Altın Küre’nin ‘Uluslarası İkon Ödülü’nü Bodrum’da başlatma kararını aldırabilmek için ödül töreninin komitesine, şehrin doğal güzellilerinin yanı sıra lüks bir destinasyon olarak ününü de anlattım.
Lansman için Tokyo, Osaka, Londra, Doha, Dubai, Paris ve Roma gibi pek çok şehir ele alınırken ben de Bodrum fikrini sundum. Bodrum için “Türkiye’nin St. Tropez’i” dedim.
Ayrıca Türk dizilerinin başarısını anlattım. Galayı Türkiye gibi iki kıtada yer alan önemli bir lokasyonda yapmanın anlamlı olacağını belirttim.
Cannes Film Festivali’ni örnek olarak gösterdim. Bodrum’un Cannes potansiyeli olduğunu anlattım.
İlk aşamayı atlattık ve Altın Küre komitesi Türkiye kararını aldı.
Fakat davetli olacak Sharon Stone’un oğlu Türkiye’ye gelmek istemediğini söyledi. Los Angeles’taki arkadaşları Türkiye’ye geleceği için dalga geçmiş. “Ne işin var orada? Gitme sakın. Neden ödülü Türkiye’de veriyorlar” gibi yorumlar da yapmışlar.
Annesiyle tartışmış ve gelmeyeceğini söylemiş.
Onu da ikna ettik.
Otelin iç dekorasyonu Bodrum’u o kadar güzel yansıtıyor ki... Resepsiyonun hemen yanında Atlantic Records’un kurucusu efsanevi müzik prodüktörü rahmetli Ahmet Ertegün’ün resmini görmek beni çok mutlu etti.
Kendisine ait plajı yok ama isterseniz servisle anlaşmalı oldukları plaja götürüyorlar. “Sakin bir şekilde kafamı dinleyeyim, buna rağmen sıkıcı olmasın ve şehre yakın olayım” diyorsanız The Marmara Bodrum alternatif olabilir
NOSTALJİK BİR DÖNÜŞ
Bodrum’a ilk geldiğimde 16 yaşındaydım.
◊ Bu filmin neden sinemalarda deneyimlenmesi gerekiyor sizce?
- Ryan Reynolds: Kolektif coşku, temelde yalnızca belirli bir sebep için bir araya gelen grupta veya ortak bir deneyimde gerçekleşebilecek anlarda gizli. Hatırladığım kadarıyla küçüklüğümden beri sinema salonları kolektif coşkunun tapınağı. Özellikle de bizimki gibi bir neşe topu olarak inşa edilmiş, seyircinin zevki için çekilmiş bir filmi tabii ki sinemada izlemelisiniz. Sinema salonunda oturan herkes eğlenecek.
- Hugh Jackman: Bir şey ekleyebilir miyim? Filmin komik olduğunu, çok büyük bir aksiyonu olduğunu ve bir Marvel filminden isteyebileceğiniz her şeyi barındırdığını düşünüyorum. Ama film aynı zamanda arkadaşlıkla da ilgili. Bir arkadaşınız ya da yakınınızla sinemada izlerken keyif alacağınız bir deneyim olacağını biliyorum. Sinemanın kolektif mutluluğun yeri olduğunu düşünüyorum.
◊ Hugh, “Logan”ın ardından Wolverine kostümünü çıkardığınızı biliyoruz. Geri dönmek istemenizi sağlayan şey neydi?
- Hugh Jackman: “Logan”ın son filmim olacağını duyurduktan 3 gün sonra “Deadpool 1”i izledim ve “Ah” diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum. Wolverine’i oynadığımdan beri insanlar böyle bir yapımı istiyordu. İnsanlar çizgi romanlardaki Deadpool ve Wolverine’den ve onların rekabetinden bahsediyordu. “X-Men Origins: Wolverine” ile bir nevi deneme yaptık zaten. Bu filmi yapma fikriyle oynadık. Tarih 1 2022’ydi, nedenini bilmiyorum ama vücudumdaki her hücrenin bana bağırdığını hissediyordum, “Bu filmi yapmak istiyorum” diye. Öyle güçlü bir his ki, arabamı kenara çektim ve hemen Ryan’ı (Reynolds) aradım. Çünkü çekimlere yaklaştıklarını biliyordum. Sorduğumda da çok şükür ki “Evet yapalım” dedi.
AYAK İZİNİN YAKININDA OLSAM BANA YETER
◊
◊ Cannes’daki prömiyerde ben de vardım. Filmin gösteriminden sonra 9 dakika alkışlanmak nasıl bir histi?
- O dakikalarda ne düşündüğümü bilmiyorum. Gerçekten şaşkına dönmüş hissediyordum. Şaşkınlığım, tüm doğru nedenlerin bir araya olmasından dolayıydı. Çok zaman ve çaba harcadığımız bu projenin seyirciler tarafından iyi karşılanmasını umuyorduk. En azından “umarım insanlar nefret etmez” diyorduk. Ama beklentilerimi aştı. Seyircinin filmi karşılaması muhteşemdi. Akıntıya karşı yüzdüğümüzü biliyorduk.
◊ Neden akıntıya karşı yüzüyordunuz?
- Oyuncu kadrosu ve senaryosu bakımından... Ayrıca bir Jacques Audiard filmiydi. Yönetmen beni görmek istediğinde “Film, cinsiyet değiştirmek isteyen bir narkotik liderini anlatan müzikal. Sen de ona yardım eden avukatı oynayacaksın” dedi. Bu hikâyeye şaşırırken “Ah, bir de İspanyolca ve filmi Meksika’da çekeceğiz” diye de ekledi.
Çılgıncaydı. Dolayısıyla Cannes’da olmak ve filmin herkesi etkilemesi çok önemliydi. İzleyen herkesin hikâyeyi ve performansları beğenmesi beden dışı bir deneyimdi. Ruhum o anda bedenimden çıktı, binayı terk etti ve sonra bana geri geldi.
KENDİME ÇOK SERT DAVRANIYORUM
◊
◊ “Star Wars”da ‘Rey’ karakterine hayat verdiniz. Bu filmde ‘Trudy’ karakterini canlandırıyorsunuz. İkisi de cesur kadınlar… Onların hikâyelerinin izleyicilere neler hissettirmesini umuyorsunuz?
- Kurgu ile gerçeği karşılaştırmak zor. Çok uzak bir galakside pek çok engelle karşılaşan birini (Rey) oynama ayrıcalığına sahip oldum ve çok güzeldi. Ama “Genç Kadın ve Deniz”deki hikâyeyi heyecan verici kılan, her şeyin gerçek olması. Bu filmde anlattıklarımız gerçekten yaşandı. Trudy, o dönemde tüm insanların yapmasının imkânsız olduğunu düşündüğü bir şeyi yapmak için yola çıktı. Bunu başarmak için tüm engelleri aştı.
Film, 20’li yıllarda geçiyor. O dönemde yaşamak hayal bile edemeyeceğim bir şey. O dönemde kadınlar için yaptıkları ölçülemez bir kadının hikâyesini anlattık.
Trudy yüzmeyi başardıktan kısa bir süre sonra başka kadınlar da yüzmeye başladı. Sanki “kadınlar yapamaz” algısı ve o dönem dünyada var olan tüm psikolojik bariyer onunla kırılmış gibi. Yani bir uyanış oldu.
◊ Güçlü kadınlar demişken, büyürken en önemli rol modelleriniz kimlerdi?
- İki kız kardeşle büyüdüm. Ben en küçüğüm, bu yüzden hep onlar gibi olmak istedim. Ama aynı zamanda
onlar gibi olmamaya çalışıyordum, çünkü kendim olmak da istiyordum. Ve annemle deneyimim o kadar harikaydı ki… Dürüst olmak gerekirse, oyuncu olma konusundaki kararlılığım annem sayesinde oldu. Bu işi nasıl yapacağımı bilmiyordum. Annemin “Bilmiyorsan deneyerek öğrenirsin” demesi beni cesaretlendirdi. Demek istediğim; yaşamak istediğiniz yolculuğun nasıl olacağından emin olmasanız bile, hayal kurmanıza, denemenize izin verilmesi ya da cesaretlendirilmek önemli. Bir hedefe sahip olmak lazım. Annem bana sürekli “Kesinlikle dene ve hedefle” derdi.
Şık butik otellerden lüks tesislere farklı olanaklara sahibiz. Ama artan fiyatların bu yıl Bodrum’u fark edilir derecede sessizleştirdiğini görme şansım oldu.
Fiyatları bir tarafa bırakırsak, Los Angeles’tan her sene Bodrum ve İstanbul hayaliyle gelen biri olarak, bu gelişimde beni etkileyen yerleri derlemek istedim.
Bodrum Loft: Evden uzak ev
Uzun süreli konaklamalar için de tasarlanmış, zarif yaşam alanlarıyla kendinizi “evinizden uzakta evde” hissettiren Bodrum Loft, Demirbükü Koyu’nda, Ege Denizi’nin mavi suları ve doğal güzellikleriyle sakin yaşam temposunun keyfini çıkarmak için tercih edilen destinasyonlardan.
Sakin yaşam temposunun keyfi demişken, eğlence severleri de unutmamış Bodrum Loft.
Eğlence ve organizasyonların başında DJ Cenk Niğdelioğlu var.
◊ Sizin için bu filmin anlamı nedir?
- Bu film üç farklı hikâyeyi anlatıyor. Biz bu hikâyelerin birbirine ait olduğunu hissettik. Gerçi yazma şeklimiz çok içgüdüseldi. Daha sonra filmin formu konusunda biraz deneme yapmamız gerekti. Birden fazla hikâyeyi kullanmaya karar verdik. Aklımızdaki fikirlerin bir listesini yaptık ve orijinal olana yakınları seçtik.
Filmde insan davranışlarının karmaşık dünyasını anlatıyoruz. Diğer insanlar üzerindeki kontrol, inanç, sevgi, yoksunluk ve tüm bu davranışların nereye vardığı gibi kavramlar da yer alıyor.
◊ Yazarken, üç hikâyede de aynı isimleri oynatma fikri aklınızda mıydı?
- Pek yoktu aslında. Filmi yaratırken Emma Stone ile çalışmak istediğimi biliyordum. Çünkü Emma ve ben, birlikte çalışmayı seviyoruz. Başlangıçta aynı oyuncuların her hikâyede farklı roller oynaması gibi bir fikrim yoktu. Sanırım Emma’yı sadece son hikâye için aklımda tutuyordum. Ancak üç hikâyede de aynı kişilerin farklı rolleri oynamasının ilginç olacağını düşündüm. Daha sonra Willem Dafoe, Margaret Qualley ve Joe Alwyn gibi birlikte çalışmaktan keyif aldığım insanlarla yeniden bir araya geldim. Jesse Plemons ise uzun zamandır birlikte çalışmak istediğim biriydi. Jesse günümüzde sahip olduğumuz en büyük aktörlerden. Hong Chau ve Mamoudou Athie gibi oyuncuları da keşfettim. Bu da beni heyecanlandırdı.
BU BİR MEYDAN OKUMAYDI
◊
◊ Dizinin çekimlerine 2 yıl önce başladınız, her şey sona erip dizinin yayınlanacağı gün gelip çattığında neler yapıyorsunuz? Sosyal medya yorumlarını ya da basını takip ediyor musunuz?
- Nicola Coughlan: Bilmiyorum bu sene geçmiş sezonlardan farklı hissediyorum. Çünkü ilk sezon Covid dönemindeydi. Ne olacağını bilmiyorduk. Ve dizi öyle bir patladı ki... ‘Biz çılgın bir şey yaşıyoruz ama hepimiz tamamen ayrı yerlerdeyiz’ diyorduk… Ama bu sezon prömiyerde hep bir aradaydık, birlikte izledik. Gala şimdiye kadar yaşadığım hiçbir şeye benzemiyordu. İlk kez deneyimledim. İnsanlar tezahürat ediyordu, çığlık atıyordu. Çok yoğun bir sevgi vardı ve bunu deneyimlemek bizim için inanılmazdı. Diziyi Batı Londra’daki bir depoda yani sette çekiyoruz ve dünyanın geri kalanına pek yakın değiliz çekim sürecinde. Tüm prodüksiyon tamamlanıp fanların arasında olmak çılgındı, inanılmazdı, muhteşemdi.
- Luke Newton: Ben sosyal medyadaki yorumlar için heyecanlanmıştım. Ve insanların ne hızla izleyeceğini merak ediyordum.
KADINLARIN KUSURLARINI EKRANDA GÖSTERMEK ÖNEMLİ
◊ Sette yaşanan ‘vay be’ dediğiniz bir an var mı?
- Nicola Coughlan: Setimizde pek çok harika an yaşadık. İnşa edilmiş bir balo salonuna girmek 25 dansçı ve 200 yardımcı sanatçıyla sahneyi çekmek... Setimizde her zaman bir şeyler oluyordu ve sanki gerçekten o dünyanın içindeymişiz gibi hissettiriyordu. Bu dizi, eğlencesi ve romantizmiyle çok güzel, ama bence onu benzersiz kılan ve birçok insanın diziye bu kadar bağlı olmasının nedeni gerçek duyguları barındırması. İnsani bağı çok güzel bir şekilde kutlayan bir dizi. Dünyada sahip olduğumuz en değerli şey birbirimizle paylaştığımız anlar, bağlantılar. Luke ile diziye sıkı sıkıya bağlı kaldık, senaryoyu kendi dünyamız haline getirdik, çekimleri dikkatlice takip ettik, izledik, gözlemledik...Her şeyimizi bu diziye verdik. Böyle hissediyorum...
◊