ABD’li dâhi işinsanı Elon Musk’ı iyiden iyiye ‘yaşayan Tony Stark’ olarak benimsemeye başladık. Bu yılki ilk büyük zaferi NASA astronotlarını SpaceX roketiyle taşımasıydı. ‘Sivil uzay’ çağının ilk adımı... İkinci tarihi zaferininse kıyısından döndü. Mayısta Neuralink şirketinin insan beynine ilk çipi takacağını vaat etmişti. Geçen cuma sansasyonel bir basın toplantısı düzenlendi. Büyük bir çıkış bekleniyordu. Bir android beyin gücüyle birtakım cihazları çalıştırabilirdi. Böyle olmadı. Kamera karşısına çıkarılan Gertrude isimli arkadaş sevimli bir domuzdu. Beynine ‘çip’ takılmış dişi bir domuz...
Hakkını yemeyelim, sözünü tutamamış olsa da bir canlının beynine çip yerleştirip onu kameraların karşısına sağlıklı olarak çıkarmak kolay değil. Stanford, Harvard gibi üniversitelerin profesörleri de bu konuda hemfikir. Neuralink’in araştırmalarını takdir ediyorlar. Yine de kayda değer sonuçlar için deneylerin çok daha uzun süre devam etmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Hayaller ‘Star Trek’ gerçekler SpaceX
Düzenlenen basın toplantısında sergilenen 23 mm çapındaki çip Gertrude’nin beyninin koku algılayan bölgesine yerleştirilmiş. Yerdeki otları ve şekerkamışlarını kokladıkça ekranda beyin aktivitesi izlenebiliyor.
Neuralink’le ilgili paylaşımları takip ettiyseniz aygıtın ileride parkinson hastalığına çare olabileceğini, omurilik ve sinir sistemi hasarlarını giderebileceğini, görme ve işitme kaybını düzeltebileceğini, hatta gelecekte insan ve bilgisayar arasında köprü olup bizleri transhuman’lara, cyborg’lara dönüştürebileceğini biliyorsunuzdur. Gelgelelim hayaller ‘Star Trek’ ama gerçekler SpaceX. Neuralink’in sergilediği gelişmeler önemli ancak teknolojik düzeyi telgrafın icadına denk düşüyor. Şirketin marifeti şimdilik hayvanın beyin kıvrımlarının arasına kılcal teller yerleştirip algıladığı elektrik akımını bluetooth sinyalleriyle dışarı aktarmaktan ibaret. Beynin işleyişine katkısı, yardımcı işlevi bulunmuyor. Şimdilik... Yolu epey uzun.
‘Bir çip var benden içeri’
En yaşamsal organınızın köşesinde telleri, metal plakası ve silikon plastikleri olan bir madde taşımak ister miydiniz? Şayet parkinson, alzheimer, görme kaybı gibi hastalıklara çare oluyorsa elbette... Peki ya daha fazla hafıza ve hızlı hesaplama kapasitesi gibi üstün özellikler sunsa? Toplumsal eşitsizlik bir yana, Gregg Braden gibi biliminsanları beyin çiplerinin insanlık trajedisine yol açabileceğini, beyni tembelleştirip daha kolay manipüle edilmesine imkân sunacağını düşünüyor. Beyindeki verilerin dışarıdan okunması, düşüncelerin izlenebilme riskini beraberinde getiriyor.
Bir de beyne veri aktarılması ihtimali var... Musk, Neuralink’in tedavi edici yönünü parlatsa da insan beyniyle yapay zekâ simbiyozu hayalleri kurduğunu saklamıyor... İdolü Nikola Tesla’nın ünlü bir sözünü hatırlayalım: “Beynim yalnızca bir alıcı. Evrende bilgiyi, kuvveti ve ilhamı aldığımız bir kaynak bulunuyor.” Tesla haklıysa, beyni zorlamak yerine evrenle bağlantımızı güçlendirmenin çok daha faydalı olacağı aşikâr. Bunun yolu da zihni hızlandırmaktan değil, sakinleştirmekten geçiyor.
Uyanır uyanmaz kahvaltı etme alışkanlığının son yüzyılda yaygınlaştığını biliyor muydunuz? Günlük yaşantımıza yerleşen pek çok düzen çalışma sisteminin verimliliğini korumayı amaçlıyor. Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan açık ofisler önce takım ruhunu destekleyen ve iletişim kolaylığı sunan modern bir çalışma ortamı vaat ediyordu. Ancak bütün çalışanların kontrol altında olmasına da imkân sağlıyordu.
Günün birinde herkesin ofisten uzak durması gerekeceğini elbette kimse hesap etmemişti. Evden çalışmayı zaruri kılan pandemi tüm düzeni baştan aşağı yenilerken çalışanların gözetilmesine de yeni bir boyut getirdi. Batı ülkelerinde evden çalışanların mesai saatlerinde ne yaptığı özel yazılımlarla takip ediliyor... Hatta çalışanlarını casus gibi izleyen kurumların varlığı kanıtlandı... Durumu fark eden çalışanlar da kendi yöntemlerini geliştirince iş kedi-fare oyununa döndü.
Verimlilik hep ölçülüyordu ama...
Yöneticiler çalışanlarını ‘izlendikleri’ konusunda bilgilendirdiği müddetçe sorun yok. Personelin verimliliğini ölçen yazılımlar uzun zamandır insan kaynakları servislerince kullanılıyor. Çalışanlar belirli görevlere ne kadar zaman harcadıklarını yazılımlar aracılığıyla amirlerine raporlayabiliyor. Kimi yazılımlar da süreci otomatik olarak takip ediyor... Buraya kadar her şey normal. Gelgelelim evden çalışan her personel işvereni tarafından izlendiğinin farkında olmayabiliyor. Wired dergisinin haberine göre özellikle ABD’de kimi kurumların personeline evden çalışması için dağıttığı bilgisayarlarda casus yazılımlar yer aldığı fark ediliyor. Yazılım, rastgele aralıklarla bilgisayarın ekran görüntülerini kaydediyor. Çalışan kaytarıyorsa veya sosyal medyada oyalanıyorsa belli oluyor. İşi daha da ileri götürüp klavyenin her tuşunu kaydeden yazılımlar dahi kullanılıyor. Bu durumda arama geçmişlerini ve ara belleği silmek veya gizli modlar kullanmak kâr etmiyor.
Çalışanlarını şeffaf biçimde izleyen ve azami kontrol sağlamak isteyen işverenlerse daha radikal çözümleri tercih ediyor. Normal düzende verimlilik odaklı çalışan yazılım araçları pandemi sürecinde gözetleme sistemlerine dönüştürülebiliyor. Örneğin ekip çalışması için tasarlanan ve masaüstüne canlı bağlanma imkânı sağlayan bir yazılım gözetleme amaçlı kullanıldığında çalışanın her yaptığının sürekli izlenmesine olanak veriyor.
Personeline güven duyan kurum da var
Etik açıdan tartışmalı boyuta gelen izleme meselesinde ayarı güven faktörü belirliyor. Personeline güvenen kurumlar çalışanların raporlamasıyla yetiniyor ve sadakati yıpratacak baskıcı uygulamalardan kaçınıyor. Çalışan izleme sistemleri geliştiren Teramind şirketinden Isaac Kohen, Recode.com’a verdiği röportajda çalışanlar için mahremiyetin öneminden söz ediyor:
Benzer enerjiler ve frekanslar ‘çekim yasası’na göre birbirlerine çekilir. Müzikteki harmonik notaların uyumu, birbiriyle anlaşan insanların beyin dalgalarının eşleşmesi gibi... Çekim yasası, bilinç düzeyinde de karşılık bulur. Olumlu düşünceler daha huzurlu bir yaşamı, negatif düşüncelerse aksilikleri hayata davet eder. Neden-sonuç ilişkisi yine kendi içinde bir çekim dengesi barındırır. Misal, derslerinde başarılı çalışkan öğrencilerin en iyi üniversitelere kabul edilmesini bekleriz. Gelgelelim işi algoritmalara bırakınca, dengenin adil bir şekilde kurulması her zaman mümkün olmayabiliyor. İngiltere’de pandemi dolayısıyla okula gidemeyen öğrencilere mezuniyet notu veren bir algoritma, eğitim sisteminde çekim yasasının beklenmedik bir şekilde işlediğini gösterdi.
Üstün yetenek yetmedi
Birleşik Krallık’ta öğrenciler Cambridge, Oxford gibi dünyaca ünlü üniversitelere kabul edilmek için canla başla hazırlanıyorlar. Kimileri son derece pahalı okullarda, elit bir düzenin içinde eğitim alıyor. Kimileriyse bizdeki gibi devlet okullarında, çalışma azimleri ve yeteneklerinden başka güvence olmaksızın mucizelere imza atıyorlar. Pandemi sürecinde okullarda sınav yapma şansı olmayınca, hükümet tarafından geliştirilen bir algoritma öğrencilere not vermek durumunda kaldı. Günün sonunda elit okullarda okuyan öğrenciler yüksek notlar alırken, devlet okullarında okuyan yüksek performanslı öğrenciler düşük notlarla karşılaştı. Üstün yetenekli öğrencilerin istedikleri üniversitelere burslu girme şansları azaldı.
Gün geçmiyor ki gezegenimizde distopik romanları andıran bir hikâye yaşanmasın... Elitlere avantaj sağlayan algoritma skandalı hafta başından beri İngiltere’nin gündeminde. Neyse ki öğrencilerin okul başarısını öğretmenleri bildiği için sistem kendiliğinden ifşa oldu. Peki ya işleyişini kimsenin bilmediği algoritmalar insanlığın kaderini ne şekilde etkileyecek? Günümüzde insan kaynakları, sağlık ve sigorta sistemleri, bankaların kredi skorları, sosyal yardım dağıtımları ve daha nicesi, algoritmalara bağlı çalışıyor. Sistemler kimin ne kadar yardım alacağını, işinde terfi edip etmeyeceğini geçmişteki verilere göre otomatik belirlemeye başlıyor. Herkese yakın bir örnek: Bankadan kredi almak istediğinizde ret veya onay cevabını veren bir bilgisayar algoritmasıdır. Yastık altında istediğiniz kadar paranız olsun, o güne kadar bankalardan hiç borç almadıysanız kredi skorunuz sıfırdır ve kredi alamazsınız. Çünkü bankanın algoritması müşteriyi değil bankayı korur. Benzeri şekilde insan kaynaklarının performans algoritması öncelikle şirketin menfaatini gözetir. Ancak öğrencilerin geleceğini tayin eden algoritmanın eğitim kurumunun çıkarlarına öncelik vermesi, bir şeylerin hayli ters gittiğini gösteriyor.
‘Bilgisayar doğru bilir!’
İngiltere’deki olay ülke çapında tepki görünce, Başbakan Boris Johnson “Hiç şüphe duymayalım, sonuçlar sağlam, gayet iyi ve işverenler tarafından güvenilebilir” diyerek karardan dönülmeyeceğini ifade etmişti. Öğrenciler sokağa döküldü, her yerde protestolar yapıldı, parlamento önünde sınav kâğıtları yakıldı ve nihayet karar değişti. Sonuç olarak öğretmenlerin tahminleri, algoritma tahminleriyle birlikte değerlendirilmeye alınacak. Hangisi yüksekse o not geçerli sayılacak. Değerlendirmeye sonunda insan faktörünün dahil edilmesi akılcı ve ‘insani’ bir çözüm.
Ancak algoritmaların kader ağlarımızı nasıl ördüğünü her zaman fark etmeyebiliriz. İnsan zihninde ilginç bir ‘bug’ var. Bilgisayarların hesaplama üstünlüğüne aldanarak, sunduğu verilerin daha doğru ve geçerli olacağını varsaymaya meyilliyiz. Hele bir de yapay zekâ işin içindeyse... Örneğin Suudi Arabistan’da bir kadının kadın haklarını savunması erkekler tarafından pek ilginç bulunmuyor olmalı. Ancak insansı robot Sophia aynı işi yaptığında fazlasıyla ilgi çekiyor ve farkındalık uyandırabiliyor. Yine algoritmaların, seçim dönemlerinde siyaseti nasıl etkileyebildiğini son ABD seçimlerinden biliyoruz. Seçmenlere sadece kendi adaylarıyla ilgili haberleri gösteren algoritmalar, balon adı verilen fanus realiteler yaratarak rakiplerin şansını kısıtlamıştı.
Elinizin altında bir zaman makinesi olsa, geleceğe kaçıp dünyanın kaotik gündeminden kurtulmak ister miydiniz? Teorik olarak zamanda geleceğe yolculuk yapmak mümkün. Ancak gittiğinizde asla geri dönmeyeceğinizi peşinen kabul etmeniz gerekiyor. Üstelik hiç tanımadığınız bir dünyaya sıfırdan adapte olmak koşuluyla...
Milyonlarca dolarlık yatırımla araştırmalarına başlayan Teksas’taki ‘Zaman Gemisi’ (Timeship) kompleksi, canlı hücrelerin ultra düşük ısılarda dondurulduğu kriyojeni tekniğine odaklanıyor. Amaç insanların bedenlerini dondurup saklayarak, gelecekte yeniden canlandırma teknolojisini keşfedecek bir topluma nakletmek. Projenin başındaki isim Stephen Valentine, Science Focus dergisine verdiği demeçte “Zaman Gemisi insanların gelecekteki başka bir zamana seyahat etmesini sağlayacak” diyor.
Zaman Gemisi kompleksi Teksas’ta 800 hektarlık araziye kurulu. Mimari detayları uzay mekiği hissi veriyor. Dondurulan insanların yüzyıllarca saklanabilmesi için tüm şartlar düşünülmüş. Tesis tamamen şebeke dışı çalışıyor. Böylece olası kesintilerden etkilenmiyor. Sel, deprem gibi doğal afetlerden olabilecek en uzak ve sağlam noktaya konuşlanmış. Binlerce bedenin saklanacağı dondurucu pod’lar, nükleer savaşa bile dayanıklı tasarlanan kalın surların ortasına yerleştirilmiş.
Seneye test başlıyor
Gelecek sene ilk dondurucu pod’larını test etmeye hazırlanan Zaman Gemisi; embriyolar, DNA’lar, organlar, sperm ve kök hücreler gibi kıymetli dokuları da saklayacak. Kriyojenik dondurma tekniğinde beden sıvıları dışarı alınarak ayrıca muhafaza ediliyor. Böylece -130 derecede şokla dondurulan sıvıların kristalize olup dokulara hasar vermesi önleniyor.
Gelgelelim dondurmaktan ziyade asıl mesele, bedenin daha sonra sağlıklı biçimde nasıl çözüleceği ve yeniden hayata döndürüleceği. Bütün ihtimaller gelecek kuşakların teknolojiyi keşfedeceği öngörüsüne dayanıyor. Yani dondurulmaya karar veren insan hangi çağda uyanacağına dair sadece hayal kurabilir. Tabii şayet uyandırılırsa...
Zaman Gemisi ‘seyahatlere’ hazır olduğunda ilk müşterileri cansız bedenler ve ölmek üzere olan hastalar olacak. Kanser gibi ileride tedavisi bulunacağı düşünülen hastalıklara alternatif sunacak. Gelecekte tıbbi ölümlerin geri döndürülebileceği düşünülüyor. Canlı bedenlerin dondurulması medikal ve yasal anlamda karmaşık bir süreç olduğu için şimdilik söz konusu değil. Günün birinde mümkün olacağı düşünülüyor. NASA ve diğer uzay araştırma merkezleri, Mars görevi gibi onlarca yıl sürecek yolculukları için astronotları dondurma fikriyle ilgileniyor.
Geleceğe uyanan bir insanı yeni hayatında nelerin bekleyeceği bambaşka bir konu... Yüzyıllar sonra muhtemelen bütün parasını ve elbette tanıdığı herkesi kaybetmiş olacak. Ultra modern bir hiper topluma kolay ayak uyduramayacağı ve yapacak iş bulma ihtimalinin azalacağı düşünülebilir. Yine de gelecek sonsuz olasılıklar barındırıyor. İnsan, adaptasyonu güçlü bir varlık, mutlaka bir yolunu bulacaktır.
Karantinada cinsellik bekârlar için ayrı, çiftler için ayrı bir sınava dönüşmüştü. Bekârlar yalnızlığın ve belirsizliğin içinde temel arzularından mahrum kalırken, sürekli dip dibe kalan çiftler cinselliği tüketmeyle yüzleşti. Uzak mesafeli ilişki sürdürenler de mecburi bir ‘seks orucuna’ girdiler. Esasında cinsel enerjiyi boşa tüketmeyip bedende tutmanın sayısız faydası olduğu biliniyor. Hindistan’ın yogik öğretilerinde ‘brahmaçarya’ yolunu seçenler adanmışlık, nefsi kontrol ve saflaşma adına ömür boyu cinsel birleşmeyi reddederler.
Kadim öğretiler nefsani arzuları binlerce yıldır terbiye ededursun, pandemi dönemindeki seks yoksunluğuna teknolojinin cevabı çok hızlı geldi. Karantina sırasında her şeyi evden yapmaya alışan insanlık, elbette cinsel açlığı da evden gidermenin yoluna bakmalıydı... Son haberlere göre pandemi döneminde sanal seks içeriklerine yönelik talep patlaması yaşandı. Sanal gerçeklik başlıklarıyla deneyimlenen seks videoları, izlemenin ötesinde filmin içinde ‘yer alma’ imkânı sunuyor.
Başka bir yenilikse cinsel deneyimlerin etkileşimli ‘oyuncaklarla’ geliştirilmesi. Yeni seks oyuncaklarının titreşim özelliği, filmlerin heyecanlı anlarıyla senkronize ediliyor. Heyecan dozu arttıkça titreşim yükseliyor ve kullanıcılara filmi daha zengin duyularla deneyimleme imkânı sunuyor.
Kaliteli bir sanal gerçeklik deneyimi yaşamak için kesenin ağzını açmak şart. VR başlıkları pahalı, bilgisayarın da güçlü olması gerek... İnsanların bunun için yüzlerce dolar harcamayacağını öngören KIIROO, uygun fiyatlı bir VR seks kiti tasarlayarak oyunu değiştirdi. Amsterdam merkezli KIIROO, seks ve teknolojiyi buluşturan bir şirket. Geliştirdikleri ürünler, insanların cinsel etkileşimini teknolojiyle zenginleştirmeye odaklanıyor. KIIROO’nun Titan adlı yeni ürün seti, erkekler için tam teşekküllü bir sanal seks kiti. 199 dolarlık kitte sanal gözlük, titreşimli kılıf ve hijyenik yağlar mevcut. Sanal gözlüğü çalıştırmak için akıllı telefon yeterli. Kadınlar için de geniş ürün yelpazeleri var.
Titan’ın en ilginç özelliğiyse internet üzerinden kontrol edilebilmesi. Sanal cinselliği deneyimleyen kişi, kendi cihazının kontrolünü uzaktaki partnerinin eline bırakabiliyor. Pandemi süreci yaşamın her yönünü olduğu gibi cinselliği de evrimleştirmeye başladı. Dileyelim ki yepyeni etkileşimler, giderek nefsani tüketime dönüşen cinselliğin yeniden derin anlayışlara ve yüksek bilince kavuşmasına vesile olsun...
UZAK MESAFEDEKİ SEVGİLİLERE SANAL YAKINLIK
Pandemi döneminde seyahat kısıtlamaları ve kapanan sınırlar, uzak mesafeli ilişkilerin arasını iyice açmıştı. Neyse ki artık çiftlerin dokunma ihtiyacını karşılayan teknolojiler var. KIIROO tarafından geliştirilen teknolojik seks oyuncakları, çiftlerin dokunma hissini hassasiyetle algılayıp birbirleri arasında realistik biçimde aktarabiliyor.
Bilimkurgu filmlerinin aklımıza düşürdüğü şüphesiz en çekici teknolojidir ışınlanma... Hele ki toplu taşımanın dert olduğu, yabancı ülkelerde hasret çekenlerin kavuşma hayali kurduğu şu pandemi günlerinde. Uzak mesafeler bir yana, İstanbul gibi bir metropolde yaşıyorsanız akşam işten eve dönebilmek için bile ışınlanmanın hayalini kurarsınız.
Bilimkurgu filmleri izleyerek ışınlanma teknolojisinin sırrını çözmek mümkün değil elbette. Teorik olarak, maddenin moleküllerine ayrıştırılıp ışık hızıyla hedef noktaya ulaştırılması ve geri toplanması şeklinde düşünülebilir. Diyelim ki Einstein’ın E=Mc2 formülünden yola çıkıp maddeyi atomlarına ayırmayı ve ışık hızına yaklaştırmayı başardık; eski haline nasıl geri toplayacağımız tam bir muamma.Düşünün ki insan bedeninde ortalama 32 trilyon hücre bulunuyor. Haydi onun da üstesinden geldiğimizi hayal edelim, bilincin nasıl aktarılacağı konusuna akıl erdirmek hiç mümkün değil. En iyisi biz insan ışınlama düşüncesini geleceğe ve ‘Uzay Yolu’ filmlerine bırakalım. Neyse ki mevcut teknolojimizle ışınlayabileceğimiz çok değerli bir şey daha var: Bilgi.
Fizik kurallarının ötesine geçmek...
Kuantum teknolojisinde maddeyi olmasa da bilgiyi ışınlayabileceğimiz düzeye eriştik. Atom altı düzeyde gözlemlenen ve fizik kurallarının ötesine geçen kuantum evreni, günlük hayatta mucize olarak nitelendirebileceğimiz dinamikler barındırıyor. En popüleriyse ilk olarak Albert Einstein’ın öngördüğü ‘entanglement’ yani dolanıklık fenomeni. Bir foton parçacığı ikiye ayrıldığında, aralarındaki mesafe isterse evrenin iki ucu kadar uzak olsun, bağları kopmuyor. Parçalardan birine yapılan değişiklik anında diğerine de yansıyor.
Bilginin bir parçacıktan diğerine nasıl ulaştığıysa işin mucize kısmı... En gelişmiş bilim teknoloji olanaklarımız bile evrenin bu küçücük sırrını açıklamamıza yetmiyor. Gelgelelim, mucizeleri lehimize kullanmakta iyiyiz. Biliminsanları kuantum bilgisayarlarla bilginin iki nokta arasında anında aktarılabileceğini, bir başka deyişle ‘ışınlanabileceğini’ kanıtladılar.
Konunun anlaşılabilmesi için kısa bir bilgi notu düşmekte fayda var: Bilgisayarlar veriyi 0 ve 1’lerle ifade edilen binary sistemiyle kodlar. 0 veya 1 değerini tutan en küçük veri birimine ‘bit’ denir. Kuantum bilgisayarlarda bit’lerin yerine qubit birimleri kullanılıyor. Fotonlardan meydana gelen qubit’ler hem 0 hem 1 değerini aynı anda tutabiliyorlar. Qubit’leri iki parçaya ayıran biliminsanları, bir parçacığın veri değerini değiştirdiklerinde, kuantum dolanıklığı sayesinde diğer parçacıkta da değişmesini sağlayarak bilgiyi ışınlamış oldular.
Dolanıklık tekniğini fotonlar yerine elektronlar üzerinde uygulamanın yolunu bulan farklı milletlerden bir grup biliminsanı da yakın zamanda önemli bir başarıya imza attı. Nature dergisinde yayımladıkları makaleye göre, fotonlara kıyasla daha kolay etkileşen elektronları kullanarak bilgiyi aynı şekilde ‘ışınlamak’ mümkün. Ayrıca standart işlemcilerin de verileri iletmek için halihazırda elektronları kullanması avantaj sağlıyor. Elektron qubit’ler, fotonlara göre yönetilmesi daha kolay olduğu için kuantum bilgisayarların gelişimini hızlandırabilecek. Qubit’lerin çoklu veri saklayabilme özelliği, kuantum bilgisayarları üstün kılıyor. İşlem ve saklama kapasitesi klasik bilgisayarların binlerce katına ulaşma potansiyeli taşıyor.
Tedaviler birkaç haftada bulunacak
Kıyamet sonrası’ filmlerini seviyorsanız, pandemi sürecinde hayatta kalma şansınızın daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Danimarkalı Aarhus Üniversitesi psikologlarının araştırmalarına göre ‘Salgın’, ‘28 Gün Sonra’, ‘Ben Efsaneyim’ gibi filmleri seyredenler, aniden ortaya çıkan pandemiyi soğukkanlılıkla karşılayarak sürece çok daha kolay adapte olmuşlar. Tüm dünya sakinleri olarak birlikte rol aldığımız COVID-19 filminin sonunu henüz görmedik. Üstelik kimsenin ‘spoiler’ verecek hali de yok... Normalleşme süreci sandığımız şu günlerinse sadece bir film arasından ibaret olduğu hissi giderek artıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen haberler, virüsün yeniden kıpırdanmaya başladığını gösteriyor. İkinci perde için gong her an çalabilir...
Neyse ki ilk dalgaya göre reflekslerimiz daha gelişkin ve ekipmanımız daha fazla. Ancak rehavete kapılmayıp farkındalığımızı korumamız önemli. Aslında öyle bir süreç ki koronavirüs tamamen kontrol edilse bile daha uzun yıllar yaşamın parçası olmaya ve alınan önlemler günlük alışkanlıklarımızı değiştirmeye devam edecek.
Dünyada ilk kez Şişecam yaptı
Sürekli temas halinde olduğumuz yüzeyleri steril tutma fikrinden yola çıkan üreticiler, son dönemde AR-GE çalışmalarını yeni alanlara yöneltti. Artık bardaklarımız, tabaklarımız antiviral ve antibakteriyel kaplamalarla geliyor, kıyafetlerimiz virüsü geçirmeyen nano kumaşlarla tasarlanıyor, şarj cihazları telefonlarımızı ve kulaklıklarımızı UV ışınlarıyla sterilize ediyor...
Virüsün tutunmasını önleyerek bulaşma riskini azaltan kaplama malzemeleri medikal sektörde uzun süredir kullanılıyordu. Teknolojiyi mutfak ürünlerine uygulayarak dünyaya öncülük edense bir Türk markası oldu. Dünyanın önde gelen cam üreticilerinden Şişecam, iki ay gibi kısa bir sürede geliştirdikleri V-Block teknolojisiyle Paşabahçe cam ürünlerini 7/24 virüslere ve bakterilere karşı korumalı hale getiriyor. Yüksek sıcaklıkta buhar biriktirme yöntemiyle yüzeye uygulanan kaplama, ürünün renk, şeffaflık gibi kalite özelliklerini değiştirmiyor ve sürekli aktif kalıyor. Antimikrobiyal V-Block kaplamalı Paşabahçe ürünleri Türkiye pazarının ardından 150 ülkeye ihraç edilmeye başlayacak.
Evin havasını arındırın
Evin girişindeki bir odayı veya antreyi sterilizasyon alanı haline getirme uygulaması dünyada giderek yaygınlaşıyor.
TikTok’un diğer mecralara göre nispeten ‘hafif’ ve ‘yeni’ olması gençler için tercih sebebi.
Demokrasi denince çoğunluğun üstünlüğü aklımıza gelir. Esasında gerçek demokrasi çoğunluğun karşısında azınlığın haksızlığa uğramamasını amaçlar. Pekala, ortada ne azınlığa ne de çoğunluğa mensup olan bir kesim varsa onların hakkına ne olur? ABD seçimleri yaklaşırken henüz oy verme yaşı gelmemiş gençler Başkan Trump’ın mitingini trolleyerek ‘ne olacağını’ tüm dünyaya gösterdi.
Kendine has bir dili var
Popüler TikTok uygulamasında buluşan yeni kuşak şimdi eğlenceli videolarla siyasette söz sahibi olmaya başlıyor. Önceki seçimlerde Barack Obama’ya başkanlığı kazandıran güçlü dijital enstrümanlardan biri Twitter olmuştu. Peki TikTok gibi siyasetten uzak durmaya çalışan, ilham verici ya da ‘zevzek’ videolar paylaşmaktan başka gayesi olmayan bir uygulama nasıl oldu da politika gündemine yerleşiverdi?
En fazla bir dakikalık videoların yüklendiği, 15 saniyeliklerin daha çok tercih edildiği video platformundaki kullanıcıların çoğu henüz 20’sinde bile değil. Yaşınız 40’ın üzerindeyse ortamda ne olup bittiğini anlamanızı zaten kimse beklemiyor, içiniz rahat olsun. TikTok, hiçbir şeyi umursamıyor görünüp de her şeyin farkında olan yeni gençlerin platformu. Kendine has bir dili var. Örneğin, kişi aniden yüzüne ileri geri zoom yapmaya başlıyorsa önemli bir şey söylüyor demektir. Dans etmek TikTok’ta çok popüler. Kulübe kabul edilmek istiyorsanız en azından bir dans videosuyla rüştünüzü ispatlamalısınız.
Zamanla apolitik görünen bir videodaki ince mesajları da fark etmeye başlayabilirsiniz. Platform öyle ‘gamsız’ ki videoların yayımlanma tarihi bile yer almıyor. TikTok’un en büyük gücü, kullanıcılarına sıfır takipçiyle bile viral olma imkanı vermesi. Misal bugün ilk videonuzu yayımlayın; şayet yeterince samimi, ilham verici, absürt ya da eğlenceliyse 24 saat içinde binlerce takipçiye ulaşabilirsiniz. Yeni nesil gençler için demokrasi belki de böyle bir şey. Sesini dünyaya duyurmak için kalabalık takipçi kitlesine, hayranlara, ün ve mevki sahibi olmana gerek yok. Söyleyecek etkili bir sözün olsun, onu da kendini fazla ciddiye almadan söyle yeter. Politikadan uzak durmaya çalışan TikTok, en çok ihtiyaç duyulduğu dönemde ifade özgürlüğünü -üstelik çok da ş’aapmadan- yaratıcı gençlerin eline bırakırsa olacağı budur!
3 Kasım’daki seçimlere hazırlanan Başkan Trump’ın Tulsa mitinginin trollenmesi olayının (TikTok üzerinden örgütlenen bir grubun mitinge kayıt yaptırdıkları halde gitmeyip salonu boş bıraktıkları iddia ediliyor) ardından The New York Times’a konuşan 100 bin takipçili Cade Lewis (19), “TikTok gençler için kablolu TV haber kanalı gibi” diyor. Gençlerin bütün gün telefonu ellerinden düşürmeyişlerine bakıp “Bunlardan bir halt olmaz” diyenler yeni dünya düzenini kimlerin kuracağını sonunda anlamaya başlıyor.
Politikayı komediye...