23 Şubat 2024 tarihinde ‘burun fonksiyonları’ nı konu alan bir yazı kaleme almış, kızım Zeynep’ in can yoldaşı Gevher’ in ‘burun eti’ ile ilgili şikayetlerinden söz etmiştim. Şükürler olsun ki, Gevherimiz ameliyat oldu ve şikayetleri yok denecek seviyelere indi.
Burun eti olarak bilinen konka, genetik veya enfeksiyon, alerji, sigara gibi nedenlerle büyüyebiliyor. Burun eti büyümesi belirtilerine gelecek olursak, en sık rastlanan şikayetlerin burun tıkanıklığı ve ağız açık uyuma olduğunu söyleyebiliriz. Geniz akıntısı veya yüzde dolgunluk, sık sinüzit geçirme gibi semptomlar da bu duruma eşlik edebiliyor. Sanılanın aksine, burun eti sorunu grip ve nezle sıklığını artırmıyor ama bu enfeksiyonlar sonrasında sinüzit riskini artırıyor. Sinüzitin tedaviye dirençli olması da burun eti büyümesine bağlı olabiliyor. Burun eti büyümesi, endoskopik burun muayenesi ile teşhis ediliyor; paranazal tomografide de görülebiliyor.
Burun eti büyümesi öncelikle, burun etini büyüten hastalık teşhis edildikten sonra, medikal tedavi uygulanarak tedavi ediliyor. Yani, enfeksiyon veya alerji tedavileri uygulanıyor. Medikal tedavi ile iyi sonuç alınamazsa ve hastanın şikayetleri devam ediyorsa, ameliyat öneriliyor.
Gelişen teknoloji ile beraber artık konka cerrahisinde lazer ve radyofrekans cihazları kullanılıyor. Ameliyat için belirli bir süre şartı yok; yılın her zamanı yapılabiliyor. Ancak, konunun uzmanlarınca; mevsimsel alerjik rinitli hastalarda, alerji mevsiminde yapılmaması uygun görülüyor. Hastanın sinüziti varsa, bu durumun muhakkak; hastanın şikayetlerinin yanı sıra, endoskopik muayene bulguları ve paranazal sinüs tomografisi ile birlikte değerlendirilmesi gerekiyor.
Burun eti (konka) ameliyatı, lokal veya genel anestezi altında yapılabiliyor. Yöntemlerden biri burun etini aldırma ameliyatı, yani burun etinin tamamen kesilip çıkartılması. Bu yöntem sonrasında solunan havanın nemlendirilmesi ve
filtrelenmesi yetersiz olacağı için, gerekmedikçe, tamamen çıkartma işlemi tercih edilmiyor. Burun kemiğinde problem yoksa, burun etinin küçültülmesine başvuruluyor. Burun eti küçültme ameliyatında konka yüzeyinin yapısının büyük oranda korunması amaçlanıyor.
Burun eti (konka) ameliyatlarında yaygın olarak kullanılan teknikler şöyle sıralanabiliyor:
· Burun etinin ısı etkisiyle küçültülmesi (koterizasyon veya lazer),
Şiddet ne yazık ki bir türlü son bulmuyor! “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” ndan alınan bilgilere göre, geçtiğimiz Nisan ayında 32 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Şüpheli bir şekilde ölü bulunan. kadınların sayısı ise 13.
Bu 32 kadından 10’u boşanmak istediği, barışmayı ya da evlenmeyi reddettiği için, kendi hayatı adına karar almak istediği için ilişkiyi kabul etmediği gibi nedenler bahane edilerek; 1’i annesinin babasıyla barışmadığı ileri sürülerek; 1’i kedi beslediği için; 1’i de ekonomik nedenlerle öldürüldü. Diğer kadınların ise hangi bahanelerle katledildikleri tespit edilemedi.
Nisan ayında öldürülen 32 kadının; 19’u evli olduğu erkek, 5’i birlikte olduğu erkek 3’ü akrabası 2’si tanıdığı biri, 1’i babası, 1’i kardeşi, 1’i oğlu tarafından öldürüldü. Yani öldürülen kadınların % 59’unun katili nikahlı eşiydi.
Yine geçtiğimiz ay katledilen kadınların 18’i evinde, 4’ü sokakta, 2’si kamusal alanda, 1’i arabada, 1’i arazide, 1’i ıssız yerde, 1’i otelde, 1’i samanlıkta öldürüldü. Yani, Nisan 2024’te öldürülen kadınların % 59’unun hayatına kendi evinde son verildi. Yine geçtiğimiz Nisan ayında öldürülen kadınların 18’i ateşli silahlarla, 11’i kesici aletlerle, 2’si darp edilerek, 1’i de boğularak katledildi. Yani, kadınların % 56’sı ateşli silahla öldürüldü.
Nisan 2024’te öldürülen 32 kadından 10’u boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından öldürüldü. Yine “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” nun verilerine göre; intihar, kaza veya doğal ölüm gibi gösterilen şüpheli kadın ölümleri sayısında pandemi süreci ile birlikte çok ciddi bir artış yaşanıyor. Şüpheli kadın ölümleri bazen kadın cinayetlerinden daha da zorlu olabiliyor. Kadınların öldürülüp öldürülmedikleri, gerçekten kaza ile mi öldükleri, toplumsal cinsiyet temelli öldürülüp öldürülmedikleri, intihar edip etmedikleri veya intihara sürüklenip sürüklenmediklerinin açığa çıkarılması gerekiyor.
Nisan ayında öldürülen 32 kadının yaşam mücadelelerinin hikayelerine kısaca göz atmak istersek:
2024 yılının Nisan’dan önceki ilk üç ayına bakacak olursak:
görüyoruz.
Çoğunuzun bildiği gibi, ben ne zaman rahatsızlansam hemen Koç Üniversitesi Hastanesi’ nin yolunu tutuyorum. Zira tüm tıbbi geçmişim Hastane bilgisayarlarında kayıtlı. Yani, benimle ilgili her şeyi biliyorlar… Ama ben Hastanem’ le ilgili her şeyi bilmiyormuşum meğer…
Koç Üniversitesi Hastanesi’ nin, 2020 yılından bu yana, Koç Sağlık Yanımda markası altında; “Evde Sağlık”, “Tele Sağlık” ve “İşte Sağlık” olmak üzere 3 branşta verdiği bir hizmet daha varmış.
Ben de bu konuda bilgi almak üzere Özel Koç Sağlık Yanımda Evde Bakım Merkezi Mesul Müdürü Dr. Mesut Tuğran’ dan randevu aldım ve kendisiyle görüşmeye gittim.
(Dr. Mesut Tuğran ile)
Bugün, çok önemli olduğunu düşündüğün bu konu ile ilgili olarak öğrendiklerimi Sizler’ le de paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi, Ülkemiz’ de 2020 yılı Mart ayında başlayan Covid-19 pandemisi altı aya yakın süren sokağa çıkma yasaklarını da beraberinde getirdi. Bu durum, sağlık hizmeti almak isteyen, ancak hastaneye gidemeyen kişilerin sayısını artırdı.
Koç Sağlık Yanımda
Şiddet, Vikipedi, özgür ansiklopedide: “Bir kişi veya gruba yönelik; mağdurun bedensel bütünlüğüne, mallarına veya simgesel ve kültürel değerlerine zarar verecek şekildeki her türlü davranış” olarak tanımlanıyor.
Şiddet, Türkçe’ ye Arapça' dan geçmiş bir kelime; sertlik, katılık, zorluk anlamlarındaki "şdd" kökünden geliyor. İngilizce’ deki "violence" karşılığı kullanımı 20. yüzyıla ait. 1901 tarihli Kamûs-ı Türkî'de ise, "sertlik; sert, katı davranış, kaba kuvvet" anlamında tanımlanmış. Latince sert ya da acımasız kişilik anlamındaki Violentia ' dan Fransızca ve İngilizce gibi batı dillerine giren Violence, bir kişiye güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak; zorlama, saldırı, kaba kuvvet, bedensel ya da psikolojik acı çektirme ve yaralama olarak tanımlanıyor. Bu açıdan bakıldığında, sözlü olarak yapılan zarar verici davranışlar bile şiddet başlığı altında değerlendirilebiliyor.
Şiddet; farklı disiplinler tarafından ele alınmış bir konu ve zamana ve topluma göre değişen bir olgu olması nedenleriyle, ne olduğu konusunda herkes tarafından kabul gören bir tanım bulunmuyor.
Türk Dil Kurumu şiddet kelimesini, gücün derecesi ve karşıt görüşte olanlara kuvvet kullanma, olarak tanımlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ ne göre şiddet; başka kişilere ve toplumlara fiziksel ve psikolojik baskı uygulamanın yanı sıra kişinin kendisine uyguladığı baskıyı da ifade ediyor. Bu baskıyı uygulamayan ancak baskı uygulanmasına aracı olan kişi de şiddet uygulayıcısı olarak kabul ediliyor.
Şiddet, altında 7 temel alan bulunduruyor:
Her birimiz bu dünyada var olan bireyler olarak, şiddet uygulayabileceğimiz gibi şiddet mağduru da olabiliriz. Şiddeti herkes uygulayabilir. Şiddet failinin eğitim durumu, hasta veya bağımlı olması herhangi bir ölçüt teşkil etmemekte. Şiddeti herkes uygulayabileceği gibi, herkes şiddet mağduru da olabiliyor.
Son yıllarda dünyada ve ülkemizde şiddet haberlerinin sayısı, rahatsız edici bir şekilde, artmış durumda. Yalnızca insana özel bir durum olan şiddet davranışı, yalnızca fiziksel acı verme anlamında kullanılmıyor. Şiddetin farklı türleri bulunuyor. İnsanlık olarak her geçen gün birbirimize daha fazla şiddet uyguluyoruz. İnsanlık olarak bunu yapıyoruz çünkü şiddet uygulama durumu yalnızca insanların yaptığı bir durum olarak kabul ediliyor.
Şiddet eğilimindeki artışla birlikte ortaya çıkan saldırgan davranışlar:
Her yıl 24-28 Nisan tarihlerinde anılan “Aşı Haftası” nın amacı, her yaştan insanı hastalıklara karşı koruyabilmek için aşılanmayı teşvik etmek. Aşılama milyonlarca insanın yaşamını kurtaran en başarılı, etkili ve düşük maliyetli sağlık müdahalelerinden biri. Ancak günümüzde, hâlâ, dünyada yaklaşık yirmi milyon aşılanmamış veya eksik aşılı çocuk bulunuyor.
Dünya Aşı Haftası ilk kez 2012 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bölgesinde 180’den fazla ülkenin katılımıyla eş zamanlı olarak benimsenmiş durumda. DSÖ’ nin tüm devlet temsilcilerinin katıldığı Dünya Sağlık Asamblesi’ nin Mayıs 2012 tarihli toplantısında; aşılanmanın yararları konusunda küresel ve yerel farkındalığa yol açması, toplumun aşılama hizmetlerini kabulünü ve talebini artırması, politik kararlılığın geliştirilmesi, aşıların bireylere ulaştırılması için ek fırsat sağlaması ve sonuç olarak aşılanma kapsayıcılığının artırılmasına katkıda bulunacağı gerekçeleriyle, Nisan ayının son haftasının Aşı Haftası olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.
Dünya Aşı Haftası’ nın nihai amacı, daha fazla insanın aşı ile önlenebilir hastalıklardan korunmasının, daha mutlu ve sağlıklı yaşam sürdürmelerinin sağlanması. Bağışıklama, birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemli bir bileşeni ve tartışılmaz bir insan hakkı. Aşılama sayesinde her yıl milyonlarca hayat kurtarılıyor ve bu bağlamda en başarılı maliyet etkin sağlık müdahalelerinden biri olarak kabul ediliyor.
Bağışıklama ile her yıl difteri, tetanos, boğmaca, grip ve kızamık gibi hastalıklardan 2-3 milyon yaşam kaybı önleniyor. Dünya genelinde, Çocuk Felci virüsüne bağlı vakalar, 1988'den bu yana, %99'un üzerinde bir düşüş göstererek, 125’ten fazla ülkede tahmini 350.000 vakadan 2023 yılında sadece iki ülkede 10 vakaya gerilemiş durumda. Kızamık aşılamasıyla 2000-2021 yılları arasında 56 milyon ölüm önlenmiş; Kızamıkçık vaka sayılarında da %97 azalma sağlanmış; 2000 yılında 102 ülkeden 670.894 kızamıkçık vakası bildirilmişken, 2018 yılında 151 ülkeden yalnızca 14.621 vaka bildirilmiş bulunuyor.
İnsanlık tarihinde büyük salgınlara ve ölümlere yol açan pek çok hastalık, günümüzde; aşılamanın bir zaferi ve aşının gücü olarak, artık görülmüyor. Örneğin çiçek hastalığı 1977 yılından itibaren, aşılama sayesinde tamamen yok edilmiş durumda. Hastalık etkeninin yok edilmesi üzerine, çiçek aşısı uygulamalarına ihtiyaç kalmadığından, 1987 yılında aşılaması tüm dünyada durdurulmuş bulunuyor.
Yine çok önemli bir çocukluk çağı bulaşıcı hastalığı olan Poliomiyelit (çocuk felci) hastalığına karşı dünya genelinde yaygın aşılama çalışmaları yapılmış ve hastalık yok edilme aşamasına gelmiş durumda. Ülkemizde son polio vakası 26 Kasım 1998 tarihinde görülmüş, daha sonraki yıllarda Poliomiyelit vakası tespit edilmemiş bulunuyor. Ülkemizin de içinde bulunduğu Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi, 21 Haziran 2002’de Poliodan Arındırılmış Bölge Sertifikası almış durumda.
Ülkemiz’ de, 1981 yılında “Genişletilmiş Bağışıklama Programı” başlatılmış olup program kapsamında; çocukluk çağı aşılama takvimimizde 13 hastalığa (boğmaca, difteri, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, verem, çocuk felci, suçiçeği, hepatit A, hepatit B ile S. pneumoniae ve H.influenzae tip b’ye bağlı invaziv hastalıklara karşı aşı uygulaması yapılıyor. Bu aşılar ülkemizdeki tüm çocuklarımıza ve risk grubunda olan erişkinlere ücretsiz olarak uygulanıyor. Aşılama takvimini tamamlayan bir çocuk; difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği ve aşı ile önlenebilen hastalıklarla oluşan karaciğer iltihabı, karaciğer yetmezliği, siroz ve karaciğer kanserinden, yaygın verem hastalığından, menenjitten, zatürreden, orta kulak iltihabından ve tüm bu hastalıklar sonucu oluşabilecek engellilik durumlarından ve hatta ölümlerden korunuyor.
Ülkemiz’ de uygulanmakta olan bebeklik ve çocukluk dönemi aşı takvimi, Bağışıklama Bilimsel Danışma Kurulu'nun tavsiyeleri doğrultusunda ve dünyadaki bilimsel gelişmeler takip edilerek oluşturuluyor.
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (IT,I) ve UNESCO ortağı STK Uluslararası Dans Komitesi tarafından 1982 yılında tanıtılmış olan “Dünya Dans Günü” ya da “Uluslararası Dans Günü”, her yıl modern balenin yaratıcısı Jean-Georges Noverre (1727-1810)'nin doğum günü anısına 29 Nisan'da kutlanıyor.
Her yıl, olağanüstü bir koreograf veya dansçı dünyada dolaşan bir mesaj vermesi için davet ediliyor. Bu kişiler, World Dance Alliance ve ITI Uluslararası Dans Komitesi iş birliği ile, Uluslararası Dans Günü kurucu kurumu tarafından seçiliyorlar.
"Uluslararası Dans Günü Mesajı" nın hedefi tüm siyasi, kültürel ve etnik engelleri aşarak ortak dil olan Dans aracılığıyla insanları bir araya getirmek, bu sanatın evrenselliği içinde eğlenmek ve bu özel günü kutlamak. Dans toplulukları, dans stüdyoları, “crew” lar Dünya Dans Günü'nde performanslar sergiliyor, özel sınıflar açıyor ve daha pek çok özel etkinlik organize ediyorlar. Hepsinin ortak amacı ise, dans tutkusunu tüm dünyayla paylaşmak…
İstanbul’ umuz, 29 Nisan Dünya Dans Günü’nü yepyeni bir festivalle kutlamaya hazırlanıyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı (İBB Kültür) tarafından, projeSahne iş birliğiyle 22-30 Nisan 2024 tarihleri arasında bu yıl ilk kez düzenlenen Uluslararası İstanbul Dans Günleri, dünya çapında dansçıların gösterilerini şehrin farklı mekânlarında yurttaşlarla buluşturacak.
İBB Kültür’ün, 29 Nisan Dünya Dans Günü kapsamında projeSahne iş birliğiyle düzenlediği Uluslararası İstanbul Dans Günleri, bir hafta boyunca flamenkodan sokak dansına, baleden sirtakiye farklı dans türlerinin önemli temsilcilerini İstanbul’da ağırlayacak. Festivalin etkinlikleri, Müze Gazhane, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Artİstanbul Feshane, Baruthane, Metrohan, Beyoğlu Sineması ve Çubuklu Silolar’da gerçekleşecek. Dünya danslarının en güzel örneklerinin, şehrin farklı mekânlarında sahneleneceği festival kapsamında; performansların yanı sıra, atölyeler, söyleşiler ve dans temalı film gösterimleri de ücretsiz olarak gerçekleşecek.
Uluslararası İstanbul Dans Günleri, flamenkonun genç kraliçesi Patricia Guerrero’ nun 22 Nisan Pazartesi akşamı – yani bu akşam- Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda sahneleyeceği “Deliranza” adlı gösterisiyle başlayacak. Guerrero, 23 Nisan Salı akşamı aynı saatte ise Metrohan’da “Proceso Eterno” adlı gösterisini sahneleyecek. Uluslararası İstanbul Dans Günleri’nde ayrıca İtalya’nın uluslararası çağdaş dans topluluğu Komoco/Sofia Nappi’ nin tüm dünyada kapalı gişe sahnelenen “Pupo” adlı gösterisi; dans sanatçısı, koreograf Bedirhan Dehmen’ in “Biz” performansı ile İBB Kültür ve CRR Konser Salonu’nun destekleriyle hayata geçirilen “Köroğlu” balesi sanatseverlerle buluşacak. Pantomim sanatçısı İlker Kılıçer’in, İstanbul merkezli dans stüdyosu Swing Planet’ in ve Shaman Dans Tiyatrosu ve dans sanatçısı, koreograf Bedirhan Dehmen’ in de gösterilerini sahneleyecekleri festivalde; hip hop, break dans, popping gibi her çeşit sokak danslarını buluşturan Urban Dance projesi kapsamında Kalli, Vehbione ve BBoy Junior da performanslarını sergileyecekler. Uluslararası sahnelerde bu alanda kendine yer açan Almanya’dan Vehbi Can Yeşil, Yunanistan’dan Kalli Tarasidou ve Fransa’dan Junior Bosila Banya performanslarını sahneleme olanağı bulacaklar.
Uluslararası İstanbul Dans Günleri
Bodrum’a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarımız Cevat Şakir Kabaağaçlı, 17 Nisan 1890 tarihinde, babasının valilik ve ordu kumandanlığı yapmakta olduğu Girit’ te dünyaya geldi. Mehmed Şakir Paşa ile Giritli Sare İsmet Hanım’ ın altı çocuğunun en büyüğüydü. Amcası II. Abdülhamid devri Sadrazamı Ahmed Cevad Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey' di.
Ailesinin tüm fertleri sanatta yetenekliydi. Sırasıyla dünyaya gelen Hakkiye, Ayşe, Suat, Fahrelnisa ve Aliye adlı kardeşlerinden Fahrelnisa resim alanında, Aliye gravür alanında üne kavuştu; Hakkiye’ nin kızı Füreya Koral, ilk Türk kadın seramik sanatçısıydı; Fahrelnisa’ nın çocukları Nejad Melih Devrim ressam, Şirin Devrim ise tiyatrocu oldu.
Cevat Şakir, çocukluk hayatının ilk yıllarını babası Şakir Paşa’nın elçi olarak bulunduğu Atina’da geçirdi. İlköğrenimini Büyükada' da, orta ve liseyi 1907'de Robert Kolej' de tamamladı. İlk yazısı aynı yıl İkdam gazetesinde yayınlandı. Lise öğreniminden sonra, İngiltere’ de, Oxford Üniversitesi’ nde tarih öğrenimi gördü. 1913’te İtalyan bir hanımla evlenerek İtalya’ da kaldı ve resim eğitimi aldı.
İstanbul'a döndüğünde gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya başladı. Aile, 1914 yılında maddi sıkıntı içine girince, babası Mehmed Şakir Paşa Afyon’ daki Kabaağaçlı Çiftliği’ ne yerleşti. Babasının çiftlikte bir tartışma anında Cevat Şakir’in silahından çıkan kurşunla vurularak ölmesi üzerine, cinayet iddiasıyla yargılandı ve 15 yıl kürek cezası aldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığı nedeniyle tahliye edildi.
1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler ve özgün yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin etti.
Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak "Hüseyin Kenan" takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu. Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de Kılıç Ali Bey' in önerisi ile kalebent* olarak Bodrum' a sürüldü.
Ve Bodrum’ a adeta aşık oldu. Duygularını şu dizelerle dile getirdi:
“Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin, Sanma ki sen Geldiğin gibi gideceksin
AB Yeşil Mutabakat süreci ve Marmara Denizi Eylem Planı bağlamında gerçekleştirilmek üzere UNDP Küresel Çevre Fonu Küçük Hibeler Programı desteği ile Etki Çemberleri Vakfı tarafından yürütülen Mavi-Yeşil Gelecek: Marmara Projesi’nin amacı; farklı sektörlerin ve sektör oyuncularının kendi içinde bir araya gelerek birbirlerine bilgi, deneyim ve kazanımlarını aktarmaları, sektör olarak ihtiyaç duyulan sürdürülebilirlik yatırımlarına dair aksiyon planlarını oluşturmaları şeklinde belirlenmiş bulunuyor.
Proje ile, sektör kuruluşlarının sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşma konusundaki çalışmalarını öncü bir şekilde yürütmelerine destek olunması amaçlanıyor.
Bu proje için 7 sektör çemberi kurulması planlanmış durumda: Denizcilik ve Lojistik, Balıkçılık ve Gıda, Yapı, Tekstil ve Moda, Tarım, Kimya-Kozmetik-İlaç ve Turizm.
Çemberlerin Amacı: Döngüsel ekonomi pratiklerini ve atık yönetimini sektörün AB uyum ve diğer rekabet unsurları açısından değerlendirerek, iklim krizinden kaynaklanan su kıtlığı ve diğer sorunların bertaraf edilmesi, kırılganlığın azaltılması ve dayanıklılığın artırılması için sektördeki şirketlerin kendileri için bir çerçeve belirlemesi. Burada mevzuatın getirdiği yükümlülüklerin ötesine geçerek Etki Çemberleri Vakfı’nın www.musilajsizmarmara.com sayfasında yer verilen, gönüllü akademisyen ve uygulayıcıların geliştirdiği “Yap – Yapma – Onar - Azalt” Metodolojisi’ nin sektöre uyarlanması öneriliyor. Şirketlerin gerek sektör olarak kararlaştıracakları gerekse de kendi etki alanlarında yapacakları değişimler için ilham alanı oluşturulması amaçlanıyor.
“Atık neden sandığımızdan büyük problem?” sorusuna, “Çünkü iyi tasarım ve döngüsel yaşam süreçlerinde atık oluşmuyor.” diye cevap veriyor söz konusu Vakıf ve devam ediyor. “Doğa bunun en yakın örneği. Doğada fonksiyonellik esas, hiçbir unsur atıl kalmıyor ve atık olarak gündelik süreçlerden uzaklaştırılmıyor. Biz ilgilenmek istemediğimiz konuları; ‘mış gibi’ yaparak, uzaklaştırarak ortadan kaldırdığını sanan bir türüz. Birbirimize bakarak hizalanıyor, kendi değerimizi bulmak için ‘şey’ ler alıyor, yapıyor, kullanıyor ve sonra da onları atıyoruz. Döngüsel yaşamda bu doğrusal al-yap-at mantığı yok, hayat bir başka formda devam ediyor, çeşitlilik bu şekilde yaşamı sürdürülebilir kılıyor.”
Çok yakınımızda Marmara Denizi’ nde yaşadığımız müsilaj olayında gerek evsel gerekse endüstriyel kaynaklı atıkları doğaya uygun şekilde dönüştürmek yerine Deniz’e onlarca yıldır bırakmamızın sonuçları ile karşılaştık. Denizin kendini temizlemesi tüm evsahipliği yaptığı insan ve diğer canlılar için oksijen üretmesini sağlıyor. Sağlıklı bir toplum için, kapsadığı ve beraberindeki tüm canlıların sağlıklı olması gerekiyor. Pandemide gördük ki, hepimiz iyi olursak iyileşiyoruz. Dolayısıyla insan türü ve diğer türlerin çeşitliliğini sosyal ve biyolojik olarak korumak, bütünün yüksek hayrı ve bütünsel iyilik için kendimizi yeni bir döneme hazırlıklı kılmak durumundayız. Bu dönemde daha çok afetler bizi bekliyor, çünkü tıpkı Marmara Havası’ nda olduğu gibi, artan küresel ısınma ile birlikte insan eliyle bozulmuş ekosistem döngüsünde atıklarımızın, toksinlere maruz kalan hücrelerden yoğunlaştırılarak dışarı atılarak su kolonunda biriken toksik maddelerin besin zinciri yoluyla diğer canlılara etki etmesi kuvvetli olasılık. Bunun yanı sıra canlılığını yitirerek dibe doğru çökmeye başlayan biokütlenin bakteriyel bozunmaya başlaması dip canlılarının kullandığı oksijeni de tükettiğinden, biyolojik çeşitlilik için ciddi riskler oluşturuyor.
Mikroyosun patlamalarının, insan faaliyeti kaynaklı atıkların her türlü faaliyetlerimizin sonucunda nehir, göl ve denizlere akması ve su sıcaklıklarındaki küresel ısınma kaynaklı olarak da doğanın özündeki canlılığını yakalamakta zorlandığı değerlendirildiğinde, Etki Çemberleri Vakfı; Marmara Denizi için önerilerini “yap-yapma-azalt-onar” çerçevesinde oluşturmuş bulunuyor. Bu konuların bir kısmı için halihazırda onarıcı çemberleri ile grupları içinde çalışmaya başlamış durumda. Diğerleri için de aktif ve iyi oyuncular onlarla birlikte pozitif etki odağında çalışmaya davet ediliyor.
Etki Çemberleri Vakfı’ nın Marmara Denizi özelinde önerileri: