
Buzullarla çölün kavuştuğu uzaklarda 23 gün...
Uzun yıllar hayalini kurduğum Moğolistan seyahati için internetten yol arkadaşı arayan bir gezginin çağrısına uyup yola çıktım. Yazın yapılması gereken bu geziye çok erken hazırlanmak gerekiyormuş, ben yolda öğrendim. Eğer bu yazımı okuyor ve siz de bu müthiş coğrafyayı görmek için niyetleniyorsanız şimdiden hazırlıklara başlayabilin diye gerekli ipuçlarını da yazdım, seyahatin unutulmaz anlarını da...
Mental olarak çöküntü yaşadığım dönemde bir gün önüme sosyal medyada Moğolistan’a gitmek isteyen ve yoldaş arayan birinin ilanı düştü. Gideyim bari diye düşündüm. ‘Bari’ ifademin nedeni de şu: Moğolistan seyahati, karavan hayalimin bir parçasıydı. Karavanı alır almaz Moğol çöllerine sürecektim. Bir türlü alınamayan karavan, ertelendikçe ertelenen Moğolistan seyahati. Zaten hep farkındayım, hayatı ertelememem gerek. Bunu geçen sene en acımasız şekilde hatırlatmıştı hayat. O nedenle mesaja yanıt verdim: Haydi gidelim!
Moğolistan’ı diğer ülkelerden ayıran özelliği kendi başınıza gezmenin çok zor olması. Öyle ‘toplu taşımaya binerim, olmadı taksi, Uber çağırırım’ derseniz size kahkahalarla gülerler. Yol dediğin bozkırlardaki tekerlek izleri; internet yok, tabela yok, soracak insan yok. Bir hiçliğin ortasında dümdüz günlerce gidiyorsun. Bu sebeple yerel bir tur bulmak çok önemli. Rus minibüsleri ya da 4x4 arazi araçlarıyla gidilebilen yollar. Buna rağmen çöl yolunda 1 gün içinde 3 kez lastiğimiz patladı. 2 kez kuma saplandık.
NE ZAMAN GİDİLİR?
Moğolistan yüksek rakımlı bir ülke olduğu için yaz aylarında gitmek mantıklı ancak biz 21 Haziran’da uçaktan indiğimizde karla karışık tipiye yakalandık. Ertesi gün kartopu oynayacak kadar kar yağdı. Normal şartlarda mayıs-ağustos arası için plan yapabilirsiniz ve uçak biletleri pahalı olduğu için çok önceden girişimlere başlamalısınız.
Biz Ulan Batur’dan başlayıp önce güneye Çin sınırına, sonra kuzeye Rusya sınırına kadar gezdik. Karayoluyla, zıplaya zıplaya bir yolculuk. İlk aracımız arızalıydı ve çok eskiydi. Ayrıca yola çıkmadan 2 gün önce ayak parmağımı çatlatmıştım. Araçta giderken ayağımın hemen altında, her sarsıntıda durmadan çıkan kutup başıyla bir akü vardı. Ayağımı mecbur uzattığım için yanımda oturan arkadaş bir ayağıyla devamlı bu kutup başının üstüne basarak çıkmasını önlemeye çalışıyordu. Aracın motoru da buradaydı ve çöl sıcağına ek motor deli gibi bir sıcaklık yayıyordu. Kaç kilometre kaldı sorularımıza rehber cevap veremiyordu çünkü aslında bir mühendisti. Sadece Türkçe bildiği için bizimle beraberdi ve rehberlikle uzaktan yakından alakası yoktu. Şoföre soruyordu. Şoförden gelen yanıtsa kocaman bir “Höğhh” oluyordu. Moğol insanı pek konuşmayı sevmiyor gibi.
Bir bilinmezliğin içinde birbirini hiç tanımayan 6 kişi yol alıyorduk. 6 kişi demişken hesaplı olması için ekibimizi 6 kişiye tamamlamıştık ama sonradan öğrendim ki Moğolistan’da ‘Solomongolia’ denen bir seyahat şekli varmış. Belki biraz daha fazla ödersiniz ama hiç değilse gerginlik yaşamazsınız. Zira yol zorlu. Yoruldukça ve konfor alanından çıktıkça insanların verdiği tepkiler asla önceden kestirebileceğiniz şeyler olmuyor.
23 günlük yolculuğumuzda en etkilendiğim kısımları yazmak istiyorum size. Gobi Çölü’ne gidebilmek için günlerce yol aldık. Yolumuzun üstünde dinozorların yaşadığı yerleri ziyaret ettik. İçi buz dolu kanyonlarda yürüyüş yaptık. Kanyonun içinde Moğolların etnik müzik gösterisine denk geldik ve en sonunda az gittik uz gittik, çöle ulaştık. Çölde aracı bırakıp çift hörgüçlü develerle ilerledik. Deveye daha önce birkaç sefer binmiştim ama çift hörgüçlü olanına ilk defa biniyordum. Yumuşakmış o hörgüçler. Bu beni çok şaşırttı.
Çöle vardığımızda çok dik bir kumul tepesine tırmanan insanlar gördüm. Bu altıncı çöl deneyimimdi ve hiç böylesini görmemiştim. Çatlak ayak parmağıyla oraya nasıl tırmanacaktım? Çıkmam diye düşündüm. Belli bir yere kadar tırmanıp kumlarda yuvarlandım. Sayısız fotoğraf ve video çektim. Kafamı kaldırdığımda kurşuni bulutların altından çıkan güneşi görünceye kadar tepeye tırmanmaya niyetim yoktu.
Bir deneyeyim diye yola çıktım ama öyle bir diklik hayal edemezsiniz. Çölde çıplak ayak yürümek kolaydır ancak ben parmağımdaki atel yüzünden botumu çıkaramıyordum. Bu da her üç adım attığımda aşağıya kaydırıyor ve bu sebeple sadece bir adım ediyordu. Herkes sağımdan solumdan beni sollayıp geçiyordu. Kaymak için elimde tuttuğum kızak olmasa çıkamazdım. Onu yere saplayıp her adımda tutunarak kaymadan tırmanma çabam 1 saati geçti.
Kan ter içinde ve soluk soluğa en sonunda başardığımda gördüğüm manzarayı unutmam mümkün değil. Orada o günbatımını izleyemeseydim çok eksik kalırdı Gobi Çölü. 6 kişilik ekipten yukarıya çıkan 2 kişi, bir de rehber olduk. Rehberimiz Bobo dedi ki: “İyi ki ayağın çatlak. Yoksa beni peşinden çok koştururdun.”
Diğerleri geri dönüp duş almak ve çamaşır yıkamak istemişler. Kaldığımız yere çok uzaktaydık. Aracı alıp gitmek yerine yürümeye kalkmışlar. Bize çok kızmışlar. Orada o muhteşem günbatımını izlerken bunlardan bihaberdik. Karanlıkta dağdan aşağıya kayarak inerken kumlardan çıkan ses bir şarkı gibiydi. Döndüğümüzde suratı beş karış insanlar karşıladı bizi. 4 gün yol gidip Gobi Çölü gibi özel bir coğrafyaya çamaşır yıkamaya gelmiş olamazdım, değil mi? Ama onların hayali de buymuş. 6 farklı ülkede 6 farklı çöl deneyimimden sonra diyebilirim ki; en güzel günbatımı manzarası buradaydı...
ORHUNLARIN İZİNDE
Biz Türkler için Moğolistan’ı bu kadar özel yapan şey, Orhun Vadisi ve oradaki yazıtlar. Yazıtları korumak için bulundukları yerden kaldırıp normalde birbirinden bir hayli uzak olan iki kitabeyi yan yana bir müzenin içine koymuşlar. Türkiye yapmış bunu. O enerji ve orijinallikten eser yoktu maalesef. En azından ben hissedemedim. Ücret verip girilen bir müze, fotoğraf çekmek için ekstra ödeme, kapalı bir alan, üstelik orijinali yerine birer replika gördük.
Güneyin çölünden kuzeyin yemyeşil coğrafyasına geçiş çok hızlı oldu. Sanki bıçakla kesilmiş gibi bir ayrım vardı ve ben çöl ortamından ne ara uçsuz bucaksız yemyeşil coğrafyaya geçtim anlamadım bile. Deli sıcak yerini çiseleyen yağmura ve soğuğa bıraktı. Geç bir saate kaldığımız için tüm program ertesi güne sarktı. Zaten hemen her gün aynı şey yaşandı. Asla varmamız gereken saatte varamıyorduk. 20 gün geniş geniş gezeriz diye düşündüğümüz yolculukta koşsak yetişemiyorduk. Bunda aracımızın arızalı olmasının da rolü büyüktü.
Moğolistan’ın kuzeyi Güney Sibirya’ya ulaşmak hiç kolay olmadı. Günlerce arazide yol aldık. Belli bir yerden sonra atlarla gitmemiz gerekiyordu. Atlarla ilk buluştuğumuzda üzerlerine konan sineklerden delirmek üzere olduklarını gördüm. Devamlı kafa sallıyorlardı. Bana beyaz bir at verdiler. At sineklerden kurtulmak için o kadar çok kafa sallıyordu ki üstünde durmakta zorluk çekiyordum. Hatta birkaç sinek bile yuttum.
Tayga Ormanları’nın kalbinde saatlerce ilerledik. Derelerden, tepelerden geçtik. Tırmandık. En sonunda filmlerde izlediğim tepesi açık çadırları gördüğümde çılgın bir soğuk ve rüzgâr vurdu yüzüme. Sonra buzun üstünde yatan geyikleri fark ettim. Nasıl bir telaşla koşturdum o tarafa doğru anlatamam. Bu kocaman boynuzları olan geyikleri ve sayıları sadece 800 kişi kalmış Dukha Türklerini görmek için Çin sınırından Rusya sınırına günlerce yol gelmiştik.
Acaba bu boynuzlarla hikâyem nasıl olacaktı? Tehlikeli mi? Ah canlarım... Nasıl da ürkek! Tepesinde taşıdığı ağır, koca boynuzlarla o benden korkuyor ve kaçıyor. Bunu fark ettiğimde yavaş hareketlerle yaklaştım. Bu sayede yanlarına yaklaşabildim ve boynuzlarına dokunabildim. Meğer üstü tüyle kaplı, yumuşacık bir şeymiş o boynuz. İçi kemik tabii ama bir boynuzun üstünün böyle kadifemsi tüylerle kaplı olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
ŞAMAN AYİNİNE DE KATILDIK
Bulunduğumuz coğrafyada bir şaman ayinine katılmak olmazsa olmazdı bizim için. Köyde bir-iki tane Şaman varmış. İlkini evde bulamadık. İkincisinin eşi evde yoktu ama uzun uzun bizi süzdükten sonra kabul etti. Kostümünü giydi ve 40 dakika civarı transa geçti.
O sırada ben dahil hepimize uyku bastırdı. Gözlerimi açık tutmakta çok zorlandım. Ritüel çok değişikti. En sonunda bizi tek tek yanına çağırıp trans anında gördüklerini söyledi. Öyle bir şey söyledi ki gözyaşlarımı tutamadım. Bu bende saklı. Size asla söyleyemem. Diğer arkadaşlara da öyle şeyler söylemiş ki bir kişi “Bunu nasıl bildi” diyerek bayağı büyük bir bunalım yaşadı.
2 gece bir buzulun dibinde, çimenlerin üzerine attığımız şiltelerde Dukhaların çadırlarında uyuduk. Çok soğuktu. Çok çok soğuktu. Ben alışkınım böyle ortamlara. Ekipmanım da sağlamdı ama arkadaşlar için aynısını söyleyemeyeceğim. Soğuktan titreye titreye sobanın başında oturur halleri beni çok eğlendirdi.
Ben odun topladım. Dukha Türkü çocuklarla oynadım. Muhteşem kırmızılıkta günbatımları seyrettim. İlk gece etraf çok kalabalıktı. Vietnamlı turistlerle ateş başında eğlendim. Çok geç kararan havada saatlerce buzulları ve geyikleri seyrederek müzik dinledim. Soğuk muydu? Evet, hem de çok soğuktu ama üşümedim.
Dukha Türkleri devlet koruması altına alınmış. Onların sabit bir yeri yok. Havalar ısındıkça geyiklerin taze ot bulabilmeleri için daha soğuk yerlere çıkıyorlar. Bu geyikler sıcakta yaşayamıyor. Bizim donduğumuz yerlerde onlar hep buzun üstünde yatıyorlardı.
Turistlerin konaklayabileceği yer yok. İlk gece evde olmayan bir ailenin çadırında kaldık. Vietnamlılar minicik bir çadırda 15 kişi yattı. İkinci gece aile geri dönünce giden Vietnamlıların çadırına geçtik ama sadece kumaş bir çadır; yer çimen ve ortada sadece bir soba. Tur şirketinin getirdiği birkaç şilte ve uyku tulumlarıyla geceyi geçirmeye çalıştık. Donmamak elde değildi; donduk...
Burada bir restoran ya da tesis olmadığı için yemeklerimizi de rehber hazırladı. Yanımızda malzemelerimizi getirmiştik. İçme suyu buzuldan. Tuvalet bozkır. Tek hayıflandığım sağılan geyik sütünden içememek oldu. Rehbere söyledim. O her zamanki gibi hiçbir şey söylemeden bana baktı ve kafasını çevirdi.
HEDİYELER GÖTÜRDÜK
İkinci gün “Şu tepenin ardında bir göl varmış” cümlesinden yola çıkarak tek başıma Moğolistan dağlarında bir göl aradım. Sabahın 6.30’unda yola çıktım, tırmana tırmana en sonunda krater gölüne ulaştığımda saat 8.30 olmuştu. Güneş vardı ama çok soğuktu. Oranın fotoğrafını çek, buraya koştur derken 9.30 sıralarında rüzgâr dindi ve ben kendimi gölde yüzerken buldum. Su anormal soğuktu. Güney Sibirya’da tek başına buz gibi bir gölde yüzmek de bana yakışırdı.12.30 gibi kampa döndüğümde nerede olduğumla ilgili haklı fırçamı sessizce dinledim.
Ben dahil pek çok ziyaretçi çocuklara hediyeler getirmişti. Dolayısıyla çocuklar çok sevimli olmalarına rağmen bir şeyler istemeye, beklemeye alışmış. Keşke yapmasaydık diye düşündüm. Onların normallerine ve doğasına müdahale etmiş olduk ama bir çocuk sevindirmek kadar da
güzel bir şey yok. Birkaç ay önce kaybettiğim annemin yemenilerini getirmiştim. Dukha Türkü kadınlara dağıttım. Artık annemden bir parça oradaki kadınlarla yaşayacak. Aklıma geldikçe hâlâ gözlerim doluyor.
Dukha Türkleri ve geyikleriyle yaşadığım iki günlük macera şimdiye kadar yaşadığım deneyimler içinde baş köşeye oturur.
GÖRKEMLİ FESTİVAL
Moğolistan turumuzun son etabı Naadan Festivali’ydi. Yazın bitişini kutladıkları bu festival temmuz ayında yapılıyor. Kutlamalar her ilde düzenlense de asıl merkez Ulan Batur Stadyumu. Bütün ülke yerel kıyafetlerini giyiyor. Şarkıcılar, dans gösterileri, güreş müsabakaları, yeme-içme, panayır yerleri... Tüm ülke bu festivalle tatile giriyor. Muazzam bir şeydi...
GEZİDEN AKLIMDA KALANLAR
◊ Bir Moğol asla kaybolmaz. Hiç tabela, internet ve yol olmamasına rağmen o uçsuz bucaksız düzlüklerde yollarını nasıl bulduklarını aklım hâlâ almıyor.
◊ Yemekte et yoksa o yemek, yemek değildir. Dağ taş, her yer koyun, keçi, bufalo. Et çok ucuz ve etsiz yemek yok. Her yemeğin içine patates ve havuç giriyor. 23 günün sonunda uzun bir süre haşlanmış havuç ve patates görmek istemiyordum.
◊ Moğol Havayolları ile uçtuk; acil çıkışa kadınları oturtmuyorlar. Deve turu yaparken kadınlar arkadan gelen develere bindiriliyor. En öne bir kadın asla verilmiyor. Kadınlar hep mutfakta ve hizmet ediyor. Çok az konuşuyorlar. Asla göz göze gelmiyorlar. Bunlar içimdeki aktivistin ortaya çıkmasına sebep oldu ve bir kez daha Atatürk’ün kızlarından biri olmaktan gurur duydum.