Umut Fırat Eroğlu

Yapay zekâ medyaya el atarsa...

8 Kasım 2020
Geleceğin belli başlı mesleklerinde yapay zekânın insanın yerini alacağı epeydir biliniyor. Ancak yaratıcı işlerde insanın yerini dolduramayacağı düşünülüyordu. Son iki yılda ortaya çıkan ‘sentezleme’ teknolojisi hiç hesapta olmayan mesleklerin de yapay zekâ tarafından ele geçirilebileceğini ortaya koydu, üstelik yarın kadar yakın bir gelecekte!


Populer Science dergisinin son sayısında 10 yıl içinde yaşantımızı değiştirecek gelişmeler, ‘Bilimde Çığır Açacak 20 Fikir’ başlığıyla yer alıyor. Birinci sırada ‘Sentetik Medya’ var. Sentetik medya, ses ve görüntü içeren medya araçlarının yapay zekâ tarafından üretilmesi, manipülasyonu ve modifikasyonu anlamına geliyor. En yaygın örneği ‘deepfake’ videoları. Ünlü bir simanın yüzüne başka birinin konuşması montajlanarak, sanki ünlü kişi söylüyormuş gibi gösteren deepfake (derin sahte) videoları iki yılda çok hızlı gelişti. Çoğunlukla iğneleyici mesajlarla absürt ve komik videolar üretmek amacıyla yapılıyor. Ancak seçimleri manipüle etmek, hatta ünlülere şantaj yapmak gibi karanlık bir boyutu da var.

Sentetik medyanın gerçek potansiyeli deepfake’in çok üstünde. İsteyen herkesin video, fotoğraf ve ses içeriği üretebildiği, yayıncı olabildiği bir çağdayız. Dijital içerik artık tüm sektörler için ana tanıtım ve iletişim aracı. Video ve podcast’ler en çok tüketilen içerikler. Düzgün içerik üretmek için prodüksiyon işlerinin yanı sıra oyunculuk, sunuculuk, modellik, seslendirme gibi kabiliyetler gerekiyor.      

Çalışanlar endişelenmeli mi?

Sentetik medya, yazılı içerikle ses ve görüntüyü sentezleyerek, gerçeğe çok yakın karakterler ve sunumlar yaratabiliyor. Gerçekte var olmayan spikerler, oyuncular, fotomodeller hatta müşteri temsilcileri ve mağaza satıcıları yaratılabiliyor. Tam tersi de mümkün. Tanınmış şahsiyetlere normalde söylemedikleri şeyler söyletilebiliyor. Sentetik medyanın gelecekte içerik üretimini demokratikleştireceği düşünülüyor. Örneğin ünlü bir simayı reklam filminde oynatmak büyük bir prodüksiyon maliyeti demek. Sentetik medya, kimseyi yerinden kıpırdatmadan işi yazılım ortamında çözmeyi hedefliyor. Oyuncu oturduğu yerden, az bir uğraşla para kazanırken, etkili tanıtımlar düşük maliyetle kurtarılabilecek.

Sentetik medya, bağımsız içerik üreticilerine de avantaj sağlayacak. Butik bir marka yeni kreasyonunu yapay modellerle tanıtabilecek, bağımsız yayın organları gerçek insanlara ihtiyaç duymadan podcast’ler, video haberler üretebilecek. Hatta düşük bütçeli filmlerde ünlüleri oynatmak bile mümkün olacak.

Pekâlâ medya sektörünün profesyonelleri bu durumdan endişelenmeli mi? Bence hem evet hem hayır... Gelecek sentetikleştikçe, sanatını doğallık ve özgünlükle sergileyenlerin kıymetli hale geleceği kesin! 

Start-up’lar çoktan işe başladı

Yazının Devamını Oku

Mars'ı kadınlar fethedecek!

1 Kasım 2020
Bilim ve teknoloji sahnesinde yüzyıllardır erkekler saltanat sürüyor. İlahi adalet... Öyle bir zamana geldik ki en ileri teknolojilerin kullanıldığı, bilimin sınırlarının aşıldığı uzay çağında ilerleyebilmek için artık kadınların üstünlüğüne ihtiyacımız var. Üstelik son derece rasyonel sebeplerle!


Dünyada bilim ve teknolojinin gelişimi büyük oranda savaşlara ve savunma sanayisine bağlı. İnternet örneğin, ABD ordusunun uzak mesafe iletişim ihtiyacıyla keşfedildi.

Uzaydaki ilerleyişimizi de Soğuk Savaş’ın uzantısı olarak ABD ile Rusya’nın uzay yarışına borçluyuz. Yarışın ana fikri, uzayda ilk zaferleri kimin elde edeceğiydi. Sputnik ile ilk uyduyu yörüngeye yollayan ve Yuri Gagarin ile ilk uzay uçuşunu gerçekleştiren Ruslar, uzaya ilk kadın kozmonotu yollamayı başaran ulus oldu. 1963’te tek başına uzaya fırlatılan ve görevi başarıyla tamamlayan Valentina Tereşkova, ‘Sovyetler Birliği Kahramanı’ unvanına ve üstün parlamento üyeliğine layık görüldü. Tereşkova uzaya ikinci defa gitme şansı yakalayamadı ancak dünya çapında ‘üstün kadınların idolü’ olarak sayısız etkinlik ve organizasyonda ülkesini temsil etti.

Uzay yarışında son noktayı koyansa bilindiği üzere ABD olmuştu. Başkan Kennedy’nin vizyonu ve bütün ulusu ‘gaza getirme’ kabiliyeti sayesinde Dünya dışında bir toprağa, Ay’a ilk ayak basan insan Amerikalı bir erkekti; Neil Armstrong. Hikâyenin az bilinen tarafıysa o ayağın Ay’a güvenli bir şekilde basıp tek parça halinde geri dönmesini sağlayanın yine bir kadın olduğudur... Margaret Hamilton, 1969 tarihli efsanevi Apollo görevinin bilgisayar yazılımını tasarlayan kadındı. ‘Yazılım mühendisliği’ terimini ilk türeten ve işin mühendislik olarak tanınmasını sağlayan da yine kendisidir. Amerikan başkanlarının zarif meselelere ilgi duyduğu eski günlerde, Barack Obama’dan Başkanlık Özgürlük Madalyası alan Hamilton, teknoloji çağının önemli figürlerinden biri olarak anılmaya ve ileri görüşlü kadınlara örnek olmaya devam ediyor.

Uzayda yeni faz

Gelelim uzay çağının yeni fazında kadınları öne çıkaran üstünlüklere... Kadınların uzaydaki ilk başarıları kayda değer olsa da eşitliği hemen yakalayamadılar. Kadın-erkek sayısı denk olan ilk astronot ekibinin kurulması 2013 senesini buldu.

Sadece kadınlardan oluşan ilk uzay yürüyüşünüyse ancak geçen yılın ekim ayında müjdelemiştik. Yeni çağda uzay mücadelesi, süper güçler arasında değil, uzayın doğasına karşı gerçekleşiyor... İşte tam da burası, kadınların öne geçtiği yer.

Biliminsanları, Mars görevinde ekibin kadın ağırlıklı olması gerektiği konusunda hemfikir. Hatta sadece kadınlardan oluşması bile gündemde. Öncelikli gerekçeler fizyolojik. Uzayda ağırlık ve enerji tüketimi, milyonlarca dolar maliyet demek. Kadın vücudunun daha hafif olması, esneklik ve küçüklük gibi avantajları ‘maliyeti düşürüyor’. Ayrıca kalori ihtiyaçlarının düşük olması daha az gıda taşınması anlamına geliyor. Karbondioksit ve atık üretimlerinin az oluşu da geri dönüşüm sistemlerinin daha az çalışması demek. Ayrıca erkekler uzayda uzun süre kalınca görevler için hayati önem taşıyan görme ve duyma organlarında problemler baş gösteriyor. Kadınlarda daha çok ürinal sorunlarla bulantı benzeri semptomlar görülüyor. Bunların tedavisi daha kolay.

Yazının Devamını Oku

‘Araba önemli değil, yolda olalım yeter’

25 Ekim 2020
Ne Alman’ın hızlısı ne Amerikan’ın kaslısı... Z Kuşağı güce de bakmıyor, estetiğe de! Onlar çevreci bir araçla, sürekli yolda olmak istiyor. Bu tavırlarıyla da koca sektörü değiştiriyorlar!


Z Kuşağı dünya nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyor. Teknoloji dünyasına doğan bu nesil ‘İnsanlık 2.0’ın ilk bireyleri ve ilk küresel jenerasyon. Önceki nesillerin ezberini bozmaya geldiler! Zaten devraldıkları gezegende başka türlü yaşanamazdı! Onların tüketim alışkanlığı tüm sektörleri dönüştürecek. Bundan nasibini alacak ilk sektörse otomotiv... Otomobillere ilgi duymadığı bilinen bu nesil koca sektörü nasıl değişime zorlayabilir? İşte Gen-Z’nin gücünü anlama fırsatı...

Verimlilik, paylaşım, sürdürülebilirlik

Tekerleğin icadı medeniyet için önemli bir dönüm noktasıydı. Keşfetmek ve ilerlemek için var olmuş canlılarız adeta. Yaşayacak yeni yerler bulma arzusuyla gezegenimizdeki kıtaları fethettik. Belki galaksimizdeki yeni dünyaları da aynı merakla keşfedeceğiz... Motorlu araçların icadı dünyayı hızlandıran bir başka önemli dönüm noktasıydı. Zamanla otomobiller prestij araçlarına dönüştü ve refah simgesi oldu. Herkes araba satın alabilmeye başlayınca, estetik ve hız faktörleri devreye girdi. O günden itibaren otomobiller kültüre yön veren cazibe objelerine dönüşmeye başladılar. Ta ki, Gen-Z sahneye girene kadar.

Allison+Partners tarafından yakın zamanda ABD’de yapılan ‘Hareket Kültürünün Doğuşu’ adlı araştırmada Z Kuşağı ilginç bir yönüyle öne çıkıyor. Taşımacılıkta bugüne dek hâkim olan ‘ben odaklı’ kullanım anlayışı onlarla birlikte ‘biz’ anlayışına evriliyor. Katılımcıların yüzde 56’sı otomobilleri sadece bir taşıt aracı olarak görüyor. Yani önceki nesiller gibi otomobil seçimleriyle statülerini sergilemeyi umursamıyorlar. Yüzde 70’i henüz ehliyet sahibi bile değil!

Araba reklamlarında hızlı, çekici, karizmatik gibi havalı -ve çoğunlukla maskülen- sıfatlar görmeye alışkınız. Peki otomobil sektörü bu biçimsel nitelikleri umursamayan Gen-Z’yi nasıl tavlayacak? Tahmin etmek zor değil... Verimlilik, paylaşım, sürdürülebilirlik ve genel deneyim gibi faktörler tasarım ve hızın önüne geçecek. Elektrikli otomobiller benzinli motorları ortadan kaldırdığında zaten belirli normlar kökten değişmiş olacak. (Şimdilerde fahiş fiyata satılan benzinli otomobillerin 10-15 sene sonra ikinci elde yok pahasına satılacağı aklınızda bulunsun.) 

Yolculuk paylaşım uygulamaları ve Uber gibi alternatif sistemleri kullanmaya alışan Z Kuşağı teknolojiye hâkim olduğu için hem sosyal hem de çevresel farkındalığını avantaja çevirmeyi iyi biliyor. Bir araca tek başına sahip olmak yerine, alım güçlerini birleştirerek deneyimi zenginleştirmeye odaklanıyor ve içeriğe önem veriyorlar. Yani otomobilin kendisinden çok, onunla yaşayacakları deneyimi önemsiyorlar ve ilham almak için sosyal medyayı kullanıyorlar.

Gezegenimiz için en hayırlısı bu

Yazının Devamını Oku

Gülümseyin, paranız gidiyor!

18 Ekim 2020
Rafların arasında geziyor, sepetinizi dolduruyorsunuz. İhtiyaçlar tamam. Market kasasına gelince tek yapmanız gereken kameraya gülümsemek... Çin’deki ‘gülümse ve öde’ teknolojisi tartışmalı yüz tanıma sistemlerinin son marifeti. Ekstreyi görünce tebessüm devam edecek mi, o da soru işareti.


Gülümsemesiyle her istediğini alan insanlar vardır... Siz bu kadar etkili olduğunuzu düşünmüyorsanız canınızı sıkmayın. Yakında bir tebessümün ne kadar para ettiğini görünce şaşırabilirsiniz. Çin’de yaygınlaşmaya başlayan yeni bir teknoloji, yüz tanıma sistemiyle ödeme yapma imkânı sunuyor. Mağazalardaki ‘Smile and Pay’ (Gülümse ve Öde) kiosklarında, alışveriş mutluluğu yüzünüze yansıyınca hiçbir şeye dokunmadan işleminizi tamamlayabiliyorsunuz!

Son cümledeki ironiyi yakaladığınıza şüphem yok. Şu sıralar market kasalarına gelip de yüzü gülen pek kimse olduğunu sanmıyorum. Zaten Çin halkı da tebessüm etmeyi pek sevmez. Öyleyse nereden geliyor bu neşe?

‘Azınlık Raporu’ filmindeki gibi...

The Guardian’ın haberine göre, başta Alipay olmak üzere Çin’in finans devleri, üç yıl içinde bu yeni teknolojiye yüz milyonlarca dolar yatırmaya hazırlanıyor. Her köşe başındaki gözetleme kameralarına alışan Çin halkı teknolojiyi benimsemiş ve kullanmaya başlamış bile. Banka hesabına bir portre fotoğrafı bağlamak yeterli oluyor. Gülümseme faslıysa muhtemelen sadece işlevsel. Sistemi sabit bir resim veya maskeyle kandırmanın önüne geçiyor.

‘Azınlık Raporu / Minority Report’ filminde başrol oyuncusu Tom Cruise, bir mağazaya girerken interaktif ekrandan tanınıyor ve kişisel önerilerle karşılaşıyordu. Tüketicileri satış noktalarında yüz taramasına alıştırma yaygınlaşacak bu teknolojinin hazırlık adımları olabilir. Malum, yüz tanıma sistemleri tartışmalı. Terazinin bir tarafında güvenlik, diğerinde kullanıcı mahremiyeti var. Çin halkı distopik ortamı kabullenmiş olabilir ancak sayısı artan kameraların batı toplumlarını tedirgin ediyor. Pandeminin fiziki temastan kaçınmayı kolaylaştıran süreçlere hızla adapte olmamızı sağladığıysa bir başka gerçek.

Güvenlikten söz etmişken... Paranın dijitalleşmesiyle gayrimeşru ekonominin önlenebileceğini savunanlar var. Ancak kripto para, karaparanın yerini aldığı için bu olasılık pek gerçekçi değil. Ayrıca paranın tamamen dijitalleşmesi, distopik bir gelecekte tüm maddi birikimlerin kontrole girmesi ve istenildiğinde sıfırlanabilmesi ihtimalini düşündürüyor. Büyük bir elektrik kesintisiyle her şeyin yok olması da korkutucu...

‘Etik yönleri sorgulanabilir’

Yazının Devamını Oku

Otizmliler teknoloji firmalarının radarına girdi

11 Ekim 2020
Bir zamanlar hastalık olarak görülen otizm, dijital çağda üstünlük olarak kabul ediliyor. Analitik süreçlerin daha verimli yürütülmesi, fikirlerin doğrudan, dürüstçe söylenmesiyle işlerin hızlanması şirketlerin dikkatini çekiyor. Teknoloji devleri çoktan otizmli bireylere özel işe alım programları başlattı bile.


Yaratıcılık kabiliyeti, analitik düşünme yetisi, sosyal beceriler ve daha nice bilişsel, davranışsal özellikler insanın toplumda alacağı rolleri belirliyor. Çeşitlilik, hem toplumların hem de bireylerin yüksek potansiyellere ulaşmasını hızlandırıyor. ABD’nin kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda dünyanın en etkili nüfusu olmasının ardında tüm dünya milletlerinin çeşitliliğini barındırması yatar. Avrupa, halkların çeşitliliğini birlik haline getirerek dünyanın medeniyet merkezine dönüştü. Türkiye’yi başta komşu ülkeleri ve Ortadoğu’nun gözünde cazibe alanı haline getirense Anadolu’nun binlerce yıllık medeniyetler birliği ve yaşantımıza yayılan kültür çeşitliliği...

Sonuç odaklı iletişim

Binlerce yıldır renkleri, dilleri ve gelenekleriyle ayrışan insanlar, bilgi ve teknoloji çağında beyin yapılarının farklılığıyla da çeşitlenmeye başladı. Nöroçeşitlilik olarak tanımlanan bu yeni nesil farklılığı olumlu değerlendirenlerin başında teknoloji şirketleri geliyor. Çalışanları arasındaki etnik ve kültürel farklılıkları global pazarlarda avantaja dönüştüren teknoloji devleri, şimdilerde sıradışı bir işgücüyle rekabet güçlerini arttırıyorlar: Otizmli bireyler. Beynin farklı işlemesi nedeniyle şimdiye dek hastalık olarak tanımlanan otizmin aslında bireylere kullanışlı ve yer yer üstün görülebilecek yetenekler sunduğu, dijital çağda iş dünyası tarafından anlaşılmaya başladı.

Otizmli çalışanlar işe farklı bir bakış açısı getirerek zenginlik katıyor.

Analitik, rasyonel ve neden-sonuç odaklı teknoloji dünyasında otizmli bireylerin fark edilmesi tesadüf değil. Mantık çerçevesinde düşünüyorlar ve kararlarını mutlaka bir kanıta dayandırma gereği hissediyorlar. Sıradışı örüntüleri fark edebiliyorlar, problemlerin çözülmesi gerektiği konusunda ısrarcılar ve odaklandıkları işi tamamlanana kadar bırakmıyorlar. Zihinleri adeta bilgisayar gibi çalışıyor. Bilgisayarlar için her şey ikili sistemde işler. Bir koşul sorgulandığında referans noktası kesindir; ‘doğru’ veya ‘yanlış’, 0 veya 1’dir. Düşünce yapıları bu derece net olabilen otizmli bireyleri doğru pozisyonlara konumlandıran insan kaynakları, analitik süreçlerin daha verimli yürütülmesini sağlayabiliyorlar. Otizm spektrumunda yer alan bireylerin yaygın bilinen özelliklerinden biri de düşündüklerini doğrudan söylemeleri. Kimilerine kabalık gibi gelse de bu niteliği dürüstlük ve sonuç odaklı iletişim avantajı olarak görmek mümkün. Bilhassa Türkiye toplumunda insanların fikirlerini dile getirmekte bocaladığı bir gerçekken...

Performans artışı...

Gerçeği söyleyip ‘kötü olmayı’ pek istemeyiz, farklı fikirlerimizle çıkıntılık yapmaktan çekiniriz. Bundan ötürü işlerin ağır ve karmaşık yürümesine, ofis ortamında duygusal iniş çıkışların yaşanmasına hepimiz aşinayız. Otizmli bireylerin fikirlerini doğrudan söylemeleri, en azından işlerin hızlanması ve bazı gerçeklerin ‘ortaya çıkması’ adına ofise taze bir soluk getirebilir.

Yazının Devamını Oku

Instagram’ın sırrı: Dünyayı olduğundan iyi bir yer gibi gösterebilmek

4 Ekim 2020
Kendi ekonomisini yaratıp dijital bir ulus haline gelen Instagram, her şeyi -ve herkesi- avcumuza getirme kudretine sahip. İki gün sonra 10’uncu yaşını kutlayacak olan uygulamanın hikâyesi nasıl başladı ve başarısının sırrı ne? Birlikte aşağı doğru kaydırmaya başlayalım…

Zap’lamanın yerini çoktan aşağıya kaydırmak aldığına göre, artık televizyon yerine Instagram’da ‘hikâye’ izlediğimizi kabul edebiliriz. Andy Warhol “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” dediğinde bugünleri görmüştü. Fakat sürenin 15 saniyeye düşmesi eminim onu bile şaşırtırdı. 10’uncu yılını kutlamaya hazırlanan Instagram, sosyal medya ve internetin gelmiş geçmiş en etkili uygulaması. Bana göre başarısını hepimizi ‘ünlü’ etme potansiyeline borçlu.

Instagram, 2010’da Kevin Systrom tarafından kuruldu. Systrom kaliteli viskiye olan merakıyla Burbn adlı bir uygulama geliştirmişti. Kullanıcılar mekânlara check-in yapabiliyor ve görsel paylaşabiliyordu. O dönemde Foursquare ile lokasyon paylaşmak modaydı. Ancak gezilen yerlerden görsel post etmek yeni bir fikirdi. Telefon kameralarının emekleme döneminde, fotoğrafları filtrelerle makyajlayan Hipstamatic, Systrom’un dikkatini çekmişti fakat paylaşım özellikleri yetersizdi. Sosyal yanı Facebook gibi güçlü, gezilen yerlerden güzel fotoğraflarların paylaşıldığı kolay bir uygulama  işe yarayabilirdi.

Stanford mezunu Kevin, Silikon Vadisi’nden iki yatırımcıyı hemen etkilemeyi başardı. Peri masalı başlamıştı. İki hafta içinde 500 bin doları kucakladı. 25 yaşındaki arayüz tasarımcısı Mike Krieger’ı ekibe aldı ve birlikte işe koyuldular. Burbn’un fazlalıklarını atıp arayüzün sadeliğine ve fotoğraf paylaşım kalitesine odaklandılar. 8 haftada uygulama tamamlandı. Instagram, App Store’a yüklendiği ilk gün 25 bin kişi tarafından indirildi. Takvim, 6 Ekim 2010’u gösteriyordu. 

Bir yıl sonra 1 milyar dolara Facebook’a sattı

Kısa sürede milyonlarca kullanıcıya ulaşan Instagram, 2011’de 1 milyar dolar nakit ve hisse karşılığında Facebook tarafından satın alındı. Zuckerberg’in şartı, Instagram’ın bağımsız yönetilmesiydi. Çok yıllar sonra Zuck, Instagram’ı tehdit gibi gördüğü için satın aldığını itiraf etmek durumunda kalacaktı. Facebook’un himayesinde 1 yıl geçmeden ilk skandal yaşandı. Yeni kullanım şartnamesinde, kullanıcılara ait fotoğrafların sahiplenildiği ve üçüncü kişilere satılabileceği ibaresi mevcuttu. Kullanıcılar hesaplarını silmeye başlayınca madde kaldırıldı. Sular durulunca Instagram kendi çizgisinde ilerlemeye devam etti. Twitter’dan Vine’ı kopyalayıp Boomerang’a dönüştüren; hikâye özelliğini araklayıp Snapchat’i gömen Instagram, asıl başarısını kullanıcılarına borçlu.

Herkesin reklamını yapabildiği ilk platform

Instagram, herkesin ‘kendi reklamını’ yapabildiği ilk platform olma özelliği taşıyor. İster Jamie Oliver gibi usta bir aşçı, ister Paris Hilton ve Kim Kardashian gibi ‘ne idüğü belirsiz’ ünlüler olun Instagram’da dünyayı kendinize hayran edebilirsiniz. Estetik bir bakış, insanların gıpta edeceği bir yaşam stili ve ‘biraz da herkes gibi olmak’ iyi profillerin sırrı. Gerisi topluluk yönetim marifetine ve takipçilere ne fayda sunulduğuna kalıyor.

Kendi ekonomisi var

Yazının Devamını Oku

Dünya kaç pille çalışır?

27 Eylül 2020
Önümüzdeki 10 yılda gerçekleşecek elektrik devrimiyle insanlığın karbon ayak izi olmadan enerji üretip sürdürülebilir bir yaşam inşa etmesi daha kolay olacak. Bunun için yüksek kapasiteli, dayanıklı piller üretme çalışmaları büyük bir hızla devam ediyor. 1 milyon mil yol yapan piller, şarj maliyetlerine katlanmak zorunda kalmayacağımız otomobiller o kadar da uzak değil.

Sanayi devrimiyle insanlık için yeni ve hızlı bir çağ başlarken, bugün felaket saydığımız küresel ısınmanın ilk tohumları atılmıştı. Caddeler, meydanlar, kırsal bölgeler motorlu araçlarla dolmaya başlamış, fabrikalar ve üretimhaneler durmaksızın faaliyete geçmişti. Yaşama yeni bir dinamizm gelmesi milyonlarca insanın geleceğini aydınlatırken, gökyüzü karbonmonoksitle kaplanıyor ve hızla kararıyordu. Geçen 150 yılın ardından nihayet Dünya gezegeninin sonsuz kaynaklara sahip olmadığını anladık. Yeryüzünün petrol rezervleri tükeniyor. Motorların ürettiği karbon havaya salındıkça yaşam sahamız daralıyor. Üstelik havadaki karbonu emebilen, küresel ısınmaya karşı tek güvencemiz olan ağaçları yok etme konusunda adeta yarış halindeyiz... Hani, helak edilmek için yapılacaklar listesi varsa bir yerlerde, biz neredeyse hepsine birer ‘tik attık’...

22 Eylül Pil Günü oldu

Neyse ki köprüden önce son çıkış için hâlâ biraz umudumuz var. Temiz ve yenilenebilir elektrik enerjisi dünyanın, daha doğrusu insanlığın geleceğini kurtarabilir. Elektrik devrimi olarak tarihe geçmesi muhtemel bu dönüşüm, önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde kaçınılmaz olarak gerçekleşecek. Rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, okyanus jeneratörleri ve dahası, dünyayı tüketmeden karbonsuz elektriği üretmek için hazır. Şimdi, elektrik devriminin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için teknolojide son bir eşik kaldı: Saklama kapasitesi yüksek, dayanıklı piller...

İçten yanmalı motorlara kıyasla yok denilecek kadar az karbon izi bırakan elektrik enerjisini üretmek, saklamaktan daha kolay. Ancak üretimin de limitleri bulunuyor. Güneş paneli, rüzgâr türbini gibi araçlarla sağlanan elektrik kısıtlı sürelerde ve belirli lokasyonlarda üretilebiliyor. Güneş battığı veya rüzgâr durduğu vakit enerji kesildiği için toplanan elektriğin pillerde saklanabilmesi gerekiyor. Pil teknolojisi üretim maliyetleri ve kapasite yönünde henüz yeterli seviyeye ulaşmadı ancak son 10 yılda büyük aşamalar kaydedildi. Elektrikli araçları ve ev tipi pilleri popüler hale getiren Tesla, sektörde pil için yapılan AR-GE çalışmalarının hızlanmasında önemli rol oynadı. 22 Eylül’ü ‘Battery Day’ (Pil Günü) olarak ilan eden Tesla, her yıl sektöre yeni gelişmeleri ve buluşlarını tanıtıyor.

Benzinli araçlar tarih olacak

Küresel ısınmayı tetikleyen unsurların başında motorlu araçların geldiği malum. Elektrikli otomobiller, karbon izinin azalmasında önemli rol oynayacak. Tek sorun, pil maliyetinin yüksek, menzilinse benzine göre düşük olması. Bu sebeple Tesla’nın kurucusu Elon Musk, geçen yıl 1 milyon mil yol yapabilecek bir pil geliştirmekte olduklarını duyurduğunda büyük heyecan yaratmıştı. Geçen salı Elon Musk’ın ‘Battery Day’ açıklamaları, yüksek beklentileri karşılamasa da doğru yolda sağlam adımlarla ilerlediklerinin güvencesini verdi.

Otoyollarda elektrik dönüşümü, önümüzdeki yılların önemli gelişmeleri arasında yer alacak. 

Değişimin sinyallerini şimdiden görmek mümkün. İngiltere’nin 2030’da benzinli araçları tamamen kaldırmak için hazırlık yaptığı biliniyor. ABD’li senatör Govin Newsom’un çarşamba günü Kaliforniya eyaletine yaptığı çağrıysa manidar. 2035’e kadar Kaliforniya’da tüm benzinli araçların yasaklanması yönünde yaptığı çağrı, tarihin en büyük orman yangınlarıyla ve karbon kaplı gökyüzüyle baş etmeye çalışan eyalette yankı buluyor.

Yazının Devamını Oku

Tedbirler yeniden gündemde, çevrimiçi etkinliklere devam...

20 Eylül 2020
Salgın her şeyi değiştirdi ama yeni girişimler değişen dinamiklere ayak uyduruyor. Sosyalleşmeden alışverişe kadar birçok alanda ‘yeni normal’i inşa etmenize yardım edecek uygulamalar var.


Sosyalleşme dinamiklerinin değişmesiyle uygulamaların ve dijital ortamların önemi iyice belirginleşmeye başladı. Hayatımızı kolaylaştıran ve eğlence ihtiyacımızı karşılayan bu uygulamalar bilinçli tüketim için önemli araçlara dönüşüyor. Öte yanda zamane çocuklarının teknolojiyle yakın ilişkisi de yeni olanaklar yaratıyor. Birkaç örnek vereyim...     

Fiziki dünyada buluşma hakkımızı daha kıymetli ve samimi vesileler için kullanmaya başladık. Pandeminin yarattığı en büyük değişim çevrimiçi iletişimin yeni bir boyut kazanması oldu. Zoom’da buluşmaya hızlı adapte olduk. Toplantı, misafirlik gibi günlük sosyalliği karşılayan video platformları, iş organize etkinlikler düzenlemeye gelince yetersiz kaldı ama.

Airmeet fiziki etkinlik ve eğitimlere alternatif, yenilikçi çevrimiçi platformlardan biri. Network kurma, tanışma toplantıları, webinar’lar, atölyeler ve video konferansları hedefliyorlar.

Airmeet henüz halka açık beta sürümünde olsa da dünya çapında kullanıcı memnuniyeti yaratmayı başardı.

Kartvizit yerine profil sayfaları

Kullanım bazlı ‘freemium’ üyeliğiyle çalışan Airmeet’te fiziki bir etkinliğin ana unsurlarını bulmak mümkün. Etkileşimli toplantı masalarında katılımcılar el kaldırabiliyor, emojilerle tepki verebiliyor ve çabucak düzenlenebilen anketlere, havuzlara katılabiliyor. Organizatörler için bir ‘sahne arkası’ özelliği bulunuyor. Sohbet odaları güvenli mesajlaşma ve üretkenliğe odaklanmış. Soru cevap oturumları için ayrı bir pencere açılıyor ve oylama yapılabiliyor.

Uygulama kullanıcılarının kartvizit yerine profil sayfaları var. Etkileşimi hızlandıran araçlarıyla iş dünyasının merceğine giren Airmeet sadece ilk yılını doldurmasına rağmen pandemi sayesinde değerini katlamayı başardı! Geçen günlerde 12 milyon dolarlık yatırıma ulaştığını duyurdu. Uygulamanın ortaklarından Lalit Mangal geçen yılın sonunda kendilerini reddeden yatırımcılara bugün kendilerinin ‘hayır’ dediğini anlatıyor.

Yazının Devamını Oku