Ben hayatım boyunca hiç sigara içmedim, hatta bir kez denemeye bile yeltenmedim. Ama sigara içen arkadaşlarımıza gösterdiğimiz anlayışı, onların bize göstermediğini düşünüyorum. Duman altı olan o eski günlerde bir kafeye gitmek, bir lokantada yemek yemek işkence gibiydi. Ama sonra Türkiye büyük bir adım attı; kapalı alanlarda sigara yasağı geldi.
Türkiye bu yasağı harika uyguladı, uzun bir süre dünyaya örnek olduk. Ancak işler son yıllarda biraz karışmaya başladı. Kaldırımlar üstüne yapılan “kapalı açık mekanlar”, adeta “yasaktan kaçış odaları” haline dönüştü. Kapalı alanlarda da sigara içilmeye başlandı. Bizim gibi sigaradan rahatsız olanlar için hayat eskiye döndü.
Şimdi gelelim işin bir başka boyutuna... Milano... Evet, İtalya’nın moda ve finans başkenti. Milano dediğimiz yer, sadece şık caddeleri, tarihi binaları ve lüks vitrinleriyle değil, aynı zamanda sigara yasağı uygulamasıyla da konuşulmayı hak ediyor.
Milano’da açık havada sigara içmek yasaklandı. Evet, yanlış okumadınız. Şehir yönetimi, 2021’de başlattığı bir dizi çevre ve sağlık girişiminin en sert adımını attı. Artık açık alanlarda, kamusal alanlarda sigara içmek yasak. Pasif içicilik? Bitti. Hava kirliliği? Azalıyor. Sağlık? Kazanıyor.
Bu yasak o kadar ciddi ki, uymayanlara 40 ila 240 Euro arasında değişen cezalar veriliyor. Düşünsenize, sigara içmek isteyen biri açık alanda diğer insanlardan en az 10 metre uzaklaşmak zorunda.
Milano’daki bu uygulamanın arkasında sadece sağlık değil, aynı zamanda 2026 Kış Olimpiyatları öncesi şehrin havasını temizlemek gibi bir hedef var. Çocuk oyun alanları, parklardaki yasaklar derken, Milano halkı dumansız bir gelecek için adım adım ilerliyor.
Benim yeni yıl hayalim mi?
Benim için her zaman ailem gelir, sağlık gelir. Gösterişsiz, sade ama derin bir hayat... Sevdiklerimle geçirilen bir akşam, bir kitabın sayfalarına karışan sessizlik, sanatın insan ruhuna dokunan sıcaklığı... İşte bana mutluluk veren şeyler bunlar.
Dünyada ise daha güzel şeyler olmasını diliyorum. Bilim, insanlık adına ilerlesin. Doğa, bizim acımasızlığımız karşısında biraz nefes alsın. Sanat, daha çok insana ulaşsın. Herkesin birbirine bağırmak yerine biraz daha anlamaya çalıştığı, küçük iyiliklerin çoğaldığı bir yıl...
Türkiye için de hayallerim var.
Daha fazla demokrasi, daha fazla istikrar, daha fazla huzur. Gençlerin potansiyelini keşfetmeleri için fırsat yaratılan, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü bir ülke... İnsanı mutlu eden şey, sadece büyük başarılar değil. Küçük, sessiz zaferlerdir aynı zamanda.
Sanatı unutmadan bir yıl daha geçirelim istiyorum. Tiyatro sahnesinde bir replik, bir müzik notasının titreşimi, bir tablonun içine gizlenmiş detay... Bizi biz yapan değerler bunlar...
Spor, sanat, bilim ve doğa ile iç içe bir dünya, her şeyden daha kıymetli.
Ve sağlık…
Davanın sonunda; anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran’a ağırlaştırılmış müebbet, Nevzat Bahtiyar’a ise 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Adalet sistemi, en ağır cezaları vermiş olabilir. Ancak bu davanın ardından halkın hissettiği derin huzursuzluk, vicdanlarda hâlâ yankılanan o sessizlik, başka bir gerçeğe işaret ediyor.
Dava sonuçlandı, cezalar açıklandı ama Diyarbakır’ın Tavşantepe köyüne gittiğinizde, adeta olay hiç yaşanmamış gibi bir sessizlikle karşılaşıyorsunuz. O sessizlik aslında her şeyi anlatıyor. Acı, korku, utanç ve cevapsız sorular... Köydeki bu derin sessizlik, aslında toplumun genelindeki sessizliğin bir yansıması. İnsanlar, mahkeme kararlarının ardından bile tatmin olmuş değil.
Cezalar yaşanan bu korkunç olayı telafi etmek için yetersiz kaldı. Hayatı elinden alınmış bir çocuğun hakkını hiçbir ceza geri veremez. Adalet bir mahkeme salonunda, yasalara göre tecelli eder. Ancak vicdanlarda adalet, çok daha karmaşık bir şeydir. Mahkeme, ağırlaştırılmış müebbet gibi en sert cezaları verdiğinde bile insanlar hissettikleri boşluğu dolduramıyor. Narin’in ölümünün ardında hâlâ tam açıklanamamış detayların olduğu hissi, bu boşluğu daha da derinleştiriyor.
Belki de bu, cezaların yetersizliğinden değil; yaşanan vahşetin insan aklının alabileceğinin ötesinde olmasından kaynaklanıyor.
Bir köyde, bir evde, bir ailede bu denli bir trajedi yaşanabiliyorsa, hepimizin bunu sorgulaması gerekiyor. Toplum olarak çocuklarımızı nasıl koruyamadık? Hangi değerlerimizi kaybettik ki, bir çocuk ailesinin ellerinde bu kadar yalnız ve savunmasız kaldı?
Hukuk, geçmişteki bir olayı cezalandırabilir ama gelecekte benzer olayların yaşanmaması için yeterli değildir. Bizim asıl ihtiyacımız olan, çocuklarımızı bu tür trajedilerden koruyacak bir toplumsal dönüşümdür. Aile içi şiddeti, çocuk istismarını, eğitimde ve sosyal hayatta çocukların yalnız bırakılmasını önleyecek adımları atmadıkça, Narinlerin hikayesi ne yazık ki tekrar yaşanabilir.
Bu dava, sadece bir ailenin değil, bir toplumun vicdan muhasebesine dönüşmelidir.
Yeni dönemin anahtar cümlesi hazır:
“EGİAD Sayesinde!”
Özhelvacı ve ekibi, üyelerin her ticari başarısında bu iki kelimenin söylenmesini hedefliyor. Satılan her ürün, yapılan her ihracat, kurulan her ticari köprü, bu güçlü ifadeyi çağrıştıracak. Üyeleri merkeze alan bir anlayışla, derneğin iş dünyasına sağladığı katkıyı daha da görünür kılacaklar. Bu yaklaşım, EGİAD’ın 35 yıllık birikimini hem üyelerine hem de bölgeye daha fazla değer katacak şekilde güncellemek anlamına geliyor.
Yeni yönetim kurulunun bir sözü var; dünyadaki dönüşüm rüzgarlarına EGİAD üyelerini hazırlama çabası. Dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm ve toplumsal dönüşüm... Bu üç temel alan, yeni dönemin stratejik odağı olacak. “Üçüz dönüşüm” dedikleri bu kavramla, üyelerin yapay zeka, blok zinciri gibi dijital teknolojilere adapte olmaları sağlanacak. Aynı zamanda temiz enerji, su ve atık yönetimi gibi çevresel konularda farkındalık yaratılacak. Ve tabii ki, tüm bu değişimleri gerçekleştirecek insan profilini, yani toplumsal dönüşümü de göz ardı etmeyecekler.
Yeni dönem için tam 66 proje planlanmış. Bu projeler; “EGİAD Değer Çemberi” olarak adlandırılan bir modelle hayata geçirilecek. Değer çemberi, üyelerden başlayarak şehre ve ülkeye yayılan bir etki yaratmayı hedefliyor. Özhelvacı, bu projelerle her EGİAD üyesinin sadece kendi işinde değil, toplumsal fayda yaratmada da öncü olmasını istiyor. Organizasyon yapısı da buna göre şekillenmiş.
Uluslararası İlişkiler, Dijital Dönüşüm ve Girişimcilik, Sanayi ve Sürdürülebilirlik gibi komisyonlarla her alanda aktif bir çalışma planlanıyor. Yeni dönemde bir de Toplum, Sanat ve Spor Komisyonu kurulacak.
EGİAD’ın yeni yönetimi, uluslararası boyutta da ses getirecek projelere imza atmaya hazırlanıyor. Amerika, İngiltere ve Finlandiya’daki teknoloji ve girişimcilik fuarlarına katılım planlanıyor. Özellikle EGİAD Melekleri ile gerçekleştirilecek bu projeler, derneğin inovasyon ve girişimcilik alanındaki etkinliğini artıracak.
Ve hatta ilk gün ödeyenlerdenim.
Çünkü çok iyi biliyorum ki devlet de belediyeler de hizmet üretebilmek için bu vergilere ihtiyacı var.
Evde yokken eve Çiğli Belediyesi’nden tebligat gelmiş.
(Eminim bu sadece buraya özel değil, bütün belediyelerde de aynı işlem yapılıyordur.)
Birincisinde araştırdım, aradım, sorup soruşturdum; istediğim cevapları alamadım.
Aslında bu belgelerin, tebligatların açık olması, niçin geldiği ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini de anlatması, yazması istenir.
Ama bizde öyle kapalı ifadeler, öyle gizemli sözcükler kullanıyor ki anlatmama gerek yok.
“Bu artışların üzerine çıkılmamalı.”
Bu cümle, aslında yüzeyde bir çağrı gibi görünse de ekonominin kırılgan olduğu dönemlerde derin bir sorunun altını çiziyor. Çünkü mesele sadece maaş artışı değil, bunun iş gücü maliyetlerine, tüketici fiyatlarına ve en nihayetinde enflasyona olan etkisi...
Özgener’in dediği gibi pandemi sonrası dönemde 2024 yılı enflasyonun düşüşe geçtiği kritik bir yıl olacak. Ancak, 2025 yılında beklenen “yumuşak iniş” senaryosu gerçekleşmez ve enflasyonla mücadele devam ederse, maaş artışlarının dengesiz bir şekilde fiyatlara yansıması, bu süreci daha da zorlaştırabilir.
Bir yanda asgari ücret artışıyla çalışanların refahını artırma hedefi, diğer yanda bunun hizmet sektöründe maliyet ve fiyat artışı olarak geri dönmesi gibi karmaşık bir denklemle karşı karşıyayız. Buradaki dengeyi koruyabilmek hem özel sektör hem de kamu yönetimi için büyük bir sınav olacak.
2025 yılı için belirlenen yüzde 30’luk asgari ücret artışı, yalnızca çalışanların değil, aynı zamanda işverenlerin de gündeminde. Özgener’in de belirttiği gibi bu artışın enflasyon hedefleriyle uyumlu bir şekilde planlanmış olması olumlu bir adım. Ancak en büyük soru şu:
“Ücret artışlarının dolaylı etkileri, enflasyonu yeniden tetikleme riski taşıyor mu?”
Burada en önemli nokta, ücret artışlarının sadece enflasyonun geçmiş değerlerine değil, gelecekteki hedeflerine de uygun bir şekilde belirlenmiş olması. Özgener’in “tamamen geçmiş enflasyona endeksli değil ama tamamen de beklenen enflasyona endeksli değil” ifadesi, bu dengenin sağlanmaya çalışıldığını gösteriyor. Ancak bu dengeyi bozacak bir faktör var. Özel sektör ve hizmet sektöründeki fiyatlandırmaların kontrolsüz bir şekilde artması.
Yapay zeka hakem; bir boks maçı yönetti. Ringde dövüşen iki devin ortasında, hiçbir insana bulaşmadan puanlama yapan bir algoritma düşünün. Bunu yıllar önce söyleseydiniz; “Olmaz...” derdik. Ama gerçeğe dönüşünce anladık ki; başka bir dünyaya uyanmışız.
Ve anladık ki, yapay zeka yumruklardan korkmuyormuş.
Türkiye Süper Lig’inde hakem kararlarının tartışılmadığı bir hafta var mı? Yok. VAR sistemi geldi, tartışmalar ikiye katlandı. Şimdi bir de yapay zeka hakem olsa... Haydi, hep birlikte düşünelim. Yapay zeka hakem Süper Lig’e gelseydi ne olurdu?
Muhtemelen bir hafta bile dayanamazdı! Çünkü bizim ligimizde kararları insana bırakmazsan, taraftarlar algoritmaya hücum eder.
Önce şu soruyu soralım.
Yapay zeka hakem, kime torpil geçecek? Bir Beşiktaş-Galatasaray maçında, 90+5’te bir penaltı çalsa... Algoritma mı suçlanır, yoksa “Bu yazılım kesin Galatasaraylı” diye bağıran taraftarlar mı olur?
Belki de Fenerbahçeliler, “Yapay zeka bile sahadaki gerçekleri görmüyor” diye protesto eder. Trabzonsporlular ise, “Bu algoritma bizim Karadeniz rüzgarını tanımıyor” diye Google’a dava açar.
Ve en komiği… Yapay zeka bir karar verse, futbolcular hemen kameraların önüne çıkıp, “Bu yapay zeka kesin 3 büyüklerin lobisine çalışıyor” diyebilir.
Ve şimdi, yeni bir hikaye yazıyor. Adı Kaicy...
Kaicy, adıyla bile bir derinlik taşıyor. Antakya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen “Kaicy” mozaiğinden ilham alıyor. Eski Yunanca’da “Sana da” anlamına gelen bu kelime, Antik Çağ’da kötü gözlerden korunma dileğiyle evlerin girişine yerleştirilen bir motif. Bir nevi pozitif enerjinin ve iyi dileklerin sembolü. Cizreli, işte bu kadim mirası modern gastronomiyle buluşturmak için kolları sıvamış.
Geçtiğimiz günlerde Gamze Cizreli ile Tarabya’da, Boğaz’ın nefes kesici manzarasına karşı Kaicy’nin öyküsünü konuştuk. Daha içeri girer girmez yerlerdeki mozaikler ve atmosferin sıcaklığı, bu mekanın sadece bir restoran olmadığını hissettiriyor. Doğu Akdeniz’in kadim topraklarından ilhamla hazırlanmış, şık ve zarif bir mekân. Tavanında Hatay’ın her mevsim yeşil kalan defne ağacından ve portakal çiçeklerinden esinlenerek yapılan özel bir enstalasyon bile var. Gamze Hanım’ın anlattığı gibi, her detay özenle düşünülmüş.
“Levanten mutfağına yıllardır özel bir ilgim var” diyor Cizreli ve ekliyor:
“Bu mutfak, Doğu Akdeniz’in zenginliğini, Antakya’dan Halep’e, Beyrut’tan Kudüs’e kadar uzanan bir kültürel mirası içinde barındırıyor. Hatay’da depremden sonra ziyaret ettiğim işletmelerde gördüğüm dayanışma ruhu da beni çok etkiledi. Kaicy, bu kültüre bir saygı duruşu ve bu zenginliği geleceğe taşıma çabası.”
Gamze Cizreli’nin her girişiminde bir ruh var. Bu ruh, hikayesini “Ateşle Oynayanlar” kitabında da işlemişti. Diyarbakır’da başlayan aile hikayesinden ODTÜ mezunu genç bir kadının gastronomi dünyasındaki serüvenine kadar uzanan bir yolculuk bu. Şimdi ise Levanten mutfağının şık bir temsilcisi olarak Kaicy ile yepyeni bir yolda.
Boğaz’ın bu özel köşesinde, Levanten mutfağının kadim lezzetleri modern yorumlarla buluşacak. Antakya’nın taş fırınlarından çıkan ekmekler, Halep’in baharat dolu mezeleri, Beyrut’un zarif sunumları….