29 Eylül 2006
Orta ve kuzey bölgelerin büyük kısmı yağışlı. Yalnızca cumartesi, Karadeniz ve Doğu Anadolu’da yağış görülecek. Yağışla beraber sıcaklıklar yalnızca birkaç derece azalıyor. Pazar günü ise 3-4 derece yükselecek. Yaz resmen sona erdi. Kestane Karası Fırtınası ile beraber denizciler yazın bittiğini söyler. Çünkü artık denizler adım adım soğumaya başlar. Bir süre sonra hava da etkilenmeye başlayacak. Ama bu sizi yanıltmasın, yazın resmen sona ermesi sıcaklıklar hiç artmayacak, ılık günler olmayacak anlamına gelmiyor. Hem daha pastırma yazı var önümüzde. Neyse bunların ayrıntılarına önümüzdeki haftalarda geçeceğiz. Bugün ve hafta sonu durum nasıl? Orta ve kuzey bölgelerin büyük kısmı yağışlı, hem de yağışlar sağanak şeklinde. Hafta sonunda ise yalnızca cumartesi günü Karadeniz ve Doğu Anadolu’da yağış görülecek. Yağışla beraber sıcaklıklar yalnızca birkaç derece azaldı. Pazar günü ise sıcaklıklar 3-4 derece yükselecek.
MARSLILARA EĞİTİM ŞART
"İşte tahtıma oturdum, imparatorluğumun başındayım, güç ayaklarımın altında artık, heh heeyyt tüm kuralları ben koyarım". Bu, direksiyona geçmiş, yurdumda yaşayan bir grup Marslının ruh hali. Yol vermeyi delikanlılığımıza zarar geliyormuş gibi mi hissediyoruz nedir? Ya da "anaaa yolu kaptırdık, arabayı benden daha mı iyi kullanıyor acaba?" izlenimine kapılıyor olabiliriz.
Örneğin aracınızla giderken önünüze bir cisim çıksa frene basarsınız değil mi? Ama maalesef yurdumda gaza basan bir grup Marslı yaşıyor. Sinyalinizi vermişsiniz, kurallara uygun şekilde şerit değiştirmek istiyorsunuz, geçmek istediğiniz şeridin mensubu olan, arkadan gelen araç sahibi gaza basmaya başlıyor, sonrasında tamponunuzun dibine kadar gelip farına bir şey kaçmış gibi farlarını yakıp yakıp söndürüyor.
Cezalar caydırıcı olabilir mi? Örneğin İngiltere’deki gibi her kavşağa ya da riskli bölgeye kamera yerleştirip, kural ihlali yapanlara "gülümseyiiiiin" mi denmeli? Ya da trafik ekiplerinin sayısı mı artırılmalı? Evet, cezalar ile para ya da ehliyetini kaybetme korkusu belki bir yöntem olabilir ama bunun bir trafik kültürü olarak yerleşmesi başka bir şey olmalı! Biliyorsunuz bir trafik bilincinin yerleşmesi için yalnızca yeni neslin yetişmesini beklemek de yeterli değil, hani okullarda trafik eğitimi veriliyor ya. Yani bu okul eğitimi gerek şart ama yeter şart değil! Hem yeni nesli yetiştirenler de netice itibariyle bizler değil miyiz? Geriye bir şey kalıyor, toplum olarak, yaşlı-genç, zengin-fakir eğitilmemiz gerekiyor. Bu da ancak okuyarak olacaktır herhalde. Batıda birçok şehirde ücretsiz sabah ve akşam gazeteleri yayınlanıyor. Toplumda okuma eğilimi artsın, gündemi takip etsin, bilinçlensinler diye. Bu tür bir çalışma yapılabilir, özellikle büyük şehirlerde. Bu gazetelerin bir sayfalık trafik eğitim bölümü, belki trafikte gördüğü tüm canlıları düşman askeri zanneden bir grup Marslının trafik canavarlığı genini baskılar.
Yazının Devamını Oku 
22 Eylül 2006
Yazı çabuk bitirdik. Sonbahar dalgalı bir şekilde, yazın da kışın da örnekleri ile kendini gösteriyor. Bir yazdan kalma günler silsilesi, bir gri gökyüzü ve yağışları ile kış görüntüsü. İşte yine aralıklarla yağışlar olacak. Ben ıslak severim derseniz sorun değil o zaman, yok tersi söz konusu ise kapalı mekanlar tercih edilse iyi olur derim. Sıcaklıklar da geçen hafta sonuna nazaran hayli düşmüş durumda.
Sizce hangi hava iyidir? Temiz olan mı, kirli olan mı? Ya da alveollerinizin çapı ne kadar biliyor musunuz? Bu 3 soru yazıma cazibe ve gizem katma amaçlıydı. Yaa okuyun yazımı, bayılacaksınız!
Havada irili ufaklı milyonlarca partikül bulunuyor. Doğal koşullar altında oluşan partiküllerin yanında, bir de insanoğlunun her zamanki gibi atmosfere fazlasıyla müdahil olma çabaları var. Birkaç ay sonra havalar iyice soğumaya başladığında büyük şehirlerde ısınma sonrası bacalardan partiküller çıkmaya başlayacak.
Bacalardan çıkan gazlardan sigara dumanına, filtre edilmemiş dizel egzozlardan çöplerin yakılmasına kadar birçok şekilde atmosfere partiküller salıyoruz. Mangal yakarak ve havai fişekler atarak da bu partikül artışına destek veriyoruz. Avrupa standartlarına göre otomobil katalizörlerindeki metal parçacıkları dahi tehlikeli sınıfta.
Standart şu; bir metreküplük havadaki ince toz parçacıkları 50 mikrogramı geçmemeli. Ve bu seviye aşımı yılda 35 günü aşmamalı, aşan kentlere ciddi cezalar veriliyor. Verilmeli de, çünkü Avrupa Birliği’nin yaptırdığı araştırma sonucu, yalnızca Avrupa’da bu toz parçacıklarından yılda 310 bin kişi ölüyor. Yanlış okumadınız 310 bin kişi! Kirletildikten sonra havanın temizlenmesi de çözüm değil, zira ıslak sokak temizliği ve kurum katalizörleriyle havadan belli partiküller alınabiliyor, bahsettiğimiz partiküller mikron seviyesinde, temizlendiği düşünülen havada da aynı partiküller bulunuyor. Bu partiküller 0,1 mikrometre büyüklüğünde. Temizlenemiyor ve bir nefesle alveollere kadar ulaşabiliyor. Mikron seviyesindeki parçacıklar kana karışıyorlar. Tansiyon, kalp atışı ve kanama zamanı değişikliğine sebebiyet verebiliyor. Aman sıkışık trafikte camlarınız kapalı, havalandırmanızı açarken iç sirkülasyon düğmesi de muhakkak basılı olsun. Trafiğin yoğun olduğu zamanlarda yüksek toza bağlı enfaktüs ve inmeler yaşanabiliyor. Tabii bu söylediklerimden "Aman Allahım, ne yapacağız?" gibi korku cümleleri kurmayın zira bu söylediklerim günlük yaşamda gördüğümüz problemlerin ve ölümlerin yalnızca bazı sebepleri. Yani şu an büyük şehirlerde yaşanan bazı problemlerin açıklaması bir anlamda.
Bu partiküller yalnızca alveollere kadar ulaşarak sağlık problemlerine yol açmıyor. Bir partikül ne kadar küçülürse yüzeyi o kadar artar. Yüzeyin artışı oksijenle temas halinde olan bölgenin de arttığı, aşırı oksijen de yanma-patlama anlamına geliyor. Almanya’da 70’lerin sonlarında, Bremen’de bir değirmende patlama sonucu birçok çalışan hayatını kaybetti. Evimize ekmek ya da başka şekillerde giren un, yığınlar halindeyken merkezinde bir patlayıcı olabilmiş. Bu nedenle ince partiküller yanıcı maddelerle birleştiği anda patlamalara neden olabiliyorlar. Bir örnek daha; bazen madenlerdeki kömür tozları patlamaya destek olmakta.
Velhasıl burada aktarmak istediğim; atmosfere yayılan ince tozlar belki farkında değiliz ama ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor ve biz bunların nedenlerine bakmaksızın bir çok kişinin yaşadığı bir kalp ya da bir astım krizi olarak görüyoruz. Yapılacak şey şu; tozlu bölgelerde pek bulunmamak ve araçlarda önlemimizi almak, ikincisi atmosfere hem dünya devletleri, hem de birey bazında en az seviyede müdahil olmak. Aynen küresel ısınma için yapılması gereken gibi.
Yazının Devamını Oku 
15 Eylül 2006
Birçoğumuz hafta sonlarını hava iyi olduğu zaman seviyoruz, işte size sevilesi bir hafta sonu! Hava toparlanıyor, sıcaklıklar artışa geçiyor, güneş görülüyor. Şu anki tabloya göre eylülün ikinci yarısında, yazdan kalma günlerin sayısı daha fazla olacak. Haftasonu Marmara’da sıcaklıklar 25 derecenin üzerine çıkmaya başlıyor. Önümüzdeki hafta boyunca da düşüş yönünde kayda değer bir dalgalanma beklenmiyor. Deniz tatillerini eylül ortasına bırakanlara güneyde hava sıcaklıklarının 30 derecenin üzerinde, deniz suyu sıcaklıklarının da 28-29 derecelerde olduğunu hatırlatıyoruz.
DÜNYA MEGAPOLLERİNE YAPIYOR?
Sonbaharın yüzünü göstermesi yazın bittiği anlamına gelmiyor, yazdan kalma günler önümüzde yine olacak. Bu ayın ikinci yarısında, yani bu hafta sonundan itibaren, özellikle önümüzdeki hafta içerisinde yazdan kalma günler bekliyoruz. Ama kafayı kuma gömmenin alemi yok, sıcaklık dalgalanmaları başladı, bu da sonbaharın geldiğini, ardından da kışa doğru ilerlediğimizi kabul etmemiz gerektiği anlamına geliyor. "Şimdi daha yaz bitmemiş, ara ara yağışlar olsa da güneşi görüyorken, ısısını hissederken moralimizi bozmanın alemi var mı?" demeyin, çünkü ben gerçekleri ve yalnızca gerçekleri söylüyorum. Ben tampon kural ve önlemleri sevmiyorum, bu nedenle erkenden söylüyorum. Bakın, "Çizgisel kirletici kaynakları" dediğimiz otoyollardan üretilen kirleticiler üzerine, kışın yeni kaynaklar eklenecek. Doğal gaz kullanılmaya başlandı birçok merkezde ama görüntü itibariyle temiz olsa da neticede doğal gaz da havayı kirletiyor. Hatta küresel ısınmaya neden olacak şekilde atmosfere karbon salıyor. Türkiye’de de birçok yerel yönetim çalışmaları yapılıyor, bunların üzerine fikir olur düşüncesi ile dünyada uygulanan birkaç önlemi hatırlatayım istedim.
Isınma ve sanayi için kaçınılmaz bir şekilde fosil yakıt tüketiliyor, en azından çizgisel kirletici kaynakları biraz dizginleme amaçlı, Roma Belediyesi, tarihi bölgelerde her ayın 3 pazarında otomobil yasağı getirdi. Hafta içi bir gün de tek veya çift palakalı otomobillerin kullanılmasına izin veriyor. Hava kirliliğine ve trafiğe karşı Londra’daki önlem ise vergi yolu ile oluyor. Londra’daki önlem biraz daha çağdaş, şehrin girişlerindeki kameralar her otomobilin fotoğrafını çekiyor. Siz de hemen her süpermarkette bulunan ödeme noktalarından, 8 paund’luk şehre giriş ödemenizi yapıyorsunuz. Eğer gece 12.00’ye kadar ödemeyi yapmazsanız ödemeniz gereken cezalı vergi 40 paund’a çıkıyor. Aynı sistemin Stockholm’de de uygulanması planlanıyor, ama daha karara bağlanmış değil. İstanbul gibi bir megapolde böyle bir uygulama sonuç verir mi? Daha doğrusu böyle bir uygulama yapılabilir mi, bilmiyorum. Zira bu adını geçirdiğim şehirlerde şehrin bir merkezi var ve oradan dışarı doğru açılıyor, bu durumda merkezden ücret alınıyor, İstanbul’da nerenin merkez olduğu konusunda fikri olan var mı acaba? İstanbul’da her yer merkez.
Tabii Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Başarısız bir örnek Paris’te uygulanıyor. Buradaki yöntemin temelinde karbonun hava kirliliğinin yanı sıra yer seviyesi ozonunu artırması var. Şehrin ozon seviyesi artışını engellemek, dolayısıyla araç kullanımını en aza indirmek için halka ücretsiz park alanı sunuluyor, ama dediğim gibi iyi sonuç vermiş değil!
Yöneticilerimizin hem küresel ısınma, hem de hava kirliliği adına illaki düşündükleri projeler vardır, bu bilgiler de onlara ek olsun dedim.
Yazının Devamını Oku 
9 Eylül 2006
Tam anlamıyla sonbahar kendini hissettirmemiş olsa da, havanın kimyası, gelen sistemlerin mekanizmaları değişmeye başladı. Bunların ilk belirtileri; sıcaklıkların dalgalanmaya başlaması. Şimdi sıra sıcaklık artışında, bugün ve yarın yurdun büyük kısmında sıcaklıklar artıyor. Özellikle cumartesi günü kuzeyde, Marmara ve Karadeniz’de dahi sıcaklıklar 30 dereceyi hatta üzerini görebilecek. Ama ardından gelecek mini dalgalanma havayı, İç Anadolu ve Karadeniz’de biraz bozabilir. Önümüzdeki haftanın ilk günlerinde düşüşün etki alanını genişleterek devam edeceği sanılıyor.
METEOROLOĞUN TEŞHİSİ HAVA TAHMİNİDİR
İki hafta önce Londra’daydım. Dünyanın her yerinden insan bu şehirde yaşıyor ve bu şehri geziyor. Çok değil, artık aşırı kozmopolit diyeceğim. Ama nüfusuna, karmaşasına, kozmopolitliğine hatta hareketliliğine rağmen öyle bir düzen var ki, insanın ağzı açık kalıyor. Ulaşımın rahatlığından dolayı insanların zamanlarının büyük kısmı kendine kalıyor. Yaşam alanlarını, sokaklarını, bahçelerini, parklarını çok güzel kullanıyorlar ve çok iyi bakıyorlar. Örneğin Hyde Park’a gittiklerinde alanı dibine kadar sömürmüyorlar, yarın da, öbür gün de, hatta hayatlarının sonuna kadar bu mekanların insanlara hizmet vereceğini düşünüyorlar. Neyse amacım şehri övmek değil, adamlar şehirlerine sahip çıkmışlar ve şehirlerine bir kimlik kazandırmışlar. Bu kadar şeyi söylemekte bir amacım var. Çevrelerine saygılı yaşamın içerisinde bir başarısızlık var ki, beni şoke etti. Başarısızlık ne biliyor musunuz? Adamların hava tahminleri tutmuyor! :)
Şaka değil, gerçekten! O kadar değişken bir hava var ki, yarım saatte bir değişiyor. Bir an sonbahar havası, ardından yaz. İşin enteresan kısmı Londra’da yaşayanlar da bu durumu kesinlikle kanıksamışlar. Havanın değişkenliğini değil, bu değişken havanın tahmin edilememesini. Kimle konuşsam (ki kendim de TV ve internetten takip ettim); "Londra’da hava durumu izlemiş olsan da, olmasan da sen muhakkak şemsiyeyle çık ve elinde bir yağmurluk olsun" diyorlar. Aynen bizim 8-10 yıl önceki durumumuz gibi, bizde de yok muydu o görüş; "hava bu, yön değiştirmiştir". Aslına bakarsanız başarısızlık derken adamlara çok yüklenmemek lazım. Coğrafi konum itibariyle bir alçak basınç merkezine çok yakınlar (İzlanda alçak basıncı). Burada sürekli sistem oluşuyor. Yani bizdeki gibi bir yerden gelmiyor. Türkiye’yi çeşitli yönlerden gelerek etkileyen sistemler var, onları takip edip, ne zaman , ne güçte ve ne sürede etkili olacağını belirleyebiliyoruz. Ama İzlanda, bu sistemlerin oluşum merkezlerinden biri. Bu durumda havada ani değişimler çok fazla oluyor. Aslında İngiltere’nin de model çalışmaları başarılı, ama değişimler o kadar kısa sürede oluyor ki hava tahminlerinin yapıldığı modeller, bu değişimi fark edip, insanlara bu bilgi aktarılana kadar sanırım çoktan plan programlar yapılmış oluyor, bu nedenle de tahminler tutmuyor intibaı oluşuyor, yoksa kısa vadeli tahminlerin tutarlılığı hayli yüksek. Evet, turşucunun ikramı turşu suyu, meteoroloğun tespiti de hava tahmini.
Yazının Devamını Oku 
2 Eylül 2006
Mevsim gereği sıcaklıklar artık dalgalanmaya başlıyor, hem de büyük değerlerde. Düşüşler 8-10 dereceyi bulabiliyor. Başka zaman olsa belki bu kadar sıkıntı değil ama bu dönemdeki sıcaklık dalgalanışının tehlikesi şu: Deniz suyu sıcaklıkları hayli arttı ve gelen serin sistemler hava sıcaklıklarını deniz suyu sıcaklığının altına çekebiliyor. Bu durumda da denizden buharlaşma artıyor, ardından bu nem bölgede bulunan sistem etkisi ile tekrar yağmur olarak yere iniyor, yağışın etkisi bu sefer çifte oluyor ve su baskınları riski meydana gelebiliyor.
İç Anadolu ve Karadeniz’de beklenen yağışlar da tehlike oluşturabilir. Risk yalnızca su baskınları üzerine değil, şimşekler, gök gürültüleri ve yıldırımlar da söz konusu olabilir. Açık arazideyseniz kesinlikle ağaç altlarına sığınmayın diyoruz. Düşen sıcaklıklar pazar gününden itibaren tekrar artıyor ama artık eylülün ilk yarısında kuzey bölgelerde sıklıkla 25 derecenin altında sıcaklıklar ölçülecek gibi görünüyor. Bu arada Rock’n Coke için Hezarfen’de olacaklara, hafta sonunun iki gününde de yağış beklemediğimizi hatırlatalım.
YAPTIĞIMIZI SANARKEN YIKIYORUZ
"Konumuz yine mi Küresel Isınma?" Evet, ama bu sefer atmosferi bozuşumuzun farklı bir açısını aktaracağım size, bilimsel cahilliğimizi anlatacağım (Hollywood senaristleri gibiyim, adamlar bir Vietnam savaşından 500 film çıkartıyorlar, ben de küresel ısınmadan neler çıkartıyorum).
Atmosfer 4 milyar yıldır dünyaya ve üzerindekilere hizmet veriyor. Dünyanın dönüşüne, evrenin hareketlerine, üzerinde yaşayan canlıların ürettiklerine ve havaya kattıkları maddelere göre sürekli formunu değiştiriyor. Yani atmosferin aldığı etkilere göre gösterdiği tepkileri var ve bu hareket onun için eziyet değil, bir yaşam tarzı. Eziyet dediğimiz şey aslında üzerinde yaşayan bizler için geçerli. Atmosfer sürekli ideal yaşam formunu yakalamaya çalışıyor ama aldığı aparkatlarla bazen sendeleyebiliyor.
Burada yapılması gerekeni sanıyorum herkes tahmin etmiştir. Ne yapılacak? Atmosfer rahat bırakılacak, böylelikle dengeye tekrar gelecek. Ama biz ne yapıyoruz? Önce atmosferin kimyasını bozuyoruz, ozonun seyrelmesi, küresel ısınma gibi birtakım sonuçların doğmasına yol açıyoruz, sonra da "dur dur, ben bunu düzeltirim" deyip küçücük akıllarımızla tedavi etmeye çalışıyoruz, atmosfere reçeteler yazıyoruz. Aslında atmosferi bir rahat bırakabilsek ne güzel olacak. Rahat bırakmaktan kastım, atmosfere en alt seviyeden müdahil olmak. En alt seviyeden müdahil olmak ne demek? Az tüketeceğiz, az fosil yakıt tüketeceğiz, küçük motorlu araçlar kullanacağız, ısıtmak için büyük ısı gerektirmeyen küçük evreler tercih edeceğiz ve atmosfere sürekli kimyasallar yollamayacağız. Başka çıkar yol yok! Kısacası elimizi atmosferin yakasından çekeceğiz.
Bu düşüncenin doğruluğunun kanıtını size şimdi sunuyorum. CFC’leri (Kloro Floro Karbon) duymuşsunuzdur. Buzdolapları, saç spreyleri deodorantlar, klimalar ve benzeri ürünlerde kullanılan CFC’ler ozon seyrelmesine yol açıyordu. Bunun üzerine hemen reçeteyi yazdık ve Montreal Protokolü ile dedik ki "Artık atmosfere CFC yollamayacağız, CFC’ye alternatif ve ozon dostu Hidro Kloro Floro Karbon kullanacağız". Kloro Floro Karbon ozonu seyreltti, acaba Hidro Kloro Floro Karbon başka bir zarar verir mi diye hiç düşünmedik. Şimdi bununla ilgili iki sonuç, birincisi; ozonu parçalayan CFC’ler atmosferde 100 yıldan fazla kalabiliyor, yani şu anki ozon seyrelmesinin terse dönmesi, düzelme, CFC’lerin atmosfere salınmamasına mı bağlı? Bunu belirleyemiyoruz. İkincisi; CFC’ye alternatif ve ozon dostu Hidro Kloro Floro Karbonlar’ın küresel ısınmaya neden olduğu yeni belirlendi.
Kyoto Protokolü ile küresel ısınmaya neden olan gazların atmosfere salınmasına kısıtlama getirip ısınmanın önüne geçiyoruz, öte yandan karbondioksitler gibi ısıyı tutup, atmosfer içerisinde hapseden, ısınmaya neden olan Hidro Kloro Floro Karbonlar ile (ozonu düzeltirken) atmosferi ısıtıyoruz, yani bir anlamda o kadar yatırım yapıp, birçok ülkenin ekonomisini yıpratıp hayata geçirmeye çalıştığımız Koyoto Protokolü’nün etkisini nötürlüyoruz. Yaa durun, bırakın hava bir nefes alsın, yoksa bir süre sonra biz acınacak duruma geleceğiz ve sonra bize "durun insanlar bir nefes alsın" diyecek bir atmosfer bulamayacağız. Evet, atmosfere canlı bir organizma diyoruz ama daha o kadarını yapamıyor.
Yazının Devamını Oku 
25 Ağustos 2006
Zor bir ağustos geçiriyoruz. Temmuzda yaz yok diyorduk, ağustos son dönemlerin en sıcak günlerini içeriyor. Son bir iki gündür sıcaklıklar nispeten (3-4 derece) düştü ama bu sefer de nem yükseldi. Bu nedenle hissedilen pek değişmedi. Hem haftasonundan itibaren tekrar sıcaklar kuvvetleniyor. Önümüzdeki haftanın ortalarına doğru yine bir düşüş, eylülün ilk günlerinden sonra tekrar aşırı sıcaklar bekliyoruz. Yani yine dalgalanmalar başladı. Sıcaklara karşı lütfen dikkat, özellikle yaşlı ve çocuklara mümkün mertebe klimalı ortamlarda bulunun hatırlatması yapıyoruz.
*
Bu hafta güneyde öyle bir meteorolojik zemin vardı ki, en ufak bir hatayı bile affetmedi. Devasa orman yangınları meydana geldi. Nem gün içerisinde yüzde 10’lara kadar indi, eş zamanlı olarak sıcaklık 41-42 dereceye kadar çıktı. Bir de üzerine rüzgar eklenince cayır cayır yanmaya başladık. Bu üç ana parametre (kuru, sıcak ve rüzgarlı hava) orman yangınları için adeta yakıt. Belki onlarca yıldır bu kadar kayıp yaşamamıştık. Belki ihmal, belki bilinçsizlik, kim bilir ne kadar basit bir sebepten çıktı bu yangınlar (sabotaj olma ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum). Bu nedenle bilinçlendirici ve hatırlatıcı bilgileri sürekli görüyor olmamız gerekiyor.
Benim bir önerim var, bunun örnekleri Avrupa’da mevcut. Bu öneri yerel yöneticilere. Uygulamanın yeri toplu taşıma araçları ve sokaktaki reklam panoları. Özellikle toplu taşıma araçları. Sıcak günlerde ya da soğukta, meteorolojik anlamda riskli günlerde toplu taşıma araçlarının camlarına uyarı bilgileriyle dolu panolar asılabilir. Ya da metro, tren ya da vapurların giriş çıkışlarında sözlü anonslarla hatırlatmalarda bulunulabilir. Yalnızca orman yangınları için değil, insan sağlığını ve sosyal yaşamı etkileyecek lodos, fırtına, buzlanma, kar, nem ve benzeri sıradışı meteorolojik durumlarda bu uygulama yapılabilir.
Örneğin İstanbul’da tramvaylarda zaten durakların adları anons ediliyor, yani hoparlör ağı mevcut. Buralardan, buzlu günlerde dikkat edilmesi, lodosta sobaların gece söndürülmesi ya da aşırı sıcaklarda şapka kullanılması uyarıları anons edilebilir. Yaşadığımız orman yangını faciası kim bilir belki bir piknik tüpünden, belki de yanan bir izmaritten çıktı. İnsanımızın tüm kesimine ulaşırsak, en azından ihmal ve bilinçsizlik sebebiyle meydana gelen orman yangınlarının önünü almış oluruz.
İhmal ve bilinçsizlikle çıkan orman yangını oranını öyle az buz zannetmeyin, Türkiye’de bir yılda ihmal ve bilinçsizlik sebebiyle çıkan orman yangınları, toplam orman yangınlarının yüzde 47’sini teşkil ediyor. Bu yöneticilere bir hatırlatma, uygulanır-uygulanmaz bilemem ama dünya devleri elindeki tüm materyalleri fonksiyonel kullanma çabasında. Biz de, otobüslerimizi, trenlerimizi, metrolarımızı, vapurlarımızı bir yerden bir yere insan taşıyan araçlar olarak kullanmanın yanında, bir iletişim aracı olarak da görevlendirebiliriz. Bilmem katılır mısınız?
*
Hissedilen sıcaklığın ne olduğunu biliyor musunuz? Meteorolojide bunun bir bilimsel izahı vardır. Detaya girmeyeceğim, konunun özü şu; nemli günlerde hissedilen sıcaklık artar, kuru ve rüzgarlı günlerde hissedilen sıcaklık düşer. Yani "Valla bana sıcak bastı, acaba havanın hissedilen sıcaklığı mı yükseldi?" diye düşünerek, hissedilen sıcaklık arttı diyemeyiz. Etrafta dolaşan şöyle haberler vardı; "Güneyde hissedilen sıcaklık 50-55 derecelere çıktı" diye.. O zaman şu sonuç çıkıyor, güneyde nem her zamankinden çok çok daha fazla artmıştı. Bakın biraz önce yüksek nem olması durumunda hissedilen sıcaklığın artacağından bahsettim. Ben de soruyorum; "O zaman ormanlar neden yanıyor?", hadi sabotaj ihtimalini işin içine katsak, "Yangın neden bu kadar uzun sürede kontrol altına alındı?" Öte yandan yangınla beraber her yerde sürekli nemin düşük olduğundan bahsediliyor. Nem normalden düşük olduğunda hissedilen sıcaklık artmaz. Güneyde bulunan vatandaşlarımızın bu denli rahatsızlık duymalarının nedeni, gerçek sıcaklığın zaten 42-43 derecelere çıkmasıydı. Yani hava sıcaklığı zaten radikal değerlerdeydi. Anlayacağınız son dönemlerde kullanmaya başladığımız yeni bilimsel bir parametrenin de suyunu çıkartıp, içini boşaltmaya başladık, hayırlı uğurlu olsun.
Yazının Devamını Oku 
18 Ağustos 2006
Hava sıcaklığı, Marmara’da 30 derecenin üzerinde, Ege’de 35 dereceyi aşıyor. İç Anadolu’da 35 dereceyi yer yer görüyor, Güneydoğu’da 40’ı buluyor. Yaza doymaya başladık sanırım. Bir türlü gelmediğinden şikayet ediyorduk, şimdi de sürekli sıcak uyarıları veriyoruz. Sıcaklıklar Marmara’da yine 30 derecenin üzerinde, Ege’de 35 dereceyi aşıyor. İç Anadolu’da 35 dereceyi yer yer görüyor, Güneydoğu’da 40 dereceye çıkıyor.
Bu değerler hafta sonu için geçerli, önümüzdeki haftanın ilk günlerinde ise birkaç derece daha yükseliş var. Isı sıkınıtı oluşturacak değerlere kadar çıkabilir.
Yaz başından bu yana sıraladığımız sıcaklara karşı alınacak önlemleri farklı kaynaklardan onlarca kez okudunuz ya da dinlediniz. Artık ezberlediniz sanıyorum. Bu nedenle tekrarlamayacağım. Yalnızca sıcaklara karşı önleminizi alın diyorum.
Bahsettiğim, önümüzdeki haftanın ilk günlerinde etkili olacak bu sıcaklar, Formula 1 yarışlarına doğru (yani önümüzdeki haftanın sonlarına doğru), düşüşe geçecek. Formula severlerin merakı, "Bu sıcaklık dalgalanışı yağış oluşturur mu?" sorusunun cevabı ise şu an belli değil. Bültenlerimizi takip edin diyorum. Önümüzdeki hafta hava durumu bültenlerimizde yer vereceğiz.
Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum.
Yazının Devamını Oku 
11 Ağustos 2006
Sıcaklıklar Marmara’da 32-33 derecelere, İç Anadolu’da 35, Güneydoğu’da 40 derecelere kadar ulaşıyor. Hala risk sınırlarının üzerinde. Yine yağışsız bir haftasonu var önümüzde. Güneş bolca görülüyor. Geçen hafta yaptığımız uyarıların tamamını bu hafta da takdim ediyoruz, lütfen kabul edin. Çünkü sıcaklıklar yine yüksek. Geçtiğimiz haftasonundaki kadar vurucu değil belki, ama nemi de işin içine katınca yine risk sınırlarını aşıyor. Sıcaklık geçtiğimiz haftasonundaki değerlere kadar çıkmayacak. Marmara’da 32-33 derecelere, İç Anadolu’da 35, Güneydoğu’da 40 derecelere ulaşıyor.
Sıcaklara karşı verilen uyarıları sanırım ezberlediniz, bu hafta tekrarlamayayım dedim. Uzun vadede de önemli bir hava değişimi yok. Uzun vade derken tabii önümüzdeki 10-11 günden bahsediyorum, daha ötesi belli değil.
Bu ayın yaklaşık 21-22’sine kadar sıcaklıklar düşmüyor. Hatta ayın 16-17’sinden sonra birkaç derece daha yükselebilir. Sakın "Ha bugünlerdeki değerler, ha birkaç derece daha yüksek" demeyin. Zira nem işin içine katıldığında durum değişiyor. Aynı nemde gerçek sıcaklık değişimi ile hissedilen değerler doğru orantılı artmıyor, logaritmik (ivmeli) yükseliyor. Örneğin gerçek sıcaklık 32 derece, nem yüzde 50’lerdeyken hissedilen sıcaklık 35 derece oluyor. Ama 34 derecelik sıcaklıkta aynı nemde (yüzde 50) hissedilen sıcaklık 38 dereceye, 36 derecelik gerçek sıcaklıkta ise 43,5 dereceye çıkıyor. Yani aynı nemde, gerçek sıcaklık 4 derece yükseldiğinde, hissedilen değer 8,5 derece artıyor. Bu nedenle verdiğimiz 2-3 derecelik sıcaklık farklarını da kulakardı etmeyin.
Bu hafta izindeyim, bu seferlik böyle kabul edin rica ediyorum. Önümüzdeki haftalarda telafi ederim. Herkese güzel bir haftasonu diliyorum...
Yazının Devamını Oku 