Umut Fırat Eroğlu

Birileri bizi fena gözetliyor

28 Haziran 2020
İnternetin karanlık tarafı dark web’te kimlik hırsızlığı büyük bir ekonomiye dönüşmüş durumda. Ortada ticareti dönen verinin alıcısı, satıcısı var fakat mal sahibinin, yani bizim hiçbir hak veya kazancımız yok.

“Veri, veri, veri...” Fransa İmparatoru Napolyon ülkesini 21’inci yüzyılda yönetmiş olsaydı meşhur “Para, para, para...” sözü yerine bu cümleyi sarf etmesi muhtemeldi. Modern dünyanın en değerli hammaddesi olan ‘veri’, bugün yeni çağın petrolü olarak anılıyor. Öyle bir maden ki kuyular kazmaya, dağlar delmeye gerek yok. Her yerden toplanabiliyor. Peki nerede bu madenler? Uzağa gitmeyelim, hepimiz ufak çaplı bir hazinenin üzerinde oturuyoruz. Üstelik asla sahibini zengin etmeyecek bir hazine.
Çevrimiçi dünyada davranış alışkanlıklarımız, alışveriş tercihlerimiz ve ilgi alanlarımız ‘büyük veri madencileri’ için cevher sayılıyor. İnternette alışveriş yaparken kendimiz de ürüne dönüşüyoruz. İlgimizi çeken ürünler, bize başka ne satılacağına dair kıymetli bir veri oluşturuyor, fiyat aralığı gelir seviyemizi gösteriyor, demografik bilgimiz pek çok sektörün işine yarıyor.



Bir insanın kimliği
neden para eder?
Şimdilerdeyse bireylerin ‘kim olduğu’ bilgisi, giderek en kıymetli veri haline geliyor. Bir insanın kimliği neden para eder? İnternetin karanlık tarafı dark web’de kimlik hırsızlığı büyük bir ekonomiye dönüşmüş durumda. Ulusal güvenlik ölçeğindeyse kimlik bilgileri daha da kıymetli. Malum, devlet harcamalarının önemli bölümünü güvenlik kapsıyor. İçinde yüz tanıma sistemleri, yapay zekâlar, gelişmiş kameralar ve pahalı yazılımlar barındıran yapılar, bireyleri tanımlamaya ve kayıt altına almaya odaklı.

Yazının Devamını Oku

O bir köpek! O bir robot! Hayır, o bir Spot!

21 Haziran 2020
‘Gelecekten havadisler’ durağan hayatımıza renk kattı bu hafta. Bir tarafta robot köpek, diğer tarafta uçan otomobil... ‘Ne güzel, markete robot köpeğimi yollarım” diyordum ki gözüm bol sıfırlı etiketlere takıldı.

Koyun sürüsünü önüne katan robot çoban köpeği geçen haftanın en çok paylaşılanları arasındaydı. Pandemi esintili, sıkıcı hayatımıza gelecekten göz kırpan bir bilimkurgu sahnesi gibiydi. Ardından sanki ‘Geleceğe Dönüş’ filminden fırlamış gibi bir uçan araba haberi ortaya çıktı, tam oldu. Karantina ruh hali insanın yaratıcılığını körüklüyor ya... Robot köpeği markete yollayıp alışveriş yaptırabilir miyim diye düşünmekten, uçan arabayla güneye kaçmayı hayal etmekten kendimi alamadım. Hayaller yüksek olunca yere çakılma mesafesi de artıyor tabii... Fiyatlarını görünce hemen kendime geldim. Merak etmeyin, sahip oldukları teknoloji yeterince heyecan verici!

‘Evrimin yolu’nu izlediler

Boston Dynamics’in yıllardır üzerinde çalıştığı dört ayaklı robot Spot, artık ünlü bir sima, adeta bir yıldız!
Gelişimini ‘sağlam adımlarla’ sürdüren, düştüğü gibi kalkmasını da bilen, robot gibi bir robot! Asla boş yapmaz. Zaten Boston’da her şey olur, robot konusunda yanlış olmaz. Gezegenin en gelişmiş robotu unvanını patisinde tutan Spot, nihayet son güncellemesini tamamladı ve satışa sunuldu. O artık Spot 2.0! Kenarda 75 bin dolarınız varsa hemen sahiplenebilirsiniz. Robot Spot etrafta köpek ‘kılığında’ dolaşsa da aslında işlev olarak köpeklikle alakası yok. Zaten o paraya dünyanın en zeki köpek yavrusunu yanınıza alıp köpeklere fısıldayan adamla Maldivler’de tatil yaparsınız.

Gerçek dünyada Spot, sanayi robotları adına yeni bir çağın başlangıcını yapıyor. Fabrikalar, tarım, inşaat ve iş sahaları için tasarlanmış... Her zeminde yürümeye programlı, akıllı ve mobilize bir makine. Boston Dynamics mühendislerine göre köpeklere benzemesi aslında bir dezavantaj. ‘İnsanlar sevmeye, sarılmaya kalkar’ diye çekiniyorlarmış. Güçlü motorlara sahip olduğu ve 30 kiloluk metal gövdesiyle çarptığı yeri morartabileceği hemen akla gelmiyor tabii. Neyse ki şimdilik hiç kaza bela çıkarmamış ama kıl payı durumlar da yaşanmış.

Firmanın başmühendisi Zack Jackowski, internet üzerinden yayın yapan haber sitesi The Verge’e verdiği röportajda Spot’un dört ayaklı canlılara benzemesinin kendi tercihleri olmadığını anlatıyor. Amaç her türlü engebeli zeminde ilerleyebilen, merdiven çıkabilen bir robot yapmak olunca doğal olarak ‘evrimin yolunu’ izlemişler. “Hayvanlar milyonlarca yıl evrilerek bedenlerini en iyi şekilde hareket ettirmeyi öğrendiler” diyor Jackowski. Kendileri de Spot’u yıllarca evrilterek yürütmeyi başarmış. İnsanın iki ayak üzerinde durmasının yüzbinlerce yıl sürdüğünü düşününce Boston Dynamics’in neden dört ayakla yetindiğini anlayabiliyorum.

Spot’un diğer hayvanlarla ilişkisine gelirsek... Kediler ve küçük köpekler ilk başta korksa da sonradan alışıyormuş. Büyük köpeklerse bir-iki koklayıp hayal kırıklığına uğrayınca dikkate almıyormuş.

Kapı açıp vanaları kapatacak

Yazının Devamını Oku

‘Vur emri’ paylaşımı Facebook’u karıştırdı

14 Haziran 2020
ABD’deki eylemler sosyal medya mecralarının şiddet karşıtı politikalarını tartışmaya açtı. Başkan Donald Trump’ın ‘silah kullanın’ çağrısını Twitter gizledi, Facebook yayımladı. Zuckerberg’in çalışanları ve vakfının fonlarla desteklediği bilim insanları tepkili...

Gerçekler üzerinde söz sahibi olmamalıyız... Bir süre önce bu cümleyi Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg kurdu. İfade özgürlüğünü yüceltmek adına hepimizin kulağına gelen bir sözü aklıyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın tweet’indeki o cümleyi... Üstelik öyle bir cümle ki ülkenin tarihine kazındı: “Yağma başladığında, silahlar ateş etmeye başlar!”

George Floyd’un polis tarafından nefessiz bırakılarak öldürülmesiyle alevlenen protestolarda yağma olayları artınca Başkan Trump bu cümleyi kurmuş ve büyük tepki toplamıştı. Twitter hızlıca harekete geçerek, polisi şiddete yönelten ve doğrudan ‘vur emri’ veren bu tweet’in üzerini örttü. Üzerini örtmek, tweet’e halen ulaşılabildiği fakat alenen gösterilmediği, öncesinde bir uyarının yer aldığı anlamına geliyor. Aynı cümle, Başkan Trump’ın 28 milyon takipçili Facebook sayfasında da yer aldı. Facebook ise ‘şiddet içeriğine karşı’ politikaları olmasına rağmen harekete geçmedi. Provoke edici cümlenin paylaşılarak yayılmasına karışmadı.

Kongre’de başka bir şey söylüyordu

Söz konusu cümle, Başkan Trump’ın değil. İlk olarak 1967’de Miami Polis Şefi Walter Headley tarafından yine siyahlara karşı söylenmiş, şiddete yol açmış ve ülkedeki ırkçılığın emsallerinden birine dönüşmüş... Dolayısıyla ne anlama geldiğini, ne amaçla söylendiğini ABD vatandaşları iyi biliyor. Zaten Trump’ın paylaşımının hemen ardından polis şiddetinin orantısız biçimde artması tepkinin haklılığını doğruluyor. Mark Zuckerberg’in ‘Gerçeklere müdahale etmek bize düşmez’ tavrıyla savunduğu cümlenin işte böylesi güçlü etkileri var.
Zuckerberg geçen ekim ayında, kongrede ifade verirken bambaşka bir tavırdaydı: “Politikacılar dahil, her kim olur da şiddet çağrısı yapar veya fiziksel zarara yol açacak şeyler söylerse o içeriği yayından kaldırırız” diyordu. Öyleyse Başkan Trump neden imtiyazlı? Zuckerberg,  “Başkan’ın sözlerini yayında bıraktığımız için birçok insanın üzgün olduğunu biliyoruz. Fakat şartnamelerde açıkça belirtilmiş tehlikelere ve belirgin zararlara yol açmadığı müddetçe her türlü söyleme izin vermemiz gereken bir pozisyondayız” yanıtını verdi. Ayrıca Zuckerberg’in Başkan Trump’ı bizzat arayarak “Sözleriniz bizi zor duruma düşürdü” dediği söyleniyor.

Çalışanları sanal protesto düzenledi

Zuckerberg’e en büyük tepki Facebook çalışanlarından geldi. Karantina dolayısıyla çoğunluğu evden çalışan personel sanal bir protesto yürüyüşü düzenledi. İki mühendis istifa ettiğini duyurdu, aralarında yönetici kadrosunun da yer aldığı onlarca çalışan durumu kınayan tweet’ler attı. Son olarak, yardımsever Chan Zuckerberg vakfının desteklediği 140’tan fazla biliminsanı ortak bir mektup yazarak, Facebook’un tavrı karşısında son derece endişeli olduklarını dile getirdi.Bilgi güvenliği nedeniyle zor zamanlar geçiren Facebook için bu son olayın bir milat olmasını ve içeride köklü bir değişimin başlamasını umalım. Facebook, kurulduğu günden bu yana milyonlarca insana kendini özgürce ifade etme şansı verdi. Ancak böylesi bir kabiliyet büyük bir güç demek ve gücün bir yüzü her zaman gölgededir. Şimdiyse gölgelerin aydınlanma vakti. Tabuların yıkıldığı, düzenin değişime zorlandığı çok özel bir çağa giriyoruz. Zuckerberg’in ironik biçimde haklı olduğu bir şey var; gerçekler üzerinde kimsenin sonsuza kadar söz sahibi olamayacağı... Bu dönem, gölgede ırkçılık gibi toplumsal sorunların çözüldüğü günleri tarihe kaydetmeye devam edecek.

Yapay zekânın da kafası karıştı

Yazının Devamını Oku

Milyarderlerin uzay yarışı

7 Haziran 2020
SpaceX’in uzaya astronot taşıyan ilk özel şirket olması az bir başarı değil! Ancak uzayı kolonileştirmek için milyarderlerin birbiriyle yarışması akıllara birçok soru getiriyor: Elon Musk ve Jeff Bezos’un bu işten çıkarı ne? Neden Dünya’yı daha iyi bir yere dönüştürmek için para harcamıyorlar?


SpaceX’in Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) astronotlarını Uluslararası Uzay İstasyonu’na ulaştırması geçen haftanın büyük olayıydı. Ticari bir firma ilk kez uzaya insan taşıdı... Başarılı bir kalkış, kusursuz bir kenetlenme; sağ salim astronotlar, dünyanın en mutlu patronu Elon Musk... Tarih, gelecekte bu başarıya elbette yer verecek. Ancak insanlık belleğinde Yuri Gagarin’in uzay uçuşu veya Neil Armstrong’un Ay’a inişine yakın bir hatıraya dönüşmeyeceği muhakkak...

Elon Musk’ın yerinde olsam, “İnsanlık için küçük, uzay ticareti için büyük bir adım” diye bir cümle kurar mıydım bilemiyorum. Ancak SpaceX’in taşıdığı astronotlar Robert Behnken ve Douglas Hurley’nin uzaydaki ilk icraatları New York Borsası’nın açılış çanını çalmak oldu. Elbette yiğidin hakkını vermeli! Bugüne kadar ancak devletlerin finanse edebildiği bir girişimi sonuçlandırabilmek özel sektör adına gerçekten büyük bir başarı.

Kolonize etme arzusu DNA’mızda mı var?

Elon Musk’ı az çok tanıyanlar, hayallerinin roket fırlatmaktan çok daha öteye uzandığını bilir. Musk, Mars’ı kolonize etme vizyonuyla tanınan bir girişimci. Üstelik fütüristik yerleşimlerin ötesinde Mars’ı Dünya gibi yaşanabilir hale getirmeyi hayal ediyor.

İnsanlığı uzaya taşıma hayallerinden söz eden tek milyarder Musk değil. Amazon.com’un kurucusu, dünyanın en zengin işinsanı Jeff Bezos uzayda kolonizasyon fantezisinin farklı bir kolunu parselliyor. SpaceX’in yörüngedeki tek rakibi Blue Origin şirketinin sahibi olan Bezos, Güneş Sistemi’nde dev koloniler inşa edip insan ırkını uzaya yayma hayali kuruyor. Neden? “Böylece insanlık yüzlerce Mozart, binlerce Einstein yetiştirebilir” diye açıklıyor Bay Bezos.

Peki ne oluyor da aklı başında ünlü milyarderler, mis gibi Dünya dururken uzaya yerleşmeyi hedefliyor?

Ortak gerekçeleri: “Olur da Dünya yaşanmaz hale gelirse...” Meteor çarpabilir, doğal felaketler olur, insanlar mahveder, kıyamet kopar... Uzayı kolonize etme fikri sadece ünlü işinsanlarının tekelinde değil üstelik. ‘Komşunun bahçesi hep daha yeşil görünür’ misali, farklı dünya arayışında olanlar,

Yazının Devamını Oku

Bütün ihtişamlarıyla geri döndüler

31 Mayıs 2020
Efsanevi bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke “İki ihtimal var: Evrende ya yalnızız ya değiliz. İkisi de eşit derecede ürkütücü” der. Dönem dönem uzaylı konusunun yeniden canlanıp gündeme geldiği, ibrenin “Galiba sahiden varlar!” eksenine kaydığı zamanlar oluyor. Şimdi, böyle zamanlardan biri...


Pentagon’un yayımladığı UFO görüntüsü.

Son haftalarda internette UFO ve uzaylı haberleriyle sıkça karşılaşıyoruz. Nisan sonunda Pentagon, geçmişte farklı kaynaklarca ifşa edilen üç ayrı UFO videosunu resmi olarak yayımlamış ve varlıklarını onaylamıştı. UFO, malumunuz ‘tanımsız uçan cisim’ demek. Yani her UFO’da uzaylı olma mecburiyeti yok. Ancak kayda değer UFO’ların ortak özelliği, kontrollü manevraları. Akıllı varlıkların kullandığı izlenimi uyandırıyorlar. 

Uzay paslaşmaları

Pentagon videolarındaki UFO görüntüleri çok net değil ancak ilginç şekilleri ve sıradışı manevraları dikkat çekiyor. Pentagon’un açıklamasının hemen ardından Japon Savunma Bakanlığı, olası bir UFO karşılaşması için Japon Hava Kuvvetleri’ne protokol önerisinde bulundu. Japon yetkililerin beyanatlarıysa çelişkili, şahsen inanırım diyen de var, inanmayan da...

Zamanlama manidar

Japonya ile ABD’nin uzay üzerinden paslaşması yeni değil. ABD Uzay Kuvvetleri ocak ayında göreve başlarken Japonya eşzamanlı bir açıklama yaparak, kendi uzay kuvvetlerinin nisan ayında faaliyete başlayacağını duyurmuştu. Uzay kuvvetlerinin asli görevi uyduları korumak ve istihbarat. Elbette olası ‘uzaylı saldırılarına’ karşı savunma tedbirleri de bulunuyor.

Dolayısıyla Pentagon’un UFO videoları yayımlaması, Uzay Kuvvetleri’nin Amerikan halkının gözündeki yerini sağlamlaştırıyor. Ayrıca seçimler yaklaşıyor ve Başkan Trump’ın desteklediği 2024 tarihli

Yazının Devamını Oku

Sanal gerçeklik sosyal mesafe tanımıyor

23 Mayıs 2020
Önümüzdeki aylarda ‘ev yapımı sanal gerçeklik oyunları’nda bir altın çağ yaşanabilir. Giderek daha fazla insanın oyun tasarımına yönelmesiyle bir paralel dünya yaratılması kuvvetli olasılık...


Yıl 2043... Ekim ayının son günleri... Ramazan ayı bir kez daha mübarek bayramı müjdeliyor... Gelecekte de gelenekler olduğu gibi korunuyor ancak dünya düzeni fazlasıyla değişmiş. İnsanlık geçirdiği pandemilerin ardından yeni normlara alışmış. Sosyal mesafe artık zorunluluk değil, kolaylık unsuru haline gelmiş. Sanal teknolojiler, uzakta yaşayanlar arasında yepyeni yakınlıklar geliştirmiş. Geleceğin bayramlarında aile büyükleri artık hasret çekmiyor. Holografik ziyaretlerle bütün sülale sanal ortamda buluşuyor. Anneanesini özleyen dokuz yaşındaki bir Türk kızının geliştirdiği ‘Elöpen 2.0’ uygulaması bu bayram da revaçta. Uygulama holografik bir yansıtıcı ve insan teni hassasiyetindeki sanal gerçeklik eldivenleriyle çalışıyor. Küçükler büyüklerin elini öpmeye geliyor. Eldivenler hissiyatı olduğu gibi uzaktaki ninelerin ve dedelerin ellerine aktarıyor. Üstelik ufaklıkların yanağından makas alınca bayram harçlıkları Bitcoin hesaplarına anında yatıveriyor!

Yıl 2020... Modern dünyada ilk kez bir pandeminin orta yerinde Ramazan Bayramı yaşıyoruz. Az önce okuduğunuz mini bilimkurgu hikâyesindeki hayali teknoloji için onca sene ileri gitmeye gerek yok.

Video marifetiyle yapacağımız ziyaretlerde büyüklerimiz belki de şaka yollu kameraya ellerini uzatacaklar ve o lavanta kokulu eller sembolik olarak uzaktan öpülecek...

Sanal gerçeklik dünyasıysa şimdiden pandemi döneminin alternatif realitesi haline gelmeye başladı. Geçen hafta ABD’deki çevrimiçi oyunların son yılların en kârlı çeyreğini geçirdiği haberi geldi. Ocak-mart arasında 10.86 milyar dolarlık hasılatla bir önceki yıla göre yüzde 9 oranında büyüme sergilenmiş. NPD Games endüstri analisti Matt Piscatella, Tech Crunch’a verdiği demeçte insanların oyunları sosyalleşmek için kullandığını anlatıyor: “İnsanlar oyunları sadece eğlence amaçlı değil, aileleri ve arkadaşlarıyla bağlantıda kalmak için kullanmaya başladılar.”

Çoğunlukla konsol, mobil ve PC ortamında oynanan oyunlar arasında sanal gerçekliğin ayrı bir yeri var. İlk önceleri sadece görsel ve işitsel duyulara hitap eden, teknoloji geliştikçe dokunma duyusuna da yönelen VR ortamı, dış dünyanın kısıtlı olduğu günümüzde gerçekliği yeniden tanımlıyor. Steven Spielberg’in yönettiği ‘Ready Player One’ filminde gelecekte insanlar sanal gerçeklikte yaşıyor, hayatlarının her anını kaskları ve eldivenleriyle geçiriyorlardı. Elbette böylesi distopik bir dünyaya öykünmek istemeyiz. Yine de karantina realitesinin gelecekte tekrar etme ihtimalini düşününce sanal gerçeklik yaşamı kolaylaştıracak, hatta zenginleştirecek bir alternatif sunabilir.

Bir başka örnekse İngiltere’den... Wired dergisinin son sayısında karantinada bunalan bir yazarın çareyi sanal gerçeklikte arama hikâyesi var. Makalenin yazarı Tristan Cross, arkadaşlarıyla Zoom’da kadeh tokuşturmaktan tat alamayınca, en sevdiği lokal barın tıpkısını sanal gerçeklik ortamında tasarlıyor. Mekânı bire bir yansıtıyor ve arkadaşlarının hareketli avatarlarıyla ortamı canlandırıyor. Yazarın destek aldığı Playlines oyun firmasının sahibi Rob Morgan’a göre önümüzdeki aylarda ‘ev yapımı sanal gerçeklik’ oyunlarında altın çağ yaşanabilir. Daha fazla insanın oyun tasarımına yönelmesiyle bir paralel dünya yaratılması kuvvetli olasılık. Üstelik sosyalleşme ihtiyacımıza yanıt veren oyunlar sadece gençlerin değil, şimdilerde dışarıyı çok özleyen yaşlıların hayatına da yepyeni bir anlam katabilir.

Oyun dünyasındaki heyecan verici gelişmelerden biri de sanal konserler. Gerçek sanatçılar sanal platformlarda izleniyor. Amerikalı rap şarkıcısı Travis Scott’ın nisan ayı sonunda Fortnite oyununda verdiği 10 dakikalık konser tam bir milat niteliğinde. Travis Scott oyunun geçtiği şehre uzay gemisiyle geliyor ve sahnede dev bir avatarla beliriyor. Performans muhteşem görsel efektlerle sürerken, oyuncular Travis Scott’ı en iyi açıdan izlemek için yarışıyorlar ve dans ediyorlar. Son zamanların en etkileyici dijital işlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim... Konseri YouTube’da ‘Travis Scott Fortnite Astronomical’ aramasıyla bulup farklı oyuncuların gözünden izleyebilirsiniz. Sanal ortamdaki konser potansiyelini fark edenlerden biri de Playstation üreticisi Sony. Müzik kataloğunda dünyaca ünlü sanatçılar olan Sony Music, yakın gelecekte turneleri sanal ortama taşıyacak. Böylece sevilen sanatçıların efsanevi konserlerini herkes izleyebilecek.

Yazının Devamını Oku

Kim beyninde ‘çip’ ister?

17 Mayıs 2020
Bilim dünyasının uzun zamandır gündeminde olan beyin implantları gerçek olmak üzere. Elon Musk, geçen hafta katıldığı bir yayında, kurucusu olduğu Neuralink şirketinin bir yıla kalmadan ilk beyin implantını gerçekleştireceğini duyurdu.


Beyin implantları, bilimkurgu dizilerinden bildiğimiz bir teknoloji. Tıp endüstrisi, mühendislik, bilgi işlem, teknoloji şirketleri, hatta savunma ve istihbarat teşkilatlarının ilgi alanına giriyor.  Sahiden kim kafatasını deldirip beyninin içine elektronik bir devre taktırmak ister?

Bu sorunun tıp dünyasında makul yanıtları var. Beyin hücreleri olan nöronlar arasında veriler, ‘ateşleme’ tabir edilen yolla iletilir.

Hasar gören nöronlar yanlış ateşlemeler yapıp ortalığı karıştırabiliyorlar. Kaza sonucu oluşan beyin hasarlarının, alzheimer, parkinson gibi hastalıkların ve depresyon, travma, felç türevi sendromların implantlarla tedavileri araştırılıyor. İmplantlar çok ince tel şeklinde mikro elektrotlar ve devrelerden oluşuyor. Nöronların etrafına yerleştirilen elektrotların, ateşlemeleri yeniden düzenleyerek beyni doğal işleyişine kavuşturması amaçlanıyor. Buraya kadar her şey normal... Ama Musk, sadece beyin hastalıkları için cebinden 100 milyon dolar yatırıp bir şirket kurar mıydı? Elbette hayır. Teknoloji şirketlerinin beyin-bilgisayar arayüzüyle ilgili farklı bir ajandası var. Nihai amaç, insan beynini üstün özelliklere kavuşturmak. Hafızayı geliştirmek, hesaplama gücünü arttırmak, beyin gücüyle bilgisayarları, ağları ve cihazları yönetebilmek gibi fütüristik planlar yapılıyor.

Elon Musk, şirketi Neuralink’in uzun vadede ‘yapay zekâyla simbiyoz’ hedeflediğini söylüyor. Bu, beyinle yapay zekâyı ortak yaşam formu haline dönüştürmek demek. Üstelik böylece yapay zekânın insanlığı yok etme tehdidine karşı güvende olacağımızı ima ediyor.   

Süper insan olma düşüncesi ilk bakışta cazip. Ancak beynin kimyası nedeniyle incecik elektrotların daima sağlam kalabileceğinin garantisi yok. Enfeksiyon kapma ve bünyenin reddetme ihtimali var.

İşin etik boyutu da ayrı bir tartışma konusu. Teknoloji filozoflarına göre hepimiz çoktan ‘cyborg’ olduk bile! Cep telefonsuz yaşamayı hayal dahi edemiyoruz. Bluetooth, akıllı saatler... Tek fark bedenimize monte olmaması.

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ başımıza icat çıkardı...

10 Mayıs 2020
Her gün binlerce patent başvurusunun yapıldığı ABD Patent Ofisi’nde sıradan bir gündü... Bir yemek kabı ve uyarı lambası için yapılan başvurular diğerlerinden farklı görünmüyordu. Belgeler işleme konurken patent memuru bir tuhaflık fark etti. Buluşu yapan kişinin isminin yazması gereken yerde DABUS AI yazıyordu. Gizem sonradan çözüldü. İlk kez bir yapay zekâ tarafından patent başvurusu yapılıyordu!

Yakın zamanda ABD Patent Ofisi’nde meydana gelen bir başvuru hikâyesinin yeni dönemin başlangıcı olabileceği konuşuluyor. DABUS AI, Stephen Thaler isimli bir yapay zekâ araştırmacısının sahibi olduğu Imagination Machines (Hayal Makineleri) şirketinin personeli. Yapay zekâdan nasıl personel olur derseniz... DABUS, yakın zamanda Elon Musk’la gündeme gelen nöral bilgisayar ağları teknolojisinin gelişmiş bir sürümü. Imagination Machines şirketinde 10 yıldır araştırmalar yürüten Stephen Thaler geliştirdiği DABUS AI için ‘yaratıcı yapay zekâ’ tanımını kullanıyor. DABUS’un işi, yeni ürün fikirleri tasarlamak.

DABUS’un geliştirilmesini sağlayan teknoloji, nöronların ilişkilenme biçimini örnek alan bir dijital ağ sistemi. İleri düzey yapay zekâ çalışmalarında kullanılıyor. Geçmişte ilk örnekleri yabancı dilleri çeviren yazılımlarda yer alıyordu. Gelecekteyse insan zihnini ve hafızasını saklayabileceği düşünülüyor. Fütüristik hayallerin ucu, Johnny Depp’in başrol oynadığı ‘Transcendence’ (‘Evrim’) filmindeki gibi bilinci bilgisayara aktarıp sonsuz bir hayat yaşamaya kadar varıyor. Filmde Depp’in canlandırdığı karakter, bilinci bilgisayara aktarıldıktan sonra interneti ele geçirip şeytani bir güce kavuşuyordu. Aslında başta masum bir adamdı, umarım Elon Musk da bir gün öyle olmaz!

Neyse ki şimdilik DABUS’tan çekinecek bir durum yok. Kendisi henüz amatör bir zanaatkârdan daha ‘yaratıcı’ değil. Ancak türdaşları arasında özel bir yeri var. Patent almak istenen yemek kabı ve uyarı lambasını makine öğrenimiyle topladığı verilerle orijinal olarak tasarlamış. DABUS’un ‘ustası’ Stephen Thaler’in yemek kaplarına veya uyarı lambalarına özel bir ilgisi yok. Bu bağlamda DABUS’un tasarımı kendi başına geliştirdiğini söylemek mümkün ancak mesele kavram yaratmaya gelince işler değişiyor.

Bir konsept yani kavram yaratmak insan beynine has diye bilinir. Kavram geliştirmek; olaylar ve doneler arasında önceden var olmayan bir ilişkiyi yakalamakla başlar. Çoğunlukla ihtiyaç sonucu ortaya çıkar. Kavramı anlamlı hale getiren, bu ortak ilişkinin herkes tarafından benimsenmesidir. Örneğin; bir masa, yerde toz toprak içinde yemek yiyen eski insanlar için kavramsal bir ihtiyaçtı. Birisi yere dört dal saplayıp üzerine taşı oturtarak yemeği yerden yükseltince masayı icat etmiş oldu. Dolayısıyla kavram, icat yapmanın önkoşulu sayılır. Soyut kavramlarsa daha sofistikedir.Yaratıcı yapay zekâ DABUS AI, iki ‘icadı’ için de patent alamadı.

Düşüncelerin ve inançların ilk adımı olan kavram yaratmak, her yönüyle insan bilincine özgüdür. DABUS gibi yaratıcı yapay zekâların sıfırdan kavramlar yaratma yerine, var olanları geliştirebileceği düşünülüyor. Mucit olmayabilirler fakat mevcut kavramlara nitelik kazandırabilirler. Bunun en güçlü örneği, materyal geliştiren algoritmalar. Northwestern Üniversitesi’nde yapılan yapay zekâ araştırmaları sayesinde artık laboratuvara girmeden hangi bileşenlerin kullanılacağı tahmin edilebiliyor. Yeni bir materyal geliştirmenin klasik yolu deneme yanılma yöntemiydi. Zanaatkârların sezgi ve tecrübeleri yol gösterirdi. Beton, bu yöntemle bulunmuş bir materyal örneğidir. Kimi zaman da süreç yıllar alabiliyordu. Madam Curie, 25 yıla varan deneme yanılma çabalarıyla radium’u bulmuştu. Oysa artık madde bileşenleri veritabanlarında toplanıyor. Yapay zekâ tarafından süper iletken, güneş enerjisi toplayan, dayanıklı camlara dönüşebilen nanomateryaller geliştiriliyor. Yapay zekânın formüle ettiği materyaller, geleceğin teknolojilerini hızlandıracak. Ancak ne yazık ki hiçbir yapay zekâ, bunu yapabildiğini bilemeyecek.

DABUS AI’ın patent başvurusu ABD’nin yanı sıra Avrupa ve İngiltere patent ofislerinden de geri döndü. Hukuki sebebi patentlerin yalnızca gerçek insanlara verilmesi. Firma adına patent alınacaksa kişinin kurum çalışanı olduğunu belgelemesi gerekiyor. İnsan olmadığı için telif konusunda mağduriyet yaşayan yalnızca yapay zekâ değil. Ünlü maymun Naruto, yaşadığı parka ziyarete gelen fotoğrafçının kamerasıyla kendisini çekince ‘maymun-selfie’ olarak meşhur olmuştu. Fotoğrafçı daha sonra Naruto’nun kareleriyle kitap basınca park yetkilileri Naruto adına dava açtı. Naruto insan olmadığı için dava düştü ancak vicdanlı fotoğrafçı anlaşmaya vararak yüzde 25 telif ödemeyi kabul etti. Gördüğünüz fotoğrafsa telifsiz...

Yazının Devamını Oku