Bünyamin Sürmeli

Açık hava planı yapın ama üşütmeyin

24 Kasım 2006
Kasım sonlarından beklenmeyecek hava koşullarıyla beraberiz. Bugünlerde soru, bu havaların normal olup olmadığı yönünde. Evet normal değil, ama sıradışı hava olayları da meteorolojinin bir parçası. Yani havalar sıradışı gidiyor ama çıldırmış değil. Bu hafta sonu da ılık geçecek ve açık hava programları için elverişli. Ama unutulmaması gereken şu var; gece gündüz sıcaklık farkı büyük, yani gündüz giyilen kıyafetler akşam için yeterli olmuyor. Tam hastalık havası dikkat. Hatta iç bölgelerde gece sıcaklıklar sıfırın altına iniyor. Bu da sis oluşturuyor, ulaşımda problemler oluşabilir.

DÜNYAYI BAŞIMIZA YIKARLAR MI?

Küresel ısınma, yanardağlar, depremler, deniz kirlilikleri, eriyen buzullar diyerek sebepler ve sonuçlar arıyoruz. Bir gezegeni bu kadar kurcalarsan, tabii feleği şaşar. Feleği şaşar diyoruz, ama aslında dünyamıza bir şey olduğu yok, olan bize oluyor. Bazı bilim adamlarının öyle projeleri var ki, "Acaba şu gezegeni ne zaman tepemize indirecekler?" sorusunu sormadan edemiyor insan. Bir gezegenle bu kadar uğraşılır mı canım? Önce mahvet, sonra da aynı mahvettiğin gibi yine doğal olmayan yollarla düzeltmeye çalış. Bugün size "dünyayı kurtarma" projelerinden iki tanesini aktaracağım, üçüncüyü de 15 Aralık’ta sinemalarda hep beraber izleriz artık.

Bunlardan ilki güneş ışınlarının geri yansıtılması üzerine. Arizona Üniversitesi’nden Roger Angel’ın geliştirdiği projenin adı kısaca "güneş şemsiyeleri". Projeye göre dünya yörüngesine devasa ölçülerde altı adet ayna yerleştirilecek. Bunlarla, istenen ölçünün üzerinde güneş ışınının yerküreye ulaşmasını önleyerek ısınmanın önüne geçilmesi amaçlıyor. Dünyadan 1.5 milyon kilometre uzaklıkta kurulacak ayna sisteminin toplam 2 bin kilometre uzunluğunda olması ve yerküreye ulaşan güneş enerjisini yüzde 2 oranında azaltması planlanıyor.

Bir diğer proje ise kükürt üzerine kurulu. Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen Paul Crutzen’in ısınmanın önüne geçecek planı, güneş ışınlarını geri yansıtan kükürdün atmosfere püskürtülerek, yeryüzündeki ısınmanın azaltılabilmesi esasına dayalı. Karbondioksidin atmosferde ısıyı tutarak sıcaklığın yükselmesine sebep olduğunu biliyoruz. Kükürt ise karbondioksidin aksine güneş ışınlarını geri yansıtıyor ve yeryüzü ekstra bir ısınmaya maruz kalmıyor. Paul Crutzen, kükürdü artırarak karbondioksidin etkisini dengeleyebiliriz diyor.

Bunun için dev balonlardan yararlanılıyor ve kükürt, uygun irtifada atmosfere salınıyor. Paul Crutzen, atmosfere bırakılan kükürt taneciklerinin ilk olumlu sonuçlarının 6 aydan itibaren görülmeye başlamasını, atmosfere bırakılan kükürdün havada en az iki yıl etkin kalmasını bekliyor. Projenin ilham kaynağı ise 1991 yılında Filipinler’deki Pinatubo yanardağının patlaması. Milyonlarca ton kükürt açığa çıktı ve yeryüzünde sıcaklığın yarım santigrat derece düşmesine yol açtı.

Bu iki proje dünyayı kurtarmak için üretilmiş onlarca projeden yalnızca iki tanesi. Dünyayı başımıza yıkacaklar esprisi bir yana, ilk etapta kulağa hoş geliyor "güneş panellerini koy, güneş ışınlarının yüzde 2’si geri gitsin, biz de kurtulalım bu küresel ısınmadan" diyesi geliyor insanın. Ama bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında o kadar küçük ki, ne yaparak neyi tetikleyeceğimizi kestirebiliyor muyuz? Hayır. Dünyamızın 4 milyar yaşında olduğu sanılıyor ve kurulduğundan bu yana iç etkiler ya da astronomik konum farklılaşmaları ile kimyası ve sıcaklığı sürekli değişmiş. Yani biz atmosferi bu kadar hırpalamadan önce de yaşantısında değişimler vardı ama bu bir denge içerisinde gidiyordu. İşte bizim fosil yakıtlarla yaptığımız müdahalemiz 100 yıllık bir süreçte adım adım bizi bu hale getirdi. Güneş ışınlarının bir anda yüzde 2’sinin kesilmesi kim bilir ne tür bir refleks oluşturur. Bu nedenle belki bu tür projelere düşük düzeylerde başlanıp, belki alınan sonuçlara göre adım adım hedeflenen noktaya ilerlenebilir.
Yazının Devamını Oku

Sıradışı bahar havası

17 Kasım 2006
Marmara’da sıcaklıklar 19-20 derecelere ulaşıyor, Kıyı Ege, Akdeniz ve Güneydoğu’da 20 dereceyi aşıyor. Haftasonunda da bu değerler üzerinden sıcaklıklar yalnızca birkaç derece azalacak. Bu yıl istatistiki olarak beklediğimiz meteorolojik olaylar hep ters gidiyor. Kasımın ilk haftasında Marmara’da yıllardır görülmeyen kar vardı. Şimdi de ayın ortalarını geçirirken bahar tekrar canlandı. Yurdun hemen hemen tamamında güneş bolca görülüyor ve ısısını da hissettiriyor. Marmara’da sıcaklıklar 19-20 derecelere ulaşıyor, Kıyı Ege, Akdeniz ve Güneydoğu’da 20 dereceyi aşıyor. Haftasonunda da bu değerler üzerinden sıcaklıklar yalnızca birkaç derece azalacak. Önümüzdeki haftanın ortalarına doğru ise sıcaklıklar kuzey bölgelerde 4-5 derece düşecek. Yurdun büyük kısmında havanın ısınmasından, güneşin görülmesinden bahsediyorum, ama Doğu Anadolu’da durum biraz farklı, kuzeyinde bugün ve haftasonunda kar yağışları var ve bu yağışlar 3 gün sürecek, ulaşımda sorunlara yol açabilir.

ILIK GÜNLERİN TADINI ÇIKARTIYORUZ!

Geçen gün bir arkadaşım, "Neden bizi uğraştırıyorsunuz? Yok gerçek sıcaklık, yok hissedilen sıcaklık diyorsunuz, bizi etkileyen neyse onu verseniz olmaz mı?" diye sordu. "Sen işine baksana, hem meteoroloğa karışılmaaaaaaz!" şeklindeki tepkimden sonra baktım ısrar ediyor, kendisine şu şekilde izah etmeye başladım. Aslında bu şekilde düşünenler bir yerde haklı, bir yerde değil. Zira gerçek sıcaklık her şey ve herkes için aynı, ancak hissedilen sıcaklık kişiden kişiye değişiyor. İnsanların terleme durumuna göre şekil alıyor. Hep şikayet ettiğimiz terleme, gerçekte vücudumuzun doğal soğutma mekanizması. Aslında biz kışın da, yazın da aynı oranda terliyoruz, değişen ise çevre koşullarına göre teri vücudumuzdan atabilmemiz ya da atamamamız. Hissedilen sıcaklığı iki aşamada çok basitçe anlatabiliriz. Birincisi, su ya da herhangi bir sıvı, nemi düşük olan bölgede hızlı, nemi yüksek olan bölgede ise yavaş buharlaşır, bu bilgi cepte dursun. İkincisi, bir çaydanlıkta su düşünün, ocaktan ısıyı-enerjiyi alıyor ve su buharlaşıyor. Yani ısıyı aldığı müddetçe su buharlaşabiliyor. Bu iki bilgiyi insan bedenine uygulayalım. Vücudumuzdan çıkan ter buharlaşabilmek için, çaydanlıktaki su gibi bir yerden ısı almak durumunda, mecburen ihtiyacı olan bu ısıyı cildimizden emiyor. Biz bedenimizdeki ısının bir kısmını terin buharlaşmasına harcadığımız için serinliyoruz. Ancak hemen cepteki bilgiyi hatırlayalım, nem ne kadar yüksek ise su o kadar zor-ağır buharlaşıyordu, işte havadaki nem arttıkça terin buharlaşması ağırlaşıyor ve zorlaşıyor, bu durumda gerçek sıcaklığın üzerine, terin buharlaşmamasından ötürü vücutta kalan ısı da ekleniyor. İşte hissedilen sıcaklık farkı bu şekilde ortaya çıkıyor. Terleme durumu kişiden kişiye değiştiği için hissedilen sıcaklık da farklılık gösteriyor.

HİSSEDİLEN SICAKLIKLAR NEDEN DÜŞÜYOR

Bugünlerde ise bu durum terse dönüyor, rüzgarın kuvvetlenmesi ile hissedilen sıcaklıklar düşüyor. Rüzgar cildimize yakın bölgedeki nemi süpürüyor ve terin çok süratli buharlaşmasına neden oluyor, ter kendini buharlaştırmak için en yakınından ısı emiyor, bu alan da tabii ki vücudumuz oluyor. Bu durumda da sıcaklığı gerçek değerlerin altında hissediyoruz ve üşüyoruz. Neyse ki bugünlerde hava sakin, ısınan havanın tadını rahat rahat çıkartabiliyoruz. Ama rüzgarsız havada da handikap şu; gece ayazla sıcaklık düşüyor, bu sefer rüzgarı ya da ne at bir kenara, havanın gerçek sıcaklığı düşüyor ve sabah ve akşam saatlerinde üşüyoruz. Buna da ayaz deniyor ama bu konuşulacak ayrı bir konu.
Yazının Devamını Oku

Bu hafta sonu da sağanak var

10 Kasım 2006
Havalar yine bozuyor. Bugün akşamdan itibaren kuzeyden yeni bir soğuk hava sistemi geliyor. Bu sıcaklık düşüşü Marmara, Karadeniz, İç Anadolu ve Akdeniz’de gök gürültülü sağanak yağışlara yol açacak. Haritada da gördüğünüz gibi gök gürültülü sağanak yağışlı alanlarda su baskını riski söz konusu, dikkat! Sıcaklıklar da 7-8 derece azalıyor. Pazar günü tekrar artacak, ama önümüzdeki haftanın ortalarında tekrar düşecek. Bu soğuk dalgalanmaları kasım ayı içerisinde birkaç kez daha görebiliriz.

BİZ NEYMİŞİZ BE ABİ

Son BM raporu hepimizi şoke etti. Türkiye küresel ısınmaya yol açan sera gazları salınımını en fazla artıran ülke çıktı. 40 ülke içerisinde birinci olduk.

Yanlış anlaşılmasın, miktar olarak değil, oransal artış olarak birinci olduk. Yoksa lider her zamanki gibi ABD. Türkiye yüzde 72, 6’lık bir artış oranıyla birinci oldu. Bunun rakam olarak karşılığı 294 milyon ton karbondioksit demek. G-8 ülkeleri dışında Türkiye’yi takip eden İspanya, Ukrayna ve Polonya’nın oranları; yüzde 49, Portekiz’in yüzde 47.

Sera gazlarını azaltan ülke var mı? Evet var, başta Almanya ve İngiltere geliyor.

Şimdi buraya kadar durum nasıl? Biz kötü, Avrupa iyi öyle mi? Bakalım yazımın devamını okuyunca aynı şeyi düşünecek misiniz?

Kyoto Protokolü’nü, dolayısıyla 2008-2012 yılları arasında ısınmaya neden olan kirleticilerin, 1990’lı yıllardaki seviyesinin yüzde 5 ya da daha fazla altına indirilmesi öngörüsünü destekleyen ülkelerin öncüleri ağırlıkla Batılı, gelişmiş ülkeler. Hızlı fosil yakıtların tüketimini ve atmosferin refleks süresini işin içine kattığımızda ısınmaya bağlı sıkıntıların 20. yüzyılın ortalarından sonra ortaya çıktığını görüyoruz. Bu dönemde Avrupa ülkeleri fosil yakıt tüketimi ile sanayilerini zirveye doğru çıkartıyorlar. Ardından biz ve bizim gibi kalkınmakta olan ülkeler sanayileşmeye yöneliyor. Biz sanayimizi büyütme çabasındayken Avrupa üretiminin büyük bölümünü ülkesinde yaptırmak yerine, Asya’ya kaydırmayı daha ekonomik buluyor ve bazı Asya ülkelerinde üretim katlanarak büyüyor. Aynı dönemde de küresel ısınma artık alarm vermeye başlıyor. Bu durumda Kyoto Protokolü’ndeki gibi önlemler gündeme geliyor. Batılı gelişmiş ülkeler vaktiyle sanayi büyümelerini fosil yakıtlarla tamamladılar ve teknolojilerini temiz enerjiye yönlendirmeye başladılar. Fosil yakıt tüketip sanayileşmeni tamamla, ardından mahvolan atmosferi kurtarmak için önlemler al ama aynı zamanda para da kazan. İşin içinde bir de birçok ülkenin üretimini taşıdığı Çin var. Tam bir kapalı kutu, atmosfere verdiği zarar önümüzdeki dönemlerde anlaşılacak. Şimdi soru; atmosfere zarar veren hangi ülkeler? Asya’da üretimi gerçekleştiren firmaların mensubu bulunduğu ülkeler mi? Yoksa bugün araştırmalar sonucu ortaya çıkan Türkiye gibi yüksek oran sahipleri mi?
Yazının Devamını Oku

Sel tehlikesi sürüyor

3 Kasım 2006
Tabiri yerindeyse, hava yine tam mesaide. Seller art arda geliyor ve tehlike devam ediyor. Bugün Akdeniz, İç Anadolu’nun doğusu ve Güneydoğu’nun batısında sel ihtimali var. Haftasonunda ise sel tehlikesi Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da söz konusu. Yine cumartesi günü, Karadeniz’de sel meydana gelebilir, doğusunda yağışların heyelana yol açma ihtimali var. Lütfen dikkat, benim başıma gelmez demeyin, bu bahsettiğimiz bölgelerde ve dere yataklarına yakın çevrelerde yaşıyorsanız risk altındasınız demektir. Dibini görmediğiniz suya adımınızı atmayın diyoruz.

Gelelim soğuklara. Bugünden itibaren Türkiye’ye soğuk hava sistemi giriyor. Bu soğuk hava Marmara, Kuzey Ege ve Batı Karadeniz’de fırtına şeklinde esen rüzgarlarla olacak. Yağışlar Marmara ve Batı Karadeniz’de karla karışık yağmura dönebilir. Haftasonunda ise özellikle Bolu çevrelerinde beklenen kar yağışının ulaşımı etkileyecek seviyede olacağı sanılıyor. Yüksek ihtimalle mini dalgalanmalarla ayın 9’una kadar soğuklarla beraberiz.

HABERİMİZ YOK!

Sellerin uyarıları günler öncesinden yapıldı. Güneydoğu’daki ilk selin uyarısını 4, ikinci selin uyarısını ise 1 gün önceden verdik. Ne kadar vatandaşımız kayıp? Yalnızca Güneydoğu’da 25’e yakın.

Bakın 3 gün ara ile Güneydoğu’da iki sel meydana geldi. İlk selde 16 ev çöktü, 100’ün üzerinde ev kullanılamaz hale geldi ve her şeyin ötesinde maalesef 5 kayıp verdik. Aradan 3 gün geçiyor, bu sefer uyarılar bir gün öncesinden veriliyor ama insanlar yine rutin şehirlerarası kara ulaşımını yapıyor, hatta bazı yetkililer rutin şehirlerarası planlarını bozmadan günlük yaşamına devam edebiliyor. Sonuç; bu ikinci selde yine sadece Güneydoğu’da 12 saat içerisinde kaybettiğimiz insanımız 20’nin üzerinde.

Hangi teknolojiye sahip olursanız olun, bazı meteorolojik afetlerin önüne geçemeyebiliyorsunuz. Dünya devi Amerika Birleşik Devletleri’ni de fırtınalar vuruyor, binlerce insan ölebiliyor. Ama burada bir kayıtsızlık, insanımızın günlük işlerine rahatlıkla devam etmesi durumu söz konusu. Göz göre göre de sele koşarak gidilmeyeceğine göre, insanın aklına sel ihbarlarımızın vatandaşlarımıza (hatta bazı eylemler sebebiyle yetkililerimize de) ulaşamadığı geliyor. Tabii herkes televizyon seyretmiyor, gazete okumuyor. Bu durumda afet uyarılarının devlet yolu ile halkımıza duyurulması gerekiyor. Benim şöyle bir teklifim var: İlçelerin, beldelerin, köylerin, mezraların yöneticilerine bu tür sel ya da doğal afet ihbarlarının ulaştırılıp, cami minarelerinden, ya da köy hoparlörlerinden insanlara duyurulması sağlanabilir, alınması gereken önlemler hatırlatılabilir. Bu uyarılar kayıpları çok azaltacaktır. Küresel ısınma nedeni ile gelecek sorunların, Türkiye’de birincil olarak "sel" şeklinde kendini göstereceği aşikar ama insanın içini acıtan bu denli büyük rakamlarda can kayıplarının önüne geçilmesi gerekiyor ve inanın geçilebilir, çok zor değil. Yanlış yerleşim alanları, vatandaşların ya da yetkililerin ihmalkarlığı, belki bencillik, ya da dere yatağının dibine yapılan ve yapımına izin verilen evler, belki bu denli büyük yıkımın nedeni bunlar! Ama bu başka bir tartışma konusu, ben burada acil olarak şuna değinmek istiyorum; Vatandaşlarımızın bir kısmının (bu sayının hatırı sayılır bir oran olduğunu düşünüyorum) bu beklenen ve duyurulan meteorolojik afetlerden haberdar olmadıklarını düşünüyorum. Kayıplarımıza rahmet, ailelerine sabır diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Doğu bölgelerde sel tehlikesi

27 Ekim 2006
Bayram tatilindeki ılık günlerin ardından sıcaklıkların dalgalanacağından bahsediyorduk. Yurdun birçok kesiminde dalgalanmalar kendini gösteriyor ve gök gürültülü sağanaklar oluşturuyor. Güneydoğu, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de bu yağışlar sel tehlikesi oluşturuyor. Yağışlar özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da sele, Doğu Karadeniz’de ise heyelana yol açabilir. Hem yetkililere, hem de bu saydığımız bölgelerde yaşayanlara bugün ve hafta sonu beklenen yağışlara karşı önleminizi alın diyoruz.

Sel tehlikesi, hem küresel ısınma, hem de dönem itibarıyla Türkiye için katlanarak artıyor. Geçtiğimiz günlerde hep beraber yaşadık, sel yapacak sistem bağıra bağıra geldi, Güney Ege ve Akdeniz’i vurdu. Birçok merkezde okullar tatil edildi. Buna benzer bir sistem de bu sefer Doğu Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri için söz konusu olabilir. Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesine dikkat çekiyoruz.

Küresel ısınma ile ilgili konular açıldığında hep bahsediyoruz, dünya üzerinde birçok merkez için risklerin başında sel geliyor. Bu genel tehlike, bir de dönem itibarıyla direkt Türkiye’yi ilgilendiren ekstra bir durum var. Hava sıcaklıklarının deniz suyu sıcaklıklarının altında kalması durumu.

Aynen çaydanlıktaki suyun kaynaması örneği gibi; çaydanlık ocaktan ısıyı alıyor, içindeki suyun sıcaklığı yükseliyor, havanın sıcaklığı suyun sıcaklığının altında kalıyor ve buharlaşma artıyor (başlamıyor, artıyor! Çünkü su her sıcaklıkta buharlaşabilir), çaydanlıktaki suyun sıcaklığını ne kadar artırırsanız, o kadar hızlı buharlaşır. Deniz suyu için de durum aynı. Deniz suyu sıcaklığının, hava sıcaklığından fazla olması ile denizden havaya olan buharlaşmayı artırır. Bugünlerde Akdeniz’de deniz suyu sıcaklıkları 24-25 derecelerde. Yani Marmara’nın yazın gördüğü en yüksek değerler. Hava sıcaklıkları da kasıma yaklaştığımız şu günlerde doğal olarak ara ara güneyde de 25 derecenin altına iniyor ve bu geri dönüşüm başlıyor. Hava sıcaklığının deniz suyu sıcaklığının altında kalması ile buharlaşma artıyor, serin havayı getiren sistem havayı karıştırıyor ve havadaki yüksek nem yere yağış olarak iniyor, ancak bu yağış anında denizlerden buharlaşmaya devam ediyor. Yani yağışı besleyen nem, deniz üzerinde sürekli oluşuyor. Tabii hava sistemlerinin ve rüzgarların etkisi ile Akdeniz’den çıkan nem sürüklenerek, Güneydoğu’yu, Karadeniz’deki de Doğu Anadolu’yu vurabiliyor. Karadeniz, bölgesinde bulunan deniz etkisi ile zaten aynı risk altında. Tekrarlıyorum, bugün ve hafta sonu Güneydoğu başta olmak üzere Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu’da sel riskine karşı dikkat diyoruz. Dönem itibarıyla gözünüz kulağınız her zamankinden daha fazla bizde olsun.
Yazının Devamını Oku

Üşüyenlere iyi haber, ısınıyoruz!

20 Ekim 2006
Bu hafta kışı şöyle kıyısından köşesinden hissettik. Serin değil, soğuk diyebileceğimiz günler vardı. Su baskınları ve seller de üzücü tablolar oluşturdu. Bugünden itibaren ise batı bölgelerden başlayarak hava açmaya, sıcaklıklar tekrar yükselmeye hazırlanıyor. Bugün ve cumartesi günü orta ve doğu bölgelerde aralıklarla yağışlar olacak. Pazar günü yağış yurdun tamamından ayrılıyor. Tabii bugünlerde herkesin merakı bayram havası! Öncelikle bültenlerimizi takip edin diyoruz. Sonra da bayramın ilk gününde Marmara ve Karadeniz’de yağış beklediğimizi, sonrasında yağışın Marmara’dan ayrılacağını, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da devam edeceğini söylüyoruz. Sıcaklıklar ise zaten bu haftasonundan itibaren kuzey bölgelerde bile 20 dereceye ulaşmaya, hatta yer yer üzerine çıkmaya başlıyor.

PETROLDEN BİR KURTULABİLSEK

Nedir bu dünyanın petrolden çektiği? Enerji veriyor, geri kalanını alıyor. Şimdi bana diyeceksiniz ki, "Sevgili ailemizin meteoroloğu, güzel diyorsunuz ama o petrol olmasa, belki yazılarınızı yazdığınız bilgisayarı alamayacaksınız, hatta hiç yapılamayacak, yediğiniz çikolatayı (ki ben şerbetli tatlıları tercih ederim), giydiğiniz kıyafeti, izlediğiniz filmi göremeyeceksiniz." Yapmayın, tüm tabiat, bitkiler, hayvanlar, atmosfer enerjisini güneşten alabiliyor da biz mi bundan faydalanamayacağız? İşin başında yönelmemişiz temiz enerji üzerine. Çalışmalar var ama hálá güneş enerjisi ya da diğer enerjileri de içine katarak genel adıyla temiz enerji üzerine yönelmiyoruz.

Bakın soluduğumuz havayı mahvettiğimiz gibi, bir de işler iyice karışsın diye atmosferin yukarı tabakalarını da kirletiyoruz (stratosferik kirlilik). Hava taşımacılığı o kadar arttı ki, yerdeki çizgisel kaynakların (trafiğin yoğun olduğu otoyollar) ötesine geçmeye başladı. Öngörüler 30-35 yıl içerisinde hava trafiği kapasitesinin 3 katına çıkacağı yönünde. Bu öngörüyü yapan Avrupa Parlamentosu vergileri artırarak çevre kirliliğinin, hatta iklim değişiminin biraz da olsa önüne geçmeyi planlıyor. Bu da çare değil, bakın bu vergilerin yükselmesi belki atmosferi kurtarmak için ama bu sefer de ucuz uçuş sağlayan firmaların tekrar fiyatlarını artırma olasılığını ortaya çıkartıyor. Ulaşımın devamı, dolayısıyla pahalanan biletleri alabilmek için daha fazla üretim ve tüketim gerekecek, bu da daha fazla fosil yakıt kullanımı anlamına geliyor. Ne oldu? Böylelikle atmosferi mi kurtardık?

HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEYECEK Mİ

Küresel ısınmaya neden olan gazları atmosfere en fazla yayan ülkenin ABD olduğundan bahsetmiştim. Ve bu ülkenin yaydığı kirleticilerin üçte ikisi, 3 büyük araba üreticisinin ürettiği araçlardan atmosfere yayılıyor. Dünya nüfusunun yüzde 5’ini, petrol rezervinin ise yalnızca yüzde 1,4’ünü bünyesinde barındıran ABD, atmosfere en fazla kirletici salan ülkelerin başında ve bu kirleticilerin çok büyük kısmı ulaşım kaynaklı. Yani hava yolları ile yukarı atmosferi, karayolları ile de yakın seviye atmosferi kirletiyoruz.

Şimdi bakın; dünya rezervlerinin yüzde 1.4’ü ABD’de, yüzde 2.5’i Nijerya’da, yüzde 3’ü Libya’da, yüzde 5’i Rusya’da, yüzde 5.6’sı Venezüella’da, yüzde 7’si Kuveyt’te, yüzde 8’i Irak’ta, yüzde 10’u İran’da, yüzde 12’si Kanada’da ve yüzde 20 ile en yüksek rezerv dilimine sahip Suudi Krallığı’nda. Ve bu rezervlerin şu anki tüketimle ortalama 100 yıllık ömürleri var. Bu kadar kapasite, bu kadar petrol ömrü, bu kadar hırs bazı ülkelerde olunca hiçbir şey değişmeyecek demek! Eeee bayram üstü yazdıklarım boşa mı gitti şimdi?
Yazının Devamını Oku

Aman hafta sonu üşütmeyin

13 Ekim 2006
Bu hafta sonu biraz daha serinliyoruz. Sıcaklıklar Marmara’da, İç Anadolu’da, Karadeniz’de 20 derecenin altına iniyor. Bugün Ege’de etkili olacak sağanak yağışların su baskını oluşturma ihtimali var, riskli alanlara dikkat diyoruz. Hafta sonunda yağışlar ağırlıkla Karadeniz ve Doğu Anadolu’da olacak. Bu arada pazar günü Doğu Anadolu’nun kuzey kesimlerinde karla karışık yağmur görülebilir. Eğer serinleme bayram konusunda sizi tedirgin ettiyse, biraz serinkanlı olun ve bizi takip edin. Sanki iyi haberler verebileceğim gibi, ayrıntılar hava durumu bültenlerimizde ve önümüzdeki hafta yine bu sayfada.

DÜNYA KAYNIYOR

Size bir iyi bir kötü haberim var, hangisini önce duymak istersiniz? Sonrasında ağzımda sevdiğim tat kalsın diye sevdiğim yemeği sona saklarım ben. Bu nedenle önce kötüden başlıyorum. Artık Alpler’de kaymak güçleşecek, kayak merkezleri her geçen gün daha kuzeye çekiliyor. İyi haber ise artık yelkenli ile kutuplarda dünya turu yapabileceğiz, çünkü ısınmadan dolayı kutup buzullarında büyük çatlamalar başladı.

Avrupa Uzay Ajansı geçenlerde bir açıklama yaptı, Avrupa’nın kuzey ucundan kutuplara uzanan çatlağın İngiltere’den daha büyük olduğunu söyledi. Normal şartlarda hiç erimeyen buzul tabakasının (mevsimsel büyüme ve küçülme dışında kalan buzulların ana kütlesi) yüzde 5 ila 10’unun yaz sonu fırtınalarıyla beraber kırıldığını açıkladı. Norveç’in kuzey ucundaki Svalbard takımadalarıyla, Sibirya’nın Severnaya ve Zemlya adalarından kutba doğru ilerleyen alanda, İngiltere’den daha büyük bir kırığa rastlandı.

Ve tam burada, Avrupa Uzay Ajansı yetkilisi açıklamalarına şunu da ekliyor; bu şekilde ısınma ve buzul erimeleri devam ederse 20 yıla kadar yelkenliler artık kutup okyanusundan geçerek dünya turu yapabilecekler. Avrupa-Asya arasında deniz yolu daha uzun süre açık kalabilecek. Belki amaç bu değil, ama "Bu arada 2 milyar insan açlık ve yaşam tehlikesi altında kalacak ama ne yapacaksınız, ölenle ölünmüyor" gibi bir yaklaşım çıkmış ortaya. Hiçbir yetkili, buzulların erimesinden bir memnuniyetleri varmış sonucu çıksın istememiştir tabii ki, ama dikkatlerin çekilmesi gereken açlık ve hastalıklarla uğraşacak insanlar olması gerekmez mi?

Küresel ısınma öyle baş döndüren hızla ilerliyor ki, 1980’lerde buzul yüzeyi 8 milyon kilometrekareydi, aradan yalnızca 25 yıl geçiyor ve şimdi 5.5 milyon metrekare. Buzulların erimesi ile tatlı su ortaya çıktığı için okyanusların tuzluluk dengesini, buna bağlı olarak okyanus akıntılarını değiştiriyor. Akıntılar da bölgesel iklim değişimlerine yol açıyor. Örnek; Kuzey Avrupa’nın 20 yıla kadar soğuk döneme girme riski. Okyanus akıntıları ile oluşan Golf Stream’in yavaşlaması ya da durması, Kuzey Avrupa’ya ılık hava taşınımını azaltır ya da kesebilir, bu durumda da bölge iklimi, kendi enlemlerine muadil Rusya şehirlerinin durumuna dönmesine yol açabilir.

1850’lerde Alpler’de yaklaşık 4474 kilometrekare buzul yüzeyi vardı, 2000’lerde ise 2.272 kilometrekareye indi. 150 yılda yarı yarıya yok oldu. Eskiler, herkes birbirine girdiğinde "Dünya kaynıyor" derler ya, bizde bu çaba olduktan sonra dünyayı yakında kaynatırız bile...
Yazının Devamını Oku

Sıcaklar gidiyor, yağış olabilir

6 Ekim 2006
Güneşli ılık günlere umarım çok alışmamışsınızdır. Sıcaklıklar dalgalanmaya, gökyüzü bulanmaya, sağanak yağışlar oluşmaya hazırlanıyor. Cumartesi günü Trakya’da beklenen sağanak yağışlar akşam saatlerinde İstanbul çevrelerine kadar ulaşabilir. Pazar günü ise yurdun orta ve batı kesimleri aralıklarla bölgesel sağanak yağışlar alacak. Sağanak yağışlarla sert rüzgarlar da oluşacak. Tabii sonbahara güven olmaz ama şu anki tabloda haftasonundan itibaren beklenen serinlemenin ardından tekrar bir artış görünmüyor.

BU KADAR KISA PASTIRMA YAZI OLUR MU?

Dikkat ettim de bu pastırma yazı her geçen gün geriye doğru geliyor. Ya da bunun bir periyodu var, 3-5 ileri, 3-5 geri yapıyor. Çünkü normal koşullarda, Saatli Maarif takviminde de geçtiği üzere, ekimin sonu ile kasımın ilk iki haftası aralığında bir 10 gün kendini gösterir. Ancak son birkaç yıldır biraz öne, ekimin ortalarına doğru geliyor. Bu yıl bakalım ne olacak? Eğer son günlerde yaşadığımız sıcaklar pastırma yazı ise bu demek oluyor ki, ay sonunda bir sıcakla daha karşılaşmayacağız. Yok bu pastırma yazı değilse, ay sonunda tekrar bir sıcak olacaksa, artık biz de bugünlerde yaşadığımız ılık günlerin adını "İftarlık Ramazan Pastırması Yazı" koyarız :)

Şu an itibariyle ay sonunda tekrar gelişecek bir sıcak görünmüyor. Aslına bakacak olursanız hiçbir atmosferik olayda olmadığı gibi pastırma yazının da kesin bir periyodikliğı yoktur. Yani her yıl aynı zamanda gelmiyor. Hani ay sonunda şu an itibariyle yaz tadında günler olmayabilir derken şunu atlamayın, belki de tam gerçek zamanında, kasımın ilk günlerinde gelir pastırma yazı.

Neyse, pastırma yazının adı nereden geliyor biliyor musunuz? Tahmin etmek zor olmamıştır, sanırım herkes "pastırmadan" diyordur. Peki "yazı" nereden geliyor? Size şunu söyleyeyim, aslında bu dönemin iki adı var; birincisi "pastırma yazı", ikincisi "pastırma ayazı". Büyüklerimiz düşünceli davranmış ve tarihsel olarak kışa ilerlerken son bir yazı anımsatan günler dizisinin adını sıcak sevenler için "pastırma yazı", serin sevenlere içinse "pastırma ayazı" şeklinde alternatifli koymuşlar. Pastırma yazı, ya da pastırma ayazının adı, pastırmanın bu dönemde en iyi olgunlukta yapılması, et ile çemenin soğuk ve yağışsız gecelerde daha iyi kaynaşmasından, dolayısı ile pastırma kurutma işinin bugünlerde yapılmasından geliyor. Et ile çemenin iyi bir şekilde kaynaşabilmesi için soğuk ve yağışsız havaya, yani ayazlı gecelere ihtiyaç var. Gece ayaz olmasını sağlayan yüksek basınçlı, yani açık havalarda haliyle gündüze de hava yansıyor ve güneşin görülmesi ile yazı anımsatan günler oluşuyor. Bu yüzden "Pastırma Yazı" denmiş. Pastırmaların kurutma işlemi gece açık havada, gündüz ise gölgede yapılıyor.

Pastırma yazının ABD’deki muadili Indian Summer (Kızılderili Yazı). Kışa girmeden önce yaşanan ve ilk etkili don olayının ardından yazın geri dönmesi olayına diyorlar. Hiçbir çabadan kaçınmayan ailenizin meteoroloğu, oturduğu yerde oturmadı, sizin için Kızılderili Yazı’nın adı nereden geliyor araştırdı. İki görüş buldum, birincisi; Hint Okyanusu üzerinden ticaret o dönemde canlandığı için, ikincisi Kızılderililer bu dönemde ava çıktıkları için.
Yazının Devamını Oku