Bugün 6 Ekim “Dünya Cerebral Palsy Günü”. Yani Cerebral Palsy’li bireylerin toplum içinde herkes gibi aynı hak ve fırsatlara sahip olduğuna dikkat çeken bir sosyal hareket ve farkındalık günü… Her yıl 6 Ekim’de dünyanın her yerinde farklı etkinliklerle düzenlenen bu özel gün; Cerebral Palsy’li çocukları ve aileleri tanımak, anlayabilmek ve harekete geçmek için bir fırsat hepimiz için.
Dünya genelinde “Yeşil” Cerebral Palsy rengi olarak kabul görmüş bulunuyor. Yeşil; filizlenme, büyüme ve yaşamın yenilenmesini simgeliyor. Bu bağlamda Cerebral Palsy farkındalığı için yürütülen tüm etkinliklerde katılımcılardan, “yeşil ışık yak”, “logonu yeşil yap” ve “yeşil giy” diyerek paylaştıkları içeriklere @cerebralpalsytr hesabını etiketlemeleri isteniyor.
Cerebral Palsy, beyin hasarı nedeniyle kas ve hareket sisteminin etkilendiği, belirtileri bebeklik ve çocukluk çağında görülmeye başlanan bir rahatsızlık. Prematüre doğum, düşük kilolu doğum, kanın pıhtılaşma problemleri, anne – bebek arasında kan uyuşmazlığı, gebelikte ya da doğum esnasında bebeğin oksijensiz kalması, beyin kanamaları, hamilelik döneminde annenin, bebeğin sinir sistemini etkileyecek, bakteriyel ya da viral enfeksiyon yaşaması, annenin hamilelik döneminde alkol, sigara, uyuşturucu ve/veya çeşitli ilaçlar kullanması, yaşadığı psikolojik sorunlar ve karın bölgesine gelen darbeler Cerebral Palsy’e neden olabiliyor.
Cerebral Palsy (CP), yaygın görülen bir sağlık sorunu. Dünyada her sekiz saatte bir Cerebral Palsy’li bir bebek doğuyor. Yani, yeni doğan her bin bebekten dördü Cerebral Palsy hastası.
Yaygın görülen bir durum olmasına karşın tüm dünyada Cerebral Palsy konusunda bilgi eksikliği bulunuyor. Cerebral Palsy hakkında daha bilinçli olmak ve yanlış bilgilere son vermek, bu rahatsızlığa farkındalık getirmenin en iyi yollarından biri. Peki, bakalım biz bu konuda neler yapabiliriz:
Cerebral Palsy, çocuklukta en sık rastlanan fiziksel engellilik durumu. Gelişimini tamamlamamış beynin; doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde hasar görmesi nedeniyle oluşuyor. Ancak ilerleyici bir hastalık değil bu. Travmaya uğramış beyne erken müdahale edilmesi ve hayat boyu rehabilitasyon uygulamasıyla önemli gelişmeler sağlanabiliyor.
Kanada’da bulunan CanChild Araştırma Merkezi tarafından geliştirilen Kaba Motor İşlev Sınıflandırma Sistemi’ne (GMFCS) göre Cerebral Palsy 5 farklı seviyede kategorize edilmiş bulunuyor:
Seviye I:
Toplum Çalışmaları Enstitüsü, yeni nesil zihinleri fikrî üretime teşvik ederek Türkiye’nin birikimine anlamlı katkılar yapmak amacıyla 9 Eylül 2024’te Ankara’da kuruldu. Bağımsız bir düşünce kuruluşu olarak konumlanan Enstitü bünyesinde; Siyaset, Dış Politika, Ekonomi, Şehircilik, Hukuk ve Adalet ile Dijital Dönüşüm ve Girişimcilik direktörlükleri bulunuyor. Enstitü; odaklandığı alanlarda kronik sorunları önceleyerek saha araştırmaları, raporlar, paneller, konferanslar ve yayınlarla politik karar alıcılara ve kamuoyuna nitelikli bilgi sunmayı amaçlıyor.
Türkiye’nin nitelikli insan kaynağını ülkemizin kronik ya da güncel sorun alanlarına yönelterek politik karar alıcılara rafine çözüm önerileri sunmayı ana kuruluş amacı olarak benimsemiş bulunan Toplum Çalışmaları Enstitüsü; amacına uygun olarak gerçekleştirdiği çalışmalarda, toplumumuzun genel çıkarlarının öncelenmesini esas alıyor. Bu esas, Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün zaman ve zeminden bağımsız, değişmez ilkesi.
Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Hukukçu Aykutalp Arıcı, 2 Ekim Uluslararası Şiddetsizlik Günü dolayısıyla Türkiye’de ve dünyada artan şiddet olaylarının arka planını anlattı.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından 27 Haziran 2007 tarihinde alınan kararla Mahatma Gandhi'nin doğum günü olan 2 Ekim, “Uluslararası Şiddetsizlik Günü” olarak kabul edildi. Hemen hepimizin bildiği gibi, Mahatma Gandhi; Hindistan'ın bağımsızlık hareketine şiddetsiz direnişiyle önderlik etmiş bir lider. Bu yüzden, Sayın Aykutalp Arıcı’ nın ifade etmiş olduğu gibi; Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Şiddetsizlik Günü” için Gandhi’nin doğum gününün seçilmesi oldukça anlamlı.”
Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Hukukçu Aykutalp Arıcı; her sorunun çözümü için, sorunun büyüklüğünün tespitinin önemli aşamalardan birisi olduğunu söylüyor ve “Öyleyse insanlığın şiddet karnesinin incelenmesi, sorunun çözümüne giden yolda iyi bir başlangıç olacaktır.” değerlendirmesinde bulunuyor.
Anayasa’nın 17. maddesiyle beden dokunulmazlığı hakkı teminat altına alındıysa da bu hakkın ihlâli konusunda Türkiye’nin karnesinin istenildiği kadar iyi olmadığını belirten Arıcı, şiddetin toplumun her kesiminde, ev içinde, cinsiyetler arasında, çalışma alanlarında, yaşlılara, çocuklara, hayvanlara ve toplumun tüm kesimlerine karşı önemli ve yaygın bir tehdit vasfı taşımaya devam ettiğinin altını çiziyor.
Institute for Economics & Peace’ in (ekonomi ve barış konularında bilgi ve analiz üreten bir Düşünce Kuruluşu) 2024 yılı Küresel Barış Endeksi’ne göre; son 16 yılda 12. defa olmak üzere dünya bir önceki yıla göre daha az barışçıl olmuş durumda. Sayın Arıcı, endeks her ne kadar özel olarak şiddetsizlik konusunu ele almıyor olsa da, endeks hazırlanırken 163 ülkenin ve dünya nüfusunun %99.7’sinin çalışmaya dahil edildiği dikkate alındığında; elde edilen verinin bir gösterge olarak kabulünün mümkün olduğunu ifade ediyor.
Öte yandan, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UN Office on Drugs and Crime -UNODC)’nin tahminlerine göre; dünya ortalamasında 100.000 kişi başına cinayet sayısı 2010 yılı için 6.9, 2012 yılı için 6.2, 2017 yılı için 6.1, 2021 yılı için 5.8’. Özetle, küresel cinayet sayılarında; 2 Ekim’in Dünya Şiddetsizlik Günü ilan edilmesini takip eden 10 yıl içinde, ancak 100.000’de 1 civarında bir iyileşme sağlanabilmiş olduğu görülüyor.
Kurşunun ateşlendikten sonra belli bir mesafeye ulaşıp hızını kaybederek düşüşe geçtiği andaki durumuna “yorgun mermi” deniliyor. Uzmanlar kurşunun yorgun mermi anına geçtiği sırada havada dönmeye başladığını ve bu sebeple birisine isabet ederse normal mermiden çok daha geniş çapta hatta öldürücü yaralar açabildiğini ifade ediyorlar.
Ülkemizde birçok insanın yaralanmasına, felç kalmasına, hatta ölmesine neden olan yorgun mermi; ne yazık ki, masum insanların canını almaya devam ediyor. Halkımız coşkularını düğün, kutlama ve merasimlerde ateşli silah kullanarak dile getirmeyi; insanların yaralanabileceğini çok fazla düşünmeden sürdürmeye devam ediyor. Yaralanmalarda gerekli müdahale sağlık personeli tarafından zamanında ve ciddi bir şekilde yapılmadığı takdirde, ölümle sonuçlanma riski artıyor. Geceleri terasta yatma kültürü olan İzmir ve Adana gibi illerimizde yorgun mermi ile yaralanma oranı daha da yükseliyor.
Yaklaşık son bir yılda rastladığım yorgun merminin neden olduğu yaralanma ve ölüm vakalarını Sizler’le de paylaşmak istiyorum:
Ve son olarak; 22 Nisan 2023’te Bursa’nın Nilüfer ilçesinde Zekiye Demiralan, 9 yaşındaki kızı D.Y. ile yaya olarak bayram ziyaretinden evine dönerken bir anda yere yığıldı. Bursa Uludağ Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılan Demiralan’ın omzuna mermi isabet ettiği ve iç organlarına zarar verdiği tespit edilerek yoğun bakım servisinde tedaviye alındı. Demiralan olaydan 11 gün sonra yaşam mücadelesini kaybetti.
İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekipleri silahı ateşleyen kişinin yakalanması için özel ekip kurdu. Olay sırasında Zekiye Demiralan’ ın eski eşiyle telefonda konuştuğu ve bu sırada sesin kesildiği belirlenerek vurulma saati tespit edildi. Ve böylece olay yerinden iki kilometre ilerideki gelin alma merasiminde silahla havaya ateş edildiği belirlendi. Silahla havaya ateş açan şüphelinin İstanbul'dan yeğeninin düğünü için Bursa’ya gelen Sultançiftliği Mahallesi muhtarı Ali Özkan olduğu tespit edildi. Özkan gözaltına alındı.
Olay yerinde bulunan 14 kovan ve Zekiye Demiralan’ ın vücudundan çıkan mermi çekirdeği kriminal incelemede şüphelinin kullandığı tabanca ile eşleşti. Tutuklanan Özkan hakkında ‘olası kastla öldürme’ ve ‘korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda ateş etme’ suçlarından müebbet hapis istemiyle dava açıldı. Geçtiğimiz günlerde Bursa 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmalarda şeker hastası olduğunu ve hastanede yatmak istemediğini beyan eden Özkan tahliyesini talep etti.
Mahkeme heyeti Ali Özkan’ın suçunu sabit görerek ‘bilinçli taksirle öldürme’ suçundan 7,5 yıl hapis cezası verdi. Verilen cezayı fazla bulan Özkan’ın avukatı Hakan Gündoğdu Bursa Adliye Mahkemesi (BAM) ne itirazda bulundu. BAM 10. Ceza Mahkemesi yargıtay yolu açık olmak koşuluyla verilen cezayı onaylarken, 16 aydır cezaevinde bulunan Ali Özkan’ın kaldığı süre ve sağlık sorunlarını dikkate alarak tahliyesini kararlaştırdı.
Zekiye Demiralan’ ın büyük kızı Ayşe A. duruşmalarda şeker hastası oluşunu gerekçe göstererek tahliyesini isteyen muhtarın olay tarihinde 8 yaşında olan kardeşi B.Y için 450 bin TL., kendisi için de 50 bin TL. para teklif ettiğini söyledi. “Benim annem öldü; kardeşim annesiz kaldı parayı ne yapayım ben” diyen Ayşe A., Özkan'a verilen cezanın yeterli olmadığını söyledi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü destekleri ile; Diyarbakır Kültür Sanat ve Sinema Derneği (DİSİNEDER) tarafından, İstanbul Rami Kütüphanesi paydaşlığında gerçekleştirilecek olan “3.SinemAnadolu Film Günleri” başlıyor. Söz konusu etkinlik, 3-6 Ekim 2024 tarihleri arasında, Rami Kütüphanesi’nde gerçekleştirilecek. Anadolu’da çekilmiş ödüllü filmlerin gösterileceği “3.SinemAnadolu Film Günleri”; bu filmlerin yönetmenleri, oyuncuları ve ekibini sinema severlerle buluşturmayı amaçlıyor.
İsterseniz, önce biraz söz konusu etkinliğe ev sahipliği yapacak olan Rami Kütüphanesi’nin tarihçesinden söz edelim:
Rami Kütüphanesi’nin bugün İstanbul’un Eyüpsultan İlçesi sınırları içinde bulunan geniş arazisi; 1695-1703 tarihleri arasında tahtta olan Osmanlı Sultanı II. Mustafa tarafından, Sadrazam Rami Mehmed Paşa’ya çiftlik olarak armağan ediliyor. Kayıtlara Rami Kışlası Çiftliği olarak geçen bu bölge; ilk olarak Sultan III. Mustafa döneminde, Rumeli koluna sefere çıkan orduya lojistik destek veren ve bir takım ek hizmetler sunan bir alan olarak kullanılıyor.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının hemen ardından kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusu için bu bölgede inşa edilen ve 1828 yılında kullanılmaya başlanan askerî kışla da Rami Kışlası olarak anılmaya başlanıyor. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Sultan II. Mahmud’un karargâhı olarak da hizmet veren Rami Kışlası, 1836-1837 yılları arasında Mühendishane talebelerinin de kışla içinde bulunan Mekteb-i Harbiye’ye taşınması ile yalnızca askerî bir üs olmaktan çıkarak bir bilim yuvası kimliği de kazanıyor.
Dünya Savaşı sırasında yer yer yer tahrip olan Rami Kışlası, Cumhuriyet Dönemi’nde de işlevini koruyor ve 1971 yılına dek askerî amaçlı kullanılıyor. Bu tarihten sonra, kışla mülki idareye devrediliyor.
250 yılı aşkın bir tarihi olan Rami Kışlası’nın kütüphane olarak yeniden yapılandırılması fikri, ‘İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ çalışmalarına dayanıyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yoğun gayretleriyle 2014 yılında başlatılan Rami Kışlası restorasyon, renovasyon ve yeniden inşa projesi; İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü yürütücülüğünde 3 aşamada gerçekleştirilmiş ve 2023 yılında tamamlanmış bulunuyor. 220 dönümlük arsa içinde 36 bin metrekarelik kapalı alan ve 51 bin metrekarelik bir avluya sahip bulunan Kütüphane; İstanbul’un en büyük, Avrupa’nın da sayılı kütüphane komplekslerinden biri olarak öne çıkıyor.
Kütüphane binasının yapımı aşamasında kışlanın özgün yapıları korunmuş, tahrip olan bölümler aslına uygun doğal malzeme ve özel tekniklerle yeniden inşa edilmiş bulunuyor. Böylece geçmişi 18. Yüzyılın ortalarına dek uzanan Rami Kışlası; aslına uygun restorasyon, renovasyon ve yeniden inşa çalışmaları sonucunda Rami Kütüphanesi olarak yeniden hayat bulmuş oluyor. Şimdilerde ise “Geçmişin Tanığı” aynı zamanda “Geleceğin Kaynağı” olan bu bina; Türkiye’nin ve İstanbul’un bilgi toplumuna açılan penceresi olarak toplumun kültürel, eğitsel ve sanatsal ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni ve farklı bir mekân olarak ziyaretçilerine kapılarını açmış durumda. Rami Kütüphanesi; modern kütüphanecilik anlayışı ve “yaşayan kütüphane” konseptiyle her yaştan ziyaretçisine yepyeni bir kütüphane deneyimi sunuyor.
Alzheimer; başta unutkanlık olmak üzere çeşitli zihinsel ve davranışsal bozukluklara yol açan, günlük yaşam aktivitelerini etkileyen ilerleyici bir beyin hastalığı. Beyinde belirli proteinlerin birikmesine yol açan değişikliklerle karakterize olan bu hastalık, beynin küçülmesine ve beyin hücrelerinin sonunda ölmesine neden oluyor. Halk arasında “bunama” olarak bilinen “demans” hastalığının en yaygın nedeni, Alzheimer.
Bugün, “21 Eylül Dünya Alzheimer Günü”. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de bu özel günde ve devam eden hafta içinde düzenlenen çeşitli etkinliklerle kesin tedavisi bulunmayan bu ilerleyici hastalık konusunda farkındalık yaratılmaya çalışılıyor. Bu yılın teması ise; “Alzheimer’ı tanı, Alzheimer’dan korun” şeklinde belirlenmiş bulunuyor.
Alzheimer hastalığı; yaşam süresinin uzamasıyla birlikte giderek artan sıklıkta görülen, hastalanan bireylerin ailelerini de psikolojik, sosyal ve ekonomik bakımdan etkileyen önemli bir sağlık sorunu.
Dünya Sağlık Örgütü tahminlerine göre; halen 55 milyonun üzerinde olan demanslı hasta sayısı 2030 yılında 75 milyona, 2050 yılında da 132 milyona ulaşacak. Yapılan incelemeler her üç saniyede yeni bir demans tanısı konulduğunu ve bunların %60-80’inin Alzheimer hastası olduğunu gösteriyor.
Alzheimer, dünyada altıncı en sık ölüm nedeni. Bu hastalığın dünyaya yıllık maliyeti yaklaşık 604 milyar dolar olarak hesaplanmış bulunuyor. Bu rakam tüm dünya bütçesinin %1’ini oluşturuyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre; “Türkiye 2050 yılında dünyada en fazla Alzheimer hastasına sahip dört ülkeden biri durumuna gelecek…”
TÜİK tarafından yayımlanan 2022 yılı Türkiye Sağlık Araştırması Raporu’na göre, ülkemizde 65 yaş üzerindeki bireylerde Alzheimer hastalığı görülme sıklığı %5,5. Bu durum, dünyada olduğu gibi ülkemizde de Alzheimer ile etkin bir şekilde mücadele etmenin gerekliliğini ortaya koyuyor.
Hastalığın seyri genel olarak üç evreye ayrılıyor: Erken, Orta ve İleri Evreler
Alzheimer'ın
Koç Üniversitesi Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü’ nün faaliyet alanı kanser hastalıklarının tanısı, tedavisi, önlenmesi, destek tedavisi ve kanserle ilişkili her türlü klinik durumu kapsıyor. Bölümde tüm kanser türlerinin hem tanısı hem de tedavisini ilgilendiren kararlar, disiplinlerin ortak katılımıyla yapılan haftalık toplantılarda veriliyor.
Eylül ayı dünya genelinde “Prostat Kanseri Farkındalık Ayı” olarak kabul ediliyor. Bu ay prostat kanseri ile ilgili farkındalığı artırmak ve erken teşhisin önemine dikkat çekmek amacıyla önemli bir fırsat sunuyor bizlere.
Prostat erkek üreme sisteminde önemli bir parça. İdrar torbasının altında, makatın önünde, ortalama ceviz büyüklüğündeki bir salgı bezi olarak tanımlanıyor. Bu salgı bezinin tam merkezinden “üretra” adında bir idrar kanalı geçiyor. Prostat bezinin normal sayılan ölçüsü 20 gram. Ancak boyutunun artması kanser belirtisi olarak tanımlanmıyor.
Prostat kanserine, genel olarak, prostatın dış kabuğunda başlayan ve zamanla yayılım gösteren kötü huylu tümörler neden oluyor. Vücuttaki doku hücreleri genellikle kendilerini belirli bir kontrol mekanizması içerisinde yenileme eğiliminde olduklarından, hasar gören dokular tamir ediliyor. Kontrol dışında kalan ve sürekli olarak çoğalan hücreler “tümör” adı verilen hücre gruplarını oluşturuyor.
Prostat tümörlerinin bir kısmı bulundukları bölge içerisinde kalıyor ve diğer organlara yayılmıyor. Yayılım göstermeyen tümörlere “iyi huylu tümör”, yayılım gösteren tümörlere ise “kötü huylu tümör” adı veriliyor. Kötü huylu tümörler de prostat kanserine neden oluyor.
Prostat kanseri belirtileri birçok kişide farklı semptomlara sebep olabiliyor. Ya da bazı kişilerde hiçbir belirti görülmeyebiliyor. Genel olarak rastlanan belirtiler şu şekilde sıralanıyor:
Tüm bunların yanı sıra, bu semptomların prostat kanseri dışında farklı hastalıklardan da kaynaklanabileceği unutulmamalıdır. Yani prostat kanseri tanısı, mutlaka, uzman bir doktor tarafından konulmalıdır.
Evrelere ayrılması sayesinde prostat kanserinin yayılma derecesi tespit edilebiliyor ve bu şekilde hastalığın tedavisinde izlenecek yöntem belirleniyor.
Gitgide insanlığımızı kaybediyoruz galiba… Ben, şahsen, etrafımızda yaşananları gördükçe ya da yazılanları okudukça derin bir acıyla sarsılıyor ve olanlara inanmak istemiyorum…
Şimdi sizlere son bir hafta-on gün içinde karşı karşıya kaldığımız, kendimizin dahli olmasa da, yaşanan utanç verici olaylardan söz etmek istiyorum:
Mardin’in Mazıdağı ilçesinde bir anaokulunun bahçesinde nöbetçi öğretmen Yusuf E., ‘kapı açma’ nedeniyle tartıştığı biri amatör boksör iki kardeş tarafından darp edildi. Okulun iki giriş kapısı vardı ancak ana giriş kapısı, okul saatleri dışında bulunulduğu için kapalıydı. Nöbetçi öğretmen kardeşlerden, sadece, iki kapılı okulun kapalı olmayan kapısını kullanmalarını rica etmişti. Ama kardeşlerden biri öğretmene yumruklarla saldırırken, diğeri de pantolonundaki kemeri çıkartarak darp etti O’nu. Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Mardin İl Başkanı ve üyeleri olayın yaşandığı okulun önünde basın açıklaması düzenlediler. Açıklamada; eğitim çalışanlarına yönelik şiddetin toplumsal bir sorun haline geldiğini belirterek, ‘şiddeti önleyecek önemli bir aktör olması gereken eğitimciler maalesef şiddetin mağduru durumuna gelmiştir. Bu saldırıyı ve kamu çalışanlarına yönelik tüm şiddet eylemlerini kınıyoruz ve lanetliyoruz.’ diyerek üzüntü ve kaygılarını ifade ettiler.
Adana’da aile sağlık merkezine giden Seracettin D., Doktor Can Cevher Gürler’e gelerek işe giriş raporu almak istedi. Doktor Gürler’in kendisinde kayıtlı olmayan kişiye sadece durum bildirilir raporu verebileceğini söylemesi üzerine çıkan tartışmada; Seracettin D. odadaki elektrikli çaydanlık ile doktora saldırdı. Saldırı sonucunda Gürler’in sol omzunda çıkık, kafatasında çatlak ve açık yaralar oluştu. Sağlık ekiplerince hastaneye kaldırılan Gürler yoğun bakım ünitesinde tedaviye alındı. Ben, şahsen, sağlığımızı emanet ettiğimiz Değerli Doktorlarımız’a yapılan bu saldırıların bir an önce sonlanabilmesi için, faillere olabilecek en üst sınırdan ve kesinlikle hapis cezası verilmesi gerektiğine inanıyorum.
Muammer-Zeynep Çokyaşar çifti iki yaşındaki çocukları Hanife Çokyaşar ile Ordu’daki baba evine fındık toplamaya gittiler. Üvey babaanne Şerife Çokyaşar çocuğun balkondan düştüğünü söyleyince mağdur bebek sağlık ekipleri tarafından ambulans ile hastaneye götürüldü. Ancak evdeki güvenlik kamerası görüntülerini izleyen anne Zeynep Çokyaşar, çocuğunun kayınvalidesi Şerife Çokyaşar tarafından itildiğini gördü. Ailenin ihbarı üzerine adrese sevk edilen jandarma ekipleri Şerife Çokyaşar’ı gözaltına aldı. Yapılan soruşturmanın ardından, üvey babaanne 7 Eylül’de çıkarıldığı mahkemede ‘öldürmeye teşebbüs’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Haziran ayında İstanbul Bakırköy Florya’da bir vatandaş Paşa Türk adlı bir kişiyi ‘Alice’ isimli köpeğe tecavüz ederken suçüstü yakaladı. Geçtiğimiz günlerde köpeğe tecavüz ettiği iddiası ile yargılanan Paşa Türk, avukat eşliğinde savunma yapmak istediğini belirtti. Mahkeme hemen bir avukat tayin etti kendisine, ancak gelen avukat, olayın konusunu öğrenince dosyadan çekildi. Köpeğin sahibi Özlem Sönmez sanığın 2020, 2021 ve 2024’de ‘Alice’i üç kez kaçırıp tecavüz ettiğini beyan etti. Mahkeme sanığın avukat eşliğinde savunmasının alınması ve görüntülerin incelenmesi için, duruşmayı 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’ne erteledi.
9 Eylül tarihinde Mehmet E. yabancı uyruklu kız arkadaşı Maıa A.’yı Beyoğlu’nda bir otele götürdü. Öğlen saatlerinde iki sevgili tartıştı ve tartışmanın kavgaya dönüşmesi ile Mehmet E., Maıa A’yı darp ederek ağır yaraladı. Bu olayın ardından hızla olay yerinden kaçmaya çalışan Mehmet E., peşine düşen otel görevlisi Hakan Karaçal tarafından yakalandı. İhbar üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Sağlık ekipleri yaralı Maıa A.’yı, olay yerinde yaptıkları ilk müdahalenin ardından, ambulansla hastaneye sevk etti. Ancak Maıa A., doktorların tüm çabasına rağmen hayatını kaybetti. Olay sonrası yapılan incelemelerde otelin ruhsatsız olduğu öğrenildi ve otel mühürlendi.
Antalya’da bir sitenin yöneticisi olan Fadim Temirhaneoğulları’nın, üç ay uzaklaştırma kararı aldırdığı boşanma aşamasındaki eşi Savaş Temirhaneoğulları 11 Eylül günü saat 05.00 sıralarında Fadim’in evine gelerek eşine tabancayla beş el ateş ettikten sonra evden ayrıldı
Dün yayımlanan yazımı Ağustos 2024’te öldürülen kadınların isimleri ve özet hikayeleri ile tamamlamak istiyorum.
Siirt’te yaşayan 5 çocuk annesi Saliha K. eskiden evli olduğu İdris K. tarafından defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Fail daha sonra bileklerini keserek intihar teşebbüsünde bulundu. Hastaneye kaldırılan Saliha K. hayatını kaybederken, İdris K., tedavisinin ardından sevk edildiği adli makamlarca tutuklandı.
Antalya’da 43 yaşındaki Aynur Çilli birlikte olduğu Mehmet Altın tarafından ormanlık alanda başına taşla vurularak öldürüldü. Fail daha sonra Aynur Çilli’nin 8 yaşındaki oğlu Umutcan Çilli’ yi de, olaya şahit olduğu gerekçesiyle, boğarak öldürdü. Fail Mehmet Altın’ın 17 farklı suçtan kaydı olduğu ve 5 kez evlendiği öğrenilirken, sevgilisi Aynur Çilli’nin ise 20 farklı suç kaydı bulunduğu ortaya çıktı.
Kayseri’de yaşayan 55 yaşındaki Nuray Dabaz ve oğlu Ali Dabaz akrabaları Selfat Aydoğdu tarafından tüfekle vurularak öldürüldü. Nuray Dabaz’ ın diğer oğlu Serkan Dabaz ise yaralandı. Nuray ve oğlu Ali Dabaz' ın hayatını kaybettiği belirlenirken; diğer oğul Serkan Dabaz ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Konya’da 49 yaşındaki Arife Öz bir süredir ayrı yaşadığı eşi Hasan Öz tarafından silahlı saldırıya uğradı. Vücuduna 3 mermi isabet eden Arife Öz, kanlar içinde yere yığıldı. Ambulansla hastaneye kaldırılan Arife Öz kurtarılamadı. Failin 5 ayrı suçtan kaydı olduğu öğrenildi.
Afyon’da 19 yaşındaki Sultan Tosun eskiden birlikte olduğu 23 yaşındaki Yusuf Ç. tarafından bir parkta boğazından bıçaklanarak öldürüldü. Failin Sultan Tosun’u öldürdükten sonra parktaki su kanalına atarak kaçtığı belirlendi.
40 yaşındaki Mustafa Demir, arazi anlaşmazlığı yüzünden kardeşinin eşi 3 çocuk annesi 37 yaşındaki Fatma Demir'i 24 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Cinayet sırasında Fatma Demir'i Mustafa Demir'in annesi Esme Demir ile lise öğrencisi oğlu Ü.D.' nin tutup, Mustafa Demir'in bıçakladığı ileri sürüldü. Fatma Demir olay yerinde hayatını kaybederken, olaydan sonra kaçan Mustafa Demir, annesi Esme Demir ile lise öğrencisi oğlu Ü.D., jandarmanın takibi sonucu yakalanarak çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Tekirdağ’da T.A. ile annesi 55 yaşındaki