Bünyamin Sürmeli

Pazartesi aşırı sıcaklar gidiyor

2 Haziran 2006
Haziranın 4-5’inden itibaren sıcaklıkların aşırı değerleri gidiyor. Kuzey bölgelerde adım adım 24-26 derece aralığına inecek. Bu serinleme dönemi, haziranın 4-5’i ile 13-14’ü aralığında. Bir grup sıcaksever; sıcak sıcak sıcak dedi, buyurun sıcaklıklar Güneydoğu’da 40 dereceye ulaşıyor. Kuzey bölgelerde de 30 derecenin üzerinde. Kalp-damar ve tansiyon hastaları ile alerjik bünyelere dikkat diyoruz. Haziranın 4-5’inden itibaren sıcaklıkların aşırı değerleri gidiyor. Kuzey bölgelerde adım adım 24-26 derece aralığına inecek. Bu serinleme dönemi haziranın 4-5’i ile 13-14’ü aralığında. Tabii bu uzun vadeli bir öngörü, olursa eğer değişimleri hava durumu bültenlerimizde bulabilirsiniz. Bu arada Güney’de deniz suyu sıcaklıkları yer yer 25 dereceyi görüyor.

*

Superman filmlerini hatırlıyor musunuz? Çamaşırını formasının üzerine giyen tek insan Clark Kent, dünyayı tehdit edecek ne bulsa, sanki çöplükmüş gibi uzaya yolluyordu. Biz de aynı misal, denizleri ve okyanusları kullanıyoruz. Küresel ısınmaya neden olan gazların başında gelen karbondioksiti denizlere ya da okyanus altlarına depolamak için sürekli projeler üretiyoruz. Hadi Clark Kent bombaları en azından dünyadan uzaklaştırıyordu, biz ise dünyamızın tabanına yerleştirmeye çalışıyoruz. Bir şey üretebilmek için atmosferi yaralıyoruz, sonra tedavi ederken başka problemler üretiyoruz. Umarım yeni projeler ardından başka projeler üretme mecburiyeti doğurmaz. Şimdi gelelim sadede!

Küresel ısınmayı durdurmak, ya da geri çevirebilmek amaçlı yapılan çalışmaların başında atmosfere daha az sera gazlarını salmak var. Ama bunun ötesinde çalışmalar da yapılıyor. Size Amerikalı Oşinograf (okyanus bilimci) John Martin’in küresel ısınmayı durdurmak için, basit ama etkili bir yöntem geliştirdiğinden bahsetmiştim. Okyanus bilimci Martin’in yola çıkış noktasında, deniz canlısı planktonların, karbondioksit ile besleniyor olmaları vardı. Demir eksikliği ile oluşamayan planktonların sayısı, okyanuslara yapılacak tonlarca demir takviyesi sayesinde artacak ve planktonlar da beslenmek için okyanus suyundaki karbondioksiti tüketecekti. Sonuçta da okyanuslardan atmosfere yayılan ve sera etkisini artıran karbondioksit oranı azalacak ya da okyanusun atmosferden emdiği karbondioksit oranı artacak ve böylelikle atmosferdeki sera gazı eksilmesi ile küresel ısınma duracaktı. Pilot bölgede yapılan denemeleri başarılı olsa da bu proje pek destek görmedi ve ardından da projenin arkasında duran tek isim olan Oşinograf Martin yaşama veda etti.

Şimdilerde konuşulan yeni proje ise Avrupa’dan atmosfere salınan tüm karbondioksitin, Kuzey Denizi’nin altındaki kayalara enjekte edilmesi. Norveçli enerji üreticisi Statoil, bakmış Kyoto Protokolü kapsamında atmosfere yaydığı karbondioksit gazına karşı ödediği vergi, ürettiği bu projeden ve uygulamasından çok daha yüksek. Bu durumda projeyi iyice geliştirmiş. Şirket, Norveç’in 320 km. uzağındaki Sleipner platformunun altındaki kayalıklara küresel ısınmaya neden olan karbondioksit gazının depolanabileceğini, hatta önümüzdeki birkaç yüzyıl boyunca tüm Avrupa’nın ürettiği gazı depolayabileceğini düşünüyor.

Sleipner platformu zengin bir metan kuyusu. Statoil, Sleipner platformunda aldığı gazdan, günde 20 milyon metreküp metan üretiyor ve gaz içerisindeki karbondioksiti metandan ayrıştırıp denizin 900 metre altındaki platforma geriye enjekte ediyor. Ayrıştırdığı ve kayalıklara tekrar enjekte ettiği karbondioksit miktarı yılda 1 milyon ton. Atmosfere her yıl 8 milyar ton karbondioksit salıyoruz. Bu gazın yaklaşık yarısı küresel ısınmaya neden olacak şekilde atmosferde kalıyor. Geri kalanı ise ekosistemdeki bir dengeyle emiliyor. Bu proje ile atmosfere daha fazla karbondioksit salınmamış olacak, böylelikle de ekosisteminde bir şekilde yavaş yavaş karbondioksiti emmesi ile atmosferdeki sera gazları (özellikle karbondioksit) azalacak.

Proje 2009’da uygulanacak deniliyor ama yapılanlara bakılacak olursa uygulamaya geçilmiş bile! Dünyanın önde gelen meteorologları da bu projenin işe yarayabileceği kanaatinde. Ben de işe yarayacağını düşünüyorum. Buradan düz mantıkla ben dünyanın ileri gelen meteorologlarından mı oluyorum? Şaka yaptım şaka, bu mantığı kurmaya bile gerek yok ki!!! :)))
Yazının Devamını Oku

Pazar günü sıcaklık artıyor

27 Mayıs 2006
Pazar günü artmaya başlayan sıcaklıklar devam edecek. Ay sonuna kadar hatta haziran ayının ilk günlerinde de sıcaklıklar yüksek olacak. Panik yok, sıcaklıklar yalnızca 5-6 derece dalgalanıyor. Havanın kuzey bölgelerde bulanmasının nedeni bu. Dalgalanma pazar günü terse dönüyor ve sıcaklıklar tekrar artıyor. Ay sonuna kadar, hatta haziranın ilk günlerinde de sıcaklıklar yüksek olacak. Bu haftasonunda yağışlar yalnızca yer yer İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu’da olacak.

BİR KOMPLO TEORİSİ

Size enteresan bir şey anlatacağım. Belki bir komplo teorisi gibi gelebilir ama okuyun, siz de "olabilir yaa" diyeceksiniz.

Küresel ısınmanın önüne geçme amaçlı bir protokol hazırlandı, biliyorsunuz. Kyoto protokolü, küresel iklim değişimine neden olan, sera gazları olarak bilinen (karbondioksit, su buharı, metan...) gazların atmosfere salınmasına kısıtlama getiren bir protokol. Birçok ülkenin taraf olduğu bu protokolün karşısında bir engel var. Protokole engel ülkelerin başında, küresel ısınmaya neden olan bu gazları atmosfere en fazla salan ABD geliyor. O kadar meteorolojik olaylar yaşayan, tayfunlarla, hortumlarla yılda yüzlerce insan kaybeden bir ülkenin protokole karşı çıkmasının sizce tek nedeni ekonomik midir?

Hadi bir soru daha, küresel ısınma dendiğinde aklınıza ilk ne geliyor? Evet, benim de aklıma aynı şekilde, buzulların erimesi geliyor! Buzullar eriyince ne olacak? O bölgeye gemi ile ulaşım kolaylaşacak ve altındaki zengin petrol ve doğalgaz yataklarına kolaylıkla ulaşılabilecek. Buzulların bu denli erimeye başlamasının ardından bazı ülkeler bölgedeki doğalgaz ve petrol rezervleri üzerinde hak iddia etmeye başladı. Bilin bakalım bu ülkelerin başında hangi ülke var, evet sizin de tahmin ettiğiniz gibi ABD geliyor. Hatta Kanada, ABD’nin Kuzey Kutbu’na askeri üs kurmaya çabaladığını iddia ediyor ve tepki gösteriyor. ABD’yi takiben Kanada, Rusya ve İskandinav ülkeleri de petrol ve doğalgaz rezervlerinde hak iddia ediyor.

Dünya devlerinin atmosferi kontrol etmeye çalıştıkları dedikoduları kafaları iyice karıştırıyor zaten, bir de bunun üzerine petrol için, buzulların erimesine izin verecek kadar gözler döndüyse, işte o zaman hiç kaçışımız yok, iklim senaryolarından filmler çekip, geleceğimizi şimdiden izleyebiliriz!!!

AYININ RENGİ BEYAZ

İki hafta önce bir soru sormuştum, cevabını vermeden soruyu tekrarlayayım. Bir ayı 5 metre yükseklikten, tam 1 saniyede yere düşüyor, bu ayı ne renk? Cevap: Beyaz. Açıklaması: Fizik ya da matematikten anlayanlar bilirler, bir yükseklik formülü vardır; h=(1/2)xgxt2 . Burada h: yükseklik, g: yerçekimi ivmesi, t: zamanı ifade ediyor. Ayı 5 metre yükseklikte, h yerine 5 yazıyoruz, ayının yere 1 saniyede düştüğü söyleniyor, t yerine de 1 koyuyoruz ve aradan g’nin kaç olduğunu buluyoruz. Burada g (yerçekimi ivmesi) 10 çıkar. Yer çekimi ivmesi de yalnızca kutuplarda tam 10’dur. Yani ayı kutup ayısı, dolayısıyla ayı beyaz renklidir. Yerçekimi ivmesi kutuplar dışında her noktada 10’dan düşüktür, ekvatora doğru indikçe 9, 8 değerine doğru düşer, bu durumda ayı tam 1 saniyede yere düşemez.
Yazının Devamını Oku

Sıcaklar bu sefer tam geliyor!

19 Mayıs 2006
Herkesin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum. Tabii gazeteden kutlamak kolay, bir de kutlamayı açık havada yapacaklar var. Hemen şunu söyleyelim, yurdun büyük kısmında güneş görülecek. Hatta bugünden itibaren sıcaklıklar artışa geçecek. Haftasonunda sıcaklıklar Güney’de 28-29 dereceleri görecek. Kuzeyde ise 25 derecelerde olacak. Önümüzdeki haftanın ilk günlerinden sonra da artış devam edecek. Kuzey bölgelerde de sıcaklıkların 30 dereceye ulaşma ihtimali var.

*

Son günlerde tarım haberlerini izliyor musunuz? Türkiye AB sürecinde tarım nüfusunu yüzde 36’dan, yüzde 10’a indirmesi gerekiyor. Avrupa Birliği kapısında kaç yıldır beklediğimizi biliyorsunuz, aslında çok da kalmadı, biraz daha sabretsek belki de tarım nüfusunu düşürmeye gerek kalmayacak, zira mavi misketi bu hızla ısıtmaya devam edersek, bu tarım nüfusundaki azalma doğal yollarla ister istemez meydana gelecek.

IPCC’nin (Hükümetler Arası İklim Değişim Paneli) yaptığı projeksiyonda ortaya 20-25 yıl içerisinde Türkiye’nin son derece kuru ve sıcak bir iklim etkisinde kalacağı ortaya çıktı. Yağışlar kışları yüzde 10’luk bir artış yaşayacak. Ama bu durum sizi yanıltmasın, yağışın artışı tarım arazilerinin artışını çağrıştırabilir, ama bu yağışlar işe yarar yağışlar değil. Toprak istediği gibi faydalanamadan akışa geçip, denizlere akan, yanı sıra her seferinde toprağın yüzeyinden bir kısmını alıp götüren yağışlar. Yazın da tersine yüzde 10-15 azalma yaşayacak. Dolayısıyla toprak nemi yaz aylarında yüzde 15-25 azalacak. Akdeniz havzasındaki su seviyesi, 2030 yılına kadar 18-12 cm, 2100 yılına kadar ise 65 - 35 cm yükselebilir. Bu yüzden dünya ile beraber Türkiye de ister istemez tarım nüfusunu yakın gelecekte düşürecek.

Dünyanın ateşinin her on yılda 0.2 derece arttığı biliniyor, fakat Avrupa’da bu artış daha hızlı. Son yüz yılda ortalama sıcaklık 0.95 derece artmış durumda. Bu arada ısınma düzenli değil, artarak yükseliyor, bu yüzyılda ateşin 2-6.3 derece artması bekleniyor. Senaryolar da 2080’de Avrupa’da kış mevsiminin tamamen yok olacağı, onun yerine sıcak yazları, kuraklığın ve ağır sağanakların geleceği yer alıyor.

Şimdi minik detayları sıralayalım; daha çok tropikal bölgelerde görülen sıtma hastalığının dünya genelinde görülme sıklığı dikkate değer şekilde arttı. Yani hastalıklar yer değiştiriyor. Daha tehlikelisi, önceden görülmemiş, bilinmeyen hastalıkların türeme ihtimali.

Küresel ısınma sanayi devrimi ile başlıyor. Ama atmosferin bir refleks süresi var. Isınmanın buzullardaki etkileri 1960’larda görüldü. Bu dönemde buzulların yüzde 20’si eridi. Bugün bilinen ise 2070’te dünyada buzulların kalmama ihtimalinin olduğu. Eriyen buzul suları nereye gidecek? Denizlere gidecek ve su seviyeleri yükselecek. Buzulların erimesi bize, küresel ısınma etkilerinin her geçen gün katlanarak arttığını gösteriyor. Buzullar yok olunca, normal koşullarda buzullardan yukarıya yansıyan güneş ışınları denizler tarafından emiliyor. Deniz suyu sıcaklıkları artıyor, artışa bağlı fırtınalar, tayfunlar güçleniyor. Öte yandan buharlaşma da fazlalaşınca karbondioksit deposu olan okyanuslarda, karbondioksit konsantrasyonu artıyor, doymaya yaklaşıyor ve havadaki karbondioksiti ememiyor. Böylelikle küresel ısınmaya ikinci bir destek geliyor. Yani bir geri besleme söz konusu.

Küresel ısınmayla ilgili bir başka detay; Avrupa’nın, Amerika’ya göre küresel ısınma konusunda daha duyarlı davranmasının nedeni melek olmasından değil, gemide ilk su alacak ve batacak kıtalardan biri olmasından. Zira Avrupa, diğer kıtalara göre daha hızlı ısınıyor, 2050’ye kadar Alp buzullarının 4’te 3’ü tamamen eriyecek.

Hesaba katılmayan bir noktaya dönüyoruz; Çin ve Hindistan’ın sera gazlarını sınırlayıcı hiçbir hedefi yok. Bu ülkelerde müthiş bir üretim yapılıyor ve kapasite her geçen gün artıyor. Önümüzdeki yıllarda sera etkisine ciddi anlamda müdahil olacağı sanılıyor. İşte o zaman filmi görün!!!
Yazının Devamını Oku

Mayısın ikinci yarısında ısınıyoruz

12 Mayıs 2006
Bugün kuzeybatı kesimlerinde sıcaklığın düşüşüne bağlı sağanak yağışlar görülecek. Yağış cumartesi günü yer yer Karadeniz’de devam edecek, ardından etki alanını daraltacak. Bu haftasonundan itibaren ısınmaya başlıyoruz.

Yok, yok! Öyle düşünmeyin, bahar gelecek. Sıcaklıklar yükselecek, çiçek-böcek yine her yıl olduğu gibi bu yıl da olacak. Az kaldı, mayısın ikinci yarısında, baharı sıcak havaya endeksleyenler için bile bahar gelmiş olacak.

Bu haftasonunda durum nasıl? Öncelikle bugün yurdun kuzeybatı kesimlerinde sıcaklığın düşüş yönünde dalgalanışına bağlı sağanak yağışlar görülecek. Yağış cumartesi günü yer yer Karadeniz’de devam edecek, ardından etki alanını iyice daraltacak. Bu haftasonundan itibaren ısınmaya başlıyoruz. Ama insanoğluyuz işte, bir türlü havayı beğenmiyor, mayıs geçer, haziran gelir, bu sefer haziranın geleneksel rüzgarlarından şikayet ederiz. Bu arada alerjik bünyelere önümüzdeki günlerde artık polenlerle daha fazla beraber olacağımızı hatırlatıyoruz ve tedavilerinizi ihmal etmeyin diyoruz. (Aman Allah’ım, ne kadar şefkat dolu bir meteoroloğum.)

ANTİK MISIR’DA TEKNOLOJİ

Mısır’a gittiniz mi? Dünyanın birçok noktasında yeni yeni piramitler bulunuyor. İhtişamlı piramitler, yüzlerce ton ağırlığında taşlar, matematik hesabı dudak uçuklatacak seviyede karmaşık tasarım, ardından akıl almaz olayların yaşandığına, yapımında çalışan insanların öldürüldüğüne dair farklı farklı hikayeler. Her dönemden hikayeler günümüze gelmiştir ama o dönemden beklenmedik tasarım ve matematik, bugün hálá kafa karıştırarak karşımızda durmakta. Bu tabloda gidilebilecek sonuçlardan biri, insanlık, teknolojik dönemlerden geçiyor ve dalgalanma yaşıyor olabilir. Bu anlattıklarım aklınızın bir köşesinde dursun.

KUZEY KUTBU’NDAKİ İNCELEME

Gelelim atmosfere; bu durumun bir benzeri atmosferde meydana geliyor. Dünya gibi, atmosfer de bir yaşantı içerisinde. Farklı dönemlerden geçmiş, geçiyor, biz müdahale etsek de, etmesek de. Hep küresel ısınmaya neden olduğu için insanoğlunu suçluyoruz ama ihtiyar Yerküre’nin (hep "İhtiyar Dünyamız" derler ya, ben de geleneğe uyayım dedim ama insan "neye ve kime göre ihtiyar" demeden edemiyor. Bize göre mi? Ona bakarsanız bir kelebeğe göre de 1 yaşında bir bebek ihtiyar, değil mi?) ve atmosferin yaşantısı hep bu değişimlerle geçmiş. Yaklaşık yaşı 4 milyar yıl olduğu tahmin edilen Dünya, ömrü boyunca sürekli değişen bir atmosfer yapısına sahip olmuş.

Uluslararası bir bilim adamı ekibi Kuzey Kutbu’nda bir inceleme yapmış ve yaklaşık 55 milyon yıl önce bu bölgede suptropikal iklim yapısının olduğunu ve şu anda -1,5 derece olan deniz suyu sıcaklığının +20 derece civarında olduğunu ortaya çıkartmış. Yani Marmara Denizi’nin yaz aylarındaki su sıcaklık değerlerine yakın. Yaklaşık 1300 metre derinliğinden alınan parça ve örnekler üzerinde bazı deniz canlıları ve hayvanların fosillerine rastlanmış. Petrol aramada kullanılan gemiler ile inilen denizin tabanında "Algae" adı verilen ve okyanusun ılık sularında yaşayan bazı bitki türleri bulunmuş. Bu bitkiler güneş alan, suptropikal bölgelerde yaşarlar. Piramitlerdeki izah edilemez ve pat diye kopan zamanın teknolojisi ile ilgili bilgi gibi atmosferde de değişimlerin bazıları izah edilemez seviyede olabiliyor.

Sizce, kopmalar yaşayan ve izah edilemez tarzdaki tarihsel bilgilerin, atmosferik değişimler ile bağlantıları var mıdır? Acaba yazılan atmosferik felaket senaryolarının daha büyüklerinin dünya üzerinde yaşandığı dönemler oldu mu? Yoksa hepimiz kaynağı bilinmeyin quarklarımızdaki ("quark da ne?" demeyin, aşağıda anlatacağım) enerjilerden mi ibaretiz? Yoksa hiçbirimiz yok muyuz? Yoksa ben abartıyor muyum? Yoksa, yoksa!!

Quark: Atomu oluşturan proton ve elektronların içlerinde olduğu tahmin edilen, proton ve elektronları enerjiden madde boyutuna taşıyan enerji. Atom gibi olduğu, bir yörüngesinin bulunmadığı tahmin edilen quark’ların, evrendeki tüm cisimlerin hacim kazanmasını, madde boyutunda olmasını sağlayan enerji olduğu sanılıyor.
Yazının Devamını Oku

Panik yok, mayıs böyle geçmeyecek!

5 Mayıs 2006
Hava yine bulanık, yine serin ve yine bölgesel yağışlar var. Yağış aralıklarla ve yer yer ancak bulutlar yurt semalarının büyük kısmını kaplıyor. Sıcaklıklar düşük seyrediyor. Ama panik yok, böyle gitmeyecek. Şu anki görünen tabloya göre ayın 11-12’sinden sonra ısınıyoruz, o zamana kadar biraz sabır.

"Küresel ısınma salt bir ısınma değil, bir hareketin tetiklenişi, bir başlangıcı". Küresel ısınma iklim değişimine, oluşturduğu sonuçlar da ikincil bir ısınmaya ve dolayısıyla ikincil bir iklim değişimine yol açıyor. "Küresel ısınma sonuçları" dediğimde ilk ne geliyor aklınıza? Evet, benim de aklıma ilk gelen o, buzulların erimesi! Erime bir sonuç ama bu sonuç nedeni ile ikincil bir ısınma meydana geliyor. Buzulların küçülmesi sonucu, buzullardan geri yansıyan güneş ışını oranı azalıyor, daha az güneş ışını gökyüzüne geri dönüyor. Gökyüzüne geri dönmeyen ne oluyor? Okyanuslar tarafından emiliyor, deniz sıcaklıkları yükseliyor. Hava ile deniz suyu sıcaklıkları arasındaki denge bozuluyor, tayfunlar güçleniyor, tayfunlar güçlendikçe atmosfere daha fazla gizli ısı yayılıyor, yani ısınıyoruz. Küresel ısınmanın sonuçları da ayrıca sonuçlar oluşturuyor. Biraz karışık oldu ama böyle!

Bu ısınma zincirinde tek etki, ikincil ısınma değil, çoğaltılabilecek örneklerden biri; küresel ısınma kutup ayılarının zayıflamalarının, hatta bazen ölmelerinin nedeni. Kutup ayıları, besinleri olan fokları koklayarak buluyorlar. Bir kutup ayısı ıslık çala çala fokları ararken, yok hem ıslık çalıp, hem de koklayamaz, düzeltiyorum; koklaya koklaya fok arayan ayının irkilmesi ile kendini suyun içinde bulması bir oluyor. Çünkü erimeye başlayan buzulların bazı bölgeleri artık ağırlıkları kaldıramaz hale gelmiş durumda. İkinci olarak; fok bulma ümidiyle bir buz kütlesine ulaşabilmek için ayı belki 100 kilometre yüzmek zorunda kalıyorlar. Haliyle 100 kilometreyi aşan bu uzun süreli yüzmede zorlandıkları için boğulabiliyorlar. Boğulmayanlar da kilo kaybediyorlar. Neyse bu bir örnek, "ben trafikte her gün ölüyorum, kutup ayısı bir kez ölüyor" diyenler olabilir, farklı bir bakış açısı, hoş bulmamakla beraber saygı duyuyoruz :)

*

Ayı demişken, devam edelim. Koca bir kışı uyuyarak geçirmelerine karşın baharda kalktıklarında bu kadar zinde olmalarının nedeni nedir sizce?

İnsanlar dahil olmak üzere tüm canlılarda yaşam boyunca kemikler yenileniyor. Yaşlılık, hareketsizlik ve benzeri nedenler ile zayıflama ve erime, dönemlere göre değişim gösteriyor. Özellikle hareketsiz kalınan dönemlerde artıyor. Normal koşullarda koca bir kışı uyuyarak geçiren ayıların kemiklerinde zayıflama ve kaslarında erime beklenir. Ayılarda da hareketsiz kalınan bu dönemde kemikler eriyor, hatta normalden fazla ama eş zamanlı olarak kemik üretimi de devam ediyor. Yani kemik yoğunluğunda kayda değer bir değişim yok. Hayvanın tekrar hareketlenmesiyle kemik üretimi en üst seviyeye çıkıyor ve kemikler eski gücüne kısa bir sürede geliyor. Gelelim kaslara; kış boyu uyuyan bir ayı kas gücünün yalnızca yüzde 22’sini, proteinlerinin ise yüzde 15’ini kaybediyor. Tabii referans olmadan bu rakamlar bir şey ifade etmemiştir, bakın aynı sürede insanlardaki kayıp yüzde 85-90’lar seviyelerinde. Normal koşullarda vücuttan atılan zehirli madde olan üre, ayılarda protein kaynağı. Kış uykusunda ayının boşaltım sisteminden üre tekrar emiliyor ve protein oluşumunda kullanılıyor. Sonra vücutlarına yerleştirilen hissediciler ile kış boyunca kaslarında birtakım hareketlerin olduğu belirlenmiş. Bu sayede uyandıklarında kaslarında ciddi bir kayıp meydana gelmiyor. Yağ ile beslendikleri için büyük değerlerde kilo vermiş şekilde uyanıyorlar, tek kayıp bu!

Ayılardan gittik hep, yazıyı da ayılarla alakalı bir soru ile bitirelim bari; bir ayı 5 metre yükseklikten, tam 1 saniyede yere düşüyor. Bu ayı ne renk? Yalan-dolan yok, gerçek bir soru! Siz düşünün, haftaya görüşürüz tekrar...
Yazının Devamını Oku

Serin hava devam ediyor

28 Nisan 2006
Sıkıntı yapmayın, ne olacak bu bahar da böyle olsun :) Evet biraz serin gidiyor, hatta önümüzdeki haftanın ilk günlerinde sıcaklıkların birkaç derece daha azalması bekleniyor. Yağışlar cumartesi günü yer yer batı, pazar günü ise orta ve doğu bölgelerde olacak. Sıcaklıklar da pazara kadar birkaç derece azalıyor.

İnsanoğlu gerçekten çok unutkan! Yine bir araştırma sonucunu okuyorken fark ettim, insanoğlunun unutma özelliği bilimin gelişimine dahi yansımış. Hayır, yanlış anlamayın genel anlamda bize yapılanları ya da bazı siyasilerin ortalığı talan etmelerini unutmaktan bahsetmiyorum!

*

Ev sahibimiz dünyanın iki büyük gücü var. Biri atmosfer, diğeri yer hareketleri. Değişimlerinden kesintisiz olarak etkilendiğimiz atmosfer üzerine çalışmalara MÖ 600’lerde başlamışız. Evet, yer hareketlerini izlemek çok daha zor ama araştırma zamanı ve yoğunluğu meteorolojide çok daha fazla olmuş. Gerçi bu doğal bir yaklaşımdır, yani bir olayın ne kadar içerisindeyseniz, ilginiz ve gelişiminiz o konuda, o denli fazla olacaktır. Yirmi dört saat etkisini gördüğümüz bir konu üzerine bilgisiz kalmanız mümkün mü? Ama deprem de bu şekilde değil, sonuçları çok dramatik olsa da tekrarını aylar yıllar sonra gördüğümüz için unutuyoruz. "Yok öyle değil" demeyin, evlerimizi depremden sonra kaçımız kontrol ettirdik, ya da kontrol ettirenlerin oranı nedir? Ama hava durumuna hemen herkes bir şekilde bakıyor. Sismoloji biliminde, meteorolojide ulaştığımız noktaya gelebilseydik keşke! Günlük-üç günlük-beş günlük deprem öngörüleri yapabiliyor olsaydık!

Bakın, Pasifik Okyanusu’nda 1940’ların sonlarından bu yana Tsunami uyarı sistemi bulunuyor. Bu uyarı sistemi 1964’te Alaska’da büyük bir deprem tarafından oluşan bir tsunami etkisi ile 100’ün üzerinde insan kaybedilmesinin ardından bayağı bir geliştirildi. Sarsıntıları ölçen aygıtlar, uydu kontrollü deniz seviyesindeki ölçüm aletleri ağı, derin deniz algılayıcıları dakika dakika izleniyor. Bu sistem Hawaii, Alaska ve Japonya’daki izleme istasyonlarına bağlanmış durumda. Bilim adamları tsunamilerin yayılma yollarını ve olası etkilerini modelleme çalışmaları ile öngörebiliyorlar.

26 Aralık 2004 yılında Hint Okyanusu’ndaki tsunamiyi hatırlıyorsunuz. Bakın size ne söyleyeceğim, Hint Okyanusu’nda, Pasifik Okyanusu’ndaki tsunami uyarı sistemi yok!!!

Dünya üzerinde kaç tane meteoroloji istasyonu var? Eminim Güneydoğu Asya’da binlerce meteoroloji istasyonu vardır. Neden? çünkü günlük tropikal yağmurların zamanlarının tespit edilmesi lazım. Neden? Çünkü sıklıkla hava bozabiliyor. Neden? Çünkü hem bölge insanı hem de turistler buralara gittiklerinde gezinti planlarını havaya göre yapıyor. Yani hava kendini unutturmayacak sıklıkta değişimler gösteriyor.

26 Aralık’ta meydana gelen, büyüklüğü Richter ölçeği ile 9 olan deprem, geçen yüzyılda yaşanmış en büyük depremlerden biriydi. Depremin merkez üssü Endonezya’ya ait Sumatra Adası’nın kuzeybatı sahiliydi. Asya ve Hindistan tabakaları, yani iki tektonik ya da kıtasal tabaka, fay hattı boyunca (1000 km) yer yer 20 metrelik mesafelerle yer değiştirdi. Hep bahsediyorum bazı meteorolojik sistemlerin (güçlü bir siklonda ya da tayfunda) enerjisi atom bombasının 1000 katı olabiliyor diye, burada ise enerji çok daha büyük. Asya ve Hindistan tabakasının yer değiştirmesi ile oluşan tsunaminin enerjisi Hiroşima’ya 1945 yılında atılan atom bombasının açığa çıkarttığı enerjinin 20.000 katından daha fazlaydı.

Özele dönecek olursak, dünyanın garip yaklaşımının yanında bizim depreme bakışımız çok daha enteresan. Depremden çok korkuyoruz ama hiçbir şey yapmıyoruz. Güneş tutulmasında Antalya-Side’de çok enteresan bir şey dikkatimi çekti. Herkes uzmanlara, aynı zamanda birbirlerine "Güneş tutulmasının ardından deprem olur mu?" diye soruyor, eş zamanlı olarak da ıslık çalıp, güneş tutulmasına şahit olmalarını alkışlıyorlardı. Maalesef bizim depreme bakışımız bu şekilde!!!
Yazının Devamını Oku

Haftasonu hava bulanık

21 Nisan 2006
Haftasonu için plan yapanlara haritaya bakmanız gerekiyor diyoruz, zira yurt geneline dağılmış bir şekilde yer yer yağışlar bekliyoruz. Yağış olmayan kesimlerde de ara ara bulutlar yoğunlaşıyor. Çok çok keyifli olmasa da, bu haftasonu yine de değerlendirilebilir. Sıcaklıklar biraz azalsa da Marmara’da 18-19 derecenin, güneyde 22-23 derecenin pek altına inmiyor. Şöyle uzun vadeye baktığımızda görünen; şu anki değerler üzerinden, mayısın ilk günlerine kadar kayda değer bir sıcaklık artışı olmayacağı.

*

Haftanın sorusu! Neden ara ara yağışlar olsa da Akdeniz güneşi bolca görerek yazı geçirir de, öte yandan kuzeyde Karadeniz’de çokça, hatta tehlike oluşturacak seviyede yağışlı günler olur? Bir başka soru; kıyı bölgelerimiz nemli ve yağışlı bir havaya sahipken, neden Afrika’da, Güney Amerika’da okyanusa açık olmasına karşın çöl iklimi yaşanır, kıyı şeritleri bile pek yağış alamaz? Bu soruları düşünmemiş olabilirsiniz düşüncesi ile zihinlerinize atayım dedim. İlgisini çekenler, devam.

Bu yazının esas oğlanı, hava ve deniz suyu sıcaklık farkı!!!

Birinci ve temel kural; deniz suyu sıcaklığı, hava sıcaklığına ne kadar yaklaşırsa, hatta ulaşıp geçerse buharlaşma o ölçüde artar. Geçtiğimiz yıllarda Marmara’da, İstanbulluların kabusu olan bir kar vardı, bir hafta boyunca aralıksız kar yağmasının nedeni buydu. Sistem şu şekilde gelişti; açık birkaç gün içerisinde güneşlenme ile deniz yüzeyi sıcaklığı arttı ve (ışınımla, yani denizin direkt güneş ısınlarını yutması ile) ardından kuvvetli soğuk hava, süratli bir şekilde geldi ve deniz suyu ile hava sıcaklığı arısındaki fark deniz lehinde çok büyük oldu. Bu durumda buharlaşma her zamankinden daha fazla gerçekleşti ve etkili olan sistem yağış getirmemesine karşın, sürekli buharlaşma sonucu bölge hiç nemsiz kalamadı, kar yağdı ve kesilmeden bir hafta devam etti. İşte sebep, sıcaklık farkı ile İstanbul’da denizden havaya sürekli buharlaşma oldu. Deniz suyu ile havanın sıcaklığı dengeye gelene kadar denizden buharlaşma, yani kar sürdü.

Gelelim Akdeniz ile Karadeniz arasındaki, ya da kuzey ve güney bölgelerimiz arasındaki farka. Kar örneğinde verdiğim mekanizmayı geniş dönemde, koca bir mevsime yayın, işte durum aynı.

Örneğin; temmuz ayında Trabzon’da deniz suyu sıcaklığı ortalaması 23.8, hava sıcaklığı ise 22.7 santigrad derece (hava sıcaklığı deniz suyu sıcaklığının altında, buharlaşma fazla). Mersin’de ise bu oran 26.8 - 27.6 santigrat derece (hava sıcaklığı deniz suyu sıcaklığının üzerinde, buharlaşma kuzeye göre az). Zaman zaman bu farklar daha da büyüyebiliyor. Deniz suyu sıcaklığının hava sıcaklığından yüksek olduğu zamanlar Akdeniz’de hiç mi olmuyor? Oluyor, Akdenizliler bilir, geçtiğimiz senelerde Hatay’ın yaşadığı bir sel vardı, kabus gibi, şehir adeta altüst olmuştu. Burada da aynı mekanizma işlemişti, yazın bitmesi ile birlikte sonbahar serinlemeleri Akdeniz’i de sıcaklıkları 25 derecenin altına çekmişti. Ancak deniz suyu sıcaklığı 30 derecenin üzerindeydi. Sıcaklık farkı buharlaşmayı oluşturdu, serin hava da nemi yağışa dönüştürdü, yani bir geri besleme oluşmuştu. Günlerce sağanak yağışlar kesilmedi. Bu nedenle, kesin olacak diye bir şey yok ama Akdeniz’de yaz sonunda, Karadeniz’de ise yaz boyunca sel bakımından riskli günler yaşanabilir. Bir bölgenin ormanlık ya da yeşillik olması için yağışın, dolayısıyla deniz suyu sıcaklığının önemi çok büyük.

Bu arada yeri gelmişken birçok kişi tarafından yanlış bilenen bir olayın düzeltmesini tekrar yapayım, çocuklarımıza hálá öğrettiğimiz "ormanlar yağış getirir" sözü yanlıştır, doğrusu; "yağış alan bölgelerde ormanlar oluşur" olmalı.
Yazının Devamını Oku

Ege ve Akdeniz’de aşırı yağış

14 Nisan 2006
Nisan, nisan olduğunu yeni gösteriyor. O ılık, gök gürültülü sağanak yağışlar kendini göstermeye başladı. Bugün ve yarın Ege ve Akdeniz’de, pazar günü doğu bölgelerde olacak. Su baskınlarına dikkat! Şöyle uzun vadeye baktığımızda ayın 21-22’sinden sonra normalleri aşan sıcaklıklar görülüyor. Hatta güneyde, kuzey bölgelerin yaz değerleri dahi oluşabilir. Ama hep söylüyoruz uzun vadeli öngörülerin tutarlılığı 3 günlük tahminler gibi değildir, daha düşüktür. Olursa değişimler önümüzdeki günlerde.

Ara ara bulutlar ve yağışlar olsa da bahar geldi. Baharın desenleri bu bulut ve yağışlar. Düşünün; güneş bulutlar arasından olsa da gözünüze vuruyor, sahilde arabayla ya da yürürken siz de içinizden "Buradan hiç ayrılmayayım, bina içerisine girmeyeyim, günümün tamamını bu güzel havanın tadını çıkartarak geçireyim" demiyor musunuz?

*

Bu haftaki yazımda uyarılardan sıyrılıp, baharın güzel yönlerinden, çiçekten, böcekten, aşktan bahsedecektim ama bir baktım yine atmosfer ve dünya ile ilgili araştırmaları karıştırıyorum. Meslek sevgisi ne yapacaksınız? Çiçeği, böceği, aşkı aşkologlara bırakmam, size kuraklık raporlarından bahsetmem gerektiğini düşündüm. İyi bir meteorolog, gerektiğinde duygularını bastırıp mesleğinin gereği olarak halkı aydınlatma noktasında fedakarlık yapmasını bilendir (meteorologlara bu misyonu şu an ben yükledim ama fena da olmadı hani).

Neyse, haftasonuna girerken anlatacaklarımla gerilmemeniz için önce havayı biraz yumuşatmak istedim zira anlatacaklarım gerçekten ciddi.

Konu: KURAKLIK. Dünya ciddi bir kriz eşiğinde. Birleşmiş Milletler raporunda Doğu Afrika’da uzun süredir devam eden kuraklığa bağlı yetersiz beslenme neticesinde binlerce kişinin öldüğünü açıkladı ve bölge genelinde 8 milyon kişinin acil yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Kuraklıktan etkilenen ülkelerin başında Etiyopya, Kenya, Cibuti, Somali, Burundi, Uganda ve Tanzanya geliyor.

Biz sıcakların gelmediğinden, bulutlardan ve yağmurdan şikayet ediyoruz. Böyle olmayıp da tersi de olabilirdi. Kuraklıktan olumsuz etkilenen bölgelerin başında Mandera geliyor. Bu günlerde sıcaklıklar 40 C derecenin üzerine çıkıyor. Yaz ayları geldiğinde ne olur siz düşünün. Daha yaza girmeden salgın hastalık oranı son zamanların üç katına çıkmış.

Bir araştırma sonucu da Amerika Uluslararası Kalkınma Dairesi’nden: "Hava durumu değişmezse Afrika’da kuraklıktan etkilenen 16 milyon kişinin en az yarısı susuzluktan ölebilir."

Hayati riskin Afrika’da olmasından dolayı konuya buradan başladım. Yoksa sıkıntı yalnızca Afrika’da değil, tüm dünyada. Bu yılı kurak geçirmesi beklenen bölgeler arasında; Almanya, Hollanda, Ukrayna kıyıları ve Türkiye’deki deltalar da var.

Küresel ısınmanın önde gelen etkilerinden biri; kuraklık sebebiyle tarım arazilerinin yok olması. Dünyada artık her şey gözümüzün içine sokularak yapıldığı için birçok şeyi kanıksadık, hiçbir şeyi yadırgamıyoruz. Bakın kullanılan 5.2 milyar hektar kurak arazinin yüzde 70’i çölleşme tehlikesi yaşıyor. Diğer bir deyişle dünyadaki tüm tarım arazilerin yüzde 30’u çöle dönüyor. Şu anki dünyanın gidişini, açlık oranını düşünün, bunun üzerine yüzde 30 daha ekleyin.

Savaşlarda bu kadar kayıp yok; her yıl 12 milyon kişi su kıtlığı ve kirli içme suyu sebebiyle ölüyor. İçme suyu arzı 1950’lerden bugüne üçte iki oranında azalmış. İnsanoğlu ise ekonomik gerekçelerle küresel ısınma konusunda bir konsensüs hálá sağlayamadı. Çok sevdiğim bir Kızılderili atasözü vardır: Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
Yazının Devamını Oku