13 Eylül 2010
MAÇ başladığında hücumda doğruları yaparak, topu uzunlara indirerek veya savunmayı driplingle delerek (penetre) sayı bulmaya başladık.
Savunmada ise, adam adama tercihimiz pek etkili olmadı, çok erken ve doğru bir kararla alan savunmasına döndük. Kısa süre içinde Hido’nun üçlükleri ile başa baş gelir gibi oldu. Gergin ve sinirli halimiz malesef bize dezavantaj olarak geri döndü. NBA’ciler bir anda araya 10 sayılık bir tampon koyuverdi. Malesef ilk yarıda Kevin Durant, 20 sayı atıverdi.
Şampiyona başladığından beri “Ben buradayım” diyordu, korkulan oldu. Başarılı olduğumuz nokta ise, oyunun temposunu zaman zaman ele geçirmemizde. Sonuç olarak yüzde 35’lik düşük bir istatistik ile hücum etmemize rağmen onları da yüzde 34 gibi çok iyi bir yüzdeyle tuttuk.
Şaşırttılar
Üçüncü periyotta ise gerginliğini soyunma odasında bırakmış, hırsını ve direncini ortaya çıkarmaya başlamış bir Milli Takımımız sahadaydı. Adam adama savunmaya döndükten sonra Kevin Durant’in de sayılarını kestik ancak NBA’ciler tempoyu ve farkı yakalamıştı.
Bu maçı büyük mücadele ederek kaybetmemize rağmen şunları açık açık belirtmekte fayda görüyorum; 12 Dev Adam, bu şampiyonada mükemmel bir performans göstererek tüm basketbol dünyasını şaşırttı. Basketbol denilen sporda Türkiye’nin yeri olduğunu bir kez daha ilan ederken, halkımızda da basketbolun “3 sayı atmak” veya “havada uçarak smaç yapmak” olmadığını, bu sporun temel dinamiğinin savunma olduğunu gösterdi.
Onlara helal olsun. Yaptıkları savunmayla, basketbolda rol model oldular.
BEĞENDİM
Her iki takımın bugüne kadarki savunmalarını ve mücadeleleri
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2010
İLK devre bittiğinde skorun 42-35 Sırbistan’ın lehine olmasının şokunu, hem oyuncularımız hem de seyircilerimiz yaşıyordu. Takımımız bugüne kadar oynadığı tüm maçları önde götürdü, -kısa süreli Porto Riko maçı hariç- ne kendileri ne de seyirci bu duruma antrenmanlı ve hazırlıklı değildi.
Bir basketbol maçında geri düşmek ve hatta belki de maçın sonuna kadar geride gidip son bir dakikada maçı almak çok doğaldır. Yeter ki bu direnç ve disiplin kaybedilmesin, maçın sonuna başa baş girilsin.
Fark, 3 sayı yüzdeleri
Devre bittiğinde düşüncelerim bunlardı. Ve gerçekte de işler çok kötü gözükmüyordu. Tüm istatistik veriler birbirine çok yakındı, ancak aradaki fark Sırplar’ın 3 sayı yüzdelerinden kaynaklanmaktaydı. Sırplar ilk yarı iyi ve dirençli bir takım olduklarını göstermiş. Bize ise devre arasında işleri daha sıkıya almamamız gerektiğinin mesajını vermişti. Üçüncü periyot; 1. ve 2. periyotların benzeri bir şekilde gelişti.
Can alıcı penetre
Tek farklı kısmı, bizim bu periyodu 25-21 önde bitirmemiz oldu. Artık her şey maçın sonuna kalmıştı. Periyot bitimine 6 dakika kala alan savunması silahını da çekmiş, verimli geçecek yani atmadan atacağımız 3-4 hücum/savunmalı bir seri bekler olmuştuk.
Son periyot çok gergin ve çekişmeli geçerken bir ara 4 kısalı sistemi bile denedik. 78-75 öndeyken Hido’nun 2 dakika kala yaptığı şut seçimi çok kritikti. Son saniyelere girerken Kerem’in can alıcı penetresiyle finale çıktık. Uzun süre geride götürdüğümüz maçı önceden belirttiğim gibi direnç ve disiplinle kazanıp finale çıktık. Bu başarının çok büyük olduğu kanısındayım.
Durant’ı durdur
Bugün final maçında Kevin Durant’ı tutarsak şampiyon olmamızın büyük bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. ABD’nin skorlarına baktığımızda maçı kazanma anahtarının Durant’ın savunulması olduğunu çok net olarak söyleyebiliriz. Yani kısaca Durant’ı durdur, şampiyon ol!
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2010
SLOVENYA ile yapacağımız karşılaşma öncesi iki takımın istatistiklerine bakmakta yarar var.
Bence burada en önemli kriter, iki takımın SAVUNMA YÜZDELERİ’dir. Bu istatistik bir takımın en önemli verisi olmasına rağmen genellikle tutulmaz; FIBA istatistiklerinde de göremezsiniz. Hatta daha da ileri gideyim; takımların koçlarına sorun, bazıları bilmez bile. Ama savunmanın kadrandaki TEK BELİRLEYİCİ göstergesidir.
En az sayı yiyen, en iyi savunmayı yapmaz. Az sayı yemek oyun temposu ile ilgilidir. Kullanılan top sayısıyla korelasyonu vardır. Bir maç düşük tempoda oynanır ve potaya az top atılırsa, skor da düşük olur. Bu nedenle, rakibini en düşük hücum yüzdesinde tutan en iyi savunmayı yapar.
Bu açıdan bakınca, Türkiye rakiplerini yüzde 34.7 ile tutuyor. Slovenya ise yüzde 42.9. Türkiye’nin savunma yüzdesi müthiş. Karşılaştırma yapmak için örnek vermek gerekirse; Barcelona, Euroleague şampiyonu olurken yüzde 42 civarında, Fenerbahçe şampiyon olduğu bu sezon yüzde 45.4, Efes Pilsen ise yüzde 44.2’lerde rakiplerini savundu. Yine aynı Fenerbahçe, Euroleague’de yüzde 49.3 gibi çok kötü bir yüzdeyle savunma yaptı ve karşılığında elendi. Efes ise yüzde 45.6 ile ancak Top 16 yapabildi. Demem o ki; bu yüzdeler çok iyi ve bizi şampiyon yapabilir.
Boyalı alana dikkat
Hücuma gelince... Türkiye yüzde 49.3 saha içi yüzdesiyle, Slovenler ise yüzde 49.1 ile hücum ediyor. Kısacası hücum birbirine çok yakın.
Kabaca bu istatistiklere baktığımızda, matematik veriler bize ne söylüyor? Hemen hemen hücum gücünüz aynı ama boyalı alana dikkat... Savunmamız mükemmel, devam edin maçı alın!
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2010
MAÇ başladığında iki takımda da, müthiş bir savunma konsantrasyonu gözlemlendi. 5 dakika sonunda var olan 7-8’lik skora ve dengeye ilk isyan bayrağını koç Tanjevic, baskılı alan savunmasına dönerek açtı. Bu arada oyun kurucu özelliği daha ikincil olan De Colo, oyundan çıktı ve Yannick Bokolo oyuna girdi. Ve gönüllere su serpti. Bu oyun kurucularla maçı alma ihtimali zor göründü. Gerçekte alan savunmamız, çok büyük bir savunma yüzdesi ortaya çıkarmadığı gibi gözükse de, bu savunma oyunun kontrolünün tamamiyle bizim elimize geçmesini sağladı. Önce Ender, sonra Sinan ve sonra da Hido-Oğuz skorları, maçın kontrolünü ele geçirdiğimiz gibi bu üstünlüğün, sayıya da yansımana neden oldu. Yavaş ve şut seçimine önem veren her iki takım, esasında “Basketbol görünümlü satranç” oynadılar. İlk devre bittiğinde skor 45-28’di. Fransızların, ikinci devre maçı sete set oynama hatasına düşmeleri kazanma ihtimallerinin olmadığı ortaya koydu. Sahada var olan senaryo 12 Dev Adam’ın yazıp çizdiği senaryo idi. Onlar da bu şablona “tıpış tıpış” uyuyorlardı.
Collet’nin unuttuğu tempo
Üçüncü periyot başladığında var olan tempoyu değiştirmek için Fransız koçun oyunu yangın yerine çevirme tehlikesi vardı. Halbuki o ise olaya “Fransız” kalıp, sadece savunmayı çürük bir alan savunmasına çevirdi. Fransızlar, tıpış tıpış hücum edip, arada bir sayı attılar. Bizse onlardan daha iyi şut seçimi yaparak, daha çok sokup, bu düşük top kullanma adedine rağmen ciddi fark yakaladık. Son periyot ise artık amacımıza ulaştığımız ve bir sonraki maçı düşünmeye başladığımız anlardı. Rahatlamadan aynı savunma disiplini ve bilinçle hücum edersek, hedefe bir adım daha yaklaşabiliriz diye düşünüyorum.
BEĞENDİM
Oyuncularımızın düşünerek ve bilinçli hücum etmesini.
BEĞENMEDİM
Tombul Boris Diaw’ın sporculuğunu.
DİKKAT
Henüz sadece ilk 8 yaptık. Hedefimiz bu değil. Sakın tatmin olmayalım.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2010
Şu ana kadar gösterdiğimiz aşırı “savunma motivasyonu”, hücumda zorlansak bile bu karşılaşmaya da yansırsa, kendimizi ilk 8 de buluruz. BUGÜNKÜ maç öncesi her iki takıma göz attığımızda, öncelikle bizim 5-0’la, Fransızların Litvanya ve Yeni Zelanda mağlubiyetleri sonucu 3-2 ile gruptan çıktığını hatırlamakta fayda var. Savunmamız onlara göre daha oturmuş ve etkili. Bizim %46.7 saha içi isabet yüzdemiz, Fransızların %44.7’lik istatistiğinden yüksek. 3 sayıda da bizim %41.3’lük ortalamamız, onların %34.7’sinden daha yüksek. Fransa karşısında asistlerde 18 e 14.8, ribauntlarda 40.6 ya, 32.6 ortalamaları ile yine rakibin önündeyiz. Geride olduğumuz tek parametre ise faul atışları. Bizim 56.4’lük kötü serbest atış yüzdemiz, %72.1 ile atan Fransızların gerisinde. Kabaca baktığımızda istatistik olarak daha pozitif verilere sahibiz. Ayrıca önemli bir veri olan skor paylaşımında ise 9 ve üstü ortalamaya sahip 5 oyuncumuz varken, onların sadece 3 oyuncusu var.
Tehlikeli olabilirler
Ancak unutulmaması gereken bir nokta, yüzdeler hariç diğer rakamların top kullanma sayısına bağlı olduğu. Takımımız, Fransa’ya göre hem hücum disiplini, hem de savunma düzeni olarak daha iyi bir görüntü çiziyor. Fransa’nın “Afro-Frenk Takımı”na bakıldığında çok atletik ve NBA dahil iyi liglerin oyuncuları olduğunu gözlemliyoruz. Ancak onların şu ana kadarki eksiklikleri; takım düzeni ve disiplini. Her zaman söylediğim gibi Koç Collet, bu düzeni sağlayabilirse oldukça tehlikeli olabilirler. Ancak şu ana kadar bunu 1 maç dışında gözlemleyemedik.
Dinlenmiş ve moralliyiz
Kağıt üstünde favori, seyirci ve hırsımızı da dahil edersek, tartışmasız Türkiye. Ancak belirtiğim gibi, bu sadece kağıt üzerinde. Fransa takımının yüksek kapasitesinin kötü günümüze denk geldiğinde çok tehlikeli olabileceğini belirtmeden geçemeyeceğim. Şu ana kadar gösterdiğimiz aşırı “savunma motivasyonu”, hücumda zorlansak bile bu maça da yansırsa, kendimizi ilk 8 de buluruz. Sonuç olarak bu eşleşmede favori Türkiye’dir. Ankara ayağını iyi tamamlayan oyuncularımız, bu maça dinlenmiş ve moralli çıkacaklar. Savunma direncimizin ve boyalı alan tehdidimizin süreceğini tahmin ediyor, takımımıza başarılar diliyorum.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2010
GRUBUMUZDAKİ dört takımı izledikten sonra birincilik hayallerimizi kuvvetlendirerek, Fildişi maçını beklemeye başladık. Takımımız oyuna oldukça iyi başladı. Etkili savunma, verimini hemen verdi. Hücumda da sayıları bulunca skor 14-2 oldu ve Fildişi molası geldi. Bu dönem içerisinde savunmamız Fildişi’ne 9’da 1 sayı imkanı vermişti. Benzer tempo devam edince 14-0’lık serinin etkisiyle 23-11 ilk periyodu önde bitirdik.
İki kısa sahada gerekli
İkinci periyotta takım uzayıp; oyun kurucu+Hido+üç uzun olunca, 6 dakikada 11-7 geri düştük. Son 4 dakikada tekrar iki kısa+Hido+iki uzun olduk; 10-0’lık seri geldi ve devreyi 40-22 önde bitirdik. İyi savunmamız Fildişi’ni yüzde 26’da tuttu.
Üçüncü periyoda Ender, Sinan ve Cenk ile başlayan takımımız, Sinan oyunda iken, Hido’lu, Cenk oyunda iken Ömer’li kombinasyonlara daha verimli olabileceğinin mesajını verdi. Maçın son periyodu bu gece bize gerekli olacak kadar iyi bir oyun ortaya koyarak şampiyonaya keyifli başladık. “Her düzeyde turnuvaların ilk günleri, sürprize açık olur” gerçeğini yaşamazken, maç boyu uyguladığımız alan savunması meyvelerini verdi.
Ümitlerimiz arttı
GÜNÜN ilk maçında Çin’in, ünlü Çin Seddi’ne benzeyen alan savunması Yunanlıları çok zorladı. Maçın sonunda Yunanlılar, kendi tecrübeleri nedeniyle değil, Çin’in acemliği sayesinde maçı kazandılar. İkinci maçtan beklentim tempolu, kora kor bir maç izlemekti. Ancak maç bittiğinde yıllardır parkenin çılgın çocuğu Porto Riko gitmiş, uslu bir kediye dönmüştü. Rusya, hiçbir ekstra efor sarfetmeden, maçı kazandı. Bu dört takımı izledikten sonra, grup birinciliği hayallerim kuvvetlendi.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2010
DEĞERLİ basketbolcu kardeşlerim... Bugün basketbol kariyerinizin en önemli turnuvasına başlıyorsunuz. ‘Önemli’ deme nedenim çok açık. Yaşadığımız bu gezegenin en iyisi ortaya çıkacak. Ve bu şampiyona bizim ülkemizde yapılacak. Sanırım bir daha Türkiye’de yapıldığında bir kısmımız hayatta bile olamayacağız.
Sizlerin bu turnuvaya 45-50 gündür hazırlandığınız söyleniyor. YANILIYORLAR. Sizler bu şampiyonaya basketbola başladığınız ilk günden beri hazırlanıyorsunuz. 7-8 yaşında yanaklarından makas alınacak yaşta bir çocuk olarak adım attığınız bu parkelerde, bugün 20’li, 30’lu yaşlarda DEV adamlar olarak ülkenizi temsil etmektesiniz.
Bu uzun hazırlık döneminin nasıl yorucu, nasıl zorlu ve ne denli fedakarlık gerektirdiğini en iyi bilenlerdenim. Bu süreci sizlerle birlikte 1974 yılından beri yaşadım. Ne cumartesi ne de pazar gününüz oldu, Dini, resmi tatil nedir bilmediniz. Yılbaşı ve bir yakınınızın en mutlu gününde veya cenazesinde bulunamadınız. Yaz tatilinde tüm arkadaşlarınız denizin keyfini çıkarırken, sizler tonlarca ağırlık kaldırıp, kilometrelerce koştunuz.
İşte bu nedenle ‘hayatınızın en önemli turnuvası ve basketboldaki ilk gününüzden beri bu şampiyonaya hazırlanmaktasınız’ diyorum.
Sizlere teknik bir şey söylememe gerek yok, koçlarınız var. Ama yine sizlerle birlikte böylesi bir şampiyona yaşamış bir ağabeyiniz olarak bir kaç tavsiyem olacak...
Önce TAKIM sonra BEN
DÜRÜST olmak gerekirse ‘kötü’ bir hazırlık dönemi geçirdiniz, zaman zaman iyi gözükse de genel olarak yetersiz diyebilirim. Sizleri tek tek çok iyi tanıyan biri olarak karar verdiğinizde neler yapabileciğinizi çok net biliyorum.
İlk tavsiyem, sadece oyuncular olarak kaptanın odasında bir toplantı yapın ve gözlerinizin içine baka baka söz verin. ‘Savunmada geçildiğinde korkma ben varım’ deyin. Arkadaşlarınıza ‘başarısızlıkta bir adım öne çıkacağınızı, başarıda bir adım geri çekileceğinizi’ anlatın. ‘Önce TAKIM sonra BEN’ dediğinizi bütün arkadaşlarınız duysun. Çember altını sonuna kadar koruyacağınıza söz verin. Dahasını sizler benden iyi bilirsiniz.
O odaya 12 basketbolcu olarak girin ve BİR TAKIM gibi çıkın.
Gözyaşınızdan utanmayın
BİR de maç öncesi soyunma odası atmosferi için 1-2 şey söylemek istiyorum. Yavaş yavaş giyinirken kendinize zaman ayırın ve düşünün... Minik, küçük, genç ve önceki takımlardaki arkadaşlarınızı ve size emeği geçen antrenörlerinizi düşünün. Basketbola ilk başladığınız günü, annenizi, babanızı, eşinizi, çocuğunuzu, yakınlarınızı düşünün.
Gittiğiniz berberi, oto tamircinizi ve restorandaki ‘Hoşgeldin abi’ diyen garsonu düşünün. Sizlere bu ülkeyi sevdiren Tarih, Edebiyat ve diğer öğretmenlerinizi düşünün. Sevgili çocuklar, bu süreç biraz zorlu olur. Burnunuzun direğini taaa dibinden sızlatır. Gözleriniz buğulanır.
Ama hiç korkmayın ve gözyaşınızdan utanmayın. Onlar size DİRENÇ, HIRS, KARARLILIK ve KONSANTRASYON olarak geri döner. ‘Her şey iyi hoşta ya yenilirsek’ diye sormayın. Ben bu tavsiyemi sizler ‘yenilmeyin’ diye yazmıyorum, ‘yapabileceğinizin en iyisini yapın’ diye yazıyorum.
Ayrıca unutmayın Türk basketbol seyircisi, başkalarına benzemez. ‘Fedakarca oynayan, bir top için yerden yere atlayan ve top paylaşan takımlarını, maç kaybetseler de ŞAMPİYON gibi alkışlar. Bunu 2001’de fazlasıyla gösterdiler.
Sevgili kardeşlerim, fiziksel olarak olmasa bile, yüreğim sizlerle o soyunma odasında olacak. Yolunuz açık olsun, canı gönülden başarılar dilerim.... Çetin abiniz...
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2010
MAÇ başlamadan önce, ilk 5’i ile kenar oyuncuları arasında ciddi bir seviye farkı olan Arjantin’in etkili oyuncularının yorgun ve faul problemi nedeniyle etkili olamayarak karşılaşmanın sonunda teslim olacağı çok kimse tarafından öngörülmüştü. Ancak tam tersi oldu, önce maçı 14 sayı farktan uzatmaya götürdüler, sonra da maçı götürdüler...
Takımımız 33 dakika gerçekten iyi hatta zaman zaman çok iyi oynadı. Hücumda her zaman dile getirdiğim her 2 toptan biri içeri iniyor veya penetre paslarla çember altı sayı buluyor, ribaund sonu hızlı hücumlarla Arjantine ciddi üstünlük sağlıyorduk. Savunma ise özelikle iki Kerem Tunçeri’nin oyun kurucu üzerine yaptığı 1-4 baskısı tüm savunmayı ateşliyor ve coşkulu savunma, Arjantin’in çok düşük yüzde ile oynamasına neden oluyordu. Üçüncü periyotta saha içi yüzdeleri %40 idi.
Senaryo değiştiren savunma
ARJANTİN’in son periyotta yaptığı alan savunması verim vermiyor gibi görünse de (4’te 3 hücum ettik), maçın momentumunu ve yukarıda anlattığım senaryoyu değiştirdi. Koç Tanjeviç’in 3 dakika ara ile aldığı molalar bile bekleneni vermedi. Maça geri dönen Arjantin baskıyı arttırarak yaptığı presten verim alırken, 78-71 den sonra baskıya karşı topu önce Kerem Gönlüm sonra Semih’e getirttik. Bu dönem tartışmasız Kerem-Ender ikilisi ile geçilmeli idi.
Geriden gelen kazanır
Son 5-10 saniyede yediğimiz 5 sayı ile uzatmaya giden maçta, ‘Geriden gelen genellikle kazanır’ sloganı, bir kez daha böyle düşünenleri haklı çıkardı. Hele yaptıkları alan savunmasına karşı yaptığımız hücum bizim hiç ZONE hücumumuz yokmuşçasına kötü gözüktü.
Yazının Devamını Oku