İntibak Yasası lüks değil bir ihtiyaçtır

SSK, Bağ-Kur ve tarım emeklilerini ilgilendiren maaş zamları açıklandı. Yüzde 15.76’lık bir artış yapıldı. Ama açık konuşalım. Bu artış, emekliler için “Dert bitti, tasasız günler geldi” demek anlamına gelmiyor.

Haberin Devamı

 

Hatta tam tersine…

Her zam döneminde yeniden masaya gelen şu büyük gerçek, bir kez daha karşımızda duruyor. Yeni emeklilerle eski emekliler arasındaki maaş farkı her geçen gün daha da açılıyor.

Bu fark öyle küçük bir fark değil. Bir uçurumdan bahsediyoruz. Aynı prim gün sayısını doldurmuş, aynı emekleri vermiş insanlar arasında büyük bir eşitsizlik var. Ve bu eşitsizlik, hem vicdanları rahatsız ediyor; hem de sosyal adaletin temel prensiplerine aykırı.

Peki çözüm ne?

“İntibak Yasası” bir lüks değil, ihtiyaçtır.

Türkiye’de emeklilik sistemi, bir intibak düzenlemesi olmadan asla tam anlamıyla hakkaniyetli olamaz. Eski ve yeni emekliler arasındaki bu maaş farkını gidermek için geçmişte adımlar atılmıştı ama yarım kaldı. Oysa ki bu konu, sadece emeklilerin değil, hepimizin sorunu.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dönem bu konuda oldukça hassastı. Ancak enflasyonla mücadele, ekonomiyle ilgili öncelikler derken, ‘İntibak Yasası’ konusu rafta kaldı.

Artık bu mesele daha fazla ertelenmemeli.

Çünkü ‘İntibak Yasası’ sadece bir düzenleme değil, milyonlarca emeklinin alın terine ve emeğine saygının bir göstergesi olacak.

Bugün Türkiye, enflasyonla mücadelede kritik bir süreçten geçiyor. Makroekonomik dengeler oturana kadar bu tür düzenlemelerin yapılması zor olabilir. Bunu anlıyorum. Ama şunu da biliyorum. Enflasyon kontrol altına alındıktan sonra yapılacak işler listesinde ‘İntibak Yasası’, en üst sıralara alınmalıdır.

Çünkü emekliler, bu ülkenin sessiz kahramanlarıdır. Hayatları boyunca çalışıp, çabalayıp, ülke ekonomisine katkı sağlayan insanlar... Onların hak ettikleri refah seviyesine ulaşması, sosyal devlet anlayışının bir gereğidir.

Bugün emekliler, maaşlarını alırken aynı zamanda şu soruyu da soruyorlar: 

“Biz bu ülkeye yıllarca çalışıp katkı sağladık. Peki, bizim hakkımız ne zaman teslim edilecek?”

Bu soruya verilecek cevabın çok gecikmemesi gerekiyor. Çünkü bu mesele sadece maaşlarla ilgili değil. Bu, bir ülkenin emekliye verdiği değerin göstergesidir. Ve o değer, toplumun genel huzurunun da en büyük garantisidir.

 

Haberin Devamı

Bu Karşıyaka çok daha

fazlasını hak ediyor

 

KARŞIYAKA ile Fenerbahçe arasındaki basket maçını seyrettiniz mi? Seyretmeyenler için kısa bir özet geçeyim.

Karşıyaka yıllardan sonra ilk defa bu sene Pınar’sız mücadele ediyor. Bu arada yönetimde de değişimler oldu. İki kere genel kurul yapmak zorunda kaldı ve basket takımındaki birçok oyuncusunu da maalesef elinden kaçırdı.

Futbolda yıllardır süren başarısız grafiği zaten anlatmama gerek yok.

Ve fakat bütün bunlara rağmen Fenerbahçe Beko karşısında tribün desteği olağanüstüydü.

Neredeyse amatörde olan futbol takımı bile her zaman dolu tribünlere oynadı ve bu coşku hiçbir zaman eksilmedi.

Her fırsatta hatırlatıyorum.

Haberin Devamı

Karşıyaka’yı bir spor kulübünden öte, köklü bir gelenek ve büyük bir sivil toplum örgütü olarak görüyorum. Ancak bu köklü yapının geleceği, bugünün dünyasına ayak uydurabilmesinden geçiyor. İşte burada en kritik faktörlerden biri sponsorlarla kurulan doğru ilişkiler…

Bugün dünyada spor, yalnızca saha sonuçlarından ibaret değil. Marka değeri, taraftar gücü ve sponsorluklar, bir kulübün sürdürülebilir başarısını belirliyor. Bu noktada Karşıyaka gibi güçlü bir camia, aslında markalar için bulunmaz bir fırsat sunuyor. Çünkü Karşıyaka’nın tribün desteği, köklü tarihi ve İzmir gibi bir şehirdeki güçlü aidiyet duygusu, sponsorların en çok aradığı özelliklerin başında geliyor.

Haberin Devamı

Markalar artık sadece logolarını bir formaya koyarak değil, bir hikayeye ortak olarak varlıklarını göstermek istiyorlar. Karşıyaka’nın hikayesi ise tam anlamıyla bir efsane... 1912’den bu yana süregelen bu kulüp, sadece spor değil, kültür, aidiyet ve bir yaşam biçimini de temsil ediyor. Tribünlerindeki coşku, Karşıyaka’yı yalnızca yerel değil, ulusal ve hatta uluslararası bir marka haline getirebilecek bir potansiyele sahip.

Ancak bunun gerçekleşmesi için istikrarlı bir yönetim ve modern bir iş modeli şart. Karşıyaka’nın yarışmacı haklarını dernek yapısından çıkararak, şirketleşmeye gitmesi ve profesyonel bir yönetim anlayışı benimsemesi gerekiyor. Bu, sponsorların güvenini kazanmak ve uzun vadeli işbirlikleri kurmak adına çok önemli bir adım.

Haberin Devamı

Ayrıca, Karşıyaka’nın kendisini sponsorlara doğru anlatabilmesi gerekiyor. Kulübün tribün gücünü, taraftar sadakatini ve İzmir gibi bir şehirdeki etkisini vurgulayarak, markalar için ne kadar büyük bir fırsat sunduğunu göstermek şart. İzmir, Türkiye’nin en önemli ticaret ve turizm merkezlerinden biri. Bu şehirde, Karşıyaka gibi bir kulübe sponsor olmanın, markaların hem yerel hem de ulusal düzeyde büyük bir itibar kazanmasına olanak tanıyacağını anlatmak gerekiyor.

Unutulmamalı ki Karşıyaka gibi güçlü bir markanın arkasında her zaman bir hikaye vardır. Ve hikayeler, markaların hayal bile edemeyeceği kadar güçlüdür.

 

 

Peynirde süt çikolatada kakao yok

 

BİR kahve içelim, keyfimiz yerine gelsin diyoruz. Meğer kahvemizde “ilaç” varmış! İlaçtan kastım, sağlıklı bir şey değil; resmen yasaklı maddelerden bahsediyoruz. Ya köfte? Hiç anlatmayayım.

Tarım ve Orman Bakanlığı, denetimlerine devam ediyor. Bu yılın ilk test sonuçları açıklandı ve listede yok yok. Çikolatadan ilaç etken maddesi çıktı, peynirden bilmediğimiz koruyucular, kıymadan kanatlı eti... Liste uzayıp gidiyor. Ama asıl mesele şu; bunlar sadece tespit edilenler. Ya tespit edilemeyenler?

Eskiden sahtekârlık dediğin şey bir paket balda, birkaç kilo zeytinyağında yapılırdı. Şimdi her köşe başında bir sahtecilik hikâyesi var. Et, bal, peynir, çikolata, lahmacun... Ne yiyorsak artık iki kere düşünmek zorundayız.

Bir zamanlar, “Tadı güzel olan gıda kalitelidir” diye bir mantık vardı. Şimdi ise tadına, kokusuna, rengine güvenip güvenemeyeceğimizi bile bilmiyoruz. Çünkü sahteciler o kadar ustalaştı ki! Hileli bir ürün, neredeyse orijinaliyle ayırt edilemeyecek kadar iyi görünebiliyor.

Bakanlığın denetimleri gerçekten önemli ama yetmez. Denetim kadar bu sahtekârlığı yapanlara verilen cezaların da caydırıcı olması lazım. Sahtekârlık yapan bir işletme, sadece para cezası ödeyip işine devam ediyorsa, bu sistemi nasıl düzelteceğiz?

Bu sahteciliği yapanların karşısında daha güçlü bir denetim mekanizması, daha ağır cezalar ve en önemlisi daha bilinçli bir tüketici profili gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları