ulaştırma grubu, Kasım ayında enflasyonu 0.2 puan düşürdü. Düşüşte otomobil fiyatlarının yüzde 0.8 azalması ve akaryakıt fiyatlarındaki indirimler etkili oldu.
Hizmet yıllık enflasyonu Kasım’da bir önceki aya göre 0.2 puan düşerek yüzde 7.1’e gerilerken, mal yıllık enflasyonu 1.9 puanlık düşüşle yüzde 6.1’e indi.
Enflasyon rakamları, iç talepte canlanmanın henüz gerçekleşmediği savını güçlendirdi. Dolayısıyla faiz indirimi yoluyla, Merkez Bankası’nın “finansal istikrar” adı altında iç talebi canlandırmak için eli kuvvetlendi..
Yıllık enflasyon, yani Aralık ayı sonu itibariyle oranlar konusunda tahminler aşağı çekilirken, piyasa tahminleri arasında hala farklılıklar bulunuyor. Piyasa analiz raporlarında yıl sonu TÜFE tahmini yüzde 6.0 ile yüzde 6,8 arasında değişiklik gösteriyor.
RUSYA Devlet Başkanı Putin’in bugün İstanbul’a yapacağı 1 günlük ziyarette ağırlığın ekonomik ilişkilere verileceği belirtiliyor. Bu kapsamda uzun zamandır, içlerinde Rus Alfa şirketinin de bulunduğu, Turkcell şirketinin ortakları arasında çıkan ihtilafın da Putin ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında konuşulacağı ve karara bağlanacağı da konuşulanlar arasında. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi tarafından, Putin’in ziyareti öncesi yapılan açıklama ile daha önce iki ülke arasında sorun olan, Suriye’ye giden Rusya uçağının Türkiye tarafından indirilmesi konusunun, sorun olmaktan çıktığı açıklandı. Dolayısıyla bugünkü görüşmenin siyasi ağırlığı azalmış oldu.
BAĞIMSIZ ÜYE SEÇİMİ
Bugünkü görüşmede karara bağlanacak konuların başında Turkcell şirketine Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından atanacak 3 veya 4 bağımsız üyenin seçimi geliyor. SPK mevzuat gereği kendisinin onaylayacağı bağımsız yönetim kurulu üyesi atanmasını istemiş ancak ortaklar arasında çıkan ihtilaf nedeniyle bağımsız üyeler atanamamıştı. Bunun üzerine SPK bu yıl sonuna kadar şirkete süre vermiş, şirket ortaklarının belirleyememesi halinde kendisinin atama yapacağını duyurmuştu.
Bu arada kısa süre önce kamuda halen çalışanların da şirketlere bağımsız üye olarak atanabilmesinin yolu açılmış, bu düzenleme ‘Turkcell’e kamu yöneticilerinden, belki de SPK’dan atama yapılmasının yolunun açıldığı’ biçiminde yorumlanmıştı. İşte Putin ile Başbakan arasında, bu yıl sonuna kadar atanacak atanacak bağımsız üyeler ve bununla birlikte şirketin yabancı ortaklarının şirket yönetiminde artık hisse oranlarını yansıtır biçimde, ağırlıklarını koymaları konusunun tartışılıp, bir karara bağlanması bekleniyor.
ÇIKAN SPEKÜLASYONLAR
Bu arada bir süredir sektörde, Turkcell’in büyük ortağı olan Altimo’nun bağlı bulunduğu Rus Alfa şirketi yöneticilerinin yaklaşık 2-3 ay önce Başbakan Erdoğan’la yaptığı özel görüşme söylenti biçiminde dolaşıyor. Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisinde, Başbakanın Bosna ziyareti sonrası yapıldığı söylenen bu özel görüşmede, Turkcell yönetimine atanacak kişiler konusunda görüş alışverişinde bulunulduğu söyleniyor. Toplantıda Erdoğan’ın Alfa şirketinin kendisine getirdiği yönetim kurulu üyeliği için önerdiği isimleri tek tek gözden geçirdiği, bazı isimlere onay verdiği de söylenenler arasında.
ÇOK GİZLİ TUTULUYOR
İşte Putin’in ziyareti Turkcell’in kaderini belirleyecek olan bağımsız üye atamasında girilen son aya denk geldi. Bu zamanlamanın da etkisiyle artık bu toplantıda üyeliklerin kesinleştirilmesi bekleniyor. Bu arada görüşmede Rus Alfa şirketi yöneticileri başta olmak üzere başka özel şirket yöneticileri ya da kamu temsilcilerinin bulunup bulunmayacağını bilmiyoruz. Bu konunun çok gizli tutulduğu da açık. Geçtiğimiz hafta konuyla ilgili BTK ve Ulaştırma Bakanlığı tepe yöneticilerine, bu konudaki gelişmeleri sorduğumuzda bir haberlerinin olmadığını söylemişlerdi.
Sayıştay’ın denetim raporları tamamlanmadığı gerekçesiyle 132 kuruluş hakkındaki raporu sorumlu olduğu TBMM’ye hala göndermediği ortaya çıktı.
Önceki gün Radikal’de Hacer Boyacıoğlu’nun haberiyle duyduğumuz bu olay, demokratik yeni anayasanın tartışıldığı bir ortamda, bence demokrasinin temel ayaklarından birinin siyasilerin eliyle yürürlükten kaldırıldığını gösteriyor.
Öyle ya; “halkın iradesi” nin tecelli ettiği yer olarak bilinen TBMM; Sayıştay kanalıyla yapacağı, politikacıların, bürokratların yani yöneticilerin halkın paralarının nasıl harcandığına ilişkin denetim görevini yerine getirmemiş olacak. Sayıştay’ın raporlarını kesinleştirmemesi ve Meclis’e göndermemesi; kamu kurumlarının 2011 yıllarında yaptıkları harcamaların denetlenmemesi anlamına geliyor. Bu durum bir ilk niteliği taşıyor ve habere göre TBMM’de de rahatsızlıklara yol açmış durumda. CHP ve MHP’li Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri sert tepki verirken, Komisyon başkanı Lütfü Elvan’ın da rahatsız olduğunu belirtip, ardından durumu kurtarmak için “genel uygunluk bildirimi” geldi demesi işin siyasi tercih olduğunu gösteriyor. Bürokratlığı sırasında şeffaflığa verdiği önemi bildiğim Başkan Elvan da, bunun çok genel bir tablo olduğunu, asıl olanın kurumların hesapları olduğunu biliyor, ama...
Sayıştay, teftiş kurullarının kaldırılmasından sonra denetim mekanizmasında ağırlığı iyice arttı ve 2010 yılında çıkarılan kanuna göre de şu anda kamu kurumlarını denetleme yetkisine sahip tek kurum. Bu çerçevede Sayıştay denetçilerinin, 2012’de geniş çaplı bir denetim atağı başlattığı ve 132 rapor hazırladığı, raporlarda, kamu kurum ve kuruluşlarının 2011 yılı harcamalarını değerlendirdiğini biliyoruz. Habere göre Sayıştay denetçilerinin hazırladığı raporlardaki tespitlerin ilgili kamu kurumlarına iletilerek görüşlerinin sorulmasından kısa bir süre sonra; sürpriz bir yasa değişikliği gündeme getirildi. Temmuz ayında kabul edilen torba kanuna eklenen maddeyle, Sayıştay’ın denetim yetkisinde geniş çaplı kısıtlamalara gidildi. 4 Temmuz’da kabul edilen 6353 sayılı kanuna eklenen maddeyle; Sayıştay’ın kamu idarelerinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak şekilde rapor düzenleyemeyeceği, yapılan işlerin gerekliliği, ekonomikliği, etkililiği, verimliliğini denetleyemeyeceği hükmü getirildi.
GEREKÇE: RAPORLAR TAMAM DEĞİL