Bir Akdeniz rüyası görmek için...
Yazın kızgın sıcağı azalırken Kaş’ın manzaralı tepelerinden başlayıp Simena’da ortaçağ şövalyelerinin inşa ettiği görkemli kalede sona eren güzergâhı adımlayalım mı? Likya uygarlığının boy verdiği topraklarda bir hafta boyunca doğa ve tarihle iç içe, unutulmaz bir yürüyüş... Yola çıkmak için ihtiyacınız olan tek şey cesaret.
Yürümeye Övgü’ kitabının yazarı David le Breton “Yürüyüş, çoğu zaman insanın kendi içine yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir” der. Gerçekten de yürümek, bize görünenden çok daha fazlasını sağlar. Akdeniz’in neşeli sonbahar güneşinde bol bol yürüyüp doğanın ve tarihin keyfini sürmek için Likya Yolu çok uygun bir rota. Türkiye’nin uluslararası standartlardaki ilk uzun yürüyüş rotası olan Likya Yolu’nun uzunluğu, sonradan eklenen patikalarla 520 kilometreyi aşıyor. 1999’da İngiliz gezgin ve tarihçi Kate Clow tarafından işaretlenen parkur, Antalya’nın arka bahçesine açılan büyüleyici bir patikalar ağı gibi.
Teke Yarımadası’nın kıyı şeridinde bir yay çizen yol, tarihte ‘güneşin yurdu’ olarak anılan Likya Uygarlığı’ndan kalma 23 antik yerleşimi birbirine bağlıyor. Fethiye, Patara, Kaş, Demre, Finike ve Olimpos gibi turizm harikalarını birleştiren yolun bir ucu Dalaman’a, diğer ucu Antalya Havalimanı’na yakın duruyor.
Likya Yolu’nun seyir ve konaklama olanakları en geniş ve sık sık denize girme imkânı sunan güzergâhında yol alacağız bu kez. Kaş’ta Meis manzaralı tepelerde başlayan yürüyüşümüz, Batık Şehir’in mistik atmosferinde sona erecek. Yürüyerek yaklaşık dört-beş günde tamamlanabilen bu rotada çadır kampında, köy pansiyonlarında ya da butik otellerde konaklayabilirsiniz. Antikçağdaki ismi Antiphellos olan Kaş’ın adı ‘Kayalık yerin karşısındaki ferah yer’ anlamına geliyor. Kaş ve çevresi, Likya döneminde Anadolu’nun güneybatı yöreleri arasında uygarlık ve kültür bakımından yüksek bir düzeye erişmiş. Kaş’ın doğu ve batı yamaçlarına yayılan Likya tipi kaya mezarları ve lahitlerle ilçe merkezindeki manzaralı antik tiyatro ve Yeni Cami’nin mozaikli avlusu, Kaş’ın merkezindeki görülmeye değer yerlerden.
26 basamaklı antik tiyatronun yüzü Meis’e bakıyor. Helenistik stilde inşa edilen ve Roma döneminde yenilendiği bilinen tiyatro daha çok günbatımı manzarası için gelenleri ağırlıyor. Tiyatronun bulunduğu tepenin biraz yukarısındaysa antik Dor Anıtı var. Tek parça kayaya oyulmuş kare şeklindeki anıtın bir evi andıran cephesi ve ve üzerinde mezar odası içinde dans eden 24 kadın figürü var.
Gizemli bir vaha
Kaş’tan Kekova’ya uzanan bol virajlı yolda, Kapaklı ve Çevreli isimli köyleri geride bırakıp son dönemeci aştığınızda, etkileyici bir Akdeniz panoraması bulacaksınız karşınızda. Üçağız sahiline dağılmış bir avuç taş ev, küçük bir iskeleye sıralanmış rengârenk yelkenliler, koyu lacivert denizin üzerine uzanmış Kekova Adası ve çevrede irili ufaklı yemyeşil adacıklar... Görüş sahamıza giren Üçağız, Kaş’a 19 kilometre uzaklıkta küçük bir Akdeniz köyü... Antik adı Theimiussa olan köyde, duvarlarını begonvillerin süslediği beyaz badanalı tipik Akdeniz mimarisi varlığını korumuş. Köy meydanı kilim ve hediyelik eşya dükkânları, oteller, kafeler ve barlarla çevrelenmiş. Balık restoranları, iskeleye sıralanan teknelerle karşılıklı dizilmiş.
Köyün sırtını yasladığı ormanlık tepeler, adım başı Likya lahitleri, kayalara oyulmuş keşiş hücreleri, sur kalıntıları ve mezar odalarıyla bezeli gizemli bir vahayı andırıyor. İskeleden uzaklaştıkça bir yengeç kıskacına benzeyen Üçağız Koyu belirginleşiyor. Daha açıkta, kıyıya paralel uzanan ve Üçağız’ı korunaklı bir limana dönüştüren Kekova Adası, ilerledikçe bir uzaklaşıyor, bir yakınlaşıyor.
Kekova ile Sıcak Yarımadası arasında yüzünü gösteren açık denizden gelen serin esintiler, yürüyüşçülere ferahlık veriyor. Sıcak Yarımadası’na yanaşıp Likya kentlerinden biri olan Aperlae’ye doğru devam etmek bir başka seçenek. Kayalık yapısıyla ıssız bir gezegeni andıran yarımadada, antik lahitler ve yapı kalıntıları arasında zevkli bir yürüyüş yapabilirsiniz. Artık istikametimiz Simena.
Üçağız’dan yaklaşık yarım saatlik yolculuktan sonra Türkiye’nin ilk sualtı milli parkı olan Kekova sınırlarındayız. Üzerinde eski bir manastır harabesiyle antik yapı kalıntıları bulunan Kekova Adası’nın batı kıyısındaki Tersane Koyu rotamızın ilginç duraklarından. Küçük ve sevimli bir kumsalı olan koyun yegâne sahibi balıkçıl kuşları. Akdeniz’in, üzerinde yerleşim olmayan en büyük adası Kekova’nın kıyısındaki Batık Şehir ise bambaşka bir hayal âlemine açılıyor. Sular altında kalmış yollar, evler, merdivenler ve liman kalıntıları, yüzyıllar önce büyük bir deprem sonucu denize gömülmüş eski bir uygarlığa işaret ediyor. Koruma altına alınan bölgede, demirlemek, dalmak, hatta yüzmek bile yasak. Batık Kent’in birkaç kilometre açığında Simena tüm güzelliğiyle beni bekliyor.
Üç pansiyon, birkaç lokanta
Kayalık bir yamacın üzerine teras teras kurulmuş taş evleri, yarı yarıya suya gömülmüş Likya lahitleri, daracık sokakları, denize doğru uzanan balık lokantaları ve rengârenk teknelerin sıralandığı tahta iskelesiyle Akdeniz ruhunu koruyan küçük bir balıkçı köyü burası. Resmi adı Kaleköy. Simena ise antik dönemden kalma bir isim. Bazı barbar denizci kavimlerinden sonra sırasıyla Likya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyetinde kalan bu küçük yerleşim, tarihi boyunca gözde olmayı başarmış. Türkiye’nin batısında karayolu ulaşımı olmayan tek yer Simena... Üçağız ve Demre’nin Çayağzı Limanı’ndan kalkan tekneler ya da deniz kanosuyla ulaşılabiliyor. Kara ulaşımının olmaması, Simena’nın doğal dokusunun bozulmadan günümüze kalmasını sağlamış.
Üç pansiyon, birkaç lokanta ve meyhaneyle köy bakkalının olduğu Simena’da tarih, günlük hayatla iç içe geçmiş. Kaş’ın doğusundaki Kekova Adası’nın karşısındaki Kaleköy, antik Simena kenti üzerine kurulmuş. Aperlai Birliği’nin dördüncü üyesi olan Simena’nın tarihi, çeşitli kaynaklara göre MÖ 4. yüzyıla kadar uzanıyor. Geçmişi bugüne neredeyse olduğu gibi taşıyan bu antik kent, yüzyıllar öncesinin izlerini hem karada hem de suyun altında gizliyor. Tıpkı kem gözlerden sakınılan, nadide bir cevher parçası gibi... Köyün zirvesindeki tarihi kale, Rodos Şövalyeleri tarafından antik temeller üzerine inşa edilmiş. Dik basamaklı dar bir merdivenle çıkılan kalenin Osmanlı döneminde onarılan surları, Likya kentlerinin en küçük antik tiyatrosunu korumayı sürdürüyor.
Yakıcı Akdeniz güneşiyle yıkanan kaleye tırmanmak efor gerektirse de tepede sizi bekleyen panoramik Kekova Adası manzarası için bile buna değer. Kalenin sol yamacını ve kuzey zirvesini baştan aşağı kuşatan ve zeytin ağaçlarıyla kaplı tepeyi bir açık hava müzesine dönüştüren tonlarca ağırlıktaki taş lahitler, yürüdükçe çoğalıyormuş gibi görünse de sayısı iki düzineyi geçmiyor. Kiminin kapağı yok olmuş, kimi gövdesinden ikiye bölünmüş olan lahitlerden ikisi ev tipinde birer kaya mezarı. Patika yolun izinde birbirini takip eden lahitlerin olduğu tepeden aşağı
baktığınızda olanca yalınlığıyla Simena’yı göreceksiniz. Tam karşıda Kekova Adası’nı, başınızı arkaya çevirdiğinizdeyse Üçağız’ın bir bibloyu andıran şirin evleri var.
Simena sokaklarında birkaç saatlik bir yürüyüşten sonra yapılacak en iyi şey, iskeledeki lokantalarda taze deniz ürünlerinin tadına bakmak olacak. Yemekten sonra hâlâ enerjiniz varsa yakındaki Theimiussa Antik Kenti’nden artakalanları görebilirsiniz.
Akdeniz’in münzevi güzeli
Önünde küçük, sevimli bir plajı olan Kale Pansiyon, Simena’nın ilk pansiyonu olduğu için tarihi önem taşıyor. 1972’de köy kahvehanesi olarak işletilmeye başlayan bugünkü mekân, zaman içinde gelişmiş ve yeni bölümler eklenerek turistlerin pek çok ihtiyacını karşılar duruma gelmiş.
İlk açıldığı yıllara denk gelen Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında tekneler ve özel yatlar gecelermiş burada. Köye elektrik 1985’te bağlandığı için o tarihe dek misafirlerini gaz lambalarıyla aydınlatan ve daha ziyade İngilizlerin tercih ettiği Kale Pansiyon’un
en ünlü müşterisiyse rock müziğin efsanevi ismi David Bowie. Onun izini sürmek için bile gelinmez mi Simena’ya? Ya da barsız, diskosuz ama sadece ruhuyla, geçmiş zamanın hatırasıyla yaşayan bu köye sessizliğin sesini duyabilmek, karanlık ruhun gecesini ışıtabilmek ve geçmişin sesini duyabilmek adına gelinir. Dinlenir, tazelenir ve yenilenir insan bu uzak ve münzevi Akdeniz sahilinde. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Doğrusu Simena’nın çarpıcı güzelliğine yüz çevirip buradan ayrılmak hiç kolay değil. Günbatımının kızıl ışıkları, Batık Şehir’i örten turkuvaz suları yıkadığında içimden bir ses, bu güzel Akdeniz rüyasından uyanmak is-
temediğini söylüyor.
BEŞ TEMATİK KÜLTÜR YOLU DAHA...
Anadolu’nun en güzel sahillerini, oksijen yüklü yaylalarını ve gizemli antik şehirlerini birleştiren birçok işaretli, tematik kültür yolu var. Doğadan tarihe, lezzetten alışverişe uzanan geniş seçenekleri olan rotalardan öneriler derledik.
1. St. Paul Yolu
Kate Clow’un ikinci projesi St. Paul Yolu, yurtdışında daha kolay tanıtılması amacıyla bu isimle lanse edilmiş. Hıristiyan âlemi için önemli bir isim olan Aziz Paul’ün Anadolu’da izlediği güzergâhı içeren yolun dağlık kısımları, geçmişte göç kervanları; bugünse keçi sürüleri ve yürüyüş tutkunları tarafından kullanılıyor. 410 kilometre uzunluğundaki yol, Antalya’da iki koldan başlayıp Eğirdir Gölü üzerinden Isparta, Yalvaç’a kadar uzanıyor.
2. Karya Yolu
Güney Ege’deki antik kentlerin izini süren bu muhteşem yolun uzunluğu, 800 kilometreye ulaşıyor. Adını, MÖ 2’nci binyılın sonlarından itibaren Büyük Menderes Nehri ile Dalaman Çayı arasındaki bölgede hüküm süren Karya uygarlığından alıyor ve Aydın ile Muğla şehirleri arasında uzanıyor. Bölgenin birbirinden güzel plajlarını, köylerini, ormanlarını ve gizemli patikalarını buluşturan yol, dünyanın dört bir yanından ziyaretçi çekiyor.
3. Kızılırmak Gastronomi Yolu
Çorum merkezli Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu Anadolu’nun en yeni tematik yürüyüş parkurlarından. 25 parkurda yörenin doğal ve tarihi zenginliklerini köklü sofra gelenekleriyle birleştiren yolun uzunluğu 190 kilometreye ulaşıyor. Anadolu’daki benzerleri gibi kırmızı-beyaz çizgilerle ve sarı tabelalarla işaretlenen yol, eski ticaret ve göç yollarını buluşturuyor.
4. Evliya Çelebi Yolu
Seyyahın 1671 yılında yaptığı hac yolculuğunun ilk etabı bir kültür yoluna dönüştürüldü. Atla seyahat eden Evliya Çelebi’nin izini süren yol, İzmit Körfezi’nin güney kıyısında başlıyor. Evliya Çelebi’nin soyunun dayandığı şehir olan Kütahya’da sona eren rota, yaklaşık 1.200 kilometre uzunluğunda. İznik, İnegöl, Tavşanlı, Kütahya, Afyonkarahisar, Sandıklı, Banaz, Ovacık, Uşak, Gediz, Simav yolunu izleyen güzergâh, ünlü seyyahın dolambaçlı gezi yöntemine sadık kalıyor.
5. Herodot Yolu
Akdenizfoklarının dünyadaki en önemli yaşam alanlarından biri olan İzmir’in uzak iskelesi Foça, masmavi denizi, ılık imbatı, davetkâr balık lokantalarıyla sonbahar yürüyüşleri için doğru adres. Foça Yürüyüş Yolları Güzergâhı Projesi kapsamında yürüyüş yolları panolarının yerleştirilmiş olması işimizi kolaylaştırıyor. Foça’da dört ana yürüyüş güzergâhı var. Benim favorim, surlar çevresi.
Bunları bilmekte fayda var
◊ Kırmızı-beyaz işaretler ve yön levhaları düzenli olarak kontrol edilen Likya Yolu’nu rehbersiz de yürüyebilirsiniz. Ancak birkaç arkadaşınızla birlikte yola çıkmanız yürüyüşünüzü daha eğlenceli hale getirir.
◊ Sonbahar aylarında bile öğle saatlerindeki güneşe önlem almanızda yarar var. Ayak bileklerinizi saracak kaliteli botlar olmadan yürümeye kalkmayın. Arazi son derece kayalık olduğundan burkulmalara karşı önlem almanız gerek.
◊ Wikiloc gibi akıllı telefon uygulamalarını kullanarak rotanızda rahatlıkla yol alabilirsiniz. Yürürken malzemelerinizin tükeneceğinden endişe etmeyin. Belli aralıklarla karşınıza çıkacak kır lokantaları, pazar tezgâhları, köy çeşmeleri ve ev pansiyonları kurtarıcınız olacak.