◊ Sundance Film Festivali’nde olmak nasıl bir duyguydu?
- Orası festival yapmak için çok sıra dışı bir yer. Küçük bir kasaba aslında. Bir kış oteli gibi. Her yer karlarla kaplı. O yüzden atmosferi diğer festivallere göre çok farklı. Havanın soğukluğuna nazaran insanlar aşırı sıcak ve kucaklayıcıydı. Yani çok güzeldi gerçekten. Onun dışında film, bizim beklediğimizin çok daha ötesinde olumlu eleştiriler aldı. Bu da bizi ekip olarak çok mutlu etti.
◊ Yönetmen Alireza Khatami ile bu film için yollarınız nasıl kesişti?
- Alireza Türkiye’de bir film yapmak istediğini söylemiş. Konuştuğu insanlar da kim oynayabilir diye aralarında tartışırken beni önermişler. Alireza o sırada Kanada’daydı, benimle görüntülü konuşma yapmak istedi. Zoom üzerinden görüştük. Zaten birbirimize ısınmamız 5 dakika bile sürmedi. Ondan sonra bu yolda beraber yürüdük.
◊ Filmin aynı zamanda ortak yapımcısı olarak da görüyoruz sizi, işin bu tarafında daha önce yer aldınız mı?
- Evet, kısa filmlere yapımcılık yapıyorum zaten. Şimdi ilk kez hem uzun metraj hem de benim içinde yer aldığım bir filme ortak yapımcı oldum ve devam ettirmek istiyorum.
ARAMIZDA DİL BARİYERİ VARDI
◊ Bu kadar geniş bir duygu yelpazesini yalnızca sesle ifade etmek ve bunu mekanik bir hisle yapmamak… Bunun nasıl üstesinden geldiniz?
- Chris inanılmazdı. Bu işin başında ona neden beni Roz rolünde düşündüğünü sordum, sesimin sıcaklığını sevdiğini söyledi. Yani, benim gibi sesi olan ama ve onun geçirdiği evrimi tasvir eden bir Roz istediğimizi biliyorduk. İş başlayınca bir nevi tersine mühendislik yaptık. Siri’den, TikTok ve Instagram’daki seslerden ilham aldım... “Vahşi Robot” için çok sayıda deneme yanılma yaptık, Roz’un birçok versiyonunu hayata geçirdik. İki buçuk yıl boyunca çalışmanın güzelliği de bu zaten. Senaryo geliştikçe ses de gelişti. Zaten senaryoda Roz’un sesinin yeni ortamına nasıl uyum sağladığına dair işaretler vardı... Sadece ne zaman ve nasıl olduğunu ayarlamak gerekiyordu...
◊ İzleyicilerin bu filmden almasını istediğiniz en önemli mesaj nedir?
- Nezaketin bir güç olduğu mesajı. Bence çoğu zaman nezaket bir zaaf gibi düşünülebilir. Ve bu filmde bunu gösteriyoruz... Hesaplaşılması gereken bir güç.
DOĞRU YARATICI KİMYAYI BULMAK ÇOK ÖNEMLİ
◊ Kayıt deneyimi nasıldı? Ses kabininde neler yaşanıyordu?
- Çok eğlendim. Her kayıt oturumuna gittiğimde, yeni sayfaların üstünde yönetmenimize notlar vererek başlardım. Ve Chris buna çok açıktı... Bunu Chris’le paylaşmak gerçekten harikaydı. Sayfada yaşadığım sorunu ele alırdı, kabin sessizleşirdi. Ben diğer odada neler olup bittiğini duyamazdım. Chris sonra mikrofona geri dönerdi ve sorunu çözmüş olurdu. Harika bir ilişkimiz vardı. Filmde kendimi değerli ve katkı sağlayan hissettim. Bu yüzden, son ürünü gördüğümde bir parçası olduğum için parmak izlerimi üzerinde gördüğüm için minnettarlıkla doldum. Sonra herkesin filme kattıklarını gördüm. Bu harikaydı. Bence doğru yaratıcı kimyayı bulmak çok önemli. Ayrıca kendime karşı nazik olmayı öğrendim çünkü bir ses kazası geçirdim.
◊ Bu filmde çalışmak size Hollywood’daki görünüm veya belirli bir imajı koruma baskısı konusunda yeni bakış açıları kazandırdı mı?
- Sanırım senaryoya yönelme sebeplerinden biri, filmin hepimizin hayatında ne yazık ki fazlasıyla mevcut olan bu konuları zarif, fantastik ve heyecanlı bir şekilde ele almasıydı. Dansçı olarak büyüdüm çok kısa bir süre modellik yaptım ve sonra oyunculuğa başladım. Ve izlediğim yolun her bir adımında özellikle dans dünyasında, mükemmel olma veya sahip olduğun görüntüde ulaşılamaz şeylere sahip olma fikri üzerinde inanılmaz baskı vardı... Ama artık bu standartların çoğunun yıkılıp yeniden inşa edildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bunun için çok şanslıyım. Hâlâ bu sektörde hayatta olduğum için gerçekten minnettarım. Herkesin hayatında bir şekilde bu temalarla uğraştığını düşünüyorum. Ve Sue’yu oynamak kesinlikle fırtınanın içine girmekti. Zorluydu, zihinsel ve fiziksel olarak zorlayıcıydı ve bir nebze yorucuydu. Ama tüm bunlarla başa çıkmak zorunda kaldığım için mutluyum ve kendimi daha güçlü hissediyorum. Aynı zamanda kadına yönelik beden ve yaş algısı konularında dünyanın 10 yıl öncesine göre daha iyi bir yerde olduğunu düşünüyorum ve umarım daha iyi bir hale gelir.
◊ Birçok kadının sahip olmak istediği güzelliğe sahip ama aynı zamanda düşmanca bir karakteri canlandırmak nasıl bir histi?
- Dürüst olmak gerekirse garip bir karakteri oynadım. Daha önce hiç buna benzer bir deneyim yaşamamıştım. Çok tuhaf, kalpsiz, ruhsuz bir kadındı Sue. Bir insan olmanın en kötü yanları. Ama ben bu karakteri oynayarak daha büyük bir mesajın parçası olduğumu hissediyorum.
◊ Filmde çekerken en çok eğlendiğiniz sahne neydi?
- En eğlendiğim dans sahneleriydi ve talk show sahnemi yaparken çok eğlendim. Gerçi bu filmde benim için en ödüllendirici olan Demi Moore ile birlikte çalışmaktı. Ona çok hayranım.
* “The Day of the Jackal” sizi televizyona geri getirdi. Neden?
- Gerçek şu ki, iş seçme şeklimde bir strateji çok olmasını isterdim ama yok. Her zaman içgüdüsel kararlar veririm. Bana “The Day of the Jackal”ın ilk üç bölümünün senaryosu gönderildi. 1973 yılında Edward Fox’un rol aldığı “The Jackal” filmini izleyerek büyümüştüm. Babamın en sevdiği filmlerden biriydi. O filmi çok genç yaşta izlememe rağmen, içinde ilgi çekici bulduğum bir sürü şey vardı. Senaryo geldiğinde, çok büyük bir tedirginlik hissettim çünkü sevdiğim bir hikâyeyi mahvetmek istemiyordum. Senaryo orijinalinde sevdiğim tüm nitelikleri koruyordu. Bu da beni projeye katılmaya yöneltti.
* Televizyonda bir karakteri keşfetmek için 10 bölüm gibi uzun zamana sahip olmak hakkında neler söylemek istersiniz?
- Karakterle birlikte uzun formatlı kalabilmek televizyonun güzel yönü. “The West Wing” tutkunuydum ve hâlâ da öyleyim. Yıllar önce Altın Küre’deydim eşimle birlikte. Odanın diğer ucunda Allison Janney oturuyordu. Eşim Hannah, Allison’ın yanına gidip, “Kocam yanına gelip kendini heyecandan rezil edecek çünkü çılgın bir CJ hayranı” demişti. Tamamen doğruydu. Karakterler uzun ve geniş zaman dilimlerinde hayatınızda olduğunda onları tanırsınız. Bir bakıma bu karakteri filmlerden çok daha samimi hale getiriyor.
* Çok fazla lokasyonda çekim yapmışsınız gibi görünüyor. Gittiğiniz yerlerden biraz bahsedebilir misin?
- Lokasyon çekimleri beni projeye yönlendiren çok çekici bir özellikti. Londra’da kış ve yağmurlar varken bir yere ışınlanmak güzeldi. En çekici lokasyonlardan biri Macaristan’dı keza Viyana, Londra, Hırvatistan çekimler yaptık. Budapeşte’de çalışmıştım ve oraya bayılıyorum. Daha önce Hırvatistan’a hiç gitmemiştim, gerçekten güzel buldum. Pag adında bir yer var, çekim yaptığımız bir ada, çok beğendim.
SAKİN VE SABIRLI OLMALISIN
Beyoncé, vakfı BeyGOOD aracılığıyla yangın mağdurları için 2.5 milyon dolar bağışta bulundu. Leonardo DiCaprio, 1 milyon doları yangından etkilenen ailelere yardım etmek için verdi. The Eagles grubu 2.5 milyon dolar, Jamie Lee Curtis 1 milyon dolar, iş insanı Rick J. Caruso ve eşi 5 milyon dolar bağışta bulundu. Jay Leno, 1941 model itfaiye aracını getirerek itfaiye çalışanlarına sıcak yemek servis etti. Jennifer Garner, şef José Andrés ile birlikte yangından etkilenenler için gönüllü çalıştı. Büyük stüdyolar ve yetenek ajansları evlerini kaybeden çalışanlarına ücretsiz veya indirimli konaklama imkânı sağladı.
“FireAid” yardım konseri
Yangın mağdurları için yardım kampanyalarına ek olarak, “FireAid” adında büyük bir konser düzenleniyor. Billie Eilish, Joni Mitchell, Lady Gaga, Dave Matthews, John Mayer, Earth, Wind & Fire, Green Day, Gwen Stefani, Pink, Red Hot Chili Peppers ve Stevie Nicks gibi ünlü sanatçılar sahne alacak. Apple Music, Netflix ve Amazon Prime Video da etkinliğe destek olacağını açıkladı. “Bu büyük organizasyonla hem mağdurları desteklemek hem de dayanışma ruhunu göstermek istiyoruz” dedi sahneyi paylaşacak mega starlar.
Hollywood’un yardımlaşma kraliçesi: Sharon Stone
Hollywood’da yardım ve sosyal sorumluluk projelerinin öncüsü Sharon Stone ile yangının ikinci günü konuştuk. “Bunun da üstesinden geleceğiz” dedi. “Evlerini kaybedenler ve etkilenenler için önce empati ve şefkat, sonra iş birliği” diye ekledi.
◊ “Babygirl” filminin fikri nasıl oluştu?
Halina Reijn: Bir kadın olmanın tüm farklı kısımlarını nasıl bir araya getirebileceğimi her zaman merak etmişimdir. Kendimin bazı kısımlarını gerçekten seviyorum ve dış dünyaya sunmaktan hoşlanıyorum. Ama bazı yönlerimden utanıyorum ve geriliyorum. Bu yüzden bir film yapmak istedim. Şu soruyu soruyorum; tüm farklılıklarımızı, kendimizin tüm farklı kısımlarını sevmek kabul etmek mümkün mü? Bu şekilde yazmaya başladım. Ve sonra eğlenceli ve keyifli bir film yapmak istedim ama daha karanlık alt akım ve varoluşsal bakış açısıyla...
◊ Peki sizin bu rolü kabul edip kendinize meydan okumanızın sebebi neydi?
Nicole Kidman: Hiç keşfetmediğim bir alandı. Doksanların gerilim türünde bir kadının cinselliğini, arzularını ve kendisini keşfetmesiydi. Kim olduğunun keşfini bir tür hız treni yolculuğunda yapıyoruz. Tamamen orijinal ve okuduğum andan itibaren çok cezbediciydi. Senaryoyu okuduğumda durmadan okudum Halina’yı aradım ve bir saatten fazla konuştuk. Ve bu konuşma tüm projenin metamorfozunun başlangıcıydı. Daha çok konuştukça ve prova yaptıkça şekillendirdi ve değiştirdi. Tüm prodüksiyon boyunca sürekli, titizlikle film üzerinde çalışabilen biriyle çalışmak harikaydı çünkü “Baby Girl” çok içgüdüsel bir film.
TANIŞTIĞIMIZ İLK ANDAN İTİBAREN UYUM SAĞLADIK
◊ Filmle ilgili herkesin konuştuğu şey karakteriniz Romy’nin genç stajyerle yaşadığı yasak aşk ve cesur sahneler. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Nicole Kidman:
◊ “Maria” filminde Türk yıldız Haluk Bilginer de rol aldı. Öncelikle onu sormak istiyorum. Aristotle Onasis rolü için radarınıza nasıl takıldı?
- Pablo Larrain: Nuri Bilge Ceylan sayesinde oldu. Haluk inanılmaz bir aktör. Rol için telefonla evinde bir kayıt yapmış ve bana yolladı. Çok etkilendim. Sonra kendisiyle konuştum. Haluk da İzmir doğumlu. Aristotle Onasis’in doğduğu yerden birkaç blok ötede doğmuş ve ailesinin bir kısmı Yunanistan kökenli. Haluk Bilginer, Onasis karakterini çok iyi anladı. Ben de bir aktör ve insan olarak onun nezaketinden çok etkilendim. Onunla çalışmak çok zevkliydi. Angelina ile iyi anlaştılar. Kendine güveni inanılmazdı. Yönetmen olarak iyi oyuncularla çalışmayı seviyorum ve Haluk Bilginer en iyilerden biriydi.
◊ Operaya ilgi duymaya ve Maria Callas’a bir sanatçı olarak ne zaman âşık oldunuz?
- Pablo Larrain: Çok şanslı bir çocuktum. Şili Santiago’daki bir operaya giderek büyüdüm. Annem evde Callas’ın kasetini çalardı, bu yüzden ikonik Maria’ya hayranlık duyarak büyüdüm. Onu canlı olarak hiç izlemedim. Annem, Maria’nın hikâyesiyle çok ilgileniyordu. Onassis ve Maria’nın hikâyesi annemin günümüzde hâlâ bahsettiği şeylerdi. Bu yüzden içimde bir tür gizemli bir figür büyüdü. Ama benim için asıl mesele bu muhteşem, harika müzikal figürü ve trajik kaderini tanımak ve belki de bu unsurların bir kombinasyonu film yapmaya çalışmaktı.
MARIA ROLÜ İÇİN BİR SÜRÜ DERS ALMAK ZORUNDA KALDIM
◊ “Maria” filmin kadrosuna katılmadan önce sizin operayla kişisel bağlantınız neydi?
◊ Nasıl bu kadar genç ve enerjik kalabiliyorsunuz?
- 24 yaşındaydım, sahilde oturuyor düşünüyordum. Herkesin kendini bulmaya çalıştığı bir dönemdi. Hippi olayları yaygındı. ‘Ben kimim’, ‘nerede olacağım’, ‘ne yapacağım’ sorularına cevaplar arıyorduk. Dedim ki, ‘dostum, buradasın işte ve bütün mesele şu ki hayata ya korkunç, sıkıcı olarak bakacaksın ya da coşkulu bir meydan okuma olarak yaklaşacaksın...’ Ben hayatta sadece mizah arıyorum ve buluyorum... Çünkü diğer şekilde düşününce oldukça iğrenç olabiliyorum. Sanırım hayata karşı bakışımı dengeleyebildim. Düşünsene Rocky’den Rambo’ya geçiyorsun. Büyük bir ikilem.
Bazı oyuncuları duyuyorum ‘Ah, evet, rol için birçok insanla çalıştım ruhumu çekip çıkardılar’ diye... Böyle şeyleri duyunca diyorum ki ‘aman Tanrım ya inandırıcısındır ya da değilsindir. Bu kadar.’ Oyunculuk dersinin sonu. Nokta. Kevin Costner bir kovboyu oynuyorsa bu Kevin Costner’dır. Bu yüzden o kadar çok sevilir. Ne demek istediğimi anlıyor musun? O bir karakteri canlandırmaya çalışmıyor. O karakterin ta kendisi oluyor.
◊ Diziniz “Tulsa King”in 2’nci sezonu da çok sevildi. Televizyonun düşündüğünüzden daha zor olduğunu söylemiştiniz. Bir dizide çalışmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?
- Televizyon acımasız. Ama acımasızlık gerçekten içinizdeki en iyiyi ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman film setindeyken şımartılmış hissederiz. Bunun yanı sıra birçok aktör ‘Ah, settler gerçekten zor’ derler. Sinema seti televizyona iş yapmakla kıyaslanamaz bir şey.
Bir izci sloganı var, ‘hazırlıklı olun’ diye. Benim için sabah replikleri bilmeden sete gelmek büyük sorun. Ayrıca replikleri çalışmak ya da ezberlemek de onları öğrendiğiniz anlamına gelmiyor. İyi bir set için anahtar bu. Bizim sette herkes gerekli özeni gösteriyor.
Geceleri prova yapıyoruz. İnsanların provadan sonra uyumasını seviyorum çünkü nedense bilinçaltına ait bir mekanizma olduğunu düşünüyorum.