Ayşegül Domaniç Yelçe

Sevmeyi bilmiyorsak, öğrenmeliyiz…

20 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Türk Sanat Müziği’nden hoşlanıyor musunuz? Eğer hoşlanıyorsanız, “Kimseye Etmem Şikâyet” adlı eseri mutlaka dinlemişsinizdir. Peki, ya hikâyesini biliyor musunuz bu güzel eserin?

Henüz 13 yaşındayken zorla evlendirilen bir kız çocuğunun haykırışları yatar bu şarkının dizelerinde. Bu çocuk, II. Abdülhamit döneminin Nafıa ve Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa’nın kızı İhsan Raif’tir.

İleride tanınmış kadın şairlerimizden biri olacak İhsan Raif Hanım 1877’de Beyrut’ta dünyaya gelir. İlk çocukluk yılları Adana’da geçer. Çocuklarının eğitimine çok önem veren baba Raif Paşa, onlara özel hocalardan müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldırır. İhsan Raif’in edebiyata ilgisi daha o yıllarda başlar.

Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa ve ailesi İstanbul’a gelişlerinde, bugün Şişli Kaymakamlığı olarak hizmet veren Taş Konak’ta yaşamaya başlar. O günlerde henüz 13 yaşında olan İhsan Raif ve ablası Belkıs bir gün birlikte oynarlarken birdenbire odalarının kapısı açılır ve içeriye o güne kadar hiç görmemiş oldukları bir adam girer. Bu kötü niyetli adam İhsan Raif’i kaçırmak ister, ancak çocukların çığlıklarıyla koşarak kaçar. Kısa bir süre içinde eve giren bu adamın reji memuru Mehmet Ali olduğu ve küçük kızı kaçırabilmek için evdeki hizmetkârlardan yardım aldığı anlaşılır. Raif Paşa bu olayı temizlenmesi gereken bir namus meselesi olarak görür ve İhsan Raif’i, kızının ve diğer aile fertlerinin itirazlarına ve yalvarmalarına aldırmadan, evlendirmeye karar verir. Böylece, 13 yaşındaki küçük kız hiç acımaksızın Mehmet Ali ile evlendirilir ve bir sürgün havasında İzmir’e yollanır.

“Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime

  Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

  Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime

  Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…”

Yazının Devamını Oku

Aslında hepimiz, daha adil ve sürdürülebilir bir dünya istiyoruz…

16 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan Kadın Emeğini değerlendirme Vakfı (KEDV); dar gelirli kadınların yoksullukla mücadeledeki uzmanlıklarına ve hem ailelerini hem de toplumu geliştirme-dönüştürme güçlerine duyduğu inançla, onlarla ilkeli bir ortaklık anlayışıyla çalışıyor. Tüm projelerini onların ve çevrelerinin sinerjisiyle geliştiriyor ve bu doğrultuda yerel yönetimler ve toplumdaki diğer aktörlerle işbirliği yapıyor.

KEDV, eşitsizliklerin ve yoksulluğun var olmadığı bir toplum oluşturmayı hedefliyor. Bunun başarılmasının temelinde; tabandaki kadınların aktif vatandaşlıklarının ve katılımcı liderliklerinin yerel, ulusal ve bölgesel düzeylerde uygulanması ve içinde yaşadıkları topluluklar ile toplumları dönüştürme becerilerinin güçlendirilmesi yer alıyor. KEDV, bu bağlamda; Türkiye’deki kadınların ve kadın örgütlerinin hem ekonomik, politik ve sosyal değişimin öncüleri hem de güçlü, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir toplumu oluşturacak hareketlerin yerel, ulusal ve uluslararası liderleri olmaları için tabandan güçlendirilmelerini hedefliyor.

KEDV bu hedefe ulaşmak için 3 ana program altında yürütüyor çalışmalarını:

Hepimizin bildiği gibi 6 Şubat 2023’ te meydana gelen depremler; Türkiye' de en az 50 bin kişinin ölümüne, 100 binden fazla kişinin de yaralanmasına yol açtı. Bu afetten 9,1 milyon kişi doğrudan etkilendi. 3 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 300 bin bina hasar gördü ya da tamamen yıkıldı. 

KEDV’ de, doğal olarak, bu süreçte deprem bölgesindeki çalışmalarına ağırlık vermiş bulunuyor. Ancak bu konuyu bir başka yazıda ele alacağım.

Kadın Emeği değerlendirme Vakfı’nın da üyesi bulunduğu Oxfam Konfederasyonu, 2015 yılından bu yana her yıl Küresel Eşitsizlik Raporu hazırlıyor ve yayımlıyor. Oxfam, daha eşit bir dünya için adaletsizlikle mücadele eden insanları kapsayan küresel bir hareket. Binlerce ortağı ve müttefiki ile 79 ülkenin farklı bölgelerinde faaliyet gösteriyor. İnsanlarının daha iyi hayatlar inşa etmeleri, dayanıklılıklarını artırmaları ve kriz zamanlarında yaşamları ve geçim kaynaklarını korumaları için topluluklara destek veriyor.

Oxfam, süreklilik gösteren çözümler istediğinden, insanları fakirliğe ve adaletsizliğe mahkum eden eşitsizliklerle savaşıyor. Ve bunu yaparken sadece semptomları değil, sistemlerin kendisini ele alarak; gerçek, uzun ömürlü değişim için mücadele ediyor.

Oxfam, sosyal adalete yönelik küresel bir hareketin parçası olarak adil ve sürdürülebilir bir dünya kurabilmeyi amaçlayarak yürütüyor çalışmalarını.

Yazının Devamını Oku

“Doğa-kültür-insan arasındaki yaşamsal uyumun savunucusu”

13 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

 

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL); ülkemizin doğa, tarihsel ve kültürel varlıklarını korumak amacıyla 1990 yılında, benim de tanıma şerefine nail olduğum, Prof. Dr. Metin Sözen ve arkadaşları tarafından vakıf statüsünde kuruldu.

1975, dünyanın pek çok yerinde koruma ve yaşatma bilincinin ilk defa kuramsal düzeyde ortaya atıldığı, “ortak miras” kavramının ilk kez dillendirildiği bir yıl oldu. Öğrencilik yıllarından itibaren Anadolu’nun doğal ve kültürel zenginliğinin ardına düşen Metin Sözen de, yarım yüzyıl boyunca sürdüreceği koruma serüveninin ilk somut sonuçlarını işte o dönemde aldı. 1975’lerde Batı Karadeniz’in Safranbolu kasabasında başlatılan koruma-yaşatma çalışmalarının kentin UNESCO Dünya Mirası Listesine girmesiyle sonuçlanması, Metin Sözen ve arkadaşlarını hedeflerinden birine ulaştırmış oldu.

Bu süreç, Prof. Dr. Metin Sözen ve çalışma arkadaşlarının 1990 yılında ÇEKÜL Vakfı’ nı kurmalarının yolunu açtı. ÇEKÜL Vakfı çatısı altında devam eden koruma-yaşatma hareketi, pek çok farklı ölçekte kente yayılmaya başladı.

Kuruluşundan itibaren doğa-kültür-insan arasındaki yaşamsal uyumun savunucusu olan ÇEKÜL; “Doğa ve Kültürle Varız” sloganıyla yaşama geçirdiği proje ve programlarla, en küçük yerleşmeden ülke bütününe açılan bir yaklaşımı benimsiyor.

Ülkemiz’ in dört bir tarafındaki küçüklü büyüklü kentte, koruma hareketini koruma seferberliğine dönüştürerek tarihi dokunun çağdaş kentle ilişkilendirilmesine; kentlere kültür öncelikli bir gelecek vizyonu kazandırılmasına öncülük ediyor.

Doğal doku kaybolmaya başladığında insanın yaşam alanının da tükendiği, kültürel mirasını da yitirmeye başladığı bilinciyle hareket ederek; toprağı, yeşili korumak ve çoğaltmak için İstanbul’da başladığı ağaçlandırma çalışmalarını Anadolu’nun her karışına yaymak için çalışıyor.

ÇEKÜL Vakfı bu yıl Sevgililer Günü’nde sevgimizi kalıcı kılacak ve doğaya değer katacak anlamlı bir hediye alternatifi sunuyor.

Yazının Devamını Oku

“Dünya Sigarayı Bırakma Günü”

9 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Dünya Tütüne Hayır Günü (WNTD – World No Tobacco Day (Dünya Sigarasız Günü, Dünya Tütünsüz Günü ya da Dünya Sigarayı Bırakma Günü);  Dünya Sağlık Örgütü (WHO – World Health Organization) üye devletlerince 1987 yılından bu yana her yıl, dünya genelinde anılan önemli bir gün. Üye devletlerin çoğu bu özel günü her yıl 31 Mayıs tarihinde anarken, Türkiye’ de “Dünya Sigarayı Bırakma Günü” olarak 9 Şubat seçilmiş bulanıyor.

Dünya Sigarayı Bırakma Günü’ nün amacı, sigaranın insan sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerine karşı küresel farkındalık yaratmak. Tütün kullanımını azaltmak için başlatılan bu gün, dünya çapında büyük bir mücadelenin simgesi haline gelmiş durumda. 2024'te DSÖ tarafından yayımlanan raporda, sigara kullanımındaki küresel düşüş ve alınan önlemler vurgulanmış bulunuyor.

2025 yılı Dünya Sigarayı Bırakma Günü kampanyası, tütün, nikotin ve bunlarla ilgili endüstrilerin zararlı ürünlerini renkli ambalajlar, cezbedici kokular ve göz alıcı pazarlama teknikleriyle özellikle çocuklar ve gençler için cezbedici hale getirmede kullandıkları sinsi stratejilere dikkat çekiyor. Dünya Sigarayı Bırakma Günü’ nün bu yılki sloganı, “Cazibesinin maskesini düşür”;                        hashtag #TütünÇıplakKaldı (Unmask the appeal #TobaccoExposed)  

 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünyada 1,3 milyar kişi tütün ürünü kullanıyor. Tütün ürünü kullananların %80’i genellikle yoğun tütün endüstrisi müdahalesi ve pazarlamasının hedefi olan düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşıyor. Bu ülkeler aynı zamanda tütün ürünü kullanımına bağlı hastalık ve ölüm yükünün de en yüksek olduğu ülkeler. Tütün ürünü kullanımı hane halkı harcamalarını, gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlardan tütün ürünlerine yönlendirerek yoksullaştırmaya da sebep oluyor. Ülkemizde 15 yaş üzeri nüfusta tütün ürünü kullanmayanlar toplumun yaklaşık % 70’ini oluşturuyor. Tütün ürünü kullanmayanların toplumun çoğunluğunu oluşturuyor olmasına karşın, tütün ürünü kullanımının yoğunluğu ve görünürlüğü oldukça yüksek.

Dünyada her gün 22 bin kişi olmak üzere yılda 8 milyondan fazla kişi tütün ürünü kullanımına bağlı hastalıklar sebebiyle yaşamını yitiriyor. Bu ölümlerin 7 milyondan fazlası doğrudan tütün kullanımının sonucu iken, 1,2 milyondan fazla kişi de tütün ürünü kullandığı için değil tütün ürününün dumanına maruz kaldığı için hayatını kaybediyor.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyadaki çocukların yarısı tütün dumanıyla kirlenmiş havayı soluyor ve her yıl 65 bin çocuk pasif etkilenimin yol açtığı hastalıklar sebebiyle yaşamını yitiriyor. Hamilelik döneminde tütün ürünleri kullanmak, bebekler için ömür boyu sürecek çeşitli sağlık sorunlarına yol açıyor. Özetle, tütün ürünleri pasif etkilenim yoluyla kullanmayanlar için de ölümcül zararlar veriyor. Elektronik sigara, nargile, ısıtılmış tütün ürünleri gibi her türlü tütün ürünleri zararlı. Bu ürünler, içeriliklerindeki kanserojen maddeler nedeniyle ciddi sağlık sorunları yaratıyorlar.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de en yaygın kullanılan bağımlılık yapıcı madde olan tütün ürünleri; kanser, kalp damar hastalıkları, KOAH gibi pek çok önlenebilir hastalık ve erken ölüm sebepleri arasında ilk sırada yer alıyor.

Yazının Devamını Oku

Dünyada her yıl yaklaşık 9.9 milyon kişi kanser nedeniyle hayatını kaybediyor

7 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Kanser hem dünyada hem de ülkemizde ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alıyor. Ölüm nedenlerine bakıldığında dünya geneli için yaklaşık her 6 ölümden birinin, ülkemiz için ise her 5 ölümden birinin kanser nedeniyle gerçekleştiği görülüyor.

Dünyada her yıl yaklaşık 19 milyon kişi kansere yakalanıyor, 9.9 milyon kişi ise kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. Benzer seyir devam ettiği takdirde, 2040 yılında 30 milyon yeni vaka ortaya çıkması bekleniyor. En sık görülen kanser türleri sırası ile meme, akciğer, kalınbağırsak, prostat, mide olarak karşımıza çıkıyor. Bu kanser türleri ülkemizde de ilk sıralarda yer alıyor.

Türkiye Kanser İstatistikleri Raporu’na göre, bir yıl içerisinde 211.273 kişiye kanser tanısı konulmuş bulunuyor. Kanser hastalığına erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanıyor. (Erkeklerde yüz binde 262,4, kadınlarda ise yüz binde 188,0). Yaş ilerledikçe görülme sıklığı da artıyor.

Kanser başlıca; tütün kullanımı, yüksek beden kütle indeksi (fazla kilolu ya da şişman / obez olma), meyve ve sebzeden fakir beslenme, yetersiz fiziksel aktivite ve alkol tüketimi gibi başlıca beş davranışsal ve beslenme ile ilgili risk faktöründen kaynaklanıyor. Oysa yine günümüz şartlarında, kanserlerin yaklaşık üçte birinin; risk faktörlerinden kaçınma ve mevcut kanıta dayalı önleme stratejilerinin uygulanması yoluyla önlenebilir durumda olduğu biliniyor. Ayrıca, erken tanı konmuş ve uygun şekilde tedavi edilmişse, birçok kanserin iyileşme olasılığının da yüksek olduğu ortaya konulmuş bir gerçek.

Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü (UICC - The Union for International Cancer Control) tarafından, 2005 yılında ilk kez, kanserle mücadele konusunda farkındalık yaratmak amacıyla “Dünya Kanser Günü” düzenlendi. Aynı yıl ülkemizde de Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği tarafından konu ile ilgili farkındalık oluşturma çalışmaları başlatıldı. Dünyada ve ülkemizde kanser konusundaki en büyük kampanyalardan biri oldu bu.

Bu ilk Dünya Kanser Günü etkinlikleri, izleyen yıllarda her yılın 4 Şubat gününün “Dünya Kanser Günü” olarak anılmasını sağlamış oldu. UICC ve iş birliğindeki kuruluşlarla birlikte küresel düzeyde yürütülen kampanyalarla da geleneksel hale getirildi. 4 Şubat Dünya Kanser Günü, gerek kanser konusunda farkındalığı ve eğitimi artırarak gerekse dünyanın her yerindeki hükümetler ile bireyleri hastalığa karşı harekete geçmeye zorlayarak, her yıl milyonlarca önlenebilir ölümün önüne geçmeyi amaçlıyor.

Özetle; Dünya Kanser Günü; yankı uyandırmayı, değişim aşılamayı ve farkındalık günü ile sınırlı kalmayarak daha sonraki günlerde de sürdürülebilecek bir eylemi harekete geçirmeyi amaçlayan bir kampanya.

Geçtiğimiz Salı, Dünya Kanser Günü’ idi. Bu özel gün, bu yıl, “Benzersiz Birlik” temasıyla ‘kanserde kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımları’ na dikkat çekiyor. Bu tema; her kanser hastasının ihtiyaç duyduğu tedavinin farklı olduğunu, kişiye özel yaklaşımların tedavide başarı oranını artıracağını simgeliyor.  Kanser üzerine yapılan yeni araştırmalar da; sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve kişiye özel olarak alınacak önlemlerin, kansere yakalanma riskini azaltma tezini destekliyor.

Yazının Devamını Oku

“Küçük Kıvılcımlar, Büyük Umutlar”

2 Şubat 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

DLD (Değişim Liderleri Derneği),  genç kız ve kadınların kendilerine güvenerek neler başarabileceğine inanan, onların potansiyelini gören ve onlara değer veren gençlerin kurduğu ve idare ettiği bir dernek.

Bu derneğin kurucuları ve üyeleri; genç kız ve kadınların toplum içinde değer gördüğü, liderlik becerilerinin ve potansiyellerinin desteklendiği, topluma fayda sağlayabilmek için genç kız ve kadınlara da ihtiyaç olduğunun benimsendiği bir dünya istiyorlar.

Genç kız ve kadınların katkılarını arttırmak suretiyle Türkiye’nin gelişim ve refah seviyesinin yükseltilmesine destek olma misyonu ile çalışan DLD; genç kız ve kadınların aktif, toplumsal ve çevresel sorumluluk bilincine sahip, üretken bireyler olmalarını arzu ediyor. Ve bu amaçla onlara; liderlik becerileri kazandıran, eğitim fırsatları ve ekonomik bağımsızlığı mümkün kılan programlar sunuyor.

Dernek; genç kız ve kadınların yaşamını iyileştiren, sürdürülebilir ve yaratıcı programlar geliştirmek adına; bireyler, eğitim kurumları, şirketler, yardım amaçlı gruplar ve kâr amacı gütmeyen oluşumlarla ortak çalışmalar yapıyor. Bu süreçte; kültürlerarası diyalog ve kaynak alışverişi geliştirmenin yanı sıra, farklı kuşakları kucaklayan uluslararası iletişim ağları kurulmasının önünü açmaya da azami gayret gösteriyor.

Dünya Bankası verilerine göre;

Dünya Ekonomik Forum’un 2011 Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde belirtilmiş 135 ülkenin arasında, Türkiye 122. sırada yer alıyor.

UNDP (United Nations Development Programme / Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) nın Cinsiyet Eşitsizliği Göstergesi’ ne (Gender Inequality Index) göre (bu ölçüm kadınların ve erkeklerin ekonomik ve politik hayatta karar almada ne derecede yer aldıklarını inceler), Türkiye; 187 ülke arasında 77. sırada yer alıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 'İstatistiklerle Kadın, 2023' bültenine göre, 15 ve daha yukarı yaşta kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 35,1, erkeklerin yüzde 71,4 oldu. 2024 yılının ilk altı ayında ise, kadınların iş gücüne katılım oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 2,5 artış göstererek yüzde 36,6 seviyesine yükseldi.

Yazının Devamını Oku

Bir kas hastasının anı defterinden…

30 Ocak 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Hemen hepinizin bildiği gibi, bir kas hastasıyım ben. İlk belirtilerini 19 yaşındayken veren ve tanısı o zaman konan bu hastalık, yıllar içinde giderek ilerledi. Şu anda yaşamımı yardımsız sürdürmem mümkün değil. Ama ne mutlu bana ki ne öğrenimime ne iş hayatıma ne de sosyal yaşantıma engel oldu hastalığım. Çünkü hayatım boyunca bana destek olan bir ailem ve kardeş kadar yakın arkadaşlarım vardı yanımda… 13 yıldan beri de yanımdan hiç ayrılmayan ve bana gözü gibi bakan artık kızım saydığım bir yardımcım -Mercan’ ım- var

1972 yılıydı… Ben henüz 20 yaşındaydım… O zamanlar hem dışardan üniversiteye devam ediyor hem de Çayırova’ da, Şişecam’ın bir yan kuruluşu olan, Cam Elyaf Sanayii A.Ş.' nde çalışıyordum. Bir gün, sağ ayak bileğimi yukarıya doğru kıvıramadığımı fark ettim. Bir kırık ya da çatlak olduğunu düşünerek, Şirket Doktoru’ na gittim ve beni hastanenin ortopedi bölümüne göndermesini rica ettim (O zamanlar ancak sevkle gidilebiliyordu SSK Hastaneleri’ ne). Doktorumuz orta yaşı biraz geçkin, oldukça insan canlısı bir kişiydi. Beni Göztepe SSK Hastanesi’ nin Ortopedi Servisi’ ne sevk ederken, “Gitmişken bir de Asabiye’ ye (bugünkü adıyla Nöroloji) görün istersen.” dedi ve sevk kâğıdıma onu da ekledi.

Ertesi sabah erkenden hastaneye gittim ve Ortopedi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreteri bana bütün ortopedistlerin ameliyatta olduklarını ve öğlene kadar ameliyattan çıkamayacaklarını; ancak belki Fizik Tedavi Servisi’nde bana yardımcı olabileceklerini söyledi. Bunun üzerine oradan çıkıp Fizik Tedavi Servisi’ ne başvurdum. Bölüm sekreterine durumu anlattım ve doktorun beni görebilmesinin mümkün olup olmadığını sordum. Ben sekreterin cevabını beklerken, doktor odasından çıktı ve “Bu ne rezalet… Ortopedi Sekreteri ne hakla hasta havale edebilir buraya?” diye bağırmaya başladı. Ben kendisine bunun bir havale olmadığını, yalnızca bana verilmiş bir tavsiye niteliği taşıdığını anlatmaya çalıştım. Ancak doktor beni dinlemeyi reddetti. Bense, kendimi ifade edemediğim ve Ortopedi Servisi’ ni zora soktuğumu düşündüğüm için, üzüntüden düşüp bayıldım. Kendime geldiğimde başımda doktor değil, muayene sırası bekleyen hastalar vardı. Ve doktor baygın olduğum süre içinde yanıma hiç uğramamıştı…

Kendimi toplar toplamaz oradan çıktım. Uzun bir süre hastane bahçesinde ağladıktan sonra, iş yerine hastaneye geldiğimi gösterir bir belge götürebilmek için, Asabiye Servisi’ ne başvurdum. Kısa sürede doktorun yanına aldılar beni. İçeriye girip de muayene masasına oturduğumda, Asabiye Mütehassısı yanıma geldi ve bana “Sen neden ağladın çocuğum?” diye sordu. Bu sözleri duyar duymaz tekrar ağlamaya başladım. Ağlamayı kesmeyi başardığımda ise olanları anlattım ve “Koskoca bir doktor nasıl bunu yapabilir?” diyerek üzüntümü bildirdim. Doktor, “Bak, orada dur işte… Üzerindeki kıyafetin içindeki insandır önemli olan. Yani doktor önlüğü giyse de çöpçü üniformasının içinde olsa da değişen bir şey olmaz. Yani demem o ki, üstündeki kıyafet ne olursa olsun; içindeki insandır asıl olan.. Gerisi boş…” dedi. Sonra da bileğimi kas hastalığım nedeniyle kıvıramadığımı anlattı ve ne zaman istersem beni takip eden uzman doktorun önerdiği ilaçları sigorta reçetesine geçirebileceğini söyledi.

Hastaneden hayatımın en önemli derslerinden birini almış olarak ayrıldım. Ve o günü, hep, bana bu kıymetli dersi veren o doktorla hatırladım.

Aile Hekimleri; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile 1. basamak teşhis, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetleri veren doktorlar. Ben ve kızım, İstanbul Kadıköy 095 Nolu Aile Hekimliği Birimi’ ne bağlıyız. Birkaç yıl önce bir Cuma günü saat 14.00’de, her zaman kullandığım ancak bitmiş olan raporlu ilaçlarımı yazdırabilmek için Aile Hekimliği’ ni aradım. Sekreter Hanım bana, bağlı bulunduğum doktorun ev ziyaretlerinde olduğunu bildirdi. Ben de konuyu aynı birimde hizmet veren diğer doktora aktarmak istedim. Sekreter Hanım, önce, bunun mümkün olmadığını söyleyerek itiraz etti. Kendisine, engelli olduğumu hatırlatarak, bana yardımcı olmasını rica ettim. O da beni kırmadı ve konuyu doktora iletti. Ancak doktor, benim duyabileceğim bir sesle, bu isteği reddetti. Sekreter Hanım ise, eczaneye müracaat etmemi önerdi.

Pazartesi günü üç günlük bayram tatili başlayacak ardından da 2 gün grev yapacaklardı hekimler. Yani, dokuz gün boyunca ilaçlarıma erişebilmem mümkün olmayacaktı. Bu durumda ben ne yapacaktım? İlaçlarımı yazmayı reddeden o doktor, cebimde eczaneye verecek param olup olmadığını düşünmüş müydü acaba? Bağlı bulunduğum Aile Hekimi ise, madem her cuma günü öğleden sonra ev ziyaretlerine gidiyordu, neden beni hiç ziyaret etmemişti? Sahip olduğum %90 oranlı “Engelli Raporu” beni de ziyaret edebilmesi için yeterli değil miydi?

İşte bu olay oldu, Göztepe SSK Hastanesi Fizik Tedavi Servisi’ nde yaşadığım ve yıllardır unutmaya çalıştığım o acıyı bana tekrar hatırlatan. Ama yaklaşık elli yıl ara ile yaşadığım bu iki acı, doktorluk mesleğine olan saygımı korumamı engelleyemedi. Hâlâ, doktorluğun çok saygın bir meslek olduğuna ve doktorlarımızın tamamına yakınının, insanüstü bir gayret göstererek, fedakârca çalıştıklarına inanıyorum.

Yazının Devamını Oku

Paraya doyamamak…

26 Ocak 2025
Merhabalar sevgili okurlar.

Para, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde bir emek karşılığında elde edilen kazanç olarak tanımlanıyor.

Mal ve hizmet alımlarında değişim aracı olma işlevini yerine getiren, değer tespitlerinde kullanılan ve değer saklama ya da tasarruf aracı olma gibi farklı nosyonları yerine getiren ekonomik bir birim olan para, toplumda ortak bir değer ölçüsüdür.

Parayı kağıt üzerinde bu şekilde açıklayabiliriz. Ancak, benim düşünceme göre, sahibine göre yön değiştirebilen bir değerdir para. Kimileri yalnız kendisi ve yakınları için harcamayı sever, kimileri ise ihtiyacı olanlarla bölüşmek ister. Tabii ki yaşamına yetecek ve artacak kadar parası olanlardan söz ediyorum burada…

Eğer Kartalkaya Grand Kartal Oteli yapılırken inşaat maliyetinden kazanç sağlamayı düşünmek yerine misafirlerin can güvenliği düşünülmüş olsaydı; 21 Ocak gecesi saat 03.21’ de Ülkemiz’ i yasa boğan felaketle karşılaşmamış, 78 Canımız’ ı yitirmemiş olacaktık.

Eğer arka cephesi yamaç olan bu otele, o cephede dışarıya açılan yangın merdiveni bulunmadığı için baştan ruhsat verilmemiş olsaydı, yine bu felaket yaşanmayacaktı.

Eğer kısa bir süre önce itfaiyeden alınan yangın raporunda belirtilen eksiklikler dikkate alınsaydı, belki de bu otel bir süreliğine kapatılacak ve misafirler için daha güvenli bir ortam hazırlamak adına gerekenler yapılacaktı.

Ama ne yazık ki Kartalkaya Grand Kartal Otel’ in yöneticileri, sömestir tatilinde kazanmayı düşündükleri parayı misafirlerinden öne koydular ve birçok çocuğun ve ailenin yanarak ya da dumandan boğularak acı içinde ölümüne neden oldular. Oysaki o çocuklar ve aileleri kim bilir ne hayallerle gelmişlerdi o kayak merkezine… Belki de kimi yeni başlayacaktı kayak dersi almaya, kimi ise daha ustaca kaymayı öğrenecekti… ‘Belki’ lerin sonu yok ne yazık ki… Tıpkı ‘keşke’ lerin de olmadığı gibi… Ve ben, kafamın içindeki ‘keşke’ ve ‘belki’ leri bir türlü susturamıyorum. 78 Canımız’ ı bizlerden koparan eksiklikler, ihmaller ve yanlışlar zincirini hiçbir şekilde içime sindiremiyorum.

21 Şubat’ ı ve o tarihte yaşadığımız büyük acıyı ömrümüz oldukça unutmayalım, unutturmayalım…  Zira içimizi derinden acıtan bu büyük acıyı da unutacak olursak eğer, işte o zaman; insanlığımızdan utanmalıyız…

Yazının Devamını Oku