Paylaş
Dünyamızın ayarının şaştığı antropojen çağında çılgın biliminsanlarına ve fikirlere gün geçtikçe daha çok yer açılıyor. En basit haliyle, uzay boşluğunda devasa bir ateş topunun yanı başında, vaktiyle serin ve yaşam dolu, şimdiyse giderek ısınan ve kuruyan bir küremiz var. Küreyi ısıtan yalnızca biz olmayabiliriz ama ısının yüzeyde hapsolmasına sebep olacak her şeyi yapıyoruz.
1 Kasım’da başlayacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 26), 26 yıldır toplanıyor; son 10 yılın en önemli gündem maddesi, küresel ısınmanın önüne nasıl geçileceği... Her yıl büyük hedeflerle birtakım uzlaşmalara varılıyor ama buzullar hızla erimeye devam ediyor, her yaz yeni sıcaklık rekorları kayda geçiyor.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson, çarşamba akşamı ABD ziyareti sırasında Birleşmiş Milletler liderlerine hitaben hararetli bir konuşma yaptı. Johnson, insanlığı ergenlik çağındaki bir çocuğa benzeterek “Artık büyümemiz gerekiyor. Dünya gezegeni duvardan duvara atabileceğimiz, kırılmaz, lastik bir oyuncak değil. Aksine bu kıymetli mavi kürenin yumurta kabuğu kadar narin bir yüzeyi ve bir tutam atmosferi var” mesajını verdi, ülkeler arası kolektif birlik çağrısında bulundu.
EN İYİ İHTİMALLE 2050’DE...
Geçen yıldan beri bir arpa boyu yol alınan karbon emisyonlarını azaltma sürecinde bu seneki konferansın daha etkili olması bekleniyor. Ama karbon emisyonunu küresel ölçekte ‘net zero’ denilen sıfır noktasına getirmemizin iyi ihtimalle 2050’yi bulacağı tahmin ediliyor. Henüz birkaç ay önce Antarktika buzullarından en büyük parçanın koptuğu düşünülürse, kaybedecek hiç vaktimiz kalmadığı aşikâr. Hal böyle olunca, ‘çılgın projeler’ olarak anılan jeo-mühendislik fikirleri devreye giriyor. İklimi ve atmosferi ‘hack’lemek’ şeklinde nitelendirilen jeo-mühendislik, gezegeni soğutmak için iki ana yol öneriyor: Atmosferdeki karbonu ayrıştırıp toplamak veya Güneş’ten gelen ısıyı azaltmak. Bu çılgın fikirlerden birkaçı şöyle:
Bulut beyazlatma: ABD’li araştırmacıların yakın zaman önce ortaya attıkları bu fikir bulutların yansıtıcı yapısını arttırmayı hedefliyor. Yüzeyler beyazlaştıkça ısıyı ve ışığı geri yansıtıcı özellik kazanıyor. Okyanus bulutlarına kristalize tuz partikülleri spreylenerek daha beyaz olmaları amaçlanıyor. Yoğun beyazlıktaki bulutlar Güneş’ten gelen ışınları uzaya daha çok geri yansıtabilecek.
Buzul battaniyesi: İsviçre’nin Titlis Dağı’ndaki buzulların son 10 yılda büyük oranda erimesi, yerel yöneticileri harekete geçirdi. Çareyi buzulların üzerini dev yansıtıcı ‘battaniye’lerle örtmekte bulan mühendisler, alüminyum buz torbalarına benzeyen özel üretim kumaşlardan binlercesini birbirine dikti. 14 futbol sahası büyüklüğünde dev bir battaniye, buzulun üzerine örtüldü. Bölgenin kayak merkezi tarafından finanse edilen proje, küresel ısınmanın yarattığı çaresizliği vurgulayan çarpıcı bir örnek.
Karbon emme fabrikası: Eylül başında İzlandalı mühendisler, dünyanın en büyük karbon emme cihazını devreye soktu. Enerji anlamına gelen ‘Orka’ isimli fabrika, büyük pervaneleri ve özel filtreleriyle yılda 4.400 ton karbonu emip toprak altına gömebiliyor. Bu, 870 otomobilin saldığı egzoz miktarına denk... Küresel ölçekte çok küçük bir rakam olsa da bir yerden başlamak adına faydalı.
Uzay gölgeliği: Gezegenimizi Güneş’in yakıcı ışınlarından korumayı planlayan akıl almaz bir proje de uzay gölgeliği. İskoçyalı biliminsanlarının ortaya attığı oldukça uçuk bir fikir... Yörüngemizdeki bir asteroide uzay aracı indirerek Dünya’ya yaklaştırdıktan sonra üzerindeki göktaşı tozlarını yörüngeye serpiştirerek güneş ışınlarını perdelemek hedefleniyor. Daha makul bir fikirse Dünya-Ay-Güneş arasındaki lagrange noktası adı verilen görece stabil yerçekimi noktasına ince karbon fiberden büyük bir gölgelik yerleştirmek. Bu ‘Dev Uzay Gölgeliği’ güneş ışınlarının az bir kısmını filtreleyebilse de küresel ısınmada kritik olan 1.5 derece hedefi için yardımcı olabilir.
Yapay yanardağ: Riskli bir başka gölgelik fikriyse, yanardağ püskürtülerini taklit ederek atmosfere sülfür tozları serpiştirmek ve güneş ışınlarını süzecek bir katman yaratmak. Yanardağlar senkronize biçimde patladığında atmosfere yayılan dumanlar, Dünya’yı buzul çağına sokabilecek düzeyde güneş ışınlarını bloke edebiliyor.
MU KITASI BU YÜZDEN Mİ BATMIŞTI?
İklimin ince ayarlarıyla oynamanın uzun vadede nasıl sonuçlara yol açabileceği bilinmiyor. Örneğin güney yarımkürede sıcaklıkları düşürmeye yönelik bir girişimin kuzey yarımkürede devasa fırtınaları tetikleme riski bulunuyor. Atmosfere yönelik projelerin geri dönüşü olmayacak değişimlere ve felaketlere yol açma ihtimali de var. Birçok biliminsanı jeo-mühendislik tabanlı girişimlerin hiç yapılmaması gerektiğini savunuyor. Ezoterik kaynaklarda sözü edilen, vaktiyle Atatürk’ün de araştırttığı kayıp kıta Mu’nun benzer bir hikâyesi var. ‘İlahi Nizam ve Kâinat’ kitabında anlatıldığı üzere yüksek teknolojiye sahip bu medeniyet kendi amaçları doğrultusunda Dünya’nın manyetik düzenini değiştirme noktasına geldiğinde bir felaketi tetiklemiş ve Pasifik Okyanusu’ndaki kıta, üzerinde yaşayan milyonlarca insanla birlikte sular altına gömülmüş.
Paylaş