Umut Fırat Eroğlu

Twitch’te kara para aklama olayının arkasında ne var?

7 Kasım 2021
Geçen hafta dijital yayıncılık portalı Twitch’in Türkiye sitesinde bir kara para skandalı ortaya çıktı. Bu olayda para aklamaya video oyunu yayını yapanlar zemin sağlıyordu. Aslında oldukça basit bir yöntem. Sanal paranın ‘asıl sahibi’ suçlular ve rüşvetten vergi kaçırmaya nerelerde, nasıl kullanılıyor bakalım...

Twitch, oyun oynarken canlı yayın yapanların bağış yoluyla gelir elde ettiği bir ortam... Geçen hafta çalıntı kartlarla elde edilen kara paraların bağış süsüyle aktarıldığı ve daha sonra aktaranlar ve yayıncılar arasında bölüşüldüğü ortaya çıktı. #temiztwitch etiketiyle Twitter’da trend olan olayın yankıları sürüyor... Bit paraların kullanıldığı hadise, kripto piyasaların kirli parayla olan ilişkisini gündeme getirdi.

Bitcoin, 2008’de paranın gerçekliğini doğrulamak için bir bankaya ve de hükümete ihtiyaç olmaması idealiyle Satoshi Nakamoto mahlaslı, kimliği saklı kişi veya grup tarafından icat edildi. Dolaşıma girdiği 2009’dan bugüne değeri 66 bin katına çıkan Bitcoin’in varoluş amacı aslında yatırım aracı olmak değil, dijital para birimi olmaktı. Bugünlere kolay geldiği söylenemez...

Paypal’ın kurucularından, eski CEO’su Bill Harris gibi isimler, Bitcoin’in insanlık tarihinin en büyük sahtekârlıklarından biri olduğunu, balonun er ya da geç patlayacağını iddia ediyor. Elon Musk gibi spekülatörlerse gelecekte kripto paraların piyasaya hâkim olmasını kaçınılmaz olarak nitelendiriyor.

 

BİTCOİN ÖNCE DE VARDI

Her durumda Bitcoin’den fazlasıyla faydalanan bir grup var: Siber suçlular. Aslında siber suçlulara Bitcoin’in gerçek sahipleri diyebiliriz... Çünkü telefon uygulamanızda Bitcoin alıp satmaya başlamadan çok önceleri, internetin karanlık tarafında Bitcoin ile derin ticaretler yapılıyordu... Bitcoin’in çalışma prensibini hatırlayalım: Tüm kripto paralara örnek olan Bitcoin, merkeziyetten muaf ve dijital ortamda aktarıldıkça var oluyor. Bu yapıya blok zinciri (blockchain) deniyor. Blockchain teknolojisinde veri her zaman belirli bir sıralama yaklaşımıyla kayıt altına alınıyor. Değiştirilemez olmasının nedeni bu. Basit bir örnekle açıklayalım: Beş tane karton etiketiniz ve uzun bir ipiniz olduğunu düşünün. Etiketlerden birinin üzerine adınızı yazarak imzalıyorsunuz ve bu etiketi ipe geçiriyorsunuz. Sonra bir arkadaşınız da aynısını yapıyor ve etiketini aynı ipe geçiriyor. Bu işlemi beş arkadaşınızın hepsi tekrarlıyor. Artık elinizde belirli bir sırayla ilerleyen, her birinin üstünde bir kişinin adı ve imzası olan etiketlerin düğümlendiği bir ipiniz var. Blockchain kayıt sisteminde isimlerimiz veriyi, etiketler blok adı verilen yapıları, ipse zamanın akışını temsil eder. Yüksek işlem hacimli bilgisayarlar bu sıralamayı kontrol ederek işlemlerin tekil olduğunu kanıtlar. Bunun karşılığında da sistemden küçük bir ödül alır. Buna da madencilik denir.

 

Yazının Devamını Oku

Plumia ile küresel vatandaşlık mümkün

31 Ekim 2021
Dünyanın ilk internet ülkesi Plumia, gerçek vatandaşlık haklarına sahip olmayı ve diğer ülkeler tarafından tanınmayı hedefleyen dijital bir kolektif. Topluluğa katkıda bulunabilecek herkese açık olan Plumia’nın vatandaşı olmak için internet sitesini ziyaret etmek yeterli.

John Lennon ünlü ‘Imagine’ şarkısında sınırlara gerek olmayan bir gelecek hayal etmişti. Ütopik olduğunu elbette kendisi de biliyordu ancak hayalinin dijital dünyada bir gün gerçek olacağını acaba düşünmüş müydü? Dünyanın ilk internet ülkesi... Gezegen üzerinde hiçbir toprak bütünlüğü yok ancak vatandaşları dünyanın dört bir yanında memnuniyetle ağırlanıyor. Üstelik bu ülke, alım gücü ve refah seviyesi bakımından en ön sıralarda bulunuyor ve nüfusu her geçen gün daha da artıyor.

ALIM GÜCÜ YÜKSEK

İşlerini yanında taşıyan, freelance (bağımsız) çalışan ve sürekli seyahat halinde olmaktan hoşlanan insanlara dijital göçebe deniyor. Sayıları giderek çoğalan dijital göçebeler, ülkemize yabancı bir topluluk değil. Hatta Türkiye, kendi içinde dijital göçebeliği ilk deneyimleyen ülkelerden... Son yıllarda başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde yaşam kalitesinin azalmaya başlaması, sahil bölgelerine ve doğaya yakın kentlere akın başlatmıştı. Halen süren bu göç hali, pandeminin de etkisiyle ivme kazanmıştı. Türkiye’nin coğrafyası ve iklim çeşitliliği büyük şehirlerden kaçışı kolaylaştırıyor. Dünyadaysa dijital göçebeler dönemsel olarak farklı ülkelerde yaşamayı tercih ediyorlar. Kimileri iklim kuşağını takip edip yazın serin,  kışın tropik yerlerde yaşıyor, kimileriyse çalıştıkları projelere bağlı seyahat ediyor. Dünya üzerinde dijital göçebelerin sayısı 35 milyondan fazla. Kanada’nın nüfusuna eşdeğer bu rakam, birçok Avrupa ülkesindekinden daha büyük bir popülasyonu ifade ediyor.

Vatandaşlıkları haricinde hiçbir ülkeyle yerleşik bağı bulunmayan bu geniş topluluğun ortak özelliği, hepsinin çalışan insanlar olması. Aralarında girişimciler, finansçılar, yaratıcı işlerle uğraşanlar, influencer’lar, sanatçılar, broker’lar ve büyük oranda bilişim sektörü çalışanları var. Haliyle alım gücü ve refah seviyesi yüksek bir profil...

Yeni teknolojiye odaklanan etkinlik ve medya şirketi TNW’nun verilerine göre dijital göçebelerin ticari alışverişler dahil yıllık harcamaları 787 milyar dolar civarında. Bu rakam, refah seviyesi en yüksek 50 ülke arasında yer bulmalarını sağlıyor. Hal böyle olunca, dijital göçebeler turist çekmeye çabalayan ülkelerin ilgi alanına giriyor. Barbados, Bermuda, Kosta Rika gibi egzotik yerlerin yanı sıra Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı dijital göçebelere cazip olanaklar sunuyor. Bunlar arasında vize ve çoklu giriş-çıkış kolaylığı, gelir vergisi muafiyeti, devlet destekli konut gibi önemli imkânlar var.

Pekalâ, 35 milyonluk nüfusuna rağmen işsizlik oranı sıfır olan bu dijital milletin gerçek bir ülkesi olsa nasıl olurdu? İşte bu sorunun cevabını da yine dijital göçebelerden oluşan ve sayıları 1000’den fazla olan bir topluluk veriyor: Plumia. Dünyanın ilk internet ülkesi olan Plumia, gerçek vatandaşlık haklarına sahip olmayı ve diğer ülkeler tarafından tanınmayı hedefleyen dijital bir kolektif.

TÜM GÖÇEBELERE AÇIK

Yazının Devamını Oku

Anılarımızı modifiye etmeye hazır mıyız?

24 Ekim 2021
Geçen hafta Cambridge Üniversitesi’nden uzmanlar istemediğimiz anıları değiştirebilmenin, hatta belki silmenin mümkün olabileceğini açıkladı. Peki, bizi biz yapan tecrübelerimizse eğer, anılarımızı sildirmek kendimize ait bir parçadan da vazgeçmek değil midir?

Gözlerinizi kapatıp derin bir nefes alın ve kendinize sorun: Bir daha asla hatırlamak istemediğim ne var? Aklınıza hemen bir şey gelmediyse iyisiniz... Ancak bir ya da birkaç olay hatırlıyorsanız, bilinçaltınız bu olayların etkileriyle halen meşgul demektir.

Geçmişte olduğu halde algılarımızı etkilemeye devam eden olaylar, yani travmalar, yaşadığımız gerçekliği şekillendiren başlıca unsurlar arasında. Travmaların izleri, benzer bir olay yeniden yaşandığında ona nasıl tepki vereceğimizi belirliyor.

Peki ya geçmişteki anıları değiştirebilseydik... Yeni bir çalışma, gelecekte bunun mümkün olabileceğine dair bulgular ortaya koyuyor. The Independent’ın haberine göre Cambridge Üniversitesi’nden araştırmacılar,  insanların anılarının değiştirilebileceğine, hatta unutturulabileceğine işaret eden bir protein keşfettiler. Bu gelişme, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) sendromundan mustarip olanlar için ümit verici.

Bilindiği üzere hafıza uzun ve kısa süreli olmak üzere ikiye ayrılıyor. Son araştırmalar, bağırsak ve kalbin de barındırdıkları nöron hücreleri vasıtasıyla ikinci ve üçüncü beyin işlevi gördüğünü gösteriyor. Bu organların, benliğin duygular ve sezgiler gibi zihin ötesi alanlarını idare ettiği düşünülüyor. Uzun süreli hafızaysa gerçeklik bazlı ve içgüdüsel bazlı olarak ikiye ayrılıyor. İlki olayları, yerleri ve kişileri; ikincisi duyguları ve kabiliyetleri hatırlıyor. Keşfedilen protein sayesinde içgüdüsel bazlı anıların değiştirebileceğini düşünen biliminsanları bu sayede TSSB hastalarına yardımcı olabilmeyi umuyor.

Söz konusu protein, belirli nöronları birbirine bağlayan bir mafsal görevi görüyor. Bu mafsal, iki nöron arasındaki bağlantının gücünü belirleyen reseptörlere destek oluyor. Araştırmacılar, proteini baskılayarak nöronlar arasında oluşan bağlantıyı zayıflatmayı umuyor... Böylece anlık bir olayın geçmişteki travmaya ulaşacak yolunun kesilebileceği düşünülüyor. Hemen akla “Ya hafıza kaybına yol açarsa” sorusu geliyor. Araştırmacılar bu ihtimali yüzeysel düzeyde farelerde test etmeyi başarmışlar. Hayvanların yemek almak için ‘tıklattığı’ bir düzenek hazırlanarak her tıklamada küçük bir elektrik şoku verilmiş. Elektrik şoku, fareler için korku duygusuyla ilişkilenmiş. Her şoktan sonra proteini baskılayan ‘proponalol’ maddesi uygulanan farelerin korkuya kapılmadıkları gözlenmiş. Üstelik hayvanların hafıza kaybı yaşamadıkları da kayda geçmiş.

KİŞİLİĞİMİZ GELİŞİYOR

Araştırmanın başındaki Dr. Amy Milton, hayvanlarla benzerlik taşımasına rağmen insan beyninin çok daha karmaşık yapıda olduğunu hatırlatarak ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ (Sil Baştan) filmindeki gibi anıların toptan silinmesinin mümkün olmayacağını belirtiyor: “Ama zamanla hayvanların anılarını modifiye edebileceğimiz faktörleri belirlemeyi ve bunu insanlara yorumlamayı umuyoruz.”

Yazının Devamını Oku

Dijital dünyada âlem var âlem içinde...

17 Ekim 2021
Bir binaya, parka veya köprüye iliştirilmiş incecik kablolar çarparsa gözünüze şaşırmayın. Çünkü kısa süre önce internetin ‘kesintisiz’ bir kaynak olmadığını hatırlatan şebeke arızaları, birtakım sivil girişimleri beraberinde getirdi. Bu sayede bölgesel bir kesinti durumunda bile internete bağlanabiliriz.

Önceki haftanın büyük kesinti hadisesinin yankıları halen sürüyor... Facebook, Instagram ve WhatsApp’ın 6 saat ulaşılamaz hale geldiği ‘network’ arızasının fazla gündeme gelmeyen ilginç bir yönü, beraberinde ulaşılamaz hale getirdiği diğer mecralar. Dünyanın dört yanında sürekli kullanılan bu platformlara erişimin kesilmesiyle meraka kapılan milyonlarca insan, durumu araştırmak için belli başlı sitelere yüklenmişti. Aralarında Reddit, Is it Down, hatta Twitter’ın yer aldığı pek çok platforma ani trafik yüklenmesi gerçekleşmiş; kimi sitelerin yavaşlamasına, kimilerinin de çöküntü yaşamasına neden olmuştu.

Yakın zamanda yaşanan bu olay, internetin ‘kesintisiz’ bir kaynak olmadığını hatırlatırken alternatif arayışlarını da gündeme getirdi. Büyük sunucuların çökmesi ve kapsamlı şebeke arızaları, teknolojinin doğası gereği öngörülebilir durumlar. Ancak doğal afetler, toplumsal olaylar, engellemeler, hatta büyük festivaller bile internetin ‘dengesini’ bozabiliyor. Böyle durumlarda iletişimin devam edebilmesi için ortaya çıkan sivil girişimlerden biri ‘Mesh’ ağları... ‘Mesh’in sözlükteki kelime karşılıkları arasında birbirine geçmek, iç içe geçmiş sistem ifadeleri sıralanıyor.

Aktivist bir tavırla kurulan Mycelium Mesh Project, internetin engellendiği ortamların iletişim alternatiflerinden... Mycelium, internet dışı protokolleri kullanan, metin tabanlı bir mesaj sistemi kurguluyor, ABD’nin şehir bölgelerine yerleştirecekleri bağlantı nod’larıyla (Nod, bağlantı noktası anlamına geliyor) sistemi hayata geçirmeyi planlıyor. Terk edilmiş bina, köprü, park gibi yerlere monte edilen güneş enerjili modemlerle aktarıcı nod’lar oluşturuluyor. Nod’lar herhangi bir toplumsal olay veya doğal afetle ilgili kesinti durumunda anlık olarak da yerleştirilebiliyor. Mycelium kolektifi, Atlanta’da kurdukları 20 kilometre genişliğindeki ilk ağın test sürümünde istenen başarıya ulaşmış.

New York kökenli NYC Mesh’se intranet vasıtasıyla daha gelişmiş bir network alternatifi kurguluyor. ‘Dahili internet’ olarak bilinen, kurumsal yapılarda kullanılan intranet, ağ arayüzüyle bilgiye erişim sağlar. NYC Mesh, şehir bölgelerine yerleştirilen nod’lar aracılığıyla bağımsız intranetler kuruyor. Bölgesel bir kesinti durumunda insanların kendi aralarındaki internete bağlanması amaçlanıyor. NYC Mesh, şehre yerleştirilen bağımsız nod’ları ‘süpernod’ denilen sunuculara bağlayarak internete ulaştırabiliyor.

Aktivist bir tavırla kurulan bu girişimler internetin engellendiği bölgelerde iletişim için bir alternatif sunuyor.

Günümüzde emekleme adımları atan yeni bağlantı modellerinin 10 yıl içinde gelişip alternatif ağlar yaratabileceğini öngörmek mümkün. Büyük resme bakınca sosyal yaşamın dinamiklerini belirleyen iletişim ve ekonominin merkezilikten uzaklaşmaya başladığını görüyoruz. Şimdilerde yatırım imkânlarıyla heyecanlandıran dijital coin’ler gelecekte parayı küresel ölçekte bağımsızlaştıran teknoloji olarak anılacak. Mesh ağları gibi veri iletişiminin, hatta internetin merkezi yapıdan ayrışmaya başladığı bir gerçekliğe ilerliyoruz. Kendi interneti, kendi dijital parası ve doğal kaynaklarıyla yaşayan dünya vatandaşları, acaba geleceğin toplulukları arasında var olabilir mi?

STARLİNK’E ‘ASTRO SÖMÜRGECİLİK’ İTHAMI

Yazının Devamını Oku

İğneyi Facebook’a, çuvaldızı kendimize batıralım

10 Ekim 2021
Hafta başında tüm dünya Facebook, WhatsApp, Instagram ve Oculus hesaplarına erişmekte güçlük çekti. Problem 6 saat gibi uzun bir sürede çözülünce kullanıcılar olası bir büyük çöküşe karşı alternatifler aramaya başladı. Facebook erişim probleminin altında yatan nedenler, insana “Sosyal medyada etrafımızı ‘yanlış bilgilerle’ çeviren illüzyon perdesini aralamanın vakti geldi mi?” diye sorduruyor.

Bir şirketin en kara günü nasıl olur? İşletme fakültelerinde örnek gösterilecek olsa, Facebook’un pazartesi günü yaşadıklarına rakip olabilecek bir emsal kolay bulunmazdı. Düşünün, bir süredir internete sızan gizli dokümanlarla şirketin güvensiz yapısını ifşa eden kişi, kimliğini açıklayarak daha ileri demeçler vermeye başlıyor. Birkaç saat içinde büyük bir network arızası baş gösteriyor ve milyarca insanın kullandığı Facebook, Instagram, WhatsApp ve Oculus ulaşılmaz hale geliyor. Üstelik bunların hepsi, sosyal medyada tekel oluşturduğu iddialarıyla şirketi Instagram ve WhatsApp’ı satmaya zorlayan Federal Ticaret Komisyonu’na itiraz dilekçesi sunulduğu gün gerçekleşiyor.

Facebook’un sosyal medyada tekel yaratıp yaratmadığı halen bir tartışma konusu. Ancak sosyal yaşamımızı yönlendiren unsurları olduğu bir gerçek. Facebook’un yönetim politikaları ve algoritma stratejileri her gün kullandığımız, işlerimizi, hayatımızı yönettiğimiz
ana mecraların bizlere nasıl bir dünya yarattığını belirliyor. Dokümanları internete sızdıran muhbir Frances Haugen, mayısa kadar Facebook’un ürün müdürlüğünü yapan isim. Geçmişte Pinterest, Yelp, Google gibi teknoloji devlerinin bünyesinde aynı görevi icra etmiş, sosyal medyayı çok iyi tanıyor. Kendisini alarma geçiren durumu “Birçok sosyal ağ gördüm fakat Facebook’taki durum daha önce karşılaştığım her şeyden çok daha kötü boyuttaydı” şeklinde ifade ediyor.

Okuyacaklarınız doğrultusunda Facebook’u ‘kötü niyetli bir şirket’ olarak yaftalamak adaletsizlik olur. Çünkü Instagram ve WhatsApp ile birlikte Facebook’un insanlığa her yönden iletişim özgürlüğü ve fırsat eşitliği sunan serbest teknoloji araçlarından biri olduğunu kabul ediyoruz. Platformları kullanmaya elbette devam edeceğiz. Madalyonun diğer yüzündeyse kârlılığı her şeyin önüne koyarak amacından sapan bir yapının ‘istemeden de olsa’ insanlığa nasıl zarar verebileceği gerçeği yatıyor. Facebook’un durumunu, sermaye düzeninin küresel ölçekte nasıl çarpıklaştığı yönünden okumakta fayda var. Bir noktada iğneyi Facebook’a, çuvaldızı kendimize batırmayı düşünebiliriz. Aynı güne denk gelen büyük kesintiyse kalıcı alternatifler düşünmeye başlamamızı söyleyen bir işaret belki de. Acaba sosyal medyada etrafımızı ‘yanlış bilgilerle’ çeviren illüzyon perdesini aralamanın vakti mi geliyor?

‘NEFRET DUYGUSU ETKİLEŞİMİ ARTTIRIYOR’

ABD’nin en köklü ve etkili haber programı olan 60 Minutes’a konuk olup sızdırdığı belgelerin gerçekliğini doğrulayan Haugen, sosyal medya devinin yol açtığı toplumsal vahameti anlattı. Teknoloji blogu Gizmodo’nun röportajı analiz ederek 9 başlık altında topladığı korkutucu gerçekler arasından en çarpıcı olanları paylaşıyorum.

*

Yazının Devamını Oku

İnsan ve makine arasında tuhaf yakınlaşmalar

3 Ekim 2021
Sanal Yakınlık Sistemi, insan-makine ilişkisine yeni bir boyut katarken işin etik yönünü sorgulatıyor... Sanal influencer Rozy’ninse hem global müşterileri hem de takipçi sayısı her geçen gün artıyor...

İnsan ilişkilerinin akışta ilerleyen, senkronize bir doğası var. Kendimizle uygun titreşimde insanlarla yakınlaşır, ilham verici deneyimler yaşarız. Zıt kutuplarda olanlara çekilir, gelişim imkânı buluruz.  Yaşama anlam katan birlikteliklerde çoğu zaman kıymetli bir tesadüf rol oynar. Öylesi bir karşılaşma, denk gelme... Tesadüften öte, muazzam bir eşzamanlılık... Her şey sanki planlanmış ve olması gerektiği gibi aktığında, doğru bir buluşma olduğundan emin oluruz. 

Yeni yeni içinden çıkmaya başladığımız pandemi evresi, düzeni bir miktar değiştirmiş olsa da insan yakınlaşmalarının temel dinamikleri halen korunuyor. Gelgelelim, mesafe gerçeği ve evde kalma hali, ‘üçüncü türden bir yakınlaşma’ alanı açtı. Teknoloji marifetiyle insanı makinelerle temas noktasına getiren bu yeniliğe ‘Sanal Yakınlık Sistemi’ adı veriliyor. Bir diğer taraftaysa gerçekte var olmadığı halde onlarca büyük müşterisi ve on binlerce takipçisi bulunan, sanal bir fotomodel çıkıyor karşıma. Aynı gün biliminsanlarının dünyanın ilk dokunmatik hologramını geliştirdiği haberi önüme düşüyor. Öte âlem ‘metaverse’in hayli gündemde olduğu şu günlerde, yeni boyutlar kazanan insan-makine yakınlaşmasını gelin mercek altına alalım.

Sanal Yakınlık Sistemi (SYS), dijital literatüre geçebilecek bir terim. Futurism blog’unda karşıma çıkan örnek uygulama sanal cinsellik odaklı olduğu için adresini paylaşmıyorum. Konu kavramsal olarak ilgi çekici yenilikler barındırıyor. Sanal partner ve cinsellik konusu uzun yıllar bilimkurgu fantazileri arasındaydı. Sonunda gerçek oldu. Malum sektörün bir gerçeği olarak sistem öncelikle erkeklere hitap ediyor. Sisteme üye olan kullanıcılar kendi eşlerini kendileri yaratabiliyor. Üstelik 2 boyutlu fotoğrafı olan herhangi bir kişi modellenebiliyor. Hayali kurulan ünlüler, platonikler, ulaşılmaz olanlar... Sanal ortamda hararetli bir gerçeğe dönüşüveriyorlar! İşin etik boyutu elbette tartışmalı. Ayrıca her ay sitedeki canlı erotik yıldızlar oylanıyor ve seçilen insan modellenerek sisteme katılıyor. Uygulamanın ilgi çekici diğer özelliği, tam da konunun merkezinde olan makineyle temas noktası. Video veya sanal gerçeklik başlığıyla kullanılan sistemde, deneyimi daha ileri götürmek isteyenler için bir seks oyuncağı mevcut. Ayrı satılan aparat, sanal sahnede yaşananları eş zamanlı olarak fiziki dokunuşlara dönüştürüyor.

Bilimkurgu fantezilerinin gerçeğe varması heyecan verici ancak cinselliğin böylesine metalaşması ve tamamen maddeye gömülmesi içimde soru işaretleri uyandırıyor. İnsan ilişkilerindeki uyum birliğinin tasarlanabilir hale gelmesi, mucizevi eşzamanlılığın her istediğine ulaşmakla yer değiştirmesi... Bir diğer yandaysa cinselliğe ulaşamayan, engelleri bulunan bireylere sağlayabileceği açılımlar... Sanırım anahtar yine dengeyi bulmakta ve kendini bilmekte... 

SPONSORU CHEVROLET

Rozy, sosyal medyada başarılı olmak için ortalama bir influencer’dan çok daha az emek ve para harcıyor. Yine de 100’den fazla global müşterisi, Instagram’da 100 bin’e yakın takipçisi bulunuyor... Rozy’nin sırrı, gerçek biri olmaması... Bilgisayar grafikleri marifetiyle yaratılan Rozy, Kore menşeli Sidus Studio X medya şirketinin popüler yüzü. Rozy’nin şaşırtıcı derecede gerçek bir görünümü var, hasbelkader karşınıza çıksa ayırt edemeyeceğiniz düzeyde... Bu gerçekçi algısında paylaşımlarının da etkisi var. İnsan rakiplerinden farksız; doğum günü pastasını üflüyor, havuzda yüzüyor, tropik bir kafede dergisini okuyor, çölde ATV kullanıyor, ofiste çalışıyor, gün batımında spor yapıyor. Sanal bir karakter olduğu için olanakları sınırsız... Yine de insansı hissiyatını korumak için bir astronot yapmamışlar mesela, hep hayatın içinde...

Birçok karede Rozy, dünyaca ünlü giyim markalarının kıyafetlerini giyiyor. Sponsorları arasında moda ve güzellik markalarının yanı sıra Chevrolet gibi otomobil sektöründen isimler de var... Popülerliğinin yanı sıra Rozy’nin insan rakiplerine karşı yenilmez üstünlükleri bulunuyor. Koreli Rozy 22 yaşında ve doğal olarak hiç yaşlanmıyor... Sanal fotomodelin yaratıcılarından Sidus CEO’su Baek Seung Yeop’a göre bu onun uzun bir kariyere sahip olacağının göstergesi. Ayrıca işbirlikçi markalar için ultra güvenli bir model olduğunu belirtiyor: “Sanal insanlar asla endişe duyulacak skandallara karışmaz.” @rozy.gram profilinden sanal modeli ziyaret edip, mükemmel influencer nasıl olurmuş bakabilirsiniz!

Yazının Devamını Oku

Bir gezegen nasıl soğutulur?

26 Eylül 2021
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda son 10 yıldır en önemli konu küresel ısınmanın önüne nasıl geçileceği... Daha birkaç ay önce Antarktika buz sahanlığından dünyanın en büyük buzdağı koptu, yani kaybedecek vakit yok! Hal böyle olunca, devreye ‘çılgın proje’ler olarak anılan jeo-mühendislik fikirleri giriyor.

Dünyamızın ayarının şaştığı antropojen çağında çılgın biliminsanlarına ve fikirlere gün geçtikçe daha çok yer açılıyor. En basit haliyle, uzay boşluğunda devasa bir ateş topunun yanı başında, vaktiyle serin ve yaşam dolu, şimdiyse giderek ısınan ve kuruyan bir küremiz var. Küreyi ısıtan yalnızca biz olmayabiliriz ama ısının yüzeyde hapsolmasına sebep olacak her şeyi yapıyoruz.

1 Kasım’da başlayacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 26), 26 yıldır toplanıyor; son 10 yılın en önemli gündem maddesi, küresel ısınmanın önüne nasıl geçileceği... Her yıl büyük hedeflerle birtakım uzlaşmalara varılıyor ama buzullar hızla erimeye devam ediyor, her yaz yeni sıcaklık rekorları kayda geçiyor.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, çarşamba akşamı ABD ziyareti sırasında Birleşmiş Milletler liderlerine hitaben hararetli bir konuşma yaptı. Johnson, insanlığı ergenlik çağındaki bir çocuğa benzeterek “Artık büyümemiz gerekiyor. Dünya gezegeni duvardan duvara atabileceğimiz, kırılmaz, lastik bir oyuncak değil. Aksine bu kıymetli mavi kürenin yumurta kabuğu kadar narin bir yüzeyi ve bir tutam atmosferi var” mesajını verdi, ülkeler arası kolektif birlik çağrısında bulundu.

EN İYİ İHTİMALLE 2050’DE...

Geçen yıldan beri bir arpa boyu yol alınan karbon emisyonlarını azaltma sürecinde bu seneki konferansın daha etkili olması bekleniyor. Ama karbon emisyonunu küresel ölçekte ‘net zero’ denilen sıfır noktasına getirmemizin iyi ihtimalle 2050’yi bulacağı tahmin ediliyor. Henüz birkaç ay önce Antarktika buzullarından en büyük parçanın koptuğu düşünülürse, kaybedecek hiç vaktimiz kalmadığı aşikâr. Hal böyle olunca, ‘çılgın projeler’ olarak anılan jeo-mühendislik fikirleri devreye giriyor. İklimi ve atmosferi ‘hack’lemek’ şeklinde nitelendirilen jeo-mühendislik, gezegeni soğutmak için iki ana yol öneriyor: Atmosferdeki karbonu ayrıştırıp toplamak veya Güneş’ten gelen ısıyı azaltmak. Bu çılgın fikirlerden birkaçı şöyle:

Bulut beyazlatma: ABD’li araştırmacıların yakın zaman önce ortaya attıkları bu fikir bulutların yansıtıcı yapısını arttırmayı hedefliyor. Yüzeyler beyazlaştıkça ısıyı ve ışığı geri yansıtıcı özellik kazanıyor. Okyanus bulutlarına kristalize tuz partikülleri spreylenerek daha beyaz olmaları amaçlanıyor. Yoğun beyazlıktaki bulutlar Güneş’ten gelen ışınları uzaya daha çok geri yansıtabilecek.

Yazının Devamını Oku

Absürt bir gözlük hikâyesi

19 Eylül 2021
İnternette ‘mim’ kültürünün en sevdiğim karakterlerinden biri Khaby. Konuşmaz ve iki elini yana açıp mimikleriyle “İşte... Aslında ne kadar basit!” demiş olur. İnternetin bazen sınırları zorlayan absürtlüğüne karşı bir manifestodur... Facebook ve Ray-Ban işbirliğiyle geçen hafta piyasaya sürülen Ray-Ban Stories adlı ‘akıllı’ gözlüğü görünce gözümün önüne hemen Khaby geldi. Neden olduğunu anlatayım.

Mark Zuckerberg’in Facebook’u gelecekte bir ‘metaverse’ yani dijital ‘öte âlem’ şirketi olarak gördüğünü önceki haftalarda yazmıştım. ‘Metavers’in olmazsa olmazı, akıllı giyilebilir cihazlar ve sanal gerçeklik başlıkları... Facebook’un Ray-Ban ile ürettiği Stories akıllı gözlükler, ilk bakışta dijital öte âleme göz kırpıldığı hissi uyandırıyor. Ancak teknoloji âlemine ne yenilik kattığını ve kimin neden kullanacağını sorgulamamak elde değil. Ray-Ban Stories, yerleşik kamerasıyla günlük anıları kullanıcı gözünden kaydetmek için tasarlanmış. Klasik modelin köşesinde küçük bir buton ve hemen altında kamerası var. Dahili hafızası 30 saniyelik videolar ve 500’e yakın fotoğrafı kaydedebiliyor. 5MP kamera çözünürlüğü ‘eh’ seviyelerinde. Gelişmiş akıllı telefon kameralarına yaklaşamıyor... Ancak eller serbest çekim yapmaya ve anlık hikâyelere ‘kendi gözümden’ havası katmaya yarıyor. Bir de “Ellerim dolu ama mutlaka fotoğraf çekmeliyim” dediğinizde faydalı olmalı.

Facebook işin neresinde derseniz, Ray-Ban Stories fotoğrafları Facebook’un ‘View’ uygulamasına aktarıyor ve buradan paylaşılabiliyor. Gözlük sapındaki hoparlör ve mikrofonlar, sesli mesajları ve çağrıları dinlemeye, yanıtlamaya yarıyor. Sapından dokunmatik kontrol edilen gözlük, istenirse “Hey Facebook” komutuyla da aktive edilebiliyor. Sesli komutlar yalnızca kamera kontrolleriyle sınırlı. Hoparlörün müzikten ziyade sesli mesaj ve konuşma için tercih edilebileceği yorumlarına rastlıyorum. Sesi dışarı verdiği için ortalık yerde kullanmaya pek müsait değil. Akıllı gözlük dendiğinde akla hemen ‘casus teknolojisi’ gelir. İnsanları habersiz çekme sorunu ortada... Küçük beyaz bir kamera ışığı yandığı için Ray-Ban Stories’e casus gözlüğü diyemeyiz. Yine de açık havada fark edilmeyebilir.

TANITIM MALZEMESİ

Snapchat’in 2016’da piyasaya sürdüğü ‘Spectacles’ gözlüğünü hatırlarsınız. Kameralı gözlük Spectacles çıktığında bir heyecan dalgası yaratmış fakat sonra esamesi okunmaz olmuştu. Snap Inc. yakın zamanda gözlüğü yeniledi ve yalnızca yaratıcı dijital içerik üreticilerine sundu. Google Glass ise büyük vaatlerle akıllı gözlük pazarını yaratıp şirketin en başarısız girişimi olarak tarihe karışmıştı. Öyleyse Facebook ve Ray-Ban’in gururla sunduğu bu gözlük neye hizmet ediyor? Şahsi yorumum; her iki firma için de iyi bir tanıtım malzemesi. Facebook, popüler bir yaşam stili markasıyla birlikte anıldığında ‘hayatın içindeyiz’ hissi aşılıyor. Ray-Ban ise ürün gamına teknoloji aroması katmış oluyor. Smart unvanına kavuşuyor. Halbuki çok da akıllı sayılmaz. 5 yıl önceki teknolojiyi ısıtıp yeniden sunuyor. Tek farkı; iyi bir güneş gözlüğü olması. Hoparlörlü güneş gözlüklerinin çok daha iyisini Bose iki yıl önce yapmıştı. Eller serbest kaliteli görüntü çekmek için GoPro ve onlarca mini kamera var... “Hey Facebook, fotoğraf çek” demeyle de pek akıllı olunmuyor. “Hey Ray-Ban!” dense en azından havalı olurdu. 299 dolara satılan bu yeni gözlüğü kim ne yapacak? İşte tam bu anda Khaby’nin elleri iki yana açık, o meşhur ifadesi gözümün önüne geliyor!

AKILLI TELEFONA RAKİP OLABİLİR Mİ?

Teknoloji devi Xiaomi, geçen hafta yeni bir akıllı gözlük konsepti tanıttı. Gözlüğün önemli özelliği akıllı telefona ihtiyaç duymadan kendi başına çalışabilmesi. Tek renkli ekranına WaveGuide teknolosiyle metin mesajları ve basit imajlar yansıtabiliyor. Fotoğraf çekebiliyor, sesli komut alabiliyor ve arttırılmış gerçeklik uygulamalarıyla navigasyon sistemlerine entegre olabiliyor. Henüz konsept olarak geliştirilen gözlüğü Xiaomi, gelecekte akıllı telefonlara alternatif yaratabilecek bir cihaz olarak tanımlıyor.

Günlük alet edevata bir-iki küçük teknoloji eklendi mi ‘akıllı’ oluveriyor. Görünüşte her yanımız yapay zekâ dolu. Bilimsel anlamda gerçek bir yapay zekânın ortaya çıkmasına 5-10 yıl var.

Yazının Devamını Oku