Ayşegül Domaniç Yelçe

Neden göz yaşı döküyoruz?

30 Nisan 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Üzüntü, mutluluk, heyecan ve kızgınlık gibi duygularımızın bir anlamda dışa vurumu ağlamak… Ağlamak, çoğunlukla güçlü bir duygu yükü ile tetikleniyor. Bu duygular; stres, üzüntü, korku, mutluluk, hatta öfke gibi çeşitli durumlar olabiliyor. “Ağlama, beynimizin duygusal merkezleriyle bağlantılı bir şekilde ortaya çıkıyor. Beyindeki limbik sistem, bizi güçlü duygulara yönlendiriyor ve bu da gözyaşlarını tetikliyor.”  

Gözyaşı gerçeğini, Çağın Göz Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Levent Tahsin Özdöker’ den öğreniyoruz:

Aslında ağlamak, ruh halimizin bir yansıması… Ve içsel bir boşalım sağlıyor. Ancak ağlamak sadece duygusal bir tepki değil, aynı zamanda vücudumuzun biyolojik bir savunma mekanizması…

Ağlamak, vücutta bir tür rahatlama sağlıyor. Stresli veya yoğun bir durumdan sonra, gözyaşları; vücudun kimyasal dengesini yeniden kurmaya yardımcı olabiliyor. Ayrıca, gözyaşları; gözleri nemlendirerek yabancı maddelerden arındırılmasına da katkıda bulunuyor. İlginç bir şekilde, gözyaşı dökerken; sadece psikolojik değil, biyolojik anlamda da kendimizi iyileştirmiş oluyoruz. Birçok araştırma, gözyaşlarının stresle ilintili toksinleri vücuttan atmak için önemli bir yol olduğunu gösteriyor.

Üç çeşit gözyaşımız var ve her biri farklı bir amaca hizmet ediyor:

İnsan vücudundaki tüm sıvılar tuz içeriyor. Bu yüzden göz yaşlarımız da tuzlu. Gözyaşında bulunan tuz, mikroorganizmaların yaşaması için kritik bir öneme sahip. Bunun dışında, gözyaşının tuzlu olmasının bir başka nedeni de; gözlerin aşırı kurumasını engellemek. Tuz, sıvıların göz yüzeyinde daha uzun süre kalmasını sağlıyor, bu da gözleri nemli tutarak koruyor. Ayrıca gözyaşının tuzlu olması, gözdeki yabancı maddelerin ve potansiyel zararlı mikropların temizlenmesine de yardımcı oluyor.

Peki, kadınların erkeklerden daha fazla ağladığı doğru mu? Evet, doğru… Kadınlar erkeklerden %60 oranında daha fazla ağlıyor. Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor; ancak, kadınların duygusal altyapısının daha güçlü olduğu ve bu yüzden daha fazla ağladıkları bir düşünce olarak öne sürülüyor. Ayrıca, kadınların genetik yapıları ve hormon düzeylerinin de ağlama eğilimlerini etkileyebileceği de; dile getirilen farklı bir düşünce. Erkeklerin ise, gözyaşı kanallarının daha dar olması nedeniyle, gözyaşlarını daha az üretmeleri olası görülüyor. Ancak, her bireyin duygusal yanıtlarının farklı olduğunun; bu yüzden ağlamanın da bireysel farklılıklar gösterebileceğinin de unutulmaması gerekiyor.

Gözyaşı fazlalığı ya da azlığı veya yokluğu; aslında, sağlık sorunlarımızın ipucu

Yazının Devamını Oku

Lokman Hekim Sağlık Vakfı ve “Sağlıkta Şiddet”

27 Nisan 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Lokman Hekim Sağlık Vakfı, 1986 yılından bu yana; “Eğitimde fırsat eşitliği ve herkes için ulaşılabilir sağlık hizmetini hedefleyerek görev yapıyor. Ve bu hedefle, maddi yetersizlikler içinde eğitimini sürmekte olan tıp fakültesi öğrencilerine;

için destek veriyor. Dernek yetkilileri, bu desteği; “Yarınlarımız için, doğanın korunmasını da içine alan bir yatırım olarak gördüklerini ifade ediyorlar.

Lokman Hekim Sağlık Vakfı’ nın 1986 yılından bugüne değin gerçekleştirmiş olduğu yolculuğa, özetle, değinecek olursak:

Kuruluşuna “eşit sağlık hizmetleri” düsturu ile başlamış olan Lokman Hekim Sağlık Vakfı, yıllar içerisinde misyonuna eklediği sosyal sorumlulukları, hayata geçirdiği çok sayıda yeni ve başarılı uygulama ile önder olmuş; Ülkemiz’ de lider, dünyada örnek bir sivil toplum kuruluşumuz. Bu saygın Kuruluş un “değerleri” ne gelecek olursak;

Uzun yıllar boyunca insan sağlığı için emek veren Lokman Hekim Sağlık Vakfı,  bugün, “Yetiş Doktor” Projesi ile sağlığın geleceğine de yatırım yapıyor. Bugüne kadar 942 doktor adayına öğrenim süreleri boyunca destek olmak için burs olanağı sağlamış bulunan Vakıf, bu yıl da 130 öğrenciye burs vermeye devam ediyor.

Lokman Hekim Sağlık Vakfı’ nın bir diğer gündemi ise, “Sağlıkta Artan Şiddet”. Vakıf, sağlıkta şiddet konusunda toplumda farkındalık oluşturmak adına, #ŞiddeteDurDe projesini başlattı, konu ile ilgili kısa filmini birçok mecrada yayınladı.

Türkiye genelinde sağlıkta şiddetin ulaştığı boyut artık öğrencilik döneminde hissedilmeye başlıyor. Lokman Hekim Sağlık Vakfı tarafından yapılan araştırmalar, sağlık çalışanlarının ve tıp fakültesi öğrencilerinin maruz kaldığı şiddet türlerini, oranlarını ve etkilerini dikkat çekici bulgularla ortaya koyuyor.

Araştırmalar; ne yazık ki, her 10 tıp fakültesi öğrencisinden 1’inin henüz meslek hayatına başlamadan şiddete uğradığını gösteriyor. Öğrencilerin %76’sı “bağırma”, %63’ü “psikolojik aşağılanma” yaşadığını ifade ederken; %22’si fiziksel, %2’si ise cinsel şiddete maruz kaldığını belirtiyor.

Yazının Devamını Oku

Baş ağrısı ve göz sağlığı arasındaki bağlantı

25 Nisan 2025
Baş ağrısı ve göz sağlığı arasındaki bağlantı

Günlük yaşamda sıkça karşılaşılan baş ağrıları, çoğu zaman göz sağlığı ile doğrudan ilişkili olabiliyor. Oysa bir çok kişi baş ağrısının sadece yorgunluk, stres ya da migren gibi genel sebeplerden kaynaklandığını düşünüyor. Göz sağlığı ile bağlantılı baş ağrıları ise, genellikle, göz ardı edilebiliyor ve bu durum birçok bireyin yaşam kalitesini ciddi şekilde olumsuz etkileyebiliyor.

Peki, baş ağrısı ile göz sağlığı arasındaki bu gizemli bağ nedir ve nasıl önlenebilir? Bu sorunun cevabını, Çağın Göz Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Kürşat Çağın’ dan öğreniyoruz:

Baş ağrısı, göz sağlığıyla ilişkili olduğunda genellikle gözlerdeki zorlanma ve rahatsızlıklardan kaynaklanıyor. Göz sağlığı, görme fonksiyonlarını etkileyecek birçok farklı durumu içeriyor. Bu durumlar göz kaslarının aşırı çalışmasına, görsel odaklanma sorunlarına veya göz içindeki basınç artışına yol açabiliyor.

Göz sağlığına dair yaşanan sorunlar baş ağrılarını tetikleyebiliyor, bu da kişi üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik bir baskı oluşturuyor. İşte göz sağlığınızla baş ağrıları arasında güçlü bir ilişki olabilecek bazı durumlar:

Görme Kusurları: Miyopi, hipermetropi veya astigmatizm gibi görme bozuklukları; gözün ışığı doğru şekilde odaklayamaması sonucu ortaya çıkıyor. Bu durumda göz, görüntüleri doğru şekilde algılayabilmek için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalıyor. Bu sürekli çaba, göz kaslarının aşırı çalışmasına neden oluyor ve baş ağrısı yaratabiliyor. Özellikle gözlük veya lens kullanmayan ya da yanlış numara kullanan kişilerde; bu duruma daha sık rastlanıyor.

Yanlış Gözlük veya Lens Kullanımı: Gözlük ya da lens kullanıyorsanız, doğru numaraları kullanıyor olmanız büyük önem taşıyor. Uygun olmayan gözlük numaraları ya da yanlış lens seçimi, gözün sürekli olarak odaklanmaya çalışmasına yol açıyor. Bu da, göz kaslarının gerginleşmesine ve baş ağrılarının oluşmasına sebep olabiliyor. Ayrıca, lenslerin düzgün takılmaması veya bakımlarının yapılmaması da gözde rahatsızlık oluşturabiliyor ve bu durum da baş ağrılarına yol açabiliyor.

Göz Yorgunluğu (Dijital Göz Yorgunluğu): Teknolojinin hayatımızın her alanına entegre olmasıyla birlikte; bilgisayarlar, tabletler ve telefonlar gibi ekranlara uzun süre bakmak, göz kaslarının yorulmasına yol açabiliyor. Ekranlar, gözlerimizi sürekli olarak odaklanmaya zorluyor ve bu durum göz yorgunluğuna neden oluyor. Dijital göz yorgunluğu, genellikle alında ve şakaklarda hissedilen baş ağrılarıyla kendini gösteriyor. Ayrıca, gözlerde kuruluk, bulanık görme veya gözlerde batma gibi rahatsızlıklar da bu duruma eşlik edebiliyor.

Göz Tansiyonu (Glokom):

Yazının Devamını Oku

Yapmak isteyip de yapamadıklarım…

20 Nisan 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Bugün Sizler’ i benim dünyama –bir anlamda tüm bedensel engellilerin dünyasına- davet ediyorum. Ve böylelikle, sıradan bir günümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu sabah erken uyandım. Kalkıp çay demlemek; pencerenin önünde oturmak; çayımı yudumlarken, doğan güneşi seyretmek istedim. Yardımcımı erken uyandırmak istemediğim için, kalkamadım; çay demleyemedim ve en kötüsü, doğan güneşi izleyemedim.

Gün doğuşundan epey sonra yardımcım kalktı ve beni de kaldırdı. Onun demlediği çayı içtim, onun hazırladığı tostu yedim. Bana tost yaptığı için ona teşekkür ettim; aslında canımın reçelli ekmek istediğini söyleyemedim.

Karacaahmet Mezarlığı’na gidip eşimi ziyaret etmek; aslında orada olmadığını bilsem de, onunla konuşmak istedim. Ama her zaman kullandığım Engelsiz Nakil Şirketi’ nde müsait araç bulunmadığı için gidemedim, konuşamadım…

Gidebilseydim eğer; kızımızın çok güzel işler yaptığını, onun başarıları ile gurur duyarken kendisinin de yanımda olmasını ne kadar çok istediğimi söyleyecektim. “Seni çok özledim.” diyecektim. Ama olmadı…

Bilgisayarımı istedim. Yardımcım önüme koydu. Önce e-postalarıma baktım, gerekli cevapları yazdım sonra biraz tercüme yaptım.

Yoruldum… “Ne çabuk?” demeyin sakın. Kemiklerinin yarıdan fazlası, kaslarının ise yaklaşık yüzde doksanı erimiş bir insan çok çabuk yoruluyor.

Hava çok güzeldi. Yalnız başıma dışarı çıkmak, yürümek istedim. Ama ne yürüyebilir, ne de yalnız başıma dışarı çıkabilirdim. Yollar uygun olsaydı eğer, akülü sandalyemle istediğim yere gidebilirdim oysa ki… Yürüyemeyecek olsam da, en azından kafamı dinlemiş olurdum.

Yazının Devamını Oku

Bir Kültür Sanat Destek Programı: CultureCIVIC

16 Nisan 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Beklenmeyen ve istenmeyen bir sebeple uzunca bir süre ara vermek zorunda kaldım yazılarıma. Zira sağ gözümde aniden kendini gösteren bir rahatsızlıktan ötürü ameliyat olmak durumunda kaldım. Bu ameliyat beni düşündüğümden çok daha fazla sarstı ve halâ tam olarak iyileşmiş değilim. Çok şükür artık yazabilecek kadar görmeye başladım. Ancak, korkarım ki, bir operasyon daha geçirmem gerekebilecek. Umarım bu yaşadığım son aksilik olur…

Gelelim bu günün yazısına: Bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı, 2021 yılından beri Goethe-Institut Istanbul yürütücülüğünde; Türkiye’de kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını, sanatçıları, inisiyatifleri ve aktivistleri desteklemeyi sürdürüyor.

CultureCIVIC; HibeKapasite ve Ağ Geliştirme Programı olmak üzere birbirini tamamlayan üç eksende yürütülüyor.

Hibe Programları: Özellikle kariyerinin başındaki sanatçılara, yeni kültür oluşumlarına ve büyükşehirler dışında varlık gösteren aktörlere geniş yer ayıran hibe programları; Türkiye’nin farklı bölgelerinde sivil toplum ve kültür-sanat alanında diyaloğun, işbirliğinin ve iletişimin geliştirilmesine katkıda bulunmayı hedefliyor. Hibe programları; Yerel Projeler”, “Yapısal Destek”, “Kentler Arası Ağ Geliştirme” ve “Sanatsal Üretim başlıklı dört farklı kategoride finansman sağlıyor. Başvuruda bulunan projeler değerlendirilirken;

faaliyetlere öncelik veriliyor.

Kapasite Geliştirme Programı: Türkiye'nin farklı şehirlerinde faaliyet gösteren sanatçı, inisiyatif ve sivil toplum kuruluşlarının, kültür ve sanat projeleri yönetimi ve sivil katılım alanındaki becerilerini güçlendirirken; bu aktörler arasında iş birliği ve diyalog zemini hazırlamayı, daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir kültürel ortamın gelişimine katkı sunmayı amaçlıyor. Program; webinarlar, proje geliştirme atölyeleri ve sivil katılım atölyeleri olmak üzere üç bileşenden oluşuyor. 

Sürdürülebilirlik, kapsayıcılık ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularının her biri için bir webinar içeriği oluşturulması planlanıyor. Webinarlar ile, katılımcıların bu temaları proje başvurularına ve çalışmalarına entegre edebilmelerine katkı sağlanması amaçlanıyor.

Sivil katılımı güçlendirmeye yönelik atölyeler, 8 farklı ilde gerçekleşecek. Atölyelerin içeriği; ihtiyaç analizleri ve katılımcılardan gelen geri bildirimlerle şekillenecek. Türkiye’ den ve dünyadan farklı alanlardaki uzmanlarla geliştirilecek atölyeler; söyleşi, panel, mentorluk, grup çalışması, sunum ve tartışma gibi formatlarda düzenlenecek. Teorik bilgileri pratik uygulamalarla harmanlayan atölyelerde; metin üretimi, kuratöryel süreçler, kamusal alanda sanat, kültür sanat etkinliklerinde kapsayıcılık gibi konular ele alınacak. Toplamda 120 katılımcı, sivil katılım kapasite geliştirme atölyelerine katılım sağlama fırsatı bulacak. Oturumların kayıtları CultureCIVIC web sitesinin öğrenme alanına yüklenerek daha geniş erişilebilirlik ve uzun vadeli etki sağlanacak.  

Yazının Devamını Oku

Yarın, “Dünya Kadınlar Günü”

7 Mart 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Clara Zetkin komünist bir aktivist ve kadın hakları savunucusuydu. 1910 yılında Kopenhag’da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda “Dünya Kadınlar Günü” fikrini önerdi. Zetkin’ in önerisi, konferansa katılan 17 farklı ülkeden 100 kadın tarafından oy birliği ile kabul edildi.

İlk uluslararası etkinlikler 1911’de Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’ de düzenlendi. Dünya Kadınlar Günü'nün 100. yıldönümü 2011 yılında büyük organizasyonlarla kutlandı. Özetle, Dünya Kadınlar Günü kadın hakları hareketinde bir odak noktası oldu.

Bugün neredeyse tüm dünyada ses getiren eylemlere sahne olan          8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün kökeni, 19. yüzyılın sonlarında sanayileşmenin getirdiği ağır çalışma koşullarına ve kadınların oy hakkı gibi temel haklardan mahrum bırakılmış olmasına dayanıyor.    8 Mart 1857’ de ABD’nin New York kentinde tekstil işçisi kadınlar, daha iyi çalışma şartları talebiyle greve çıktı. Ancak, polis müdahalesi ve çıkan yangın sonucunda birçok kadın yaşamını yitirdi.

Bu trajedinin ardından, kadınların hak mücadelesi yıllar içinde büyümeye devam etti. 28 Şubat 1909’da, New York’ta 15.000 kadın işçi, daha iyi çalışma koşulları ve eşit haklar talebiyle büyük bir yürüyüş düzenledi. Kadınların mücadelesini destekleyen Amerikan Sosyalist Partisi, bu günü "Ulusal Kadınlar Günü" ilan etti.

Bu olaydan yıllar sonra, yukarıda da anlattığım gibi, 26-27 Ağustos 1910’da Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi üyesi Clara Zetkin, “Kadınlar Günü” ile ilgili önerisini sundu. Zetkin’in önerisi kabul edilerek, kadın hakları mücadelesini simgeleyecek bir gün belirlenmesi kararlaştırıldı.           

1917’de Sovyet Rusya’da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra 8 Mart Ulusal Bayram oldu. Kadınlar Günü, 1967’de feminist hareket tarafından benimseninceye dek, ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve komünist ülkeler tarafından kutlandı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1977 tarihinde aldığı karar ile de; diğer ülkeler, kendi geleneklerine ve tarihlerine uygun bir günü uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü ilan etmeye davet edildi.

Birleşmiş Milletler’in Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etmesi ile, bu özel gün resmiyet kazanmış oldu. BM, bu tarihten itibaren, her yıl için özel bir tema belirlemeye başladı. Belirlenen ilk tema “Geçmişi Kutlamak, Geleceği Planlamak” idi. Bu yılın teması ise, “Eylemi Hızlandır” (Accelerate Action).

Dünya Kadınlar Günü, özünde kadınların süregelen toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalık yaratılmasını amaçlayan; kadınların toplumda, siyasette ve ekonomide kat ettikleri mesafenin kutlandığı özel bir gün. Kadınlar için 8 Mart; hak, eşitlik, özgürlük ve dayanışmayı temsil ediyor. Her 8 Mart’ta çeşitli etkinlikler düzenlenerek bu mücadele dile getiriliyor.

Yazının Devamını Oku

Özgül Öğrenme Güçlüğü

2 Mart 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Özgül Öğrenme Güçlüğü ya da bozukluğu, normal veya normalin üstünde zekâya sahip olduğu halde; konuşma, dinleme, okuma, yazma, mantık yürütme ve matematik becerilerinin kazanılması ve uygulanmasında zorlukların belirgin olduğu nörogelişimsel bir bozukluk.

Özgül Öğrenme Güçlüğü; çocuğun potansiyel öğrenme kapasitesi ile gerçekleştirdiği akademik performans arasında farklı alanlarda (okuma, matematik, yazma ve henüz belirlenmemiş diğer beceriler) bazı uyumsuzluklar içeriyor. Bu uyumsuzluklar, çocuğun yaşı ve doğuştan gelen zekâ seviyesi ile örtüşmüyor ve kültürel veya eğitsel eksiklikler gibi dışsal nedenlerle de izah edilemiyor. 

Öğrenme ve algılamayla ilgili bu sorun, hayat boyu devam ediyor. Ancak, Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nü hastalık olarak ele almak doğru değil. Beyin fonksiyonlarındaki bu aksama, farklılık ya da özel bir durum olarak kabul ediliyor.

Özgül Öğrenme Güçlüğü, dil becerilerinde (heceleme ve okuma gibi) veya çözümleme becerilerinde zorluk yaşayan çocukları etkiliyor. Okul çağındaki çocuklardaki görülme sıklığı %5-14, yetişkinlerde görülme sıklığı ise %4 olan bu bozukluk, erkek çocuklarda kız çocuklara göre daha yaygın. Genelde,

olarak üç başlıkta ele alınan Özgül Öğrenme Güçlüğü; çoğunlukla çocukların ilkokula başladıkları dönemde, okuma yazmada yaşanan zorluklarının ortaya çıkması ile fark ediliyor. Ancak okul öncesi dönemde de bu bireylerde dil gelişimi, dikkat, motor gelişim konularının yanı sıra; sosyal ve duygusal alanda da bir takım sorunlar yaşanabiliyor. Bu belirtilerin aileler ve uzmanlar tarafından doğru değerlendirilip ele alınması, tanı ve uygun tedaviye başlanması açısından büyük önem taşıyor.

Özgül Öğrenme Güçlüğü ile ilişkili belirtiler, araştırmacılar tarafından 1800’lü yılların ikinci yarısında tanınmaya başlandı. Başlangıçta beyin hasarı sonucu okuma, dili kullanma ve kendini ifade etme becerilerinde kayıp ile giden nörolojik bir tablo olarak tanımlanmış ve bunun sonradan kazanılan bir sorunlu durum olduğu varsayılmıştı. Alman Profesör Kussmaul, 1877’de görme ve konuşma sorunu olmayan ve zihinsel kapasiteleri yeterli olduğu halde okuyamayan kişiler için ‘kelime körlüğü’ terimini kullanmış; ardından gelen araştırmacılar da benzer terimleri benimsemişlerdi. İleriki yıllarda da bozukluğun sadece sonradan meydana gelen hasarla değil, doğuştan gelen nedenlerle de olabileceği belirtilerek; “konjenital kelime körlüğü” terimi kullanılmıştı.

İlk kez 1925 yılında Dr. Samuel Orton; dinleme, konuşma, okuma ve yazmayı dilin çeşitli bileşenleri olarak düşünmüş ve bunlara ait gelişimsel sendromlar tanımlamıştı. Bu sendromları da; “gelişimsel okuyamama”, “gelişimsel kelime sağırlığı”, “özgül yazma güçlüğü” ve “okuma gecikmesi” olarak adlandırmıştı.

Öğrenme güçlüğü terimi ilk kez 1960’lı yıllarda kullanılmaya başlandı. Bu terim ile nörolojik, duygusal ya da davranışsal bozukluklardan kaynaklanan; konuşma, dil, okuma-yazma, aritmetik becerilerden bir ya da daha fazlasında gecikme veya bozulma olması ifade ediliyordu. Öğrenme bozuklukları; psikiyatrik bozuklukların tanı sınıflandırma sistemlerinde ilk olarak 1980’de, “özgün gelişimsel bozukluklar” kategorisinde sınıflandırıldı. Alt grupları ise; “gelişimsel okuma bozukluğu”, “gelişimsel aritmetik bozukluğu”, “gelişimsel dil bozukluğu”, “gelişimsel artikülasyon bozukluğu” ve “karma gelişimsel bozukluk” olarak tanımlandı. Sonrasında da aynı tanımlama, tanı sınıflandırma sistemlerinde güncellenerek, günümüze dek devam etti. Yani bugün de geçerliliğini, aynı ana hatlarla, korumayı sürdürüyor.

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı gözler, sağlıklı bir yaşamın temelidir…

28 Şubat 2025
 Merhabalar sevgili okurlar.

Geçtiğimiz günlerde Çağın Göz Hastanesi’nden aldığım bir iletiden öğrendiğime göre, günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız baş ağrıları çoğu zaman göz sağlığı ile ilişkiliymiş. Oysa ki pek çoğumuz, baş ağrısının sadece yorgunluk, stres ya da migren gibi genel sebeplerden kaynaklandığını düşünüyoruz. Ancak, göz sağlığı ile bağlantılı baş ağrıları genellikle göz ardı ediliyor ve bu durum birçok bireyin yaşam kalitesini ciddi şekilde olumsuz etkileyebiliyor.

Baş ağrısı göz sağlığı ile ilgili olduğu zaman, genellikle, gözlerdeki zorlanma ve rahatsızlıklardan kaynaklanıyor. Göz sağlığımız, görme fonksiyonlarını etkileyebilecek birçok farklı durumu içeriyor. Bu durumlar; göz kaslarının aşırı çalışmasına, görsel odaklanma sorunlarına veya göz içindeki basınç (göz tansiyonu) artışına yol açabiliyor. Göz sağlığına dair yaşanan bu sorunlar da baş ağrılarını tetikleyebiliyor. Bu durum, kişi üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik baskı oluşturuyor.

Miyopi, hipermetropi veya astigmatizm gibi görme bozuklukları; gözün ışığı doğru şekilde odaklayamaması sonucunda ortaya çıkıyor. Göz, görüntüleri doğru şekilde algılayabilmek için daha fazla çaba harcamak zorunda kalıyor. Bu sürekli çaba, göz kaslarının aşırı çalışmasına neden oluyor ve baş ağrısı yaratabiliyor. Özellikle gözlük veya lens kullanmayan ya da yanlış numara kullanan kişilerde, bu gibi rahatsızlıklara daha sık rastlanabiliyor. Oysaki gözlük ya da lens kullananlar için, kullandıkları numaraların doğruluğu büyük önem taşıyor. Uygun olmayan gözlük numaraları ya da yanlış lens seçimi, gözün sürekli olarak odaklanmaya çalışmasına yol açıyor. Bu da göz kaslarının gerginleşmesine ve baş ağrılarının oluşmasına neden olabiliyor. Ayrıca lenslerin düzgün takılmaması veya bakımlarının yapılmaması da gözde rahatsızlık oluşturabiliyor ve baş ağrılarına yol açabiliyor.

Teknolojinin hayatımızın her alanına entegre olmasıyla birlikte; bilgisayarlar, tabletler ve telefonlar gibi ekranlara uzun süre bakmak göz kaslarını yoruyor. Dijital göz yorgunluğu genellikle sokakta, alında hissedilen baş ağrılarıyla kendini gösteriyor. Ayrıca gözlerde kuruluk, bulanık görme ya da gözlerde batma gibi rahatsızlıklar da bu ağrılara eşlik edebiliyor.

Göz içi basıncının normalden yüksek olması, Glokom adı verilen bir durumu ortaya çıkarabiliyor. Glokom, gözde baskı hissine, görme kaybına ve baş ağrılarına yol açabiliyor. Bu hastalık çoğu zaman belirti vermediği için, erken teşhis oldukça büyük önem taşıyor. Zira göz içi basınç arttıkça, görme sinirlerinde kalıcı hasar meydana gelebiliyor ve bu durum ilerleyen dönemlerde kalıcı görme kaybına neden olabiliyor. Baş ağrılar, özellikle göz çevresinde yoğun bir baskı hissi ile birleştiğinde, glokom habercisi olabiliyor. Bu da derhal bir göz doktoruna müracaat edilmesi gereğine işaret ediyor.

Konverjans yetmezliği; göz kaslarının, özellikle de medial rektus kasının, yakın mesafedeki nesnelere odaklanırken gerektiği kadar etkili bir şekilde kasılamaması durumunu gösteriyor. Normalde bir nesneye yakın mesafede odaklanırken, gözler doğal olarak birbirine yaklaşıyor. Ancak konverjans yetmezliği yaşayan kişilerde, bu kaslar yeterince güçlü çalışmadığından, gözler paralel kalamıyor Bu durum, bulanık görmeye ve göz yorgunluğuna neden oluyor; özellikle yakın mesafelere odaklanmaya çalışırken de baş ağrıları gibi şikayetlere yol açabiliyor.

Baş ağrıları, göz kaslarının yeterince uyumlu çalışmaması nedeniyle, gözlerdeki gerilme ve yorgunluktan da kaynaklanabiliyor. Genellikle uzun süre yakın odaklanma gerektiren aktivitelerden sonra, baş ağrıları daha belirgin hale gelebiliyor

Presbiyopi yaşlanmaya bağlı olarak yakın mesafedeki nesnelerin net bir şekilde görülmemesi durumunu ifade ediyor. Bu durum hipermetropi ile benzer semptomlar gösteriyor olsa da, sebepleri farklı. Hipermetropide gözün ön kısmı (kornea) ile arka kısmı (retina) arasındaki mesafe kısa ya da göz merceği düzleşmiş oluyor. Ve bu da genellikle genetik bir durumdan kaynaklanıyor. Presbiyopi ise, göz merceğinin esnekliğinin yaşla birlikte azalması nedeniyle meydana geliyor. Esneklik kaybı kişilerin yakın mesafedeki nesnelere odaklanmasını zorlaştırıyor. Presbiyopinin belirtileri arasında; özellikle yakın okumalar veya detaylı işler sırasında gözlerdeki zorlanmaya bağlı olarak baş gösteren ağrılar, gözlerde yorgunluk, genel bitkinlik hissi ve yakın mesafede bulanık görme yer alıyor. Ve unutmayalım ki, uzun süre yakın odaklanma gerektiren aktiviteler baş ağrılarının daha da şiddetlenmesine yol açabiliyor.

Yazının Devamını Oku