Paylaş
Yapay zeka hakem; bir boks maçı yönetti. Ringde dövüşen iki devin ortasında, hiçbir insana bulaşmadan puanlama yapan bir algoritma düşünün. Bunu yıllar önce söyleseydiniz; “Olmaz...” derdik. Ama gerçeğe dönüşünce anladık ki; başka bir dünyaya uyanmışız.
Ve anladık ki, yapay zeka yumruklardan korkmuyormuş.
Türkiye Süper Lig’inde hakem kararlarının tartışılmadığı bir hafta var mı? Yok. VAR sistemi geldi, tartışmalar ikiye katlandı. Şimdi bir de yapay zeka hakem olsa... Haydi, hep birlikte düşünelim. Yapay zeka hakem Süper Lig’e gelseydi ne olurdu?
Muhtemelen bir hafta bile dayanamazdı! Çünkü bizim ligimizde kararları insana bırakmazsan, taraftarlar algoritmaya hücum eder.
Önce şu soruyu soralım.
Yapay zeka hakem, kime torpil geçecek? Bir Beşiktaş-Galatasaray maçında, 90+5’te bir penaltı çalsa... Algoritma mı suçlanır, yoksa “Bu yazılım kesin Galatasaraylı” diye bağıran taraftarlar mı olur?
Belki de Fenerbahçeliler, “Yapay zeka bile sahadaki gerçekleri görmüyor” diye protesto eder. Trabzonsporlular ise, “Bu algoritma bizim Karadeniz rüzgarını tanımıyor” diye Google’a dava açar.
Ve en komiği… Yapay zeka bir karar verse, futbolcular hemen kameraların önüne çıkıp, “Bu yapay zeka kesin 3 büyüklerin lobisine çalışıyor” diyebilir.
Düşünsenize, bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde yapay zeka bir ofsayt kararı verse... İki saat içinde Twitter’daki TT listesinin yarısı “Yapay zeka, Google Translate ile ofsayt çizmiş” olur.
Ama olay burada bitmez. Sosyal medyada “Yapay zeka hakem hangi yazılımcı tarafından eğitildi?” diye komplo teorileri yayılır. Bir grup taraftar, algoritmanın kodlarına ulaşmaya çalışır. Diğer grup ise Google’ın merkez binasının önünde “Hakem hata yaptı” pankartlarıyla toplanır.
Düşünün, yapay zeka hakem, bir futbolcunun itirazına kırmızı kart verse... Ya da hakeme sürekli bağıran bir oyuncuya sarı kart değil de, “Öfke yönetimi dersi öneriliyor” mesajı verir mi?
Hatta Emre Belözoğlu’nun saha kenarındaki enerjisini algılayıp, “Lütfen sakinleşin. Enerji verimliliği için sesinizi kısın” diyebilir mi?
Belki de Süper Lig’in o klasik “Şampiyonlar son haftada belirlenir” geleneği sona ererdi. Çünkü yapay zeka, şike söylentilerini ortadan kaldırırdı. Ama bir dakika... O zaman Süper Lig’in ruhu da kaybolmaz mıydı?
Kim şampiyon olurdu derseniz, açıkçası o algoritmayı yapan mühendis bile çözemezdi. Çünkü algoritmanın favorisi yoktur, sadece istatistik vardır.
Yapay zeka hakem olsa bile Süper Lig’de kimse mutlu olmaz. Çünkü burada mesele kararın doğruluğu değil, tartışma keyfidir. Taraftarlar tribünde bağırırken, algoritmanın mantıklı kararlarını dinler mi? Hiç sanmıyorum.
Yapay zeka hakem Süper Lig’e gelseydi, biz yine tartışırdık. Ama bu kez, “Yapay zekayı kim yazdı?” diye kavga ederdik. Ve kabul edelim, Süper Lig’in büyüsü tam da burada.
Futbol da adalet arıyorsa
Şaka bir yana...
Süper Lig’de öyle maçlar var ki; gerçekten de yapay zeka hakem bile olsa işin içinden çıkamaz.
Öyle tartışmalı kararlar veriliyor ki, gerçekten sonuçları etkiliyor, şampiyonluk yarışında zirveyi değiştiriyor.
Adalet istekleri boşuna değil.
Gerçekten de adalet sadece günlük hayatımız için değil; sporda, Türkiye’de futbol için de geçerli...
Ve bazı şeyler değişinceye, her şey yerli yerine oturuncaya kadar yabancı hakem meselesine ben de sıcak bakıyorum.
Çünkü olmuyor, hiçbir şey değişmiyor.
Ve giderek dengeleri bozuyor.
Türkiye’de futbol sistematik olarak bir adalet krizine dönüşmüş durumda. “Hakemler de insan, hata yapar” demek işin kolay yolu. Fakat hatalar sadece bir, iki maçla sınırlı kalsa kabul edilebilir belki. Ama öyle maçlar izliyoruz ki, hatalar şampiyonluk yarışını değiştiriyor. Lig dengeleri altüst oluyor.
Ve daha kötüsü... Bu durum artık alışkanlık haline geldi. Tartışmalar yıllardır bitmiyor, hiçbir şey düzelmiyor. Hakem performanslarının, her sezon başında umutla başlayan takımları nasıl çöküşe götürdüğünü izlemek sıkıcı bir tekrara dönüştü.
Çin işi Japon işi
bunu yapan üç kişi
Dünyada işler değişiyor. Hem de ne değişmek... Eskiden rekabetin göbeğinde birbirine “O tamponu fazla uzatma” diyen üç Japon otomotiv devi, bugün aynı masada oturup “Biz bu işi birlikte yaparız” diyor. Nissan, Honda ve Mitsubishi, otomotiv dünyasının en şaşırtıcı manevralarından birine hazırlanıyor. Üç dev, tek bir çatı altında birleşmeyi planlıyor.
Bu üç marka, bir zamanlar birbirinin gölgesine bile tahammül edemezken, şimdi tek bir ailenin çocukları olmaya karar verdi. Hani şu Japonların “birlikten güç doğar” felsefesine hep hayran kalırız ya, işte bu tam da onun küresel versiyonu.
Daha birleşme olmadı, şimdilik “Biz bir konuşalım, bir çay içelim, bakalım anlaşabilecek miyiz?” modundalar. Ama şimdiden hayalleri büyük. Eğer bu birliktelik gerçekleşirse, yıllık 8 milyon araç satışıyla Toyota ve Volkswagen’in ardından dünyanın en büyük üçüncü otomobil üreticisi olacaklar.
Bu ittifakın asıl hedefi ise geleceğin dünyasında yer edinmek. Elektrikli araçlar, yazılımlar, karbon nötr üretim… Tesla ve BYD gibi devlerle başa çıkmak kolay değil ama Japonlar teknolojiyi bir sanat gibi görür, bunu da herkes bilir. Elektrikli araç pazarında “Japon işi” bir kalite yaratacaklarına şüphe yok.
Körfez sadece İzmir’in
değil Türkiye’nin meselesi
Siyaset özellikle yerel siyaset karşılıklı konuşmalar, atışmalar, suçlamalar, eleştiriler üzerinden yapılıyor. Ve genellikle de bir siyasinin yayınladığı sosyal medya mesajı veya basın bültenine cevap vererek, karşılıklı olarak bu konu uzatılarak devam ediyor.
Gittiğim toplantılarda bu konuşmalar, bu açıklamalar elbette konuşuluyor, değerlendiriliyor.
Siyasetçiler girdikleri bu kısır döngünün içinde çıkamadıkları gibi böyle bir girdabın içinde olduklarını da anlamıyorlar.
Oysa siyaset bir çözüm üretme sanatıdır.
Örneğin İzmir körfezinin temizliğiyle ilgili tartışmaları izliyorsunuz.
Hep yazıyorum.
Körfezin temizlenmesi, derinleştirilmesi ve dolayısıyla limanın işletilmesinden körfezin daha verimli kullanılmasına kadar birçok konu hem merkezi hükümetin, hem yerel yönetimin işidir.
Ve hatta sadece İzmir’in değil; bütün Ege’nin meselesidir.
Çünkü yapısal bir değişiklik ve çözüm isteniyorsa; Çanakkale’den Antalya’ya kadar uzanan bu geniş coğrafyanın da İzmir körfezini düşünmesi ve çözüm pratiklerinde ortak olması gerekir.
Gelelim İzmir Körfezi’nin hikayesine... Körfezin temizliğiyle ilgili tartışmaları izliyorsunuz, değil mi? İşte tam da bu dediğim durumu yaşıyoruz. Bir taraf, “Biz planladık ama onlar izin vermiyor” diyor. Diğer taraf, “Biz yapacaktık ama siz başlatmadınız” diye cevap veriyor.
Siyaset bir çözüm üretme sanatıysa, lütfen artık bunu hatırlayın. Yoksa körfez, siyasetçilerin laf yarışına kurban giden bir başka değerimiz olmaya devam edecek. Ve biz de toplantılarda aynı cümleleri duymaya devam edeceğiz: “Biz demiştik, onlar yapmamıştı.”
Paylaş