Müebbet cezaları bile vicdanları rahatlatmadı

TÜRKİYE yaz boyunca Diyarbakır’dan gelen korkunç bir haberle sarsıldı. 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesi... Hepimiz bir film izler gibi bu davayı takip ettik, her gün haber bültenlerinin başında gelişmeleri izledik. Ancak bu, bir film değildi. Bu, gerçek bir trajedi, bir çocuğun hayatına kıyılmış bir hikayeydi.

Haberin Devamı

 

Davanın sonunda; anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran’a ağırlaştırılmış müebbet, Nevzat Bahtiyar’a ise 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Adalet sistemi, en ağır cezaları vermiş olabilir. Ancak bu davanın ardından halkın hissettiği derin huzursuzluk, vicdanlarda hâlâ yankılanan o sessizlik, başka bir gerçeğe işaret ediyor.

Dava sonuçlandı, cezalar açıklandı ama Diyarbakır’ın Tavşantepe köyüne gittiğinizde, adeta olay hiç yaşanmamış gibi bir sessizlikle karşılaşıyorsunuz. O sessizlik aslında her şeyi anlatıyor. Acı, korku, utanç ve cevapsız sorular... Köydeki bu derin sessizlik, aslında toplumun genelindeki sessizliğin bir yansıması. İnsanlar, mahkeme kararlarının ardından bile tatmin olmuş değil.

Haberin Devamı

Cezalar yaşanan bu korkunç olayı telafi etmek için yetersiz kaldı. Hayatı elinden alınmış bir çocuğun hakkını hiçbir ceza geri veremez. Adalet bir mahkeme salonunda, yasalara göre tecelli eder. Ancak vicdanlarda adalet, çok daha karmaşık bir şeydir. Mahkeme, ağırlaştırılmış müebbet gibi en sert cezaları verdiğinde bile insanlar hissettikleri boşluğu dolduramıyor. Narin’in ölümünün ardında hâlâ tam açıklanamamış detayların olduğu hissi, bu boşluğu daha da derinleştiriyor.

Belki de bu, cezaların yetersizliğinden değil; yaşanan vahşetin insan aklının alabileceğinin ötesinde olmasından kaynaklanıyor.

Bir köyde, bir evde, bir ailede bu denli bir trajedi yaşanabiliyorsa, hepimizin bunu sorgulaması gerekiyor. Toplum olarak çocuklarımızı nasıl koruyamadık? Hangi değerlerimizi kaybettik ki, bir çocuk ailesinin ellerinde bu kadar yalnız ve savunmasız kaldı?

Hukuk, geçmişteki bir olayı cezalandırabilir ama gelecekte benzer olayların yaşanmaması için yeterli değildir. Bizim asıl ihtiyacımız olan, çocuklarımızı bu tür trajedilerden koruyacak bir toplumsal dönüşümdür. Aile içi şiddeti, çocuk istismarını, eğitimde ve sosyal hayatta çocukların yalnız bırakılmasını önleyecek adımları atmadıkça, Narinlerin hikayesi ne yazık ki tekrar yaşanabilir.

Haberin Devamı

Bu dava, sadece bir ailenin değil, bir toplumun vicdan muhasebesine dönüşmelidir.

Tavşantepe köyündeki o sessizliğin aksine toplumsal bir çığlığa ihtiyacımız var.

Belki de insanlar,  “Müebbet cezalar yetmiyor” derken şunu da söylüyor olabilir: 

“Daha güçlü yasalar, daha etkili koruma mekanizmaları, daha güvenli bir toplum istiyoruz.”

 

 

Barselona turist istemiyor

peki ama ne istiyorlar?

 

TURİZMDEN şikayet edilir mi, daha fazla turist gelmesini istemeyen bir şehir olabilir mi?

Olabiliyor...

Türkiye’nin turizmde daha gidecek daha çok yolu var. Ama örneklerden de ders alarak bir strateji geliştirmemiz gerektiğine inananlardanım.

İşte Barselona... Gaudí’nin eserleriyle büyülenirken, plajda güneşlenip sonra da Camp Nou’da futbol şölenine tanık olabileceğiniz muhteşem bir şehir. Ama aynı zamanda yerli halkın, “Biraz da bizi düşünün!” diye haykırdığı bir turizm adresi... Evet, Barselona şu sıralar turistlere sınır koyma derdinde. Neden mi? Çünkü yerel halk artık mahallelerinde turistlerden bir boş sandalye bulamaz halde.

Haberin Devamı

Turistlere vergi koydular, temizlikten güvenliğe kadar her şey için ekstra bütçe yaratmaya çalışıyorlar. Beş yıldızlı otellerde bir haftalık konaklama için kişi başı 52.50 euro vergi ödüyorsunuz.

Turistlerin yoğun ilgisi, sadece kiraları yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda şehrin kimyasını da bozdu.

Gaudí’nin şaheseri Sagrada Familia’nın gölgesinde oturup kahve içmek artık bir lüks.

Barselona, turistleri yavaşlatmak için haritalardan bile yardım alıyor. Mesela, aşırı kalabalık olan 116 numaralı otobüs güzergahı artık Google Haritalar’da görünmüyor. Yerel halk, turist yoğunluğunu azaltmak için adeta Sherlock Holmes gibi çalışıyor.

Son bir bomba da turist otobüslerinden geldi. Sagrada Familia çevresindeki otobüsler için park ücretleri dört katına çıkarıldı.

Haberin Devamı

Barselona halkı turistlere düşman değil ama biraz daha fazla anlayış bekliyorlar. Kısacası Barselona, “Daha az turist, daha çok huzur!” mottosuyla yoluna devam ediyor. Eğer yakında Barselona’ya gitmeyi planlıyorsanız, size tavsiyem.

Bir tapas fazla söyleyin, bir fotoğraf az çekin. Belki böylece Barselona halkıyla aranızda bir köprü kurabilirsiniz.



Biz ya çok severiz ya

da tamamen sileriz

 

BİZİM insanımızın en büyük özelliği, duygularını uçlarda yaşıyor. Ya çok severiz ya da tamamen sileriz. Ne ortasını bulabiliriz ne de dengede kalabiliriz. Oysa hayatın dengesi, insanları gerektiği kadar önemsemekte ve eleştirmekte gizli değil mi? Bir insana hak ettiğinden fazla değer verdiğinizde onu yücelttiğinizi sanırsınız ama aslında onun omzuna taşıyamayacağı kadar büyük bir yük koyarsınız. Aynı şekilde, birini gereğinden fazla eleştirirseniz de yalnızca onu kırmış, enerjisini tüketmiş olursunuz.

Haberin Devamı

Herkesi olduğu gibi kendi değerinde kabul etmek zor bir şey değil aslında. Ama toplum olarak bunu başarmakta zorlanıyoruz. Çünkü biz duygularımızla hareket ediyoruz; mantığımızı devreye sokmakta gecikiyoruz. O yüzden birine hakettiği değeri vermek yerine ya onu putlaştırıyoruz ya da yok sayıyoruz. Peki ya insanları oldukları gibi kabullenmek, onları bir bütün olarak görmek daha insancıl bir yaklaşım olmaz mı?

Bakın, insanları gerektiği gibi alkışladığımızda, doğru zamanda doğru eleştiriler yaptığımızda aslında onları desteklemiş oluruz. Belki de toplum olarak bu dengeyi kurmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bir insan başarı elde ettiğinde, “Bu çok güzel bir şey, seni tebrik ederiz” deyip onun bu başarısını taçlandırmalıyız. Ama bir hata yaptığında, “Bu hatadan ders alabilirsin, herkes hata yapar” diyerek ona bir çıkış yolu göstermeliyiz. Bu yaklaşım, insan ilişkilerinin özüdür.

Bu bakış açısıyla toplum olarak birbirimizi daha fazla desteklemiş ve sağlıklı bir iletişim ağı kurmuş oluruz. Öyle ya, insanları göklere çıkarıp sonra yere çarptığımızda ne o kişiye faydamız dokunur ne de kendimize... Sezar’ın hakkını Sezar’a verirken, ne fazlasını ne de eksiğini istemeliyiz. Çünkü her insan kendi içinde bir dengeyi hak eder.

 


Taraftar olmak giderek zorlaşıyor

 

SÜPER Lig ara tatilde olduğu için sakin bir hafta sonu geçirdik. Oğlum Atlas Pazar öğleden sonra “Sıkıldım, meğer maçsız bir hafta kötüymüş” dedi. Olunca da stresten oturamıyoruz. Her hafta, “Bırakalım şu maçları” desek de hafta sonu planları yeniden maç saatlerine göre yapılıyor. Galiba birçok aile için aynı gerçek var. Beşiktaş kongresinde yaşananları gördüm; hem sevindim, hem üzüldüm. İlginin bu kadar olması elbette sevindirici ama yaşanan gerginlikler futbol dünyamızdaki ruh halimizi de gösteriyor. Ben Atlas’a taraftar olmayı öğretmeye çalışıyorum. Bir kulübe, renklere gönül vermenin ne olduğunu anlatıyorum. Futbolu herkes gibi ben de seviyorum ama Türkiye’de taraftar olmanın giderek zorlaştığını da görüyorum. Fanatik olmadan taraftar olmanın çok değerli olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.

Yazarın Tüm Yazıları