GERARD BUTLER: Görsel şölen vaat eden bir film
◊ Bu karakteri yıllardır canlandırıyorsunuz. “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin” serisiyle çıktığınız bu uzun yolculuk sizin için ne ifade ediyor? Bu karakterle kurduğunuz bağı nasıl tanımlarsınız?
- Bu karaktere, bu seriye karşı gerçekten büyük bir sevgi besliyorum. Seri çok başarılı oldu ve ciddi etki yarattı. Yönetmenimiz Dean DeBlois, filme bu büyük enerjiyi getirme fırsatını verdi. Başlangıçta sadece sesim vardı, sonra o enerjiyi fiziksel olarak sete taşıma şansını buldum. O kostümü giyip sakalı takma ve o şekilde yaşama fırsatı yakaladım... Düşünsene, aylarca tüm gününü öyle geçiriyorsun. Artık sadece birkaç saatlik stüdyo kaydı değil, adeta Stoick’i yaşıyor ve soluyordum. Bu ciddi bir fiziksel adanmışlık ve dönüşüm gerektiriyordu. Bence bu proje diğerlerine göre çok daha ilginçti çünkü karakterle çok daha derinlemesine çalışma şansım oldu. Canlı aksiyon yaparken karakterin çelişkilerini görebiliyorsunuz, sessiz anları fark edebiliyorsunuz, acıyı hissedebiliyorsunuz. Stoick’in daha büyük yönlerine çok daha fazla incelik katma imkânım oldu. Özellikle de onun içsel mücadelelerinde ve düşüncelerinde... Nihayetinde izleyiciyi asıl etkileyen şey de bu derin hisler oluyor. Tüm bunların yanı sıra, görsel şölen vaat eden bir film oldu diyebilirim.
FİLMDEN KISA SÜRE SONRA ANNEMİ KAYBETTİM
◊ Derin duygular demişken... Geçmişe dönüp baktığınızda, çocukken ailenizin onayını almak, fark edilmek ve görülmek istediğiniz anları hatırlıyor musunuz?
- Avukat olarak eğitim aldım. Ailemden baskı görüyordum. Annem “Aman Tanrım, oğlum avukat olacak!” diyordu. Benim de tek istediğim annemi memnun etmekti. Çünkü babam yoktu; o hem annem hem babamdı. Ancak avukatlıktan kovuldum. Bana dediler ki: “Bu konuda senden umut yok.” Çok korkmuştum. O gece annemi arayıp, “Anne, biliyorum yıllarca avukat olacağımı düşündün ama az önce kovuldum” dedim. Beni öldüreceğini düşündüm... Ama ben kovulduğumu söyledikten kısa bir süre sonra bana duygusal ve destek dolu bir mektup yazdı. Şu anda anlatırken bile duygulanıyorum... Ve şöyle diyordu: “Ben seninle gurur duyuyorum, yeter ki inandığın şeyi yap.”
◊ Sürekli çalışan ve çok farklı kadın karakterleri canlandıran bir oyuncu olarak; kendinizi role sokarken daima başvurduğunuz, size yol gösteren bir duygu ya da yöntem var mı?
- Karakteri oluştururken, kendi fiziksel halimi “İşte ben buyum” diyerek sunmadığım bir ortamda büyüdüm. Karakteri oluşturan şeyler aslında saç, makyaj, kostümler, yönetmen ve karakterin psikolojisi. Biz karakter oyuncularıyız. Yaptığımız iş; karakteri yaratmak. Eğer seni bir film yıldızı olman için işe alıyorlarsa, o tamamen başka bir şey. Gelirler, “Biz sadece seni istiyoruz” derler. Ben hiç böyle bir sebepten dolayı role seçilmedim. Her zaman bir karakter yaratmam için seçildim. Zaten sevdiğim şey de bu. Avustralyalı bir oyuncu olarak, drama okulunda diğer öğrencilerle beraber her türlü aksanı öğrendim. Çünkü kendi aksanımızı kullanacağımız rollerin çok nadir olacağını biliyoruz. Farklı yürümeyi öğrendik, farklı nefes almayı öğrendik, sahne arkasında büyük ustaların işlerini izlemeyi öğrendik. Tüm bunların yaptığım işte büyük katkısı var.
GECELERİ GİZLİCE HİKÂYELER YAZIYORUM
◊ Senaryo yazma, hikâye ve karakter yaratma sürecinde de kendinizi geliştirmeye başladığınızı ve içinizde yeşeren bazı hikâyeleri senaryoya dönüştürmek istediğinizi duydum. Bu doğru mu? Eğer öyleyse, nasıl hikâyeler anlatmak istiyorsunuz?
- Bunu zaten yapıyorum. Sürekli bir şeyler yazıyorum. Aklıma gelen fikirleri ya bir yönetmenle paylaşıyorum ya da yönetmenlere “Neden bu tarzda bir şey yaratmıyorsun?” diyorum. Bu, onlarca yıl süren yaşamın, gözlemin ve en büyük zihinlerle çalışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Felsefeye ve şiire çok ilgi duyuyorum. Felsefe ve şiir, hikâye yaratmak için çok faydalı. Ama aynı zamanda sürekli çalıştığım için yazmaya pek de vaktim olmuyor. Gizlice yapıyorum bu işi. Sabaha karşı 3’te yazma seansları gibi. Uyanıyorum ve bir şeyler yazıyorum. Bazen bir rüyayı, bazen o an kafamda, hayatımda, kalbimde dolaşan bir şeyi yazıyorum. Bence gece 2 ile 3 arası, bir şeylerin ortaya çıkması için çok verimli bir zaman dilimi. Çünkü gerçeklikten biraz kopuk olduğun bir haldesin, diğer taraftan rüyaların ve ruhun çok aktif.
ROL BENİ ÇEKERSE YÖNETMENE ‘KARAVANI BOŞ VER, ARABADA BEKLERİM’ DERİM
◊
İngilizlerin ikonik çift katlı kırmızı otobüsü bu kez “Türk Çay Saati” için yola çıkmıştı. Hafız Mustafa 1864’ün etkinliğine “Chef’s Table” programından tanıdığımız dünyaca ünlü şef Asma Khan ile katıldım.
Davette ud tınıları, mis gibi demlenmiş Türk çayı, çıtır baklava ve geleneksel bakır tabaklarda sunulan lokumlar Asma Khan’ı etkiledi.
Ramazan ayında Kral Charles ve Kraliçe Camilla, Asma’nın restoranı Darjeeling Express’i ziyaret etmişti. Kraliyet ailesiyle oldukça yakın ilişkileri var.
Asma ile 7 yıl önce programını izledikten sonra tanıştım. O günden beri gastronomiye olan ortak ilgimiz bizi hep bağlı tuttu.
Davette bana, “Bu tür kültürel etkinlikler, sadece damaklara değil, kalplere de dokunuyor” dedi.
Hafız Mustafa 1864, İngiltere’ye büyük yatırımlar yapmış. Markanın Londra’da Harrods’ın tam karşısında açtığı 1.000 metrekarelik yeni şubesi büyük ilgi görüyor. Ayrıca şehrin kuzeyinde kurulan 3.500 metrekarelik üretim tesisi birçok kişiye iş imkanı sağlıyor.
Daha çok sinema projeleriyle tanınıyorsunuz. Sizi televizyona çeken “Sirens” dizisini özel kılan neydi?
- Her zaman hikâyeye ve karaktere bakıyorum. Beni diziye çeken de bunlar oldu. Molly Smith Metzler kadın karakterlerle gerçekten harika, sıra dışı, karanlık ve komik bir dünya yarattı.
Bir proje size “evet” dedirtiyorsa, o karar anı genelde neye dayanıyor?
- Hikâyenin yazımına dayanıyor. Gerçekten öyle. Ben insanlar hakkında hikâyeler arıyorum. Bir komplo aramıyorum. Dağın tepesine nasıl çıktıklarını, bayrağı nasıl diktiklerini falan da aramıyorum. İlişkilerle ilgili hikâyeler arıyorum.
AYNI BEDENİ İŞTEN İŞE TAŞIYORUZ
Oynadığınız karakterler, sonrakileri şekillendiriyor mu?
- Bu ilginç bir soru... İnsanlar sizin çalışmalarınıza aşina olduklarında, ki bu çok güzel bir şey, sizin yaptığınız birçok işi gördüklerinde, yaptığınız işi merak ettiklerinde ve bu işlerde bir tür ortak nokta varsa, bağ kuruyorlar... Bazen ne olacağını söyleyebiliyorum. Sonra ne yapacağınız, önce yaptığınız şeyden etkilenir. Gerçi her zaman aynı şeyi yapmayı istemezsiniz. Bir oyuncu olarak her zaman aynı bedeni işten işe taşıyoruz. Fiziksel bedenin, yüzün, saçın her neyse. Ve bu bir tür iz bırakıyor. (Gülüyor) Sanki senin izin bir şekilde kaplanmış gibi. Bence bu anlamda, insanlar bir bağlantı olduğunu hissediyor.
Geçen yıl Toronto Film Festivali’nde gösterilen kısa filmi “Loser Baby” ile ilk kez yönetmen koltuğuna oturan Dakota Johnson, şimdilerde yapım şirketi TeaTime Pictures’ın yeni filmi “Splitsville”in heyecanını yaşıyor.
“Splitsville”in dünya prömiyeri, bu yıl 78’incisi düzenlenen Cannes Film Festivali’nde yapıldı. Johnson, festival kapsamında düzenlenen “Women in Motion” panelinde sinemaseverlerle bir araya geldi. Yoğun bir çalışma program olduğunu dile getiren Johnson, Celine Song’un yönettiği “Materialists” filminde bir çöpçatanı canlandırdığını, ayrıca Colleen Hoover’ın çok satan romanından uyarlanan “Verity” filminin çekimlerini tamamladığını da anlattı.
Michael Showalter’ın yönettiği filmde Johnson, Verity’nin (Anne Hathaway) romanlarını tamamlaması için tutulan bir hayalet yazarı canlandırıyor.
◊ TeaTime Pictures’ı resmi olarak kurmanızın üzerinden 6 yıl geçti. Geriye dönüp baktığınızda, şirketin gelişiminde sizi en çok gururlandıran şey ne oldu?
- Bu 6 yılda başardığımız her şeyden; yaptığımız filmlerden ve televizyon dizilerinden gurur duyuyorum. Şirketimiz tamamen kadınlardan oluşuyor. İlk erkek üyemizi yeni işe alıyoruz. Bizimle çalışan harika kadınlarımız var. Onların işlerinde büyümelerini ve yükselmelerini izlemek inanılmazdı, çünkü yaptıkları işte gerçekten çok iyiler. Bizimle çalışmayı, öğrenmeyi ve büyümeyi seven kadınlarla çalışmak bizim için tatmin edici bir şeydi.
TEKRARLARA DEĞİL, TAZE
Bir besteye başlarken ya da yeni bir müzik eseri üzerinde çalışmaya başladığınızda, size en çok ilham veren görsel unsurlar neler olur? Kendinizi nasıl bir görsel dünyayla çevrelersiniz?
- Genellikle stüdyomdayım. Başlarken en fazla bilgiyi veya en faydalı şeyleri senaryoyu okuyarak değil, yönetmenle oturup “Bana hikâyeyi anlat” demekle elde ediyorum. Çünkü o zaman onun aklından geçenleri, onun için neyin önemli olduğunu, neyin önemli olmadığını direkt olarak bilirim. İkinci olarak görüntü yönetmenine gidip renk paletinin ne olduğunu sorarım ve set tasarımcısından bilgiler alırım. Hepsi çok etkili, biliyor musun?
Oyunculara sormuyorum, çünkü sanırım onlar hâlâ benim çözmeye çalıştığım şeyleri çözmeye çalışıyor olur; “Kimi canlandırıyorum ve bu kişiyi nasıl canlandırırım?” Kısacası önce topladığım bilgilerden bir fikir elde ediyorum, genellikle bu fikir yapımla el ele gidiyor ve müzik ortaya çıkıyor.
Konserleriniz muhteşem. Müzikle sınırlı kalmıyor, ışıklar, sahne tasarımı ve anlatımınızla başka bir sinema deneyimi yaşatıyorsunuz. Film müziklerinizi canlı performansla izleyiciyle buluşturmak sizi nasıl besliyor ya da müziğinizi nasıl şekillendiriyor?
- Bunun nasıl başladığını anlatayım... Yakın arkadaşlarım Pharrell Williams ve Johnny Marr bir gün beni kanepeye oturttular. Hatta biraz fazla yakın oturdular, bu yüzden ayağa kalkamadım. Bana artık ekranın arkasına saklanamayacağım hakkında bir konuşma yaptılar. Dinleyicilerimin gözlerinin içine bakmam ve gerçek zamanlı olarak onlarla etkileşim içinde bir şeyler yapmam gerektiğini anlattılar. “Hayır, hayır, hayır, hayır! Sahne korkum var. Konser yapamam” dedim.
1 saat uğraştıktan sonra vazgeçtiler ve odamdan çıkmak için kalktılar. Çıkmadan Pharrell son bir kez arkasını döndü ve “Bu yıl Grammy’de sahnedeyim. Gitaristim olmak ister misin?” diye sordu. Bu teklife bir aptalın “hayır” diyeceğini düşündüm. Onunla Grammy’yi yaptım, bir bakıma eğlenceliydi. Korkutucu ama eğlenceliydi. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
Pharrell ve Johnny, ilk konserimin, ardından ilk turnenin ve Coachella konserimin çok büyük bir parçasıydı. Haklıydılar. Söyledikleri doğruydu. “İnsanların gözlerinin içine bak. Gerçek zamanlı yap. Çok şey öğreneceksin. Filme geri getireceğin çok şey öğreneceksin.” Çok doğru...
◊ Kate, dizideki fiziksel komedi sizin için eğlenceli miydi, yoksa fiziksel olarak zorlayıcı bir süreç mi oldu?
- Kate Hudson: Özellikle 30 dakikalık bölümlü dizide komedi yaptığınızda şaka gerçekten önemli. Hareket hızınızdan nefes almanıza kadar dengeyi korumaya çalışmalısınız. Çünkü günün sonunda insanların bu karakterlere âşık olmasının ya da sevmesinin sebeplerinden biri bu mizah. Bu yüzden denge çok önemli. Hikâyenin, komedinin hızının ve tonunun bir nevi şarkı söyler gibi akması lazım.
◊ Spor temasını komedi için bu kadar uygun kılan ne? Sizce spor ve mizah neden bu kadar iyi bir ikili oluyor?
- Lakers’ın başkanı Jeanie Buss, büyük bir basketbol takımına sahip olan ilk kadın. Bir kadın olarak büyük bir basketbol takımını yönetmek ve onun tüm bakış açısı zaten çok fazla komediye sahipti. Konuşurken bazı şeyleri yazamayacağımızı, yani yazıya dökemeyeceğimizi söylüyordu. Yani zaten var olan bir komedi vardı hikâyede.
KÜÇÜKLÜĞÜMDEN BERİ SESİMİ YÜKSELTİYORUM
◊ Jeanie Buss, erkek basketbol takımında sesini duyuran ve gücünü bulan bir kadın. Sizin kendinizle örtüştürdüğünüz bir yolculuk muydu bu hikâye?
- Küçüklüğümden beri sesimi yükseltiyorum, duyuruyorum ve gücümü bulmaya çalışıyorum. Erkek çocuklarıyla büyüdüğünde olan şey nedir biliyor musun? Her şeye bağırmak zorundasın. Çünkü erkekler dinlemiyor!
Florence Pugh, Sebastian Stan, Wyatt Russell, Olga Kurylenko, Lewis Pullman, Hannah John-Kamen, David Harbour ve Julia Louis-Dreyfus’un rol aldığı süper kahraman filmi “Thunderbolts”, ölümcül bir tuzağa yakalanmalarının ardından birlikte çalışmak zorunda kalan bir grup anti-kahramanın tehlikeli görevini konu alıyor.
Marvel Studios, “Thunderbolts” filmine 2021 yılında yeşil ışık yaktı. Projenin geliştirme süreci 2022’de resmiyet kazandı. 2023’teki Hollywood grevleri nedeniyle ertelenen çekimler, 2024 yılının şubat ile haziran ayları arasında, Atlanta’daki Trilith Studios, Utah ve Kuala Lumpur’da tamamlandı.
180 milyon dolarlık bütçesiyle dikkat çeken filmin başrollerini paylaşan Florence Pugh, Julia Louis-Dreyfus, Sebastian Stan ve David Harbour ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Sohbet sırasında Marvel Studios Başkanı Kevin Feige de stüdyo için sırada “Fantastik Dörtlü” olduğunu, filmin temmuz ayında vizyona girmesini planladıklarını söyledi. “Avengers” filmleri için ise resmi olarak pazartesi günü çalışmalara başlayacaklarını açıkladı.