Geçenlerde IVECO BUS Asya ve Pasifik Bölgesi Ticari Operasyonlar Direktörü Marco Franza, IVECO BUS Global Projeler Ticari Direktörü Ahmet Örs ve Türkiye Pazarlama Müdürü Melis Orhan ile buluşup sohbet ettik. IVECO BUS da Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin resmi destekçileri arasında...
Marco Franza ile konuşurken; onun bu projeye duyduğu tutkuyu gözlerinde gördüm. “Türkiye Olimpiyat Komitesi'ni desteklemekten gurur duyuyoruz. Sürdürülebilir ve kapsayıcı bir toplu taşıma markası olarak, Türk Takımı'na eşlik etmeyi dört gözle bekliyoruz” dedi.
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Prof. Dr. Uğur Erdener de bu anlaşmanın önemini vurgulamıştı. Ve “Bu anlaşma sadece milli takımlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için değil, aynı zamanda Türk sporunun geleceği için yapılan değerli bir yatırım” demişti.
Ahmet Örs global projeleri yönetiyor ve topluma fayda sağlayacak birçok adımın başlangıcı olarak bu desteği görüyor.
Melis Orhan; sporcularımızı taşıyacak aracın özel olarak tasarlandığını, teknolojik olarak her türlü ihtiyaca cevap verebilecek özelliklere sahip olduğunu söyledi.
Aracı birlikte gezdik.
Depardieu’nün canlandırdığı Robert Taro, yıllarca süren belediye başkanlığı döneminde kenti bir arada tutmaya çalışıyor. Ancak Marsilya sadece bir liderin değil, bir kentin karmaşık yapısının, göçmenlerle birlikte değişen sosyal dokusunun ve bu değişimin getirdiği zorlukların hikayesini anlatıyor. Bu dizide gördüğümüz; istikrarsızlığın ve sosyal çatışmaların, aslında tüm Avrupa’da yükselen bir tehlikenin aynası olduğuydu.
Film ve dizi dünyası bize sadece hayal ürünü hikayeler sunmaz; aynı zamanda toplumun nabzını tutar, geleceğe dair öngörülerde bulunur. “Marseille” de Fransa’daki göçmen politikalarının yetersizliğini ve toplumda yarattığı gerilimi önceden göstermişti. Gerçek hayatta da Fransa’nın banliyölerinde ve büyük şehirlerinde yaşanan olaylar, Marsilya’nın distopik anlatısını doğrular nitelikteydi.
Göç insanlık tarihi kadar eski bir olgu. Ancak modern zamanlarda özellikle Avrupa’da; göçmen krizleri devletlerin yönetim kapasitelerini zorluyor. Fransa’nın ve Avrupa’nın birçok ülkesinin karşı karşıya kaldığı göçmen sorunları, yalnızca sınırları kapatmakla ya da mülteci kampları inşa etmekle çözülemez. Galiba göçmen politikalarının insan merkezli, sürdürülebilir ve entegre edici olması şart.
Türkiye Avrupa’ya lazım
Sporda özellikle de futbolda, oyun ile hayat arasındaki çizgi sık sık bulanıklaşır. Fenerbahçe'nin teknik direktörü José Mourinho'yu izliyor musunuz?
Benim yıllardır yakından takip ettiğim spor insanlarından biridir. Türkiye’de başarılı olur, olmaz bilemem. Ben spora fanatik gözlüğüyle değil, taraftar gözüyle baktığım için benim kriterlerim çok farklı.
Mourinho’yu modern ve detaycı bulanlardanım.
Portekiz, İngiltere, İspanya ve İtalya'da toplam 26 ulusal ve uluslararası kupa kazanmış biri ve ilkeleriyle adından hep söz ettiriyor.
Mourinho'nun tanımlayıcı alışkanlıklarından biri güne herkesten önce başlaması. Takımından bir saat önce antrenman sahasına geliyor, antrenman düzenini kendisi kuruyor. Bu hazırlığın ve başarıya zemin hazırlamanın önemini vurgular. Hayatta da proaktif olmak ve günün zorluklarına hazırlıklı olmak genellikle hedeflere ulaşmanın anahtarıdır.
Mourinho
Ne demek istediklerini anlatayım.
İkinci konutları olanlar yazın başlamasıyla, okulların tatil olmasıyla birlikte soluğu Bodrum’da aldılar ama asıl beklenen turist henüz gelmedi.
Bodrum yine güneşin, denizin ve eğlencenin merkezi ama bu sezon, otellerin ve restoranların tam dolmadığı da bir gerçek…
Özge Esen'in Hürriyet’teki haberi de aslında bu gerçeği ortaya koyuyor.
TÜRSAB Başkan Başdanışmanı Hamit Kuk, otel fiyatlarının geçen yıla göre yüzde 50 arttığını ve bu durumun Avrupa pazarını zorladığını belirtiyor. Kuk’a göre Bodrum’da fiyat algısı tamamen kaybolmuş durumda...
Marka olmuş turizm ülkeleri, fiyat istikrarını nasıl koruyor, birkaç örnek vereyim.
İspanya, Akdeniz’in parlayan yıldızı olarak fiyat, kalite dengesini korumada oldukça başarılı. Oteller, restoranlar ve diğer turizm hizmetleri arasında uyumlu bir fiyat politikası izleniyor. Bu turistlerin tatillerinde ne kadar harcayacaklarını öngörmelerini sağlıyor ve güven oluşturuyor.
Rotary bir organizasyon, dernek, vakıf değil; aynı zamanda umudun, dönüşümün de hikayesiydi benim için…
Yakın zamanda kaybettiğimiz Şevki Figen, Rotary için, “İnsan ruhuna dokunan bir sihirdir” demişti. Bu sözü çok sevmiştim.
O günün üzerinden çok yıllar geçti ve bu yılın sloganı “Rotary'nin Sihri” olarak belirlendi. Rotary’nin dokunduğu her omuzda, her kalpte sihirli bir etki yarattığını iyi bilenlerdenim.
Bundan yıllar önce küçük ve gözden uzak bir kasaba vardı. Ekonomik zorluklar ve sosyal sorunlar, kasabanın insanlarını umutsuzluğa sürüklüyordu. İşte bu kasabaya, Rotary'nin sihri dokunana kadar her şey böyle devam etti. Bir gün, Rotary üyelerinden oluşan bir grup gönüllü, kasabanın kaderini değiştirmek için yola çıktı. İlk adımları, kasabanın okulu için bir kütüphane kurmaktı. Kitapların sihri, çocukların hayal gücünü ateşledi ve onların geleceğe dair umutlarını canlandırdı.
Çocuk kahkahalarının yükseldiği o köyde, kasabada ben de vardım.
Rotary'nin sihri sadece projelerde değil, gönüllülerin bireysel çabalarında da gizlidir. Üyelerden bazıları, yaşlı bir kadının, adamın yalnızlık içinde geçirdiği günlere dokundu. Her hafta sonu bu yaşlı insanları ziyaret eden gönüllüler, onlarla sohbet ederek hayatına neşe kattı. O kadının, o adamın yüzünde beliren gülümseme Rotary’nin sihirli dokunuşunun bir yansımasıydı.
Ben de oralardaydım.
Bir başka gönüllü ordusu ise genç ve başarılı öğrencilerin eğitim hayatını değiştirdi. Bu öğrenciler ekonomik zorluklar nedeniyle eğitimine devam etmekte zorlanıyordu. Onlara burslar sağlandı, mentorluk yapılarak akademik başarılarında büyük rol oynadılar. Bu gençlerden bazıları doktor, bazıları mühendis; ama tamamı vatanını seven insanlar oldular.
Türkiye genelinde 30’u kırsal, 14’ü ormanlık alan olmak üzere toplam 44 yangın çıktı. Binlerce hektar ormanımızı, doğamızı, ciğerlerimizi kaybettik. Önce “Sabotaj olabilir mi?” sorusu akıllara geldi.
Ki; geçmişte örnekleri var.
Sonradan anlaşıldı ki; ihmalkarlık ve dikkatsizlik gerçeği bir kez daha karşımıza çıktı.
İzmir’in Selçuk, Menderes ve Çeşme ilçelerindeki yangınlarla mücadele sabaha kadar sürdü.
Bazılarına şahidim; yollar kapandı, yardım ekipleri sabahlara kadar çalıştılar.
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, yangınların kontrol altına alındığını açıkladı ama hala içimiz rahat değil. Menderes’teki yangının bir hobi bahçesinden, Çeşme’deki yangının ise atılan bir sigara izmaritinden başladığı anlaşılıyor.
Evet, bir sigara izmariti...
Binlerce hektarlık ormanlık alanı kül eden, doğaya geri dönüşü olmayan zararlar veren sadece bir sigara izmariti!
Geçen gün Amerika’da bir teknoloji şirketinde üst düzey yöneticilik yapan çocukluk arkadaşımla oturmuş sohbet ediyordum. Telefonu çaldı; benim de ilgimi çeken bir konuyu şirketteki çalışma arkadaşıyla konuştu.
Merak edip sordum; bu kişinin ne iş yaptığını...
“Dijital yaka direktörümüz” dedi.
Sonra da düzeltti; “Yapay zeka yaka direktörümüz de diyebiliriz” dedi.
Mavi yaka, beyaz yakadan sonra şimdi dijital yakaya alışacağız.
Arkadaşım da dijital yakalılardan bahsediyordu. Onlara göre, artık sadece yazılımcılar veya veri bilimciler değil, yapay zeka sistemlerini yöneten, geliştiren ve onları daha akıllı hale getiren profesyoneller bu yeni yakanın mensuplarıydı.
Peki bu dijital yakalılar kimlerdi? Google'da bir algoritmayı optimize eden mühendis, Tesla'nın otonom sürüş sistemlerini geliştiren yazılımcı veya Amazon'un lojistik operasyonlarını yöneten yapay zeka uzmanı...
Ama bizde kurallar getirildiğinde de bu sefer şikayetler başlıyor.
Size bir örnek vereyim.
Çeşme; özellikle de Alaçatı son yirmi yılda herkesin çok konuştuğu bir yer oldu. Korunmuş mimarisi, kendine özgü kent kimliği, Türkiye’de bugüne kadar az gördüğümüz dokusu dikkat çekti.
Ve ilk dönemde çok da iyi gitti.
Gelen büyülendi; bir kez daha gelmek için bahaneler uydurdu ve yine geldi.
Sonrasında klasik alışkanlıklarımız, popüler kültür ve her yeri her yere benzetme çabamız Alaçatı’yı da başka bir yere götürdü.
Kilitlenen trafik, yürünemeyen yollar, her köşede bir başka düğün varmış gibi çalan müzik...
Devam edeyim mi?