Paylaş
Bir besteye başlarken ya da yeni bir müzik eseri üzerinde çalışmaya başladığınızda, size en çok ilham veren görsel unsurlar neler olur? Kendinizi nasıl bir görsel dünyayla çevrelersiniz?
- Genellikle stüdyomdayım. Başlarken en fazla bilgiyi veya en faydalı şeyleri senaryoyu okuyarak değil, yönetmenle oturup “Bana hikâyeyi anlat” demekle elde ediyorum. Çünkü o zaman onun aklından geçenleri, onun için neyin önemli olduğunu, neyin önemli olmadığını direkt olarak bilirim. İkinci olarak görüntü yönetmenine gidip renk paletinin ne olduğunu sorarım ve set tasarımcısından bilgiler alırım. Hepsi çok etkili, biliyor musun?
Oyunculara sormuyorum, çünkü sanırım onlar hâlâ benim çözmeye çalıştığım şeyleri çözmeye çalışıyor olur; “Kimi canlandırıyorum ve bu kişiyi nasıl canlandırırım?” Kısacası önce topladığım bilgilerden bir fikir elde ediyorum, genellikle bu fikir yapımla el ele gidiyor ve müzik ortaya çıkıyor.
Konserleriniz muhteşem. Müzikle sınırlı kalmıyor, ışıklar, sahne tasarımı ve anlatımınızla başka bir sinema deneyimi yaşatıyorsunuz. Film müziklerinizi canlı performansla izleyiciyle buluşturmak sizi nasıl besliyor ya da müziğinizi nasıl şekillendiriyor?
- Bunun nasıl başladığını anlatayım... Yakın arkadaşlarım Pharrell Williams ve Johnny Marr bir gün beni kanepeye oturttular. Hatta biraz fazla yakın oturdular, bu yüzden ayağa kalkamadım. Bana artık ekranın arkasına saklanamayacağım hakkında bir konuşma yaptılar. Dinleyicilerimin gözlerinin içine bakmam ve gerçek zamanlı olarak onlarla etkileşim içinde bir şeyler yapmam gerektiğini anlattılar. “Hayır, hayır, hayır, hayır! Sahne korkum var. Konser yapamam” dedim.
1 saat uğraştıktan sonra vazgeçtiler ve odamdan çıkmak için kalktılar. Çıkmadan Pharrell son bir kez arkasını döndü ve “Bu yıl Grammy’de sahnedeyim. Gitaristim olmak ister misin?” diye sordu. Bu teklife bir aptalın “hayır” diyeceğini düşündüm. Onunla Grammy’yi yaptım, bir bakıma eğlenceliydi. Korkutucu ama eğlenceliydi. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
Pharrell ve Johnny, ilk konserimin, ardından ilk turnenin ve Coachella konserimin çok büyük bir parçasıydı. Haklıydılar. Söyledikleri doğruydu. “İnsanların gözlerinin içine bak. Gerçek zamanlı yap. Çok şey öğreneceksin. Filme geri getireceğin çok şey öğreneceksin.” Çok doğru...
HER FİLMDE ÇITAYI YÜKSELTTİK
Besteleriniz de konserleriniz de olağanüstü. Yaptığınız tüm işler çok etkileyici. Peki kendinizi ileriye taşımak için nasıl bir iç denetim ya da kalite kontrol sistemi uyguluyorsunuz?
- “Şimdi durabilirim” diyebileceğim besteyi henüz yazmadım. “Şimdi gidip Capri’de yaşayabilir ve martini içebilirim” diyebileceğim besteyi. Her filmde, her projede hırs var, harika bir şey yapma açlığı var. Bu açlık her zaman var. Ve bu açlık daha az uyku anlamına gelir. Mesela Christopher Nolan ile yaptığım her filmde çıtayı yükselttiğimizi ve bir nevi yeni şeyler icat ettiğimizi düşünüyorum. Bunu söylemek kaba bir şey ama yine de söyleyeceğim; bestelerim her zaman kopyalandı ama bu gerçekten harika bir iltifat! Her filmde kendimi yeniden yaratmaya çalışıyorum.
“Sherlock Holmes”ün müziği “Inception”dan çok farklı. Yani sadece kendimi yeniden icat etmekle kalmıyorum, gerçi bu eğlenceli bir şey ama görevim bir şeyleri ilerletmek. Elimden gelenin en iyisini yapmak ve sıradaki diğer şey için tonu bulmak gerekiyor.
Hans Zimmer, Brad Pitt ve Damson Idris’in başrolündeki “F1” filminin müziklerine imza attı.
“Dune” gibi epik bir yapımda, “Blitz” gibi daha gerçekçi hikâyeye kıyasla müzikal olarak daha fazla deneme yapma özgürlüğü hissediyor musunuz?
- Hayır, eşit özgürlüğe sahibim. “Blitz” hakkında aldığım tek şey, yapımcıların birinden gelen bir nottu. Sadece küçük bir metin. “Bu cesaret ister” yazıyordu. Bu kadardı. Bu iki beyefendi bana çok yakın; Steve McQueen (Blitz) ve Denis Villeneuve (Dune). İkisiyle de gerçekten iyi arkadaşız. Birlikte mücadele ediyoruz.
Steve ile müzik yazıyorum. Denis ile de yazıyorum. “Dune Bölüm İki” için Denis daha başlamadan bir sürü şey yazdım. O mola verirken yazmaya başlamıştım ve “Hans, ikinci film için yazıyorsun ama daha ilk film sinemalarda” diyordu. “Evet, biliyorum ama yazıyorum, çünkü belki senaryonuzu yazarken ilham olur” demiştim.
DUNE BİZİ 13 YAŞIMIZA GERİ GÖTÜRDÜ
“Dune”u konuşalım mı biraz?
- Bir şeyi söylemeliyim. Denis (Villeneuve) ve ben bu kitabı daha ergenlik çağındayken okumuşuz. Denis bir gün bana “Dune adında bir kitap duydun mu hiç?” diye sorduğunda ben heyecanlandım, bu Denis’i biraz korkuttu. “Dune” bizi 13 yaşımıza geri götürdü. 13 yaşındaki o çocukların duygularına ve söylemek istediklerimize geri götürdü.
Ama artık yetişkiniz, parmaklarımızın altında teknoloji var, bilgelik var, ne istersek var. Artık biz film yapımcılarıydık. “Dune”da yaptığım filmdeki son notanın ne olacağını bilmem gerekiyordu. “Dune Bölüm İki”deki son notaya birinci bölümdeki ilk notayı yazmadan önce karar vermeliydim. Öyle de yaptım.
Paylaş