27 Haziran kızımın doğum günüydü. Gün içinde Tarihçiler Derneği ve Sabancı Üniversitesi iş birliği ile gerçekleştirilen “Erken Modern Dönem Osmanlı Çalışmaları Konferansı” na katılacak, sonrasında da arkadaşlarıyla Galataport’ ta erken bir akşam yemeği yiyecekti. Akşam 21:30 civarında da bana gelecekti ve birlikte pasta kesecektik.
Saat gece yarısına yaklaştıkça, kağıt üzerinde şahane görünen bu programın gerçekleşemeyeceğini anlamıştım. Zira Zeynep hâlâ eve varamamıştı. Benim fazlasıyla iyimser kızım, İstanbul’un en işlek ve turistik meydanlarından olan Karaköy Meydanı’nın erişilebilir olduğuna o kadar emindi ki eve toplu taşıma araçlarını kullanarak dönmeye kalkışmıştı.
Konferans Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy’ deki merkezi Minerva Han’ daydı. Galataport’ u da yakın olduğu için, yürüyerek rahatlıkla ulaşabilecekleri – daha doğrusu ulaşabileceklerini sandıkları – için seçmişlerdi. Normalde 15 dakikalık yürüme mesafesinde olan Galataport’ a 45 dakikada zar zor eriştiklerini eve geldiğinde öğrendim. Zeynep ile çıtı pıtı bir genç kadın olan meslektaşı Ela, Minerva Han’dan çıkınca yolun karşısına geçmek için yaya geçidi veya trafik ışığı aramışlar ama nafile…
Onlara yardımcı olan bir vatandaş sayesine rampası olmayan kaldırıma zar zor çıkıp geçit ya da ışık bulmak umuduyla Tünel’ e kadar yürümüşler ama karşıya geçilebilecek tek yerin dimdik bir yokuşla inilen bir alt geçit olduğunu görmüşler. Asansörü sormuşlar. Yok! Mecbur, geri yürümüşler. Ters istikamete giderlerse bir trafik ışığı bulacaklarını düşünmüşler. Bu sefer rampasız kaldırımı çıkaracak kimse olmadığı için, ister istemez, yola bırakmışlar kendilerini. 750 metre boyunca hızlı akan trafikte, sürücülerin şaşkın bakışları arasında, korkuyla yürümüşler ve sonunda bir trafik ışığına ulaşmışlar.
Karşıya geçebildiklerinde yeni bir macera ile karşılaşmışlar: İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi’ nin, 2021 yılında oy birliği ile aldığı kararla meydan yapılmak üzere geçtiğimiz aylarda yıkılan Karaköy Katlı Otoparkı' nın inşaat alanı! Proje alanında tarihi eserler bulununca Anıtlar Kurulu’ na sevk edilen çalışma, meydanı iyice keşmekeş haline getirmiş. Bizimkiler, yine kaldırıma çıkamayıp, atmışlar kendilerini o keşmekeşin içine.
Sonunda Galataport’ a varıp kısa ama keyifli bir yemek yiyebilmişler arkadaşlarıyla. Gelirken bu kadar zorlandılar ya, bari dönüşte kaldırımlardan uzak duralım diye Marmaray’ a binecekleri Sirkeci’ ye tramvayla gitmeye karar vermişler. Tekerlekli sandalyenin ancak yan durabildiği peronda kalabalık içinde tramvayı beklemişler, ama tramvaya binememişler çünkü peron ile tramvay arasındaki boşluk çok fazlaymış ve ön tekerleklerin boşluğa düşüp sıkışmasından korkmuşlar. Mecburen geri çıkmış ve Sirkeci’ye yürümeye başlamışlar. Neyse ki Galata Köprüsü’ ne kadar araç trafiğine kapalı ara yollardan yürüyebilmişler. Gerçi bu yolların araç trafiğine kapalı olması üzerlerine doğru süren motosikletleri pek engellememiş, ama neyse herhangi bir kaza da olmamış…
Galata Köprüsü’ ne geldiklerinde köprünün karanlık olduğunu, ışıkların yanmadığını görmüşler. Tehlikeli iş yapmayalım diye başlamışlar aydınlık olan köprü altından yürümeye. Ortaya geldiklerinde dik merdivenler karşılamış onları. Öyle ya, teknelerin geçmesi için bir yerde bitmesi gerek yaya yolunun da. Yukarı çıkabilecekleri asansörü aramışlar. Yok! Mecburen aynı yolu geri dönmek zorunda kalmışlar… Kapkaranlık köprüden pek de önlerini göremeden yürüdükten sonra Eminönü’ne varmışlar, neyse ki Eminönü aydınlık ve düzmüş.
Şair ve yazar, halkbilimci ve çocuk edebiyatçısı Oğuz Tansel, 15 Şubat 1915 tarihinde, Bozkır / Konya’ nın Meyre Köyü’ nde dünyaya geldi. İstanbul’ da Davutpaşa Ortaokulu ve Pertevniyal Lisesini bitirdikten sonra, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı. Üniversite yıllarında başladığı öğretmenliği, 1969’da sağlık nedeni ile emekliye ayrılıncaya dek sürdürdü. Mardin, Akhisar, Eskişehir, Amasya, Konya ortaokul ve liselerinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştı,
Konya Lisesinde öğrenciyken öğretmeni Pertev Naili Boratav’ın yönlendirmesiyle bilimsel araştırmalara yöneldi. Gerek mesleği gerekse özel gayretleriyle dolaştığı yerlerden derlediği masallarla Türk folklor ve edebiyatına katkılarda bulundu. Şiirleri İngilizce, Almanca, Felemenkçe ve Korece’ ye; masalları da Almanca’ ya ve Azeri Türkçesi’ ne çevrildi. “Allı ile Fırfırı” (1976) adlı eseriyle “1977 Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Yarışması Ödülü’ nü kazandı.
İlk şiiri 1937 yılında Servet-i Fünûn Dergisi’ nde, ilk yazısı ise 1938’de Halk Bilgisi Haberleri’ nde yayımlandı. Servet-i Fünûn ve Varlık dergilerinde çıkmaya başlayan şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı. Sonraki şiir ve yazıları Varlık, Kaynak, Yeditepe, Şairler Yaprağı, Dost, Güney, Kıyı, Türk Dili dergilerinde yer aldı. 1947 yılından sonraki şiirlerini ise serbest nazımla yazdı.
ABD’li Prof. Dr. Bruce Reiprich tarafından bestelenen şiirleri 1994-96 yıllarında ABD ve Türkiye’de seslendirildi. W. Eberhard ile Pertev Naili Boratav’ın yayımladığı “Typen Turkischer Volksmaarchen” adlı kataloğa verdiği kırk yedi masal tipi ile, bu esere en geniş katkıyı sağlayan araştırmacı oldu.
Çocuk edebiyatçısı Ülkün Tansel ile Prof. Dr. Aysıt Tansel'in babası olan Oğuz Tansel; Edebiyatçılar Derneği Onur Üyesi ve Türkiye Yazarlar Sendikası Üyesi idi. Kelimelerle sığmayacak kadar değerli ve çok yönlü bir yazar olan Tansel, Ankara’ da 30 Ekim 1994 tarihinde, ardında sayısız şiir ve masal bırakarak yaşama veda etti
Yukarıda da ifade etmiş olduğum gibi, Edebiyata şiirle başlayan Oğuz Tansel, ilk şiirlerini, 1937 yılında, Servetifünûn/Uyanış ve Varlık’ ta yayımladı. Bu tarihten sonra 1940 kuşağı şairleri arasında yer aldı. 1940 kuşağının lirik ve kendine özgü sesi Oğuz Tansel’ i, Adnan Binyazar “Üç Kanatlı Masal Kuşu” na benzeterek, “Benzemezlikleriyle öne çıkmıştır, benzerlikleriyle değil. Halk bilgisiyle çağdaşlığı özümseyerek kendi bilgeliğini yaratmıştır,”* diyerek tanımlıyor Usta Yazarımız’ ı. Ve işte O’ nun şiirlerinden bir örnek:
“Uyanış
Ana duygularla kabarmış toprak;
1985 yılında İstanbul’da kurulan Türkiye Yayıncılar Birliği, ülkemizin en eski yayıncı birliği. Türkiye’de yayıncılık sektöründe faaliyet gösteren yayıncıları ve yayın dağıtımcılarını temsil eden Birlik, halen 400’ ün üzerinde üyeye sahip bulunuyor. Birliğin başlıca amaçları:
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin iki yılda bir düzenlediği Türkiye Yayıncılık Kurultayı’ nın on birincisi 5-6 Haziran 2024 tarihlerinde Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Kurultay’ da iki gün boyunca; kamu desteği ve mevzuat, yapay zekânın yayıncılığa etkisi, okuma kültürü bağlamında yeni eğitim müfredatı, kültürel ifadelerin çeşitliliği bağlamında yazma ve yayınlama özgürlüğü, günümüzde okurun ve okuma alışkanlıklarının değişimi, e-ticaret ve çoklu satış kanalları gibi önemli başlıklar tartışıldı. Kore Yayıncılar Birliği Başkanı Chulho Yoon, başarılı bir yayıncılık örneği olarak Kore yayıncılık sektörünün gelişimiyle ilgili bilgi ve deneyimlerini sektörle paylaştı. İlk kez profesyonel buluşmaların da gerçekleştiği Kurultay’ da baskı, kâğıt, dijital platform ve sektöre yönelik teknolojik çözüm firmaları yayıncılarla bir araya gelerek sunumlar yaptılar.
Kurultay’ da -özetle- aşağıdaki konularda görüş birliğine varıldı:
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin almış olduğu bu kararların tümüne katılıyorum. Ancak benim de kendilerinden naçizane bir önerim olacak. Öncelikle bilmeyenleriniz için tekrarlamak isterim: Ben bir kas hastasıyım. 45 yaşıma kadar 10 parmak daktilo yazabilirken, bugün ancak tek parmakla -o da Mouse ile- bilgisayar kullanabiliyorum.
Eskiden beni en iyi dinlendiren şey, kitap okumaktı. Ama artık sayfaları çeviremediğim için hiç kitap okuyamıyorum. Ve bir gazeteci olarak, bu eksiklik beni çok üzüyor. Acaba yayınevleri, benim gibi kollarını ve ellerini gerektiği gibi kullanamayanların da yararlanabilmeleri için, hiç olmazsa bazı kitapları bilgisayardan okunabilecek şekilde de sunamazlar mı satışa?
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Artık yaşıtlarımızı bir bir kaybediyoruz. Geçtiğimiz Cuma günü Sevgili Dostumuz Ahmet Uğurlu’yu da ebediyete uğurladık.
Ahmet’in eşi Üsküdar Amerikan Lisesi’nde sınıf arkadaşımdı. Daha okulun ilk günlerinde kaynaşmıştık O’ nunla. Sonra evlerinin bize çok yakın olduğunu öğrenmiştim ve sık sık gidip gelmeye başlamıştık birbirimize. Zira ikimizin de anneleri yürüme mesafesinden daha uzağa gitmemize izin vermiyorlardı.
ÜSTTE SOLDAN (kendi solumuz) İLK BAŞTAKİ KIVIRCIK SAÇLI TATLI KIZ NECEF, ÖNDEKİ UZUN SAÇLI KIZ DA BEN. HENÜZ HAZIRLIK SINIFINDAYIZ.)
İstanbul Yelken Kulübü’ nde (İYK) “Balkan Yat Yarışları” Sekreterliği görevine kabul edilmeme Necef vesile olmuştu. Ve ben o görevde eşim Özer Yelçe ile tanıştım. O zaman Milliyet Gazetesi’nin spor yazarlarından biriydi Özer. Yarışın ardından, İstanbul Yelken Kulübü’ndeki Ödül Töreni de bittikten sonra sonra, Kulübün İskelesi’nden kalkan motora binerek hep birlikte Moda Deniz Kulübü’ne yemeğe gitmiştik. Sonra da Altın Raket’ te, Özer, Necef ve ben caz dinlemiştik.
Özer’le tanıştığımızdan bir yıl sonra nişanlandık. Nişandan bir yıl sonra da evlendik. Yani Sevgili Necef, bir anlamda mutluluğumuzun mimarı olmuştu. Ertesi yıl kızımız doğdu. O’na Necef ‘in ilk ismi olan “Zeynep” adını verdik. Hoş, zaten biz Bebeğimiz’i; daha hamile olduğum ilk günden, ultrasonun değil kendi adı bile olmayan bir devirde, kız olacağına yürekten inanarak adlandırmış ve O’nu hep ‘Zeynep geliyor’ diyerek beklemiştik. Necef o sıralarda yüksek eğitimi için Amerika’daydı. O zamanlar şimdiki gibi olanaklar yoktu yurt dışı görüşmeleri için. Önce aranılacak numara operatöre yazdırılıp telefon başında sıra bekleniyordu ve oldukça yüksek bir bedel ödeniyordu.
1976 yılında annemi kaybettim ve bir iki gün sonra karşımda Necef’ i buldum. Öyle şaşırmıştım ki onu görünce; “Birbirimizden uzakta olunca arkadaşlığımız bundan etkilenecek mi sanıyordun?” diyerek beni kucakladı. Sonra kaldığımız yerden sürdürmeye devam ettik arkadaşlığımızı.
Necef bir gün Ahmet ile tanıştı ve derin bir tutkuyla bağlandığı bu “Güzel Adam” a aşık oldu. Kısa süre içinde de evlendiler. Bir zaman sonra da oğulları Orhan’ı kucaklarına aldılar. Biz Orhan doğmadan önce Ahmet ile tanışmış ve O’nu çok sevmiştik.
Habitat Derneği (HABİTAT), dijitalleşen dünya ile uyumlu, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen güçlü ortaklıklar temelinde, toplumun tüm kesimlerine yönelik; teknoloji, girişimcilik ve finansal bilinç alanlarında kapasite geliştirici ve sosyal etki odaklı projeler geliştiren bir sivil toplum kuruluşu.
Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günü, ülkemiz için çok değerli olduğunu düşündüğüm bu saygın derneği konu almıştım yazılarıma. Ve Pazartesi günü derneğin projeleri ile ilgili bilgi vereceğime dair söz vermiştim Sizler’ e.
Sözümü tutamadığım için üzgünüm. Özrümün kabulünü rica ediyorum. Zira, iki gün devam eden müthiş bir migren krizi ve ona eşlik eden yüksek tansiyon problemi yaşadım. Başım hâlâ biraz ağrıyor ve midem hâlâ bulanıyor ama, aldığım ilaçların da yardımıyla, nihayet bugün bilgisayar başına oturabilecek gücü buldum kendimde. Ve kaldığım yerden, HABİTAT Projeleri tanıtmaya devam ediyorum.
Fondation de France ve Habitat Derneği ortaklığında 2024 yılında hayata geçirilen Hayalinin Yanında Projesi, Hatay’da depremden etkilenen 12-16 yaş arası çocukların sosyal gelişimlerine katkı sunmayı ve finansal becerilerini geliştirmeyi amaçlıyor. Proje yerelde gerçekleştirilecek eğitimler, psiko-sosyal destek için grup terapileri ve esnek becerileri geliştirecek sosyal aktiviteler ile çocukların farkındalıklarının artırılmasını hedefliyor.
Hatay’da eğitmen eğitimi alan gönüllüler, fiziksel ve çevrim içi olmak üzere içerikleri yaygınlaştırıyorlar. Uzman psikologlar ile çocuklara psiko-sosyal destek, çatışma dönüşümü ve sosyal arabuluculuk faaliyetleri yürütülerek grup terapisi uygulanıyor. Grup terapisi ile duygusal farkındalık, empati ve dayanıklılık temeli kazandırılıyor. Sosyal davranışlara odaklanarak öğrenmelerine destek olacak sanat terapisi, seramik, drama ve ritim atölyeleri, hikaye anlatımı ve film gösterimini içerecek şekilde çeşitli sosyal aktiviteler gerçekleştiriliyor.
2024 yılında Hatay’ da başlayan Proje, halen devam ediyor.
Habitat Derneği ve uluslararası bir tekstil firması ortaklığında hayata geçirilen Başka Pencereden Bak Projesi; sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda üretim yapan çalışanların kapsayıcılık bakış açılarının ve yeni nesil becerilerinin geliştirilmesini ve ayrıca sosyal uyumun artırılmasını amaçlıyor. Çalışmalar, üretim yapan çalışanlara 6 modül eğitim verilerek; çalışanların finansal risk yönetim, finansal okuryazarlık ve dijital okuryazarlık becerilerinin artırılması hedeflenerek yürütülüyor.
Projenin tamamlanmasının ardından eğitimlere katılan kadınların finansal okuryazarlık, finansal risk yönetimi, dijital finans, çalışma hayatında ekonomik haklar, dijital okuryazarlık ve kısa tarihi ve son olarak internet güvenliği ve bilgi doğrulama alanlarında temel becerilere sahip olmaları bekleniyor.
Habitat Derneği (HABİTAT), dijitalleşen dünya ile uyumlu, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen güçlü ortaklıklar temelinde, toplumun tüm kesimlerine yönelik; teknoloji, girişimcilik ve finansal bilinç alanlarında kapasite geliştirici ve sosyal etki odaklı projeler geliştiren bir sivil toplum kuruluşu.
Ülkemiz için çok değerli olduğunu düşündüğüm bu saygın sivil toplum kuruluşu hakkında bilgi vermeye, dün kaldığım yerden, devam ediyorum.
Standard Chartered Foundation’ın finansal destekleriyle hayata geçirilen ve Youth Business International ile Habitat Derneği iş birliğiyle yürütülen “Future Lab Projesi”, girişimciliğin farklı aşamalarına odaklanan iki farklı programı bir arada sunarak 18-35 yaş arası genç girişimcileri ve girişimci adaylarını desteklemeyi amaçlıyor.
Future Lab Projesi kapsamında düzenlenen çeşitli eğitim ve girişimcilik faaliyetlerinin yanı sıra; sağlanacak hibe desteği ile piyasada aktif rol oynayan, sürdürülebilir iş modellerine sahip, yatırım potansiyeli yüksek ve istihdama katkı sağlayan bir girişimci havuzu oluşturulması hedefleniyor.
2024 yılında başlamış olan ve 81 ilimizin tümünü kapsayan bu proje, halen devam ediyor.
“Geleceği Eşitle Projesi”, Türkiye’deki 15-24 yaş aralığındaki Türk ve yabancı uyruklu gençlerin dijital yetkinliklerini, sosyal girişimcilik becerilerini ve istihdam edilebilirliklerini artırmayı hedefliyor. UNICEF ve Habitat Derneği ortaklığıyla hayata geçirilen proje; faaliyetlerini, Dijital Becerileri Geliştirme Programı ve Girişimcilik Destek Programı olmak üzere iki ana kategoride yürütüyor.
2021 yılında başlamış olan ve 81 ilimizin tümünü kapsayan bu proje de halen devam ediyor.
ING Türkiye ve Habitat Derneği iş birliği ile
Habitat Derneği (HABİTAT), dijitalleşen dünya ile uyumlu, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen güçlü ortaklıklar temelinde, toplumun tüm kesimlerine yönelik; teknoloji, girişimcilik ve finansal bilinç alanlarında kapasite geliştirici ve sosyal etki odaklı projeler geliştiren bir sivil toplum kuruluşu.
İlk kuruluş vizyonu dünya gençliği ile Türkiye gençliği arasında iletişim köprüsü kurmak olan Habitat, 1995 yılındaki Kopenhag Sosyal Kalkınma Zirvesi ve 1996 yılındaki Birleşmiş Milletler Habitat II Zirvesi için bir araya gelen gençler tarafından 1997 yılında kurulmuş bulunuyor. Dernek; bu vizyon doğrultusunda, gençlerin kapasitelerini geliştirmek ve uluslararası ortaklıklar kurmak adına birçok proje ve program geliştirmiş durumda.
Habitat, 1997’den bu yana; Türkiye’nin 81 ilinde binlerce genç gönüllüsü ile dil, din, ırk, cinsiyet, siyasal görüş ayrımı yapmaksızın toplumdaki tüm dezavantajlı gruplara yönelik çalışıyor. Bütün toplumsal grupların kapasite gelişimini, çağın gerektirdiği becerilerle donanmasını, fırsatlara erişimini, karar alma süreçlerine katılımını, toplumsal ve çevresel duyarlılıklarının artırılmasını ve kendilerini gerçekleştirebilmelerini destekleyen projelere imza atıyor.
Dernek; bütün çalışmalarında hükümetler, yerel yönetimler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarıyla çok paydaşlı ortaklıklar kurarak yerel ve ulusal düzeyde kamu politikalarına da katkı sağlıyor. Ayrıca, kuruluşundan bu yana Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ nı destekleyen Habitat; toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmak amacıyla, özellikle kadınların güçlenmesi ve ekonomiye katılımının sağlanması için eğitim ve işgücü odaklı çalışmalar gerçekleştiriyor.
“Kız Kardeşim Projesi”, kadınların ekonomik hayata katılımını teşvik ederek ekonomik ve toplumsal kalkınmada aktif rol almalarını hedefliyordu.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Coca-Cola Türkiye ortaklığıyla hayata geçirilen proje; kadınların iş hayatına katılımı önündeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmada önemli bir rol oynadı. 2015-2022 yıllarında 81 ilde yüz yüze, çevrim içi ve gezici eğitim tırıyla yerelde gerçekleştirilen eğitimlerle toplam 78.847 kadına, Öğretmen Akademisi Vakfı (ÖRAV) iş birliğiyle gerçekleştirilen “Yarınım Kız Kardeşim” eğitimleriyle toplam 3.590 öğretmen ve 359.000 öğrenciye ulaşılmış durumda.
2019 ve 2021 yıllarında gerçekleştirilen Hibe Programı kapsamında yeme-içme sektöründe faaliyet gösteren 41 girişimci kadına toplam 1.040.000 TL’lik; 2022 yılında ise sektör portföyü genişletilerek, imalat, yeme-içme, bilgi-iletişim ve konaklama sektörlerinde faaliyet gösteren 60 girişimci kadına toplam 3.000.000 TL’lik iş geliştirme hibe desteği verildi.
Bugün, Dünya Arı Günü… Slovenya ile birlikte, aralarında ülkemizin de bulunduğu 115 ülkenin ortak müracaatıyla, arıcılığın öncüsü 1734 doğumlu Anton Janša' nın doğum günü olan 20 Mayıs tarihinin “Dünya Arı Günü” olarak ilan edilmesine yönelik karar tasarısı, 20 Aralık 2017 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ nda oybirliğiyle kabul edildi. Ve “20 Mayıs Dünya Arı Günü” ilan edildi.
Gün geçtikçe tüm dünyada ve ülkemizde önemi daha da anlaşılmaya başlanan, milyonlarca yıldır süregelen varlığı ile birlikte insanoğluna pek çok faydaları olan arıların gündeme alındığı Dünya Arı Günü ile; arıların ve diğer tozlayıcıların (bitkisel tozlaşma sağlayıcıların) insanlık ve dünyamız adına taşıdıkları önemin hatırlatılması ve bu konuda bir farkındalık oluşturulması amaçlanıyor.
Arılar, doğanın en önemli canlılarından biri. Hem doğal yaşamın devamı için hem de insanlar için hayati önem taşıyorlar. Polinasyon sürecinde görev alan arılar, bitkilerin üremesi ve çoğalması için vazgeçilmez varlıklar. Besin zincirinin en temel halkalarından birini oluşturuyorlar. Tarımsal üretimde, meyve ve sebzelerin verimliliği ve çeşitliliği büyük ölçüde arıların çalışmasına bağlı. Dolayısıyla arıların yok olması, ekosistem ve insanlık için büyük bir tehdit anlamına geliyor.
Yani, tozlayıcılar; ekosistemin korunmasında, yükselen dünya nüfusunun sürdürülebilir bir şekilde beslenmesinde, biyoçeşitliliğin korunmasına yardımcı olmada hayati derecede önemli bir rol oynuyorlar.
Arılar yaşam demek, arı varsa hayat var… Hepimizin yaşamı, onların yaşamına bağlı. Onlarsız, yemeye alışkın olduğumuz ürünlerin çoğu tehlikeye giriyor.
Tozlaşma, bitkiler dünyasında, türlerin devamlılığını sağlıyor. Yapılan gözlemlere göre, insanların besinlerinin % 90’ından fazlasını oluşturan 100 bitki türünden dörtte üçü arıların tozlaşması (polinasyon) sayesinde elde ediliyor. Günde 20.000 arı kovandan birkaç kez çıkarsa, her gün 20 milyon veya daha fazla çiçeğin tozlaşması sağlanabiliyor. Tarımsal ürünlerin arılar tarafından tozlaştırılması yalnızca verimi artırmakla kalmıyor, aynı zamanda meyve kalitesini de yükseltiyor.
Ülkemiz 10.000’i aşan çiçekli bitki türü ile Avrupa’nın en geniş florasına sahip. Bunların yaklaşık 4 bine yakını da Ülkemiz için Endemik nitelikte. Dolayısıyla Türkiye; bal arısı gen çeşitliliği açısından da oldukça zengin. Dünya bitki florasının yaklaşık %75’inin bulunduğu Ülkemiz gerek iklim şartları gerek bitki örtüsü ve coğrafik özellikler açısından, arıcılık faaliyetleri için oldukça uygun bir ortam.
Yine