◊ “Babygirl” filminin fikri nasıl oluştu?
Halina Reijn: Bir kadın olmanın tüm farklı kısımlarını nasıl bir araya getirebileceğimi her zaman merak etmişimdir. Kendimin bazı kısımlarını gerçekten seviyorum ve dış dünyaya sunmaktan hoşlanıyorum. Ama bazı yönlerimden utanıyorum ve geriliyorum. Bu yüzden bir film yapmak istedim. Şu soruyu soruyorum; tüm farklılıklarımızı, kendimizin tüm farklı kısımlarını sevmek kabul etmek mümkün mü? Bu şekilde yazmaya başladım. Ve sonra eğlenceli ve keyifli bir film yapmak istedim ama daha karanlık alt akım ve varoluşsal bakış açısıyla...
◊ Peki sizin bu rolü kabul edip kendinize meydan okumanızın sebebi neydi?
Nicole Kidman: Hiç keşfetmediğim bir alandı. Doksanların gerilim türünde bir kadının cinselliğini, arzularını ve kendisini keşfetmesiydi. Kim olduğunun keşfini bir tür hız treni yolculuğunda yapıyoruz. Tamamen orijinal ve okuduğum andan itibaren çok cezbediciydi. Senaryoyu okuduğumda durmadan okudum Halina’yı aradım ve bir saatten fazla konuştuk. Ve bu konuşma tüm projenin metamorfozunun başlangıcıydı. Daha çok konuştukça ve prova yaptıkça şekillendirdi ve değiştirdi. Tüm prodüksiyon boyunca sürekli, titizlikle film üzerinde çalışabilen biriyle çalışmak harikaydı çünkü “Baby Girl” çok içgüdüsel bir film.
TANIŞTIĞIMIZ İLK ANDAN İTİBAREN UYUM SAĞLADIK
◊ Filmle ilgili herkesin konuştuğu şey karakteriniz Romy’nin genç stajyerle yaşadığı yasak aşk ve cesur sahneler. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Nicole Kidman:
◊ “Maria” filminde Türk yıldız Haluk Bilginer de rol aldı. Öncelikle onu sormak istiyorum. Aristotle Onasis rolü için radarınıza nasıl takıldı?
- Pablo Larrain: Nuri Bilge Ceylan sayesinde oldu. Haluk inanılmaz bir aktör. Rol için telefonla evinde bir kayıt yapmış ve bana yolladı. Çok etkilendim. Sonra kendisiyle konuştum. Haluk da İzmir doğumlu. Aristotle Onasis’in doğduğu yerden birkaç blok ötede doğmuş ve ailesinin bir kısmı Yunanistan kökenli. Haluk Bilginer, Onasis karakterini çok iyi anladı. Ben de bir aktör ve insan olarak onun nezaketinden çok etkilendim. Onunla çalışmak çok zevkliydi. Angelina ile iyi anlaştılar. Kendine güveni inanılmazdı. Yönetmen olarak iyi oyuncularla çalışmayı seviyorum ve Haluk Bilginer en iyilerden biriydi.
◊ Operaya ilgi duymaya ve Maria Callas’a bir sanatçı olarak ne zaman âşık oldunuz?
- Pablo Larrain: Çok şanslı bir çocuktum. Şili Santiago’daki bir operaya giderek büyüdüm. Annem evde Callas’ın kasetini çalardı, bu yüzden ikonik Maria’ya hayranlık duyarak büyüdüm. Onu canlı olarak hiç izlemedim. Annem, Maria’nın hikâyesiyle çok ilgileniyordu. Onassis ve Maria’nın hikâyesi annemin günümüzde hâlâ bahsettiği şeylerdi. Bu yüzden içimde bir tür gizemli bir figür büyüdü. Ama benim için asıl mesele bu muhteşem, harika müzikal figürü ve trajik kaderini tanımak ve belki de bu unsurların bir kombinasyonu film yapmaya çalışmaktı.
MARIA ROLÜ İÇİN BİR SÜRÜ DERS ALMAK ZORUNDA KALDIM
◊ “Maria” filmin kadrosuna katılmadan önce sizin operayla kişisel bağlantınız neydi?
◊ Nasıl bu kadar genç ve enerjik kalabiliyorsunuz?
- 24 yaşındaydım, sahilde oturuyor düşünüyordum. Herkesin kendini bulmaya çalıştığı bir dönemdi. Hippi olayları yaygındı. ‘Ben kimim’, ‘nerede olacağım’, ‘ne yapacağım’ sorularına cevaplar arıyorduk. Dedim ki, ‘dostum, buradasın işte ve bütün mesele şu ki hayata ya korkunç, sıkıcı olarak bakacaksın ya da coşkulu bir meydan okuma olarak yaklaşacaksın...’ Ben hayatta sadece mizah arıyorum ve buluyorum... Çünkü diğer şekilde düşününce oldukça iğrenç olabiliyorum. Sanırım hayata karşı bakışımı dengeleyebildim. Düşünsene Rocky’den Rambo’ya geçiyorsun. Büyük bir ikilem.
Bazı oyuncuları duyuyorum ‘Ah, evet, rol için birçok insanla çalıştım ruhumu çekip çıkardılar’ diye... Böyle şeyleri duyunca diyorum ki ‘aman Tanrım ya inandırıcısındır ya da değilsindir. Bu kadar.’ Oyunculuk dersinin sonu. Nokta. Kevin Costner bir kovboyu oynuyorsa bu Kevin Costner’dır. Bu yüzden o kadar çok sevilir. Ne demek istediğimi anlıyor musun? O bir karakteri canlandırmaya çalışmıyor. O karakterin ta kendisi oluyor.
◊ Diziniz “Tulsa King”in 2’nci sezonu da çok sevildi. Televizyonun düşündüğünüzden daha zor olduğunu söylemiştiniz. Bir dizide çalışmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?
- Televizyon acımasız. Ama acımasızlık gerçekten içinizdeki en iyiyi ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman film setindeyken şımartılmış hissederiz. Bunun yanı sıra birçok aktör ‘Ah, settler gerçekten zor’ derler. Sinema seti televizyona iş yapmakla kıyaslanamaz bir şey.
Bir izci sloganı var, ‘hazırlıklı olun’ diye. Benim için sabah replikleri bilmeden sete gelmek büyük sorun. Ayrıca replikleri çalışmak ya da ezberlemek de onları öğrendiğiniz anlamına gelmiyor. İyi bir set için anahtar bu. Bizim sette herkes gerekli özeni gösteriyor.
Geceleri prova yapıyoruz. İnsanların provadan sonra uyumasını seviyorum çünkü nedense bilinçaltına ait bir mekanizma olduğunu düşünüyorum.
◊ Dizide bir petrol şirketi için çalışan Tommy Norris’i canlandırıyorsunuz...
- Petrol şirketinin başkanı için çalışıyorum, onun adamıyım. Patron muhteşem bir malikanede yaşayan ve deli gibi para kazanan bir adam. Ben de sahada işlerinin yolunda gittiğinden ve para kazandığından emin olan adamım.
◊ Bu rolü oynamaya hazırlanırken petrol işi hakkında ne öğrendiniz?
- Houston’da yaşarken birçok petrol insanını tanıyordum. Ve çoğu petrol şirketlerinin avukatıydı. Petrol, tehlikeli bir sektör. Bu alanda bilmediğim şey petrol sahalarında çalışan insanların çoğunun suçlu ya da eski mahkumlar olduğuydu. Bu adamlar yılda 180 bin dolara kadar kazanabiliyorlar. Hiçbir yerde bu kadar para kazanamazlar. Bu yüzden onlar hayatlarını riske atarak bu işi yapıyorlar ve kazandıkları parayı ailelerine gönderiyorlar. Dizi sayesinde sektörün bilmediğim yönlerini de öğrendim. Bir aktör için en önemli olan şeylerden biri diyaloglarınızı söylerken ne manada olduğunu bilmektir. Eğer ne anlama geldiğini bilmiyorsan karakterin özgün olmaz. İzleyiciler aptal değil. Karşılarında sana verilen replikleri söylemen yetmez. Yani petrol işindeysen o işi her yönüyle bileceksin.
EN ÖNEMLİ ŞEY DOĞRU ROLÜ OYNAMAK
◊ Çoğu sahnede siz varsınız, tüm hikâye bir bakıma sizin merceğinizden anlatılıyor. Bu hikâyenin merkezinde yer alırken sizi en çok korkutan ve heyecanlandıran şeyler neydi?
- Kariyerimin başlangıcında 90’ların ortalarında diyelim hikâyesini taşıyamadığım birkaç işim oldu. Bence en önemli şey doğru rolü oynamak. Kariyerim boyunca ‘ben bu iş için en iyi adamım’ dediğim rolleri almaya çalıştım. Ve gelen tekliflerde eğer hissetmiyorsam doğru kişi olmadığımı söyleyen ilk ben olurum. Bu rol geldiğinde ‘evet Tommy benim’ dedim. Senaryo yazarımız ‘zaten seni düşünerek yazdım’ dedi. Bu arada genellikle kötü adamları oynadığım yönünde yaygın bir yanlış anlaşılma var.
◊ Film izlerken cinsiyet rollerini işleyişini düşündüm, neden annenin çocuğun bakımında ve evde daha çok sorumlu olması kabul görüyor?
- Kitapta ve senaryoda en çok sevdiğim şeylerden biri, ilişki çatışmasının ne kadar doğru bir şekilde tasvir edildiğiydi. Organik veya gerçekçi bir şekilde oynamadığım bir şeydi. Filmdeki en küçük detaylarda bile bunu hissediyorduk. Örneğin evde neden süt yok ya da kocanın kahve yapma sahneleri gibi... Ki bu deneyimleri hepimiz bir şekilde yaşıyoruz.
◊ Sizin eşinizle evdeki roller konusunda sorumluluklarınız nasıl?
- Filmdeki gibi eşimle kahve makinesi konusunda ufak bir anlaşmazlık yaşamıştım. Gerçek hikâye. Kahve yapmıştım, yeni bir yerdeydik çekimler için. Çalışıyordum. Eşim yanıma geldi ‘kahve makinesi nasıl çalışıyor’ diye sordu. ‘Nasıl mı çalışıyor? Eğer ben çözdüysem sen de çözebilirsin’ dedim. O yüzden filmdeki iletişimde bana çok gerçekçi gelen bir şey vardı. Kendi ilişkimde eşimle zaman zaman rolleri değiştiriyoruz. Ve o bu değişiklikleri taşıma konusunda gerçekten harika ama kahve makinesinin nasıl çalıştığını kendi başına çözemiyor. (Gülüyor)
◊ Çalışan bir anne olarak bazı durumlarda çocuğunuzun yanına olamadığınız için hiç suçluluk hissettiniz mi?
- Elbette bazı şeyleri kaçırdım. Anne olduktan sonra işe bakış açım değişti. Ama bu bakış açısını elde etmem biraz uzun bir yolculuk oldu. Karşılaştırınca hepimiz anneliği aynı şekilde deneyimlemişiz gibi değil mi aslında? Ama aynı deneyim değil. Herkes kendinden bir şey buluyor ama farklı deneyimliyor. Herkesin geldiği ve içinde bulunduğu koşullar farklı... Şunu anlayalım ki, anne babalık deneyimi herkes için farklı.
DOĞUMDAN SONRA BEN DE KENDİ BENLİĞİMİ KAYBETTİĞİMİ HİSSETTİM
◊ Yüksek profilli kariyere sahip oyuncu olarak bu senaryoda sizi çeken şey neydi?
- Bu film, beni bu kadar korkutan ve konfor alanımın dışına çıkaracağını bildiğim bir konuyu derinlemesine incelemenin kesinlikle benzersiz bir yoluydu. Ayrıca, daha önce okumam için masama gelmeyen kesinlikle görmediğim tarzda oldukça karmaşık bir karakterdi. Filmin sadece yaşlanma fikrini değil, aynı zamanda kendimize karşı uygulayabileceğimiz şiddeti ve acımasızlığı da araştırdığını düşünüyorum. Hepimizin paylaştığı ve yaşadığı insan ilişkileri sorunuydu filmin özüydü.
◊ Bu filmde çalışmak Hollywood’daki güzellik standartları hakkındaki bakış açınızı değiştirdi mi?
- Güzellik standartlarına ilişkin bakış açımı değiştirip değiştirmediğini bilmiyorum. Filmimiz halihazırda yürürlükte olan güzellik standartlarının bir yansıması. Bu standartlar birçok bakımdan, hiç kimsenin konuşmadan sessiz olarak kabul ettiği bilinçli bir anlaşma gibi. Filmin bana kattığı şey Hollywood’daki ve toplumdaki kabul görülen koşullara dair fikrimi tekrar gözden geçirmek ve bakış açımı genişletmek oldu. Biz kadınların hemfikir olduğu bir şey var. Yaşlanmayla birlikte kenara itiliyoruz. Toplum daha az arzu edilir veya daha az değerli olduğumuzu hissettiriyor. Bu görüş yanlış ama kolektif bilinç olduğu için toplumun genelinde böyle bir algı var. Filmi yapma sürecinde kendimi yargılarıma kişisel düzeyde bakma şansım oldu. Kendimi çok zorladığım ve gerçekçi olmayan standartlara bağlı kaldığım alanları sorguladım. Sahip olmadığım şeylere odaklanmak yerine sahip olduklarıma odaklanmak ve kutlamanın önemini anladım. Bu deneyimden kendi içimde biraz daha özgürleşmiş bir şekilde ayrıldığımı hissediyorum.
SINIRLARI ZORLADIK
◊ Bu gerçekten memnuniyet verici bir his olmalı...
- Farkındalığı artırarak, insanları harekete geçirerek ve konuşarak kültürel değişim yaratmanın bir parçası olabileceğimizi düşünüyorum. Bir uçuşum sırasında uçakta görevli olan bir adam filmle ilgili şu yorumu yaptı: ‘Film gerçekten durup düşünüp kendime yaptıklarımı görmemi sağladı. Diyet ve kendime yaptığım tüm diğer katı şeylerin farkına vardım. Kendime ne kadar sert davranıyormuşum. Artık bu değişmeli dedim.’ Kelimenin tam anlamıyla bu adamın yorumu alabileceğim en büyük hediyeydi. Filmin tek bir kişinin bile kendine bakışında gerçekten bir fark yarattığını bilmek gerçekten mutluluk verici.
Türk kültürünü geçtiğimiz hafta sonu Hollywood’da tanıttık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleri ve OGM Pictures’ın ana sponsorluğuyla desteklenen Hollywood Türk Film ve Dizi Günleri, 16-17 Kasım tarihlerinde gerçekleşti. Bu özel etkinliğin başlangıcı ise Ecem Lawton’ın yönetmenliği ve sunuculuğu ile Sony Stüdyoları’nda gerçekleşti.
Elif - Barbaros Tapan - Mohamed Hadid - Keni Silva
Etkinlik kapsamında 16 Kasım’da Oscar aday adayı filmimiz “Hayat”ın galası düzenlendi. 17 Kasım’da ise OGM Pictures’ın iki yeni dizisi “Sahipsizler” ve “Şehrazat”ın gösterimleri yapıldı.
Birçok Amerikalı katılımcı, Türk kültürünü ve hikâyelerini asla bilmediklerini itiraf ederek izledikleri filmler karşısında hayranlıklarını bizimle paylaştı.
Dilan Çiçek Deniz iddialı elbisesiyle gecenin en dikkat çeken ismi oldu.
SEÇKİN DAVETLİLER KATILDI
Nedir kültürel temsil?
İnsanların kökleriyle, gelenekleriyle, sanatıyla bağlantı kurması ve bunu başkalarıyla gururla paylaşması...
Tanıtımın en temel adımı aslında her alanda olduğu gibi kendimizde başlar.
Sanatsal mükemmeliği bir zamanlar yerel olarak kutlamaya başlayan Oscar’lar, Altın Küreler, Cannes’lar etki alanlarını bir anda mı genişletti, hayır...