7 Nisan 2006
Bu hafta sonu hava biraz bulanık. Bugün Marmara üzerinden ülkemize girecek yağışlar, cumartesi ve pazar etki alanını biraz genişletiyor. Ama yağış pazar günü zayıflıyor, hatta Marmara’da yer yer ve aralıklarla görülecek. Neyi doğru biliyorsanız onu yaparsınız değil mi? Yani insanoğlu gördüğü, bildiği üzere hareketini belirler. Gelişim de zaten bu şekilde oluyor. Bazı şeyler keşfediliyor, bu keşiflerle ayak oluşturularak üzerine yeni keşifler bina ediliyor. Buna en iyi örneklerden biri Einstein. O zamana kadar keşfedilmiş bilgiler arasında çok iyi bağlantılar kurmuş. Ama bu bağlantıları kurarken o zamana kadar bulunmuş bilgilerin bir kısmını çürütmüş, doğruluğunu ispatladığı eski bilgiler üzerine yenilerini bina etmiş. Bakın, yıllar yılı yeni keşifler ile bazı bilgiler çürütülmüş, yanlışlar tespit edilmiş. Yerini irili ufaklı sapmalar ile yeni kurallar, kanunlar almış. Durum böyleyken bazı bilim çevrelerinin bazen çok sivri ve ucu kapalı cümleler kurmalarını garipsiyorum. Örneğin; "Şunun ile bunun arasında bilimsel olarak hiçbir bağ yoktur!!!". Çok sert ve ucu kapalı. Biraz önce kurduğum cümle bana şöyle diyor; "Ben ve benim gibi düşünen yüzlerce bilim adamı en iyisiyiz, artı şu ana kadar bilim adına bulunmuş her şeyi bulduk, keşfettik, bundan sonra bu iki parametre arasında başka bir bağ kurulamaz". Bakın onuncu gezegenimizin varlığı daha bu yüzyıl içerisinde belirlenmedi mi? Farklı fiziksel olaylar arasında "Şu ana kadar bulunmuş bir bağ yok" demek daha yerinde olur gibi geliyor bana. Neden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Deprem ile farklı atmosferik ve astronomik olaylar arasında bağın olup olmadığı. "Çekim Kanunu"nu herkes bilir, hiçbir harekette etki yoktur denemez. Ve çıkıp "hiçbir bağ yoktur" dediğinizde, insanlar bunu reddediyor ve sizden ince detay dahi olsa gerçek bilgiyi almadığı için bir çok hurafe ya da benzeri şeyler üretiyor, etrafa yayıyor. Sakın yazdıklarımdan güneş tutulması ile deprem arasında bir bağ olduğunu düşündüğümü çıkarmayın. Ben mikron seviyesindeki bu etkinin insanlara izah edilmesi durumunda daha inandırıcı olunabileceğini ve yanlış inanışlara yönelmelerin önüne geçileceğini, daha doğru tedbirler ile yaşamayı öğreneceğimizi düşünüyorum.
*
İnsanımızı tedirgin eden en önemli konulardan ikisi; sıcaklar ve deprem ilişkisi, güneş tutulması ve deprem ilişkisi. Kendi alanım ile ilgili kısma bir açıklama; bulunmuş bir bağ yok. Varsa ve bugüne kadar daha bulunamamış ise de yalnızca sıcaklarla değil, genel hava hareketleri ile olabilir. Zira bugüne kadar depremler yalnızca sıcakların akabinde olmadı! Dinar depremini hatırlayın, kar altındaydı. Gelelim güneş tutulması ve deprem ilişkisine. Yok denecek kadar az, epsilon seviyesindeki bu etkinin izahı yapılsa kanımca daha rahatlatıcı olur (rahat bir millet olarak bu konuda daha da rahatlamaya ihtiyacımız var mı? Tabii bu da tartışılması gereken başka bir konu). Geçen hafta güneş tutulmasında Antalya-Side’deydim. Bu konuyla ilgili, Ankara Üniversitesi, Astronomi Bölümü’nden Doç. Dr. Selim Selam ile konuşma fırsatı buldum. Dinamik ve çok net anlaşılırlıkta bir dili olan Selim Hoca etkinin boyutlarını söyledi. Aslında güneş tutulması esnasında sıradan bir ay dönümü yaşanıyormuş. Olayın detayını geçip sonuca geleceğim. Bu Güneş-Ay-Dünya sıralamasında (güneş tutulmasında) meydana gelen çekim değişim oranı 100 binde 7. Yani çok küçük, hissedilemeyecek bir etki. Daha anlaşılır bir örnek ile; kumsalda bir kum tanesinin eksilmesi durumda sizi etkileyecek çekim değişimi ne kadar ise bu olaydan dünyanın etkilenmesi de o kadar. Yani bırakın depremi, sizin kum tanesinin eksikliğini hissetmemeniz gibi, dünya da bu etkiyi hissetmiyor bile.
Bizim milletimiz gerçekten çok zeki. Akademik dilden arındırılmış bir şekilde izah edilirse, güneş tutulması ile deprem arasında yanlış inançlar ve hurafelerin oluşmasının önüne geçilir ve daha gerçekçi önlemler alınır sanıyorum. Aslında bu her konu için geçerli. İnsan öğrenme boşluğunu bir şekilde dolduracak, önemli ya da önemsiz, küçük ya da büyük siz bu bilgiyi vermezseniz, o içini doğru ya da yanlış bir bilgiyle doldurur.
Yazının Devamını Oku 
31 Mart 2006
Bu kadar ısınma bana yetmedi diyorsanız, nisanın 6 ve 7’sini bekleyin. Kemiklere ulaşamasa da içinizi bayağı bir ısıtacak sıcaklar gelecek. Bir günlük serinlemeyle gelen yağışlar doğuya ilerliyor. Bu haftasonu doğuda problemlere yol açabilecek güçlü sağanak yağışlar bekleniyor. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da miktar olarak fazlaca beklenen bu yağışlar, su baskınlarına yol açabilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde riskli alanlara dikkat.
Havadaki farklı parametrelerin dalgalanmaları bazen metabolizmamızı altüst edebiliyor. Bahar mevsiminde bu hava-insan etkileşimi daha fazla oluyor. Basınç ve sıcaklık dalgalanmaları, çok süratli hareket eden hava sistemleri, atmosfer bünyesinde zaman zaman bulunan polenler, alerjenler, hep sağlığımızı olumsuz yönde etkiliyor. Baharda bir ılık, bir soğuk yediğimiz zaman üşütüyoruz, zayıflayan bünyemiz bakterilere, mikroplara yenik düşüyor. Ara ara etkili olan soğuk havalar nedeniyle bazıları geldiğine bir türlü inanmasa da, içinde bulunduğumuz bahar mevsiminde oluşan sıkıntılar, yalnızca gripal enfeksiyonlar ve soğuk algınlıkları kadar masum değil. Aslında ciddi risk diyebileceğimiz problemler de mevcut. Bu risk nedenlerinin başında "nanobakteriler" geliyor.
Her zaman yalnızca hava bizleri etkilemiyor, doğanın atmosfere bir takım partiküller yolladığı (bitkilerin atmosfere saldığı mikro partiküller) gibi insanlar da atmosfere birtakım atıklar bırakıyor (kusura bakmayın en kibar haliyle bu şekilde anlatabildim). Tabii indirekt olarak kendi kendimizi etkiliyoruz. Nasıl mı?
Bakın nanobakteriler bu devinime iyi bir örnek! Havadaki nanobakteri çevrimi şu şekilde gerçekleşiyor: Nanobakteriler insan vücudunda oluyor, dışarıya idrar ile atılıyor. İdrardan kanalizasyona, kanalizasyonlardan buharlaşma yolu ile de havaya karışıyor. Nanobakterilerin, böbrek taşına, damar tıkanıklıklarına, hatta rahim kanserine dahi neden olma ihtimali var biliyor musunuz? Araştırmalarda rahim kanseri hastalarına yapılan biyopsilerde nanobakteriyel gelişim görülmüş. Bu tür ciddi problemler oluşturma ihtimali bulunan nanobakteriler, nemli ve sıcak havaları seviyor ve bu ortamlarda daha fazla canlı kalabiliyor. Ilık bulutlar nanobakteriler için adeta cennet.
Kışın nem ve bulutluluk fazla ancak sıcak yok, yazın sıcak var ancak güneşli gün sayısı fazla. Geriye bahar kalıyor, baharda hem ılık hava, hem de fazlaca bulutluluk ve dolayısıyla nem var. Gerek hava değişimleri olarak, gerekse nanobakteriyel anlamda bahar sıkıntılı bir mevsim. Şimdi diyeceksiniz ki; "Bir diyorsunuz bahar yağmurları iyidir, faydalıdır girin altına, sonra da diyorsunuz ki nanobakteriler baharda bulutlarda bulunur, yağmurla yere inebilir dikkat". Vallahi benim de aklım karıştı ne yapsak? Seçim sizin :)
Bir de "küresel Isınma" var, Türk filmlerinde rahmetli Erol Taş’ın canlandırdığı kötü adam karakterleri gibi, hangi taşı kaldırsak altından küresel ısınma çıkıyor. Küresel ısınmanın etkileri arttıkça bahar mevsimlerinde nanobakterilerin oluşturduğu sıkıntılar da katlanarak büyüyecek.
Bu nedenle sağlık problemlerinizi o ya da bu sebebe bağlayıp üzerini örtmeyin, bahardandır deyip geçmeyin. Vücudumuz ne "Bunun sebebi bahar, daha fazla mücadele edip yeneyim şu mikrobu" diyor, ne de mikroplar ve bakteriler "Bahar mevsimindeyiz, bu seferlik az zarar vereyim" diyor.
Bu arada iki gün önce şahit olduğum bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul’da TEM’den gelip Bayrampaşa ve Vatan Caddesi’ne bağlanan ara bağlantı yolu üzerinde bir kaza olmuştu. Allah’tan can kayıplı bir kaza değildi ama trafiği tıkıyordu. Çekicilerin gelmesine de bayağı bir vakit vardı. Hemen çekilemeyince, arabaların şoförleri ile polis memurları araçları iterek kenara aldılar. Trafik polisinin kaza mahallinde araba ittiğini, bu seviyede insancıl hareketi dünyanın başka neresinde görebilirsiniz acaba? Yani filmler dışında.
Yazının Devamını Oku 
24 Mart 2006
Sıcaklıklar 8-10 derece azalıyor. Sağanak yağışlar pazar günü etki alanını daraltacak. Akdeniz, İç Anadolu’nun doğusu, Güneydoğu’da Gaziantep çevrelerinde ve Trabzon dolaylarında olacak. Cumartesi Karadeniz’de beklediğimiz yağışlar su baskınlarına yol açabilir. Önümüzdeki haftanın ilk günlerinde yine ısınıyor olacağız.
Eveeeet, hafta sonu geliyor, sıcaklıklar yine azalıyor ve bahardan günleri hafta içinde bırakıp yağışlara hazırlanıyoruz. Sıcaklıklar 8-10 derece azalıyor. Ama hemen şunu söyleyelim; sıcaklık düşüşü ile gelen sağanak yağışlar pazar günü etki alanını daraltacak. Akdeniz, İç Anadolu’nun doğusu, Güneydoğu’da Gaziantep çevrelerinde ve Trabzon dolaylarında olacak. Bu yağışlar da yer yer etkili. Cumartesi günü Karadeniz’de beklediğiniz yağışlar su baskınlarına yol açabilir. Sıcaklık azalışını, gri gökyüzünü, sağanak yağışları görüp hemen planlarınızı bozmayın, oturduğunuz bölgeye ve yağışın hangi günü yakalayacağına göre yolunuzu çizin, yani kıyafetlere dikkat ederek muhakkak açık havada oksijen tüketin. Bu düşüş yönündeki sıcaklık dalgalanması pazar günü artış yönüne dönüyor, önümüzdeki haftanın ilk günlerinde yine ısınıyor olacağız. Ama tekrar söylüyorum üşütebilecek sıcaklık dalgalanmaları daha bitmedi.
THE WEATHERMAN
"The Weatherman" (Fırtınalı Hayatlar) iki hafta önce vizyona girdi. Sanırım izlemek isteyenlerin birçoğu izlemiştir artık, sıra yorumlarda. Nicolas Cage mimikleri ve yüz ifadesi ile duygu temsil etme adına tek geçtiğim aktörlerden biridir. "Melekler Şehri" filmini hatırlıyor musunuz? Ya "Yüz Yüze"deki iyi adamı da, kötü adamı da canlandırışı? Adam gerçekten çok başarılı. Gelelim Türkçe adıyla "Fırtınalı Hayatlar"a...
Birincisi bu filmde Nicolas Cage, hava durumu sunucusu yerine, makine mühendisi, doktor ya da başka bir meslekten olsaydı da filmin içeriğinde pek bir şey değişmezdi diye düşünüyorum. "E hava çalkantılı, bu adamın hayatı da çalkantılı, adamı hava durumu sunucusu yapıp filmin adını da ’The Weatherman’ koyalım" demişler gibi bir hava var. Sizce bu kadar bağ ile bir filmin adı "The Weatherman" olabilir mi? Hem hava her zaman kötüyü temsil etmez ki, güneşli günler de var! Bu adamsa sanki sürekli bir tayfunun kucağında, işi dışında kalan hayatının tamamı çalkantılı ve tamamı başarısız. Çift karakterli, bir iyi bir kötü olsa tamam diyeceğim ama adam hep kaybedeni oynuyor.
Belki bu kadar olumsuz karşılamamın nedeni adını "The Weatherman" koyarak insanları farklı beklentilerle filme sokmuş olmaları. İsmi dışında güzel bir film. Hava durumu sunucusu bağını çıkarttıktan sonra filme baktığımda Nicolas Cage’den ziyade, esas oğlanın babası rolündeki Michael Caine çok başarılıydı. Soğuk ve ifadesiz bir yüzle, bir çok duyguyu anlatıyordu. Hele verdiği mesajlar çok başarılıydı. Nicolas Cage yalnızca "Hello America" programından aldığı teklif ile başarılı görünüyor, oysa ki adam iş teklifi dışında hayatının her noktasında başarısız, hep kaybeden insan. Baba bu durumu çok güzel ifade ediyor, "Amerikan Başarısı" diyor...
Gelelim ortak olan ve olmayan yönlere. Olayın en can alıcı kısmı şu ki bu sunucu gibi ben ne yazık ki yılda 1.5 milyon dolar kazanmıyorum. Evet, 1.5 milyon dolar (Filmin aklıma kazınan en önemli kısmı burasıydı, Amerika’ya mi gitsem ne yapsam?). İkincisi; adam günde 2 saat çalışıyor. Hem tahmin, hem editörlük, hem de sunuculuk yaptığım için en az 8-10 saat çalışıyorum, yatıyorum hava, kalkıyorum hava. Aaaa şimdi dikkatimi çekti, hiç rüyamda hava tahmini yapmadım, bu tempoyla şimdiye kadar çoktan görmüş olmam gerekiyordu. Üçüncüsü; Türkiye’de de havanın kendine göre büyük bir değişkenliği olsa da filmde anlatılan hava kadar çok değişken olmadığı için ve yine filmde söylendiği gibi "rüzgarı nereden verirsen ver, olur abi" mantığı güdülemiyor.
Filmi izlerken 1.5 milyon dolarlık teklif alan adamın cebinden nakit para çıkmamasına çok güldüm, bana birini hatırlattı. Kimi dersiniz? Ben ATM’lerden nefret ederim, daha doğrusu ATM’ler önünde vakit harcamaktan! ATM’lere seyrek uğradığım için umulmadık bir yerde parasız kalmam kaçınılmaz oluyor. O anda kredi kartı imdadıma yetişiyor, kredi kartı kullanılmayan bir yerdeysem işte o zaman çok keyifsiz oluyor, yani yanımdakiler için :)
Yazının Devamını Oku 
18 Mart 2006
Sıcaklıklar haftasonu Marmara’da, İç Anadolu’da tek haneli değerlerde, Karadeniz’de 10-11 derecelerde olacak. Yağışlar iç ve doğu bölgelerde ama cumartesi günü yurdun tamamını sarıyor. Akdeniz yarın biraz rüzgarlı. Sıcaklıklar ayın 20’sinden itibaren artışa geçiyor. Havalar soğuk gidiyor değil mi? Bence de! Ama yapılacak bir şey yok, mart ayında bu değerler gayet normal. Haftasonunda biraz daha azalıyor. Marmara’da, İç Anadolu’da tek haneli değerlerde, Karadeniz’de 10-11 derecelerde olacak. Açık havada olacaklara "kıyafetlere dikkat!" diyoruz. Yağışlar ise iç ve doğu bölgelerde ama cumartesi günü yurdun tamamını sarıyor. Yine Marmara, Ege ve Akdeniz’de su baskınlarına yol açabilir. Akdeniz yarın biraz rüzgarlı. Sıcaklıklar ayın 20’sinden itibaren artışa geçiyor, soğuklar ömrünü tamamlıyor.
*
Dün tuhaf bir gece geçirdim. Aklımda hep garip şeyler vardı. Camım kapalı, kalorifer yanıyor, odamın ışığı sönük, üstüm örtülü, yani rahat bir uyku için gerek ve yeter şartların tamamı mevcut. Ama benim aklımda garip fizik teoremleri uçuşuyordu. Uykuya tam dalacak gibi oluyorum "İnsanlar ışınlanabilirler mi?" diyorum, kalkıyorum. "Uzayda karadelik denen ortamlara giren nesneler niye çekirdek haline dönüyor?" diye döndüm durdum. Dünya’dan çok daha büyük bir yıldız sönüp neden fındık büyüklüğünü alıyor? Ya da atom bombası atılmış bir yerde neden gelecek kuşaklar da etkileniyor? Niçin sakat çocuklar doğuyor? Üşenmedim düşündüm, bazı fizik bağlantıları kurmaya çalıştım, kalktım internete girdim araştırdım. Tabii ben astronom olmadığım için öyle akademik bir şey beklemeyin, hocalarım da beni bağışlasın kendimce bağlantılar kurdum, biraz enteresan gelebilir ama fikirdir yani, saygı duymak lazım:)
İnsanlar ya da herhangi bir cisim ışınlanabilir mi? Bana göre atom bombasının keşfi ışınlamanın ilk adımıdır. Parçalanana kadar maddenin en küçük yapı taşı olarak bilinen atomun parçalanması ile açığa çıkan enerji tekrar başka bir noktada toparlanabilirse bir cisim bir yerden bir yere transfer edilmiş olabilir. Ama bakın bu işin imkansıza yakın bir zorlukta olduğunu size izah edeyim. Bir atomun içerisinde bulunan elektronlar, yine atomun içerisindeki protonun çevresinde inanılmaz bir hızla dönüyor. Hidrojen atomunda elektron dönüş hızı saniyede 2000 km. Yani "bir" dediğiniz anda elektron İstanbul’dan Bitlis’e gitmiş ve geri gelmiş oluyor. Görmekte zorlandığınız bir atom içerisinde bu hızı düşünebiliyor musunuz? Zaten atoma ve dolayısıyla cisme hacmini kazandıran da bu hareket, bu sürat. Big Bang’in (evrenin oluşumunda yaşandığı düşünülen büyük patlama) de mantığı bu zaten. Sonuç olarak bu süratteki elektronlar tekrar bir araya getirilebilirse o zaman cisim bir yerden bir yere taşınmış olabilir. Ama sorun yalnızca çok süratli olmaları da değil. Aynı zamanda çok da küçükler. Öyle ki bir atomun içerisinde protonlar ve elektronlar bulunuyor demiştim. Protonlar merkezde, elektronlar ise protonun etrafında dönüyor. Bir atom içerisindeki proton taneciğini gözünüzde Dünya büyüklüğüne getirin, eğer protonu Dünya büyüklüğünde kabul ederseniz elektron bir elma kadar oluyor. Atomun küçüklüğünü, onun içerisindeki protonun boyutlarını ve Dünya-elma oranında elektronun boyutlarını düşünün. Ve bu boyutlardaki taneciğin saniyede 2000 km. hızda olduğunu düşünün, sanırım bir araya toplamak biraz sıkıntılı olabilir :)
Zaten atom bombası atılmış bir bölgedeki nesillerde sakatlık görülme nedeni de bu, bu denli küçük ve hızlı hareket eden elektronlar insanın içinden geçebiliyor, genlerine kadar ulaşabiliyor.
Hep merak etmiştim, "Uzayda bu karadelik denen ortamlarda cisimler neden kaybolurlar?" Muhtemelen öyle kuvvetli bir çekim alanı oluşuyor ki, bu çekim, atomu parçalayıp elektronları dağıtabiliyor, ya da elektronların enerjisini alıyor. Bahsetmiştim, cisme hacim kazandıran elektronların hareketi, bu hareket ortadan kalktığı anda devasa cisimler, çekirdeğe dönüyor. Bize ayrılan sütunun sonuna geldik, haftaya aynı saatte, aynı sayfa önüne ışınlanmak ümidiyle, hoşçakalın.
Yazının Devamını Oku 
11 Mart 2006
Bugün Marmara ve Ege’de, yarın orta ve batı bölgelerin tamamında fırtına var. Gözü yaşlı lodos Kıyı Ege ve Batı Akdeniz’e yağış taşıyacak. Pazar akşamı yağış Marmara’da da bekleniyor. Uzun vadeli bir öngörü; önümüzdeki hafta içinde sıcaklıklarda yine bir dalgalanma olabilir. Bu sefer dalgalanma daha çok Karadeniz’de hissedilecek. İnanın lodos ihbarı vermekten sıkıldım ama bitmiyor, yine lodos yönünden fırtına bekleniyor. Bugün Marmara ve Ege’de, yarın ise orta ve batı bölgelerin tamamında fırtına var. Uyarıları teker teker sıralıyoruz, denizcilerin ve soba kullananların dikkatli olmaları gerekiyor. Ulaşımda problemler yaşanabilir. Bir ikincisi lodos migren hastalarının ataklarını tetikleyebiliyor, baş ağrılı günler olabilir. Gözü yaşlı lodos Kıyı Ege ve Batı Akdeniz’e yağış taşıyacak. Pazar akşamı yağış Marmara’da da bekleniyor. Uzun vadeli bir öngörü; önümüzdeki hafta içinde sıcaklıklarda yine bir dalgalanma olabilir. Bu sefer dalgalanma daha çok Karadeniz’de hissedilecek.
*
İnsanoğlunun memnuniyetsiz olduğunu meteoroloji ile uğraşmaya başladıktan sonra daha iyi anladım. Üzerinize alınmayın, o bir grup Marslıdan bahsediyorum. Martın ilk haftası şöyle ucundan bir kar atıştırıyor, ardından feryat figan "yeter artık, bitmedi mi daha?", evet bitmedi. Allah aşkına mart ayında daha ne bekliyorsunuz? 35 derecelik sıcaklık mı? Şaka bir yana yaşadığımız sosyal koşullar, ekonomik durumlar, stres ve benzeri faktörlerle iyice memnuniyetsiz olduk çıktık. Ama unutmayın, radikal problemler dışında hayatınız sürüyor ve hep sizle sürüyor. Geçmişi hatırlasanıza! Bugüne kadar; onca zorluk, onca kaygı, onca güven, onca sıkıntı, onca üzüntü, onca mutluluk, onca hıçkırıklarla ağlama, onca kahkaha vardı etrafınızda. Ama hepsi etrafınızda ve o zamanda kaldı, aslolan ise sizdiniz. Ben herkesin ayrı ayrı lokomotiflerde olduğunu ve bilmediğimiz farklı yollarda yolculuk ettiğimizi düşünürüm. Geçtiğim her yeri ve her şeyi aşırı benimsersem, acıyı da mutluluğu da fazlasıyla derinlemesine yaşarım. Öte yandan bana acı ya da tatlıyı tattıran unsurların bazılarını zorlamalarımla değiştirsem de, birçoğu kontrolümün dışında gelişiyor, o zaman "Hayır, esas oğlan benim" derim ve bu unsurları yalnızca lokomotifin gezdiği istasyonlar olarak değer verip, nasıl hissetmek istiyorsam ona yönelirim. Bunu hayata sımsıkı sarılmamak olarak değerlendirmeyin, yalnızca "aslolan çekirdeği canlı tutmak" olduğunu unutmuyorum. Bu terapiyi neden yaptım? Bundan sonra bir kişi daha gelip bana "Niye yaa? Bitmedi mi şu kış?" ya da "Sıkıldım, bitsin bu yağmurlar" derse, işte o zaman, neyse... :)))
Aslında bu memnuniyetsizlik bizim toplumumuza özel değil. Dünyanın her yerinde mevcut. Hatta Hollywood, insanların hava konusundaki şikayetlerini bir film haline getirdi. Başrolünü Oscar’lı oyuncu Nicolas Cage’in oynadığı "The Weather Man", Türkçe adıyla "Fırtınalı Hayatlar" bugün vizyona giriyor. Bu yazımda "The Weather Man" filmi ile ilgili yorumlarımı yazmak istiyordum ancak yapamıyorum, haftaya. Zira CNN TÜRK’te yayınlanan "Afiş" programına filmle ilgili yaptığım yorum da yine bugün 18.25’te yayınlanacakmış. Yayın öncesinde yorumlarımın gazetede okunması durumunda programın reytingi düşebilirmiş. "Bana ne kardeşim sizin reytinginizden" tepkim, Nurgül Koç ve Nur Aydın hanımefendiler tarafından aldığım tehdit ve şiddetin altında kaldığı için (insaf, hem de dünya kadınlar gününde) yorum önceliğini Afiş programına bıraktırılıyorum. Eeee gazetecilik zor, ne sıkıntılar altında çalışıyoruz görün...
Yazının Devamını Oku 
3 Mart 2006
Cumartesi günü Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’nun batısında etkili olacak lodos yönünden fırtına bekleniyor. Yağmurlar çamurlu olabilir. Önümüzdeki hafta içi sıcaklıklarda yine düşüş yönünde dalgalanmalar olabilir.
Bu hafta sonu her meteorolojik olaydan bir parça var. Sağanak yağışların ardından cumartesi günü Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’nun batısında etkili olacak lodos yönünden fırtına bekleniyor. Denizcilerin yanında soba kullananlara da dikkat diyoruz, bir de lodosun baş ağrılarına sebep olabileceğini hatırlatıyoruz. Bu arada yağmurlar çamurlu olabilir. Zararı yok, hatta faydası var.
Önümüzdeki günlere genel bir bakış; hafta içi sıcaklıklarda yine düşüş yönünde dalgalanmalar olabilir, daha tamamen bahar gelmedi. Bu hafta sonundan itibaren gözünüz kulağınız yine hava durumu bültenlerimizde olsun.
*
Ben yeniliklere açık ama bir o kadar da alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemeyen bir insanmışım. "-miş’li geçmiş zaman" kullanıyorum çünkü 30 yaşıma geldiğimde fark ettim. Hayatıma yenilikleri katıyorum, bunların suyunu çıkartacak kadar sık kullanıyorum, sonra normale indiriyorum ama hayatımdan hiçbir zaman çıkartmıyorum. Yenileri ekleyip, eskilerden de vazgeçmeyince haliyle yorucu oluyor. Son zamanlarda sayıları hayli artan, berjer koltukları olan kafeteryalara taktım, buralardan çıkmıyorum. İş olsun, keyfi olsun buralarda randevulaşıyorum. Geçenlerde Bağdat Caddesi’nde yine berjer koltukları olan kafeteryalardan birinde arkadaşımın ağabeyi İhsan Ağabey’le oturuyorduk, konuşacağımız bir iş konusu vardı ama bizim konu kaynadı, bir baktım yine havadan-sudan gidiyoruz. İhsan Ağabey, benim berjerlere takmam gibi suya takmış durumda. Bu hafta biraz bahsedebileceğimi söyledim. Bu günün konusu "SU", buyurun buradan söndürün.
Tales’i tanır mısınız? Yunan matematiğinin devlerinden biri Tales’tir. MÖ 624-547 tarihlerinde yaşamış Tales, Aydın’da doğmuş. Yunan matematiğinin devlerinden diyorum ama matematiği, özellikle geometriyi Mısır’da öğrendiği biliniyor. Neyse, Tales çok yönlü bir insan. Hem din bilgini, hem filozof, hem matematikçi, hem de bugünün tabiriyle mühendis. İnsanlık tarihinin ilk filozofu ve aynı zamanda meteoroloğu. Özellikle su üzerine büyük çalışmalar yapmış. Tales’in bugünü ilgilendiren önemli iddiası; insanlığın sonunun su sebebiyle gelecek, en azından su yüzünden büyük savaşlar olacak. Bugün bu sözler çok şey ifade ediyor, değil mi?
Dünya yaşlandıkça ve biz atmosferi bu denli hoyrat kullandıkça su problemleri daha da artıyor, artacak da. Küresel iklim değişiminin sonuçları içerisinde bulunan ama çokça vurgulanmayan bir problem var; yeraltı su kaynaklarının beslenememesi. İçme suyu problemlerinin gün geçtikçe büyüyor olması. Küresel ısınma deyince akla ilk gelen; çölleşme ve sel riski. Selin, yaptığı tahribatın yanında dolaylı bir zararı daha var. Sağanak olduğunda yağmur yere çok süratle iniyor ve toprak suyu ememeden su akışa geçip denize ya da başka bir yere gidiyor. Bu durumda ne tarım arazileri, ne de yeraltı su kaynakları bu sudan faydalanabiliyor, işte içme suyu problemi buradan doğuyor.
Bakın size suyla ilgili başka bir ilginç bilgi daha; su, katı halinde hacmi büyüyen tek maddedir. Karlı günlerde suyun donmasını geciktirmesi için yollara atılan tuzun asfaltı mahvettiği söylenir. Aslında burada tuzun bir kabahati yok. Asfaltın iyi dökülememesi ve iyi malzeme kullanılmaması durumunda yer altından sızan su asfaltın altından boşluklara birikiyor ve sıcaklık sıfırın altına indiğinde de su faz değiştiriyor, buz halini alıyor, genleşiyor ve asfaltı iyice çatlatıyor.
Bu haftalık şöyle uçundan değindim, su ile ilgili detayları önümüzdeki haftalarda olacak. Ama sinemalarda, televizyonlarda tanıtımlar olur ya, ben de sizi haftaya da gazete başına çekmek için minik bir detay vereyim: Hidrojen patlayıcı, oksijen ise yanıcı, ama iki hidrojen ile bir oksijen (su) birleşince söndürücü oluyor. Devamı ve daha fazlası önümüzdeki haftalarda gazetenizde, bayilerinizden ısrarla isteyin :) (Buna direnen bayi var mı bilmiyorum ama!)
Yazının Devamını Oku 
24 Şubat 2006
Batı bölgelerde fırtına ve eş zamanlı olarak sağanak yağış bekleniyor. Yağışlar uzun soluklu ve sağanak şeklinde. Bahar değerleri gidiyor, sıcaklıklar haftasonunda 6-7 derece azalıyor. Fırtınaya dikkat! Batı bölgelerde fırtına ve eş zamanlı olarak sağanak yağışlar bekleniyor. Soba zehirlenmelerine dikkat dedikten sonra, su baskını riskinin de bulunduğunu hatırlatalım. Zira yağış uzun soluklu ve sağanak şeklinde. Bir hatırlatma da hassas bünyelere, baş ağrıları bugünlerde yaşanabilir. Bahar değerleri gidiyor, sıcaklıklar haftasonunda 6-7 derece azalıyor.
Kar size ne çağrıştırıyor? Kar, son dönemde sürat gerektiren şehir hayatı içerisinde birçoğumuzun hareketini kısıtladı ama yine de şu ana kadar olumlu bir imajı var.
Karın büyük yararlarından faydalanıp, zarar görmeyecek şekilde hareket etmemiz gerekiyor. Kar ülkeleri büyük yatırımlardan kurtarıyor, doğal baraj görevi görüyor. Suyu kışın saklıyor, baharda adım adım eriyerek arazileri suluyor. Dünya için böyle bir projeye ne kadarlık bütçe lazım?
Tabii, faydalı ama tamamen de masum değil, "sel, çığ" gibi yan etkiliri de var. Çığlar nasıl oluşuyor? Oluşum ve sonuçları itibarıyla farklı farklı diyebiliriz. Çığ 25 dereceden daha yüksek eğimlerde oluşuyor ve açı arttıkça risk de artıyor.
*
Çığ genellikle farklı iki kar tabakasının arasındaki tutunma kuvvetinin zayıflaması ile meydana gelir.
Kar taneciklerinin hem içinde, hem de tanecikler arasında bağlar vardır. Yağmur, güneşlenme ve ısı ile bu bağlar değişim gösterir, hele yağmur ile bağlar iyice zayıflar ve doygun karda bu bağ sıfıra iner. Bağ sıfırlanması çığ nedenlerinden biri.
Kar taneciklerinin tutunmasını sağlayan kuvvetlerden biri de sürtünme. Biliyorsunuz sürtünme bir direnç oluşturur, bu direnç de çığı engellemeye, olduğunda da hereketi durdurmaya çalışır. Tabii eğim, bu dirençten daha büyükse çığ devam edecek demek. Buradan şu sonuç çıkıyor: "En sıkıntısız kar, sabit derinlikle ve eğimsiz arazide olandır. " Çünkü, yerçekimi her taneciği eşit etkileyeceği için homojen bir oturma ve çökme ile sürtünme kuvveti eğimsiz bölgede hareketi engelleyecektir.
Eski, formu bozulmuş kar yüzeyi üzerine eklenen yeni karın ağırlık yapması, deprem veya titreşimler gibi doğal etkiler ile hareket başlayabilir.
Havanın basınç ve sıcaklık gibi birtakım parametrelerine bağlı olarak karın cinsi değişir. Düşey yönde bir kesit aldığınızda bazı katmanlarda karın çok sert, bazı katmanlarda ise yumuşak olduğunu, düzensiz farklılık gösterdiğini görebilirsiniz. Güneş ışınları kar tabakası içlerine birkaç santimetreden daha fazla giremezler. Bu da kar arasındaki bağları bozar ve üzerine eklenen yeni kar tabakası yüzünden bozulan tabaka alttaki tabakayla tutunma problemi yaşar, üstteki tabaka kayınca da çığ oluşur.
Bir başka çığ oluşumu; tek bir noktada başlayıp, aşağı doğru genişleyerek yüzeydeki karı süpürerek devam eden Gevşek Kar Çığı’dır. Yine yağmur ve güneş etkisi ile tetiklenir.
Yağmur etkisi ile tetiklenen bir tür çığ daha var: Islak Tabaka Çığı. Yağmur etkisi ile doyuma oluşan yüzeydeki madde soğuk hava ile buza döner ve üzerine eklenen yeni kar bu kaygan zeminde tutunamaz, çığ meydana gelir. Bunun bir benzeri de Islak Kar Çığı’nda olur, ama genellikle ilkbaharda görülen bu çığda, kayan madde katı-sıvı karışımı, çamur benzeri olur.
Bunları niye anlattık? Çünkü, bahar yaklaşıyor ve bu ara mevsimde hem yazdan hem kıştan örnekler bulunduğu için çığ adına riskli günler olabilir. Eğer çığ riski bulunan bir bölgede yaşıyorsanız yetkililerden tehlikeli alanları öğrenin, yaklaşık birer hafta aralıklı kar yağışlarını, ya da kar yağışlı dönemde yağışın yağmura dönmesi durumunu takip edin. İşte en azından o zamanlarda riskli alanlardan uzak durun...
Yazının Devamını Oku 
17 Şubat 2006
Sıcaklıklar batı bölgelerden başlayarak artışa geçiyor. Ancak sadece gündüzleri... İç bölgelerde sıcaklıklar 4-5 derece artıyor olsa da, sıfır dereceye ancak çıkabiliyor. Anadolu’da don ve buzlanma var. Marmara’da gece sıfırın altına inen sıcaklıklar buzlanma oluşturabilir. Bir soğuğu daha geride bırakıyoruz bugün. Sıcaklıklar batı bölgelerden başlayarak artışa geçiyor. Ama burada iki şeyi hatırlatıyoruz; birincisi, bu ısınma gündüzleri, ikincisi iç bölgelerde sıcaklıklar 4-5 derece artıyor olsa da sıfır dereceye ancak çıkabiliyor. Anadolu’da don ve buzlanma görülüyor. Marmara’da da gece sıfırın altına inen sıcaklıklar buzlanma oluşturabilir.
Batı bölgelerde ısınmayı sağlayan, lodos yönünden sert rüzgarlar. Marmara, Ege, İç Anadolu ve Akdeniz’de soba zehirlenmeleri yaşanabilir, dikkat! Gözü yaşlı lodos pazar günü orta ve batı bölgeleri saracak yağışlar getirecek, bu yağışlar önümüzdeki haftaya da sarkacak gibi görünüyor. Bu arada pazara kadar Marmara’da geceleri aralıklarla yağışlar oluşabilir. Birçok bölgede sis etkili, ulaşımda problemlere yol açabilir. Ay sonunda beklediğimiz bir sıcaklık dalgalanması vardı, uzun vadeli bir öngörü bu, değişimler, ayrıntılar hava durumu bültenlerimizde olacak.
*
Dondurucu soğuklar yaşıyoruz, bugünkü konu tıbbi adıyla, "hipotermi", yani soğuk havanın vücut sıcaklığını düşürmesi. Eğer soğuk havada uzun süre dışarıda kalırsanız ya da bir şekilde elbiseleriniz ıslanırsa hipotermi sizin vücudunuzda da meydana gelebilir.
Bu konuda özellikle çocukları ve yaşlıları uyarmak gerekiyor. Zira risk grupları öncelikle çocuklar ve yaşlılar. Diğer bireyler, çocuklar ve yaşlılara nazaran enerjilerini daha dengeli kullanıp vücut sıcaklıklarını belli bir seviyede koruyabiliyorlar. Çocuk ve yaşlılar enerjilerini çabuk tüketmeleri nedeniyle vücut sıcaklıkları da soğuk ortamlarda belli bir seviyede kalamıyor. Çocuk ve yaşlılar gibi ilaç ve alkol bağımlıları ile hareket kısıtlılığı bulunanlar da hipotermi yaşayabilir.
Hipoterminin gözle görülür belirtileri var. Eğer bir kişide şişik bir yüz, soğuk el ve ayaklar, bitkinlik, uyku hali, zihinsel bulanıklık, yavaş ve düzensiz kalp atışları, tutulmuş kaslar ve titreme varsa hipotermi yaşanıyor demektir.
Yakınınızda bu tepkileri veren bir kişi varsa ve soluk alamıyorsa öncelikle suni teneffüs yapın. Bundan sonraki ilk adım hastanın vücut sıcaklığını yavaş yavaş yükseltmektir. Ama bu alkol ile yapılmamalı, zira hep bir yanılgıdır gider; özellikle dağda kuvvetli soğuğa maruz kalmış, donma noktasına gelmiş olan biri kanyak içer ve ellerinin-ayaklarının ısındığını hisseder. Aslında bu ısınma hissi kişinin hayatına mal olabilir. Şimdi bakın; vücut, dondurabilecek seviyede bir soğuğa maruz kaldığı zaman yaşam fonksiyonlarını sürdürebilmek için damarlarını büzer, vücutta bulunan bazı kapakçıkları kapatarak büyük dolaşımın bir kısmını yavaşlatır. Tabii dolaşım yavaşlayınca ellerde ve ayaklarda üşüme hissi oluşuyor. Alkolün damarları açma, genişletme gibi bir özelliğinin bulunduğunu biliyorsunuzdur. Bu durumda hayati organları ayakta tutabilmek için daralan damarlar ve kapanan kapaklar alkol alındığında genişler, açılır, ellere ayaklara giden kan ısınma hissi verir ama bu eylem, hayati organları riske sokar. Tabii bu hipotermiye giren kişinin yanında birinin olması durumu için geçerli, ama hipotermiye giren kişi yalnızsa daha fazla yaşamak yerine "hayati organlarımı tehlikeye atarım ama en azından elim ayağım çalışır, çaba sarf eder kurtulurum belki" diyebilir, tercih meselesi.
Deriyi masajla ısıtmak ve hastanın yürümesine izin vermek de enerji ve dolayısıyla ısı kaybı bakımından zararlı olabilir. Bunlar yerine ılık sıvılar içirmeli, açık havadaysa başının yerle teması kesilmeli, elbiseleri ıslaksa çıkarmalı, battaniyeye sararak mümkün olduğunca sıcak tutulmalıdır.
Soğuk havada yapmanız gerekenler: İki tane kalın kıyafet yerine, üst üste 4-5 kat giysi giyilmeli, özellikle başlık takılmalı, bu giysiler su ve rüzgar geçirmez olmalı, vücut sıcaklığını korumak için baş ve boyun örtülmeli, kuru kalmaya dikkat edilmeli. Son ve en önemlisi hipoterminin semptomları ve nasıl müdahale edileceği kesinlikle bilinmeli, ne zaman gerekeceği hiç belli olmaz.
Yazının Devamını Oku 