Umut Fırat Eroğlu

Dijital dünyanın pandemisi

11 Temmuz 2021
İnsanlığın virüslerle sınavı bitecek gibi değil! Yarattığımız dijital dünyanın da kendi virüsleri olacaktı elbet. İnsanlık, biyolojik salgının etkilerini yeni yeni atlatırken şimdide ‘Robin Hood maskeli’ korsanların başlattığı pandemiyle karşı karşıya: Fidye yazılımları!

Önceki cuma günü bilgi işlem tarihinde bir dönüm noktası gerçekleşti. Kayıtlara geçen en büyük organize bilgisayar korsanlığı, sayıları 26 bini bulan şirketleri ve çok sayıda ülkeyi etkiledi. ABD menşeli Kaseya yazılım firmasının ağına sızan REvil (ransom evil / fidye şeytanı) adlı hacker örgütü sisteme bir fidye yazılımı yerleştirdi. Kaseya’nın sistemini kullanan dünya çapında binlerce şirket doğrudan veya dolaylı yoldan etkilendi. Kimileri hizmetlerini yavaşlatmak durumunda kalırken tamamen kapanma noktasına gelenler oldu. Firmalar maddi kayıp ve müşteri mağduriyetleri yaşadı. Yeni Zelanda’nın eğitim sistemi ve İsveç’in ulusal demiryollarıyla mağaza zincirlerinde büyük aksamalar gerçekleşti. Mayıs ayında ABD merkezli Colonial Pipeline adlı boru hattı şirketini hedef alan fidye yazılımı saldırısı benzin istasyonlarının kapanmasına neden olmuş, ülkede yakıt kıtlığı baş gösterince kısa süreli kaos yaşanmıştı. Aynı anda birkaç ülkeye sirayet eden yeni REvil saldırısıysa fidye virüslerinin pandemi düzeyinde etki yaratabileceğinin kanıtı.

Boru hatlarını hedef alan saldırı, benzin istasyonlarının kapanmasına neden olmuş, ülkede yakıt kıtlığı baş gösterince kısa süreli kaos yaşanmıştı.

Fidye yazılımları bilgisayar korsanlığının vardığı son nokta. Yakın geçmişe kadar virüs dendiğinde çöken bilgisayarlar, silinen bellekler veya çalınan bilgiler akla gelirdi. Virüs atakları bir bakıma mikro terör saldırıları niteliğindeydi. Fidye yazılımlarıysa bilgisayarlara ve içindeki verilere hiçbir zarar vermiyor. Tıpkı rehinelerini korumak zorunda olan haydutlar gibi! Sistemi kilitleyip istenen fidye ödenmediği müddetçe kullanılamaz hale getiriyor. Ekranda korsanların hazırladığı fidye mesajıyla şifre kutusu görünüyor. Fidyeler kaynağı takip edilemediği için kripto paralarla ödeniyor. Sistemi yeniden açan şifre ‘dark web’ üzerinden iletiliyor ve iletişim yalnızca buradan sağlanıyor. 

Bu, korsanlık ‘mesleğine’ yeni bir boyut getiren bir yöntem. Meselenin çapı artık siber suçlulardan ibaret değil. Kara ticaret uluslararası ölçekte güç gösterisi haline geliyor. Güvenlik uzmanları şimdilerde tüm CEO’lara fidye yazılımlarına karşı hazırlıklı olmalarını öneriyor. Mayıstaki boru hattı saldırısını gerçekleştiren DarkSide grubu ve REvil fidye yazılımlarını herkese açık bir ‘hizmet’ olarak sunuyor. İngilizcede ‘Ransomware-as-a-Service’ deniyor. Yani imkânı olanlar fidye yazılımı araçlarını kiralayarak emellerine ulaşabiliyor. Rakiplerini tökezletmek ya da gözdağı vermek isteyenler, karşı tarafı anlaşmaya zorlayanlar, kaynakları sabote etmeyi amaçlayanlar ve daha nicesi...

‘KARŞILIK VERİLECEK’

Kimi organizasyonların çok farklı motivasyonları da oluyor. Örneğin DarkSide elde ettiği fidye gelirlerinin büyük bölümünü hayır ve eğitim kurumlarına bağışlıyor. Bir nevi Robin Hood’luk! DarkSide boru hattı saldırısından sonra yaşanan mağduriyetle ilgili  dark web’deki blog’ları üzerinden özür mesajı yayımlamıştı.

Yazının Devamını Oku

Kripto parayla sömürgecilik!

4 Temmuz 2021
Kripto para herkesin gündeminde. Yardım kuruluşları bile hem daha şeffaf hem de daha kolay olduğu için acil durumlarda ihtiyaç sahiplerine kripto parayla yardım gönderilmesi üzerine projeler geliştiriyor. Ancak kontrolsüzlük yeni bir tür sömürgeciliğe davetiye çıkarıyor.

Birkaç hafta öncesine kadar Bitcoin yatırımcıları yeni ‘altına hücum’ çağının zevkini tadıyordu. İşler birden tersine döndü. Dünyanın kripto paralar hakkında öğreneceği daha çok şey var. Yaşamın dinamiklerini dönüştürmeye muktedir kripto paralar, parayla ilişkimizi yenileyebilecek nitelikler sergiliyor. Öyle ki neo-kolonizasyon adı verilen yeni bir ekonomik sömürgecilik türüne bile alan açabiliyor. Anlatacağım hikâye bağımsız içerik mecrası Vice’ın teknoloji odaklı Mother-board kanalından...

Hikâye, Pasifik Okyanusu’ndaki ada cumhuriyeti Vanuatu’da başlıyor. Vanuatu, fırtınalar ve tayfunların eksik olmadığı bir iklim kuşağında... Sürekli insani yardıma muhtaç hale gelen 300 bin nüfuslu ülkenin ekonomisi doğal olarak fazlasıyla kırılgan. Birleşik Krallık menşeli yardım kuruluşu Oxfam, Avustralyalı bir akıllı uygulamayla ortak iştirakle Vanuatu’nun ekonomisine kripto para odaklı dijital çözüm getirmeye niyetleniyor. İhtiyaç sahibi insanlara blok zincir teknolojisiyle maddi yardım ulaştırmak isteniyor. Oxfam’ın sitesinde bir ifade var: “Kriz zamanlarında yemek, barınma ve diğer acil ihtiyaçları geleneksel biçimde gidermeye çalışmak her zaman en verimli yöntem olmayabilir. İhtiyacı olanlara doğrudan para dağıtmak lojistik olarak çok daha kolay, ucuz ve hızlıdır.” Tam bu noktada da blok zincir teknolojisinin altı çiziliyor.

ŞEFFAFLIK ADINA İDEAL AMA...

Kripto parayla yardım yöntemi ‘kupon’ sistemiyle çalışıyor. Banka kartı biçimindeki kripto para yüklü kuponlar ihtiyacı olanlara dağıtılıyor. Yoksul bölgelerde yaşayan çoğu insanın banka hesabı bile bulunmadığı düşünüldüğünde pratik bir düşünce... Bununla birlikte parayı kimin, ne kadar ve ne zaman harcadığı, ne satın aldığı gibi tüm ayrıntılar kayıtlı hale geliyor. Şeffaflık adına ideal görünse de uzmanlara göre bu tip bir ekonomiye geçiş kişisel bilgilerin mahremiyeti adına tam bir kâbus senaryosu.

Oxfam’ın çözüm önerisine farklı açılardan karşı çıkanlar da var. Blok zincir teknolojisinde uzmanlaşan akademisyen Pete Howson “Felaketin sona erdiğine karar veren yardım kuruluşundaki bir kişiden başkası değil” diyor ve ekliyor: “İnsanlar kendi ekonomik hükümranlığını yitiriyor.” Oxfam’ın projesi sadece bir örnek. Asıl konu uluslararası yardım kuruluşları arasında yayılan kripto trendi... Vice’a göre hükümetlerden bağımsız çalışan organizasyonlar ve yardım kuruluşları dolar yerine Bitcoin dağıtmanın daha verimli ve şeffaf olduğunu belirtiyor. Ancak teknoloji beraberinde sürekli gözetim, politik baskı, yerel ekonomik iradenin temelini sarsma ve yardımı alanların kaynak kullanımlarını kontrol olanağı yaratıyor. Eleştirenler işte bu fenomene ‘kripto sömürgeciliği’ adını veriyor. Gelişmekte olan birçok ülkede yer aldığını iddia ediyorlar.

TOPRAKLAR PARSELLENİYOR!

Yazının Devamını Oku

UFO’lar artık UFO değil

27 Haziran 2021
Dünya’nın gidişatından bunalanlara müjde! ‘Dünya dışı akıllı yaşam arayışı’ artık yalnızca meraklı araştırmacılarla gizli istihbarat birimlerinin merceğinde kalmayacak. UFO konuları anaakıma dahil olurken, biliminsanları da konuyla akademik düzeyde ilgilenebilecek.

Kimileri bunun yakın gelecekte ifşa edilecek çarpıcı bilgiler için bir ön hazırlık olduğunu düşünüyor. Kimileri “Uzaylıların gelişi yakındır” diyor, kimileriyse ABD-Çin-Rusya arasında hazırlıkları yapılan ‘Uydu Savaşları’ ve uzay savunma sistemleri için bir zemin hazırlandığını öne sürüyor. Hepsi olası... Gökyüzündeki fenomenal olayları son olarak gündeme getiren, mart ayındaki Pentagon açıklamasıydı. ABD askeri hava sahasında kaydedilen UFO görüntüleri resmi makamlarca ilk kez paylaşılmıştı. Daha sonra Pentagon, geçen cuma günü istihbarat kayıtlarıyla birlikte kapsamlı bir rapor yayımlayacaklarını ve tüm vakaları açıklayacaklarını bildirdi. Bu yazı baskıya girdiğinde hâlâ açıklanmamıştı. Pentagon’un merakla beklenen açıklaması UFO gözlemcileri için önemli iki tarihin arasına denk geliyor: Dünya UFO Günü 24 Haziran’da ve 2 Temmuz’da kutlanıyor. İlki, havacı Kenneth Arnold’un ABD’nin ilk kapsamlı UFO raporu olarak bilinen tanıklığını yayımladığı tarihe, ikincisi de birkaç gün sonra gerçekleşen ve ünlü Roswell olayı olarak bilinen, aynı isimli bölgeye bir UFO’nun çakıldığı rivayet edilen tarihe denk geliyor (1947).      

24 Haziran ve 2 Temmuz günleri Dünya UFO Günü olarak kutlanıyor.

HEPSİ ‘UZAYLI İŞİ’

Pentagon’un açıklamasında UFO’ların (yeni tabiriyle UAP’ların) uzaylılarla, yani Dünya dışı akıllı varlıklarla bağlantısına dair ifadeler yer alması beklenmiyordu. Tanımlanamayan Uçan Cisimler olarak bilinen UFO’lara artık UAP (Unidentified Aerial Phenomena / Tanımlanamayan Hava Fenomeni) denmesinin nedeni, gökyüzündeki sıradışı olayların uçan objelerle sınırlı olmaması. Işık huzmeleri, gökte beliren sembolik formlar, Dünya dışından gelen sinyaller gibi ‘uzaylı işi’ olduğu düşünülebilecek her şey bu kapsama giriyor.

NBC New York’un haberine göre araştırmacı, gazeteci, yazar Leslie Kean, UFO’lar konusunu uzun yıllardır inceleyen, hükümetlere bildiklerini ve bilmediklerini açıklamaları için baskı yapan etkili bir isim. Kean’a göre sır gibi saklanan bilgilerin sonunda resmi olarak açıklanması önemli bir kilometre taşı. ABD, askeri tatbikatlarının yapıldığı hava sahasında tanımlayamadığı uçan cisimlerin varlığını ve kendi teknolojisi olmadığını kabul edecek... Düşünün, ‘Süper Güç’ ABD’nin donanma gemilerinin tepesinde çok daha ileri teknolojiye sahip cisimler uçuşuyor. Ne oldukları bile anlaşılamıyor... Cisimlerin Rusya ve Çin ile bağlantısı her zaman akla gelen ihtimallerden. Bu iki ülkenin Pentagon raporuna nasıl tepki vereceği de merak konusu. Kean “Şayet bu cisimlerin Rus veya Çin veya Amerikan malı olmadığı yüzde yüz anlaşılacak olursa bu büyük bir olay olur. O andan itibaren ‘yeni bir dünya’dayız demektir.” sözleriyle raporun önemini ifade ediyor.

UAP’ler, ABD başkanlarının da gündem maddeleri arasında yer alıyor. Hillary Clinton, seçim yarışı sırasında Beyaz Saray’a girerlerse tüm UFO olaylarını ifşa edecekleri vaadinde bulunmuştu. Eski ABD Başkanı Obama, yakın zaman önce katıldığı bir TV programında Beyaz Saray’a adım attığı gün UFO’ları ve uzaylıları sorduğunu anlatmıştı ve açıklanamayan olayların varlığını doğrulamıştı. Eski Başkan Trump’ınsa konuya özel ilgisi olduğu biliniyor. Hatta iddialara göre Trump uzaylıların varlığını açıklayacak raddeye gelmiş fakat ‘kitlesel histeri’ yaratmaması için kararından vazgeçirilmiş... BBC’nin haberine göre bu iddiayı ortaya atan isim İsrail Savunma Bakanlığı’ndan Haim Eshed. Uzay İdaresi’nin eski başkanı Eshed “ABD hükümetiyle uzaylılar arasında bir anlaşma var” iddiasında bulunuyor ve ekliyor: “Burada deneyler yapmak için bizimle kontrat imzaladılar.”

 

Yazının Devamını Oku

Yakında rüyalarımıza da ürün yerleştirilecek

20 Haziran 2021
Filmlere, dizilere ürün yerleştirme çalışmalarına alışkınız. Peki, rüyalarımıza da reklam almaya hazır mıyız? Biliminsanları rüya yerleştirme reklamcılığının ‘şaka’ olmadığını söylüyor. Dünyada bazı markalar uyku-rüya yerleştirme konusunda gönüllülerle çalışmalara başladı bile.


Eskiden şehir efsanelerinin hüküm sürdüğü günlerde pek meşhur bir tanesi vardı: 25’inci kare. Rivayete göre sinema filmlerindeki gizli karelere yerleştirilmiş içecek reklamını algılayan bilinçaltı film arasında hemen koşup içeceği satın alma güdüsüne kapılıyordu. İçecek hikâyesi efsane olabilir ancak 25’inci kare tekniği halen sinema sanatında kullanılıyor. Şimdiyse bilinçaltının çok daha derinliklerine inen bir pazarlama yöntemiyle karşı karşıyayız: Rüyaya yerleştirme.

Geçen hafta Science Magazine’de yayımlanan bir makale, uyku bilimi uzmanı 40 akademisyenin ortak imzasını taşıyan bir bildiriyi konu alıyordu. “Rüya yerleştirme reklamcılığı basit bir şaka değil, bilakis gerçek sonuçları olabilecek kaygan bir zemindir” ifadesinin yer aldığı bildiride “Rüyalarımız kurumsal reklamverenler için yeni bir oyun alanına dönüşemez” cümlesi dikkat çekiyor. Makaleyi Harvard Medikal, Montreal Üniversitesi ve MIT öğretim üyeleri kaleme almış ve farklı ülkelerden akademisyenler imza vermiş.

BİLİNÇALTINA İZİNSİZ GİRİŞ

Reklamcılıkta ‘ürün yerleştirme’ tabir edilen yöntemin rüya karşılığı olan teknik son yıllarda büyük kurumsal şirketlerin radarına girmiş. Son örneği Coors adlı Amerikan bira markasının reklam kampanyası. Yılın en büyük spor olayı Super Bowl döneminde dolaşıma giren kampanya, gönüllü tüketicileri hedefliyor. Tanıtım videosunda markanın rüya araştırmasına katılan bir grup denek, içeriğinde şelaleler, serin dağ yamaçları ve bira kutuları olan görüntüler izleyip ortam sesleri eşliğinde rüyaya yatıyor. Aralarından beşi rüyasında birayı gördüğünü anlatıyor. Kampanya tanıtımını izleyenler gönüllü katılıma çağrılıyor ve arkadaşlarıyla paylaşmaları karşılığında hediye bira paketi sunuluyor.

Biliminsanlarının hedef gösterdiği bu kampanya esasında etik olarak sakıncalı değil. Katılımcılar bile isteye rüyalarında bira görmek için imajları ve sesleri kullanıyorlar. Gelgelelim biliminsanları bu örneğin gelecekte bilinçaltına izinsiz girmek isteyebilecek pazarlamacılara emsal teşkil edebileceği konusunda uyarıyorlar. Terminolojide ‘Targeted Dream Incubation’ (Hedeflenmiş Rüya Kuluçkası) olarak geçen yöntemle ilgilenenler arasında Microsoft, Sony, Burger King gibi markalar yer alıyor. Xbox ve PlayStation, rüya yerleştirme tekniğini reklamdan ziyade oyun deneyimini zenginleştirmek için araştırıyor. Burger King ise Cadılar Bayramı için ‘Kâbus Burger’ adlı, rüyalarla ilintili bir kampanya hazırlamış. Makaleyi kaleme alan akademisyenlerden MIT doktora öğrencisi Adam Haar, son iki yılda Microsoft ve iki havayolu şirketinden teklif almış. Oyun projesine katkıda bulunan akademisyen, reklam tekliflerini etik bulmadığı için geri çevirmiş. Günümüzdeki rüya yerleştirme projeleri aktif katılım gerektirdiği için etik anlamda sorun yaratmıyor. Ancak akıllı hoparlörlerin herkesin hayatına girdiği bir gelecekte teknolojinin pasif ve irade dışı bir reklam mecrasına dönüşme ihtimalinden bahsediliyor.

Farz edin ki internetten uykuyu kolaylaştıracak müzikler dinliyorsunuz, araya bilinçaltına işleyecek reklam mesajları serpiştiriliyor. Akıllı hoparlörlerin nefes alış verişi dinleyerek uykunun derin fazlarını tespit etmesi de bir olasılık. Uyarıda bulunan biliminsanlarının maksadı bugün için kaygı yaratmak değil. Ancak henüz yolun başındayken denetlemelerin gündeme getirilmesini ve benlik algımızı şekillendiren rüyalarımızın korunması gerektiğini hatırlatıyorlar.    

Geçmiş uykuda yazılıyor

Yazının Devamını Oku

Gel gör beni ‘like’ neyledi

6 Haziran 2021
Instagram birkaç ülkede beğeni sayısını gizlemeyi denemişti, sonunda tercihi kullanıcılara bıraktı. Influencer Rachel Araz bu seçenekle herkesin artık daha özgür paylaşım yapacağını düşünüyor. Peki, sadece arkadaşınızın fotoğrafını paylaşabildiğiniz, beğeni ve takipçi sayısının olmadığı ‘Poparazzi’nin popülerleşmesi ne anlama geliyor?

Hayatınızda bir değişiklik ister misiniz? Instagram’da ‘beğenileri gizle’ seçeneğini aktive edin ve dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlayın! Instagram aylardır birçok ülkede milyonlarca kullanıcıyla test ettiği beğenileri gizleme seçeneğini geçen hafta itibariyle tüm dünyaya sundu. Basit bir seçeneğin böyle kapsamlı bir deneme sürecine tabi tutulması ilginç gelebilir. Kullanıp alıştıkça ‘bir şeylerin’ farklı gelmeye başlayacağına emin olabilirsiniz... İşin aslı, kalp bırakıp geçtiğimiz, arada bir göz ucuyla, bazen de dönüp dönüp baktığımız o beğeni rakamları aslında hiç de masum değil. Hatta bilincimize bir bilgisayar virüsü gibi yerleştikleri söylenebilir. Beğeniler, zamanla modern insanın moralini etkileyen bir ‘mikro onaylanma sistemine’ dönüştü. Öte yanda, influencer’lar ve markaların yer aldığı milyar dolarlık bir sektörün başarı metriği haline geldi. Gelin Instagram’ın ‘beğenileri gizleme’ hikâyesinin ardında yatanları yakından inceleyelim.

Bağımlılık yarattı

2010’da kullanıma açılan Instagram, beğeni mekanizmasını hayatımıza yerleştiren bir uygulama. Beğeniler yaşantımıza öyle nüfuz etti ki, bugün artık insanların akıl sağlığına tesiri üzerine ciddi araştırmalar yapılıyor. Henüz olumsuz etkilerini kanıtlayan yeterli bilimsel bulgu olmasa da ‘beğenilerin’ sosyal medya deneyimini baskıladığı bir gerçek. Instagram’ın yöneticisi Adam Mosseri, beğeni özelliğini ‘insanların daha iyi hissetmesi’ için değiştirdiklerini ifade ediyor. Instagram Kanada, Brezilya, Japonya gibi ülkelerde beğenileri tamamen gizlemeyi bile denemişti. Sonunda tercihi kullanıcılara bırakmaya karar verdiler. Peki Instagram, ‘kilit’ özelliklerinden birini değiştirmeyi neden göze aldı? Temelde araç ve amacın yer değiştirmesi sorunsalı yatıyor. İnsanların kayda değer anlarını paylaşabilecekleri, seslerini duyurup iş yapabilecekleri platform, giderek çoğunlukla beğeni toplamak için gönderi paylaşılan bir alana dönüştü. Bot’lar, takipçi çiftlikleri türedi. Nihayetinde bir bağımlılık ve dengesizlik ortaya çıktı. Ciddiye alınması gereken bir konu olarak akademik çevrelerde yankı buldu. Endişeler büyüyünce hukuki ve yasal yaptırımlar gündeme geldi. Bireysel ölçekte ise bağımlılıkların insanları mutsuz ettiği ve nihayetinde ortamı terk etme arzusu yarattığı bir gerçek. “İnsanlara daha fazla kontrol sunmak istedik” diyen Mosseri, herkesin beğenilerden ‘biraz nefes almak’ isteyebileceğini ifade ediyor.

Beğenilerin etkisi beynin onaylanma ve ödül mekanizmasıyla ilişkili. Dopamin tesiri yapan beğenilerin yolculuğu Facebook’un meşhur başparmağıyla başlamıştı. Instagram’ın kalp sembolüyle duygusal benliğimize ulaştı. Beğenmeyi hızlandıran parmak hareketi de kolayca elimize yerleşti. Instagram akışında neredeyse her gördüğünüzü beğendiğiniz anlar yaşamışsınızdır. Özellikle tanıdığınız insanlar onayladığınız, hoşunuza giden veya imrendiğiniz hallerde görüntüleniyorsa…

Beğenilerin insanı kolayca esir alan onaylanma ihtiyacıyla ilgisi biliniyor. Egoya da temas ediyor. Misal, gerçek hayatta bir başköşeye kurulup geleni gideni alkışladığınızı veya burun kıvırdığınızı düşünün. Kendinizi otorite gibi görmeye başlarsınız... İşte her beğeni minik bir ego gıdıklamasıyla içimize işlemeyi başarıyor.

Gözleri dönüyor

Madalyonun diğer yüzünde âleme kendini göstermek var. Onaylanma ihtiyacımızın belirdiği, otorite koltuğundan inip sahneye çıktığımız an... Duygusal benliğin iyice karıştığı yer tam da burası. Wired dergisindeki bir makale ‘Fake Famous’ (Sahte Ünlü) adlı ilginç bir belgeselden bahsediyor. Nick Bilton adlı gazeteci, influencer olmaya özenen üç gencin beğenilerini yapay yoldan (takipçi satın alarak) yükseltmiş. Gençler bunu bildikleri halde artan beğenilerin büyüsüne kapılıyor ve daha fazlası için adeta gözleri dönüyor. Sonunda üçü de gerçek arkadaşları ve aileleri tarafından tanınmaz hale geliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Filmlerdeki gibi süper gözler

30 Mayıs 2021
Yakın zamanda görüntüleme teknolojilerinde gerçekleşen üç gelişme, tam da filmlerdeki gerçekliği hayatımıza davet ediyor... Teknoloji geliştikçe duvarların ardındaki insanların nefes alışları ve kalp ritmi dahi ölçülebilecek.


Şimdilerde bilimkurgu senaristliği pek meşakkatli olmalı... Geçmişte hayal ürünü teknolojik cihazlarla heyecan odağı yaratmak nispeten kolaydı. Zaman makineleri, ışınlama kapsülleri, insana süper güçler kazandıran türlü aygıtlar... Artık hepsine aşinayız. Üstelik
o cihazlar birer birer hayatımızda belirmeye başladı. Yakın zamanda görüntüleme teknolojilerinde yaşanan üç gelişme filmlerdeki gerçekliği hayatımıza davet ediyor...

İlki, arttırılmış gerçeklik gözlükleri. En klasik örneği ‘Terminatör’ filmleridir. Arnold’ın kızıl vizyonundan dünyayı izlerken çevresi hakkında bilgiler gözlerine yansır. Bugün cep telefonlarındaki arttırılmış gerçeklik (AR) teknolojisiyle benzerini elde ediyoruz. Gündemde Snapchat’in önceki hafta tanıttığı yeni gözlükleri var. Kullanıcı gözünden video kaydederek üç boyutlu hikâyeler yaratabilen Spectacles gözlüklere AR marifeti ekleniyor. Yeni gözlükler ilk etapta, bu deneyimi zenginleştirmeyi hedefleyen AR küratörlerine sunulacak. Aylık 500 milyon aktif kullanıcıya sahip Snapchat, kendisini bir kamera şirketi olarak konumlandırıyor ve son model gözlükleri ‘kamerayı yeniden icat etme yolculuğunun sonraki adımı’ olarak nitelendiriyor. Üzerinde 2 kamera, 4 mikrofon, stereo hoparlörler ve dokunmatik kontroller bulunan gözlüğün pil süresi 30 dakika.

DUVAR ÖTESİ RADAR

İkincisi, duvarların ardındaki insanları ve hareketli nesneleri gösteren vizyon teknolojisi. ‘Görevimiz Tehlike’ benzeri casus filmlerinden biliriz... Kalın bir duvarın ardında olup bitenler ‘röntgenlenir’. Yakın gelecekte 5G teknolojisi yeni algoritmalar ve gelişmiş radar üniteleriyle kalın duvarların ardını görmek mümkün olacak. Duvar ötesi radarlar, deprem ve afet bölgelerinde arama kurtarma çalışmalarında faydalı olacak. Şebeke ve altyapı hasarlarının tespitinde büyük hız kazandıracak. Ar-Ge çalışmalarına en büyük destek ordudan geliyor. Zira Soğuk Savaş döneminden beri Amerikan ordusu, binaların ve içindekilerin gerçek zamanlı üç boyutlu haritalarını çıkarabilecek bir teknolojiye ulaşmayı hedefliyor.

Radar cihazları, ışık hızında ilerleyen radyo sinyallerini uzaktaki objeye yöneltir ve yüzeyinden geri yansıyan sinyalleri ölçerek cismin formunu ve mesafesini tahmin eder. Bu teknik, hava ve su gibi geçirgen alanlarda yüksek frekanslarla net sonuç veriyor. Ancak sinyallerin kalın engelleri geçebilmesi için düşük frekanslı olması gerekiyor. Nesneden geri yansıyan sinyal tekrar duvardan geçerken daha da zayıflayacağı için alıcılar çok hassas olmalı. Bu noktada devreye 5G dalgaları ve günümüzün gelişmiş bilgisayar olanakları giriyor. Teknoloji geliştikçe duvarların ardındaki insanların nefes alışları, kalp ritmi ölçülebilecek. Böylece bulaş riskli hastaların odasına girmeden sağlık ölçümleri yapılacak. 

GÖRME ENGELLİLERE...

Yazının Devamını Oku

Gelecek geliyor...

23 Mayıs 2021
Dünyanın Android kullanan yarısını ilgilendiren pek çok yeniliğin yer aldığı Google I/O’dan ilgimi çeken gelişmeleri sizin için derledim. Google’ın vitrininden teknolojik hayatımıza neler yansıyacak bakalım: Çevrimiçi ama yan yana hissi veren görüşmeler, yapay zekâyla desteklenmiş asistanlar ve daha neler...


Öyle bir teknoloji markası ki... İnternet sanki onsuz olmuyor: Google... Yoluna bir arama motoru olarak başlayan

Google hayatımızda biricik yere sahip. E-posta, ofis uygulamaları, mobil işletim sistemi, fotoğraflar, bulut veri alanı ve dahasıyla ‘ailecek kullandığımız’ Google için bu hafta önemli bir tarihti.

Geçen yıl pandemi dolayısıyla yapılmayan Google I/O, bu yıl 18-20 Mayıs tarihleri arasında herkese açık olarak çevrimiçi ortamda gerçekleşti. Yazılım geliştiriciler için buluşma ve bilgi platformu olarak yola koyulan Google I/O, son yıllarda yeni projelerin ve ürün geliştirmelerin duyurulduğu fuar havasında geçiyor.

ÇOK KULLANIŞLI BİR ARAMA ARACI

Google Lens

Google’ın sessiz sedasız geliştirdiği, belki de en kullanışlı teknolojisi. En iyi örnekle anlatılır... Wi-Fi modemlerin arkasındaki uzun şifreleri bilirsiniz, insanlığın ortak kâbusudur. Mobil Chrome’dan ulaşabileceğiniz Lens ile cihazdaki şifreyi telefonun metin alanına kopyalamak aslında çok kolay. Google, Lens’e çok önem veriyor ve geleceğin arama aracı olarak konumlandırıyor. Hayallerin sınırı yok, yakında evdeki yürüyüş botlarınızın fotoğrafını çekip Lens’e “Bunlarla Kaçkarlar’a tırmanabilir miyim” diye sorabileceksiniz.

BU KEZ İYİCE ZEKİ

Yazının Devamını Oku

130 milyon parça çöp dış uzaya mı süpürülecek?

16 Mayıs 2021
Binyıllar içinde gördük ki Dünya toleransı yüksek bir gezegen. Çöplerimizi halının altına süpürmemize yeterince izin verdi, ancak uzay aynı toleransı gösterir mi? Hint Okyanusu’na düşen Çin uydusu buzdağının görünen kısmı... Uzay, geleceğin savaş alanı da çöplüğü de olabilir.

Gezegenimizde insanın ayak basmadığı son kalan bakir toprakların yüzde 3’e düştüğü bilgisi henüz gelmişti... Daha haber soğumadan Çin’in ‘Long March’ uzay roketinin kontrolsüz biçimde Dünya’ya düşeceğini öğrendik... Bilim dünyasını epeydir meşgul eden ‘uzay atıkları’ sonunda dünya gündemine girmiş oldu. Çin’in uzay istasyonu projesi Tianhe’nin çekirdek modülünü taşıyan Long March 5B roketi 10 gün süren tartışmalı bir sürecin ardından 8 Mayıs’ta Maldivler’in kuzeyine, Hint Okyanusu açıklarına çakıldı... 21 ton ağırlığındaki roketin parçaları okyanus sularına gömüldü...

Ekosistemi kirletmeyi öyle kanıksamış durumdayız ki Long March’ın talihsiz serüvenini ‘şans’ addedebiliyoruz. Zira kontrolsüz gerçekleşen düşme olayı yaşam alanlarını hedef alıp büyük bir felakete yol açabilir, ormanlık bölgelerde yangın çıkarabilirdi. “Neyse ki okyanusa düştü” dememiz, yalnızca ironik bir avuntu... Üstelik bu Çin’in ilk vakası değil. Geçen yıl aynı isimli roket kontrolsüz biçimde Atlantik Okyanusu’na düşmüş, bazı parçalar Afrika topraklarını vurmuştu. 2018’de yine Çin’e ait 8 ton ağırlığındaki bir uzay aracı kontrolsüz şekilde Dünya’ya çarpmıştı... Normalde roket parçaları kontrollü biçimde okyanusa ‘indiriliyor’. Anlayacağınız, uzay sektörü de diğerleri gibi denizi çöplük olarak kullanıyor!

Şimdi modern dünyayı ilgilendiren bir tehdit daha ortaya çıktı: Uzay atıkları. Avrupa uzay ajansı ESA’nın istatistiklerine göre Dünya’nın yörüngesinde yaklaşık 130 milyon parçalık uzay atığı kütlesi dolanıyor. Çoğu 1 milimetrenin altında, 500 bin kadarı da büyükçe parçalardan meydana geliyor. Uzay atıkları, atıl hale gelen insan yapımı uydulardan kaynaklanıyor. Yörüngede rastgele dolanan ölü uydular zaman zaman çarpışarak parçalanıyor, kimi zaman infilak ediyor ve her yöne savruluyor. Asıl problem, bu parçacıkların çarpışma şiddetiyle hız kazanması. Uzayda hava direnci bulunmaz; bir objeye fiske bile atsanız, başka bir cisme çekilmedikçe aynı hızda yoluna devam eder.

SERSERİ KURŞUN GİBİ

Çarpışmalar ve patlamalarla hızlanan uydu parçacıkları uzay ortamında adeta serseri kurşunlara dönüşüyor. Çalışan bir uyduyu delip geçmesi için birkaç milimetre çapında olması yeterli... Ayrıca içinde hâlâ yakıt kalan, pilleri patlayabilen yüksek riskli uydular da var...

Modern dünyayı uydusuz hayal edemeyeceğimiz günlerdeyiz... Ülkelerin savunma ve istihbarat sistemleri, herkesi ilgilendiren iklim, meteoroloji, navigasyon çalışmaları ve başta cep telefonları olmak üzere iletişim faaliyetleri uydularla yönetiliyor. Geçen yılın başlarında ‘Uzay Kuvvetleri’ni devreye alan ABD’nin vizyonunu anlamak zor değil. Eskiden denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olurdu. Bundan sonra uzaya hâkim olan medeniyeti idare edecek... Üçüncü dünya savaşının uzayda patlak vermesi gerçek bir olasılık... Geçen haftalarda ABD istihbaratı tarafından bildirilen, Çin’in uydulara yönelik sabotaj hazırlığı şüphesi gündemdeydi. Ardından bu kontrolsüz düşüş komplo teorisyenlerini harekete geçirdi...

‘MEZARLIK YÖRÜNGESİ’

Yazının Devamını Oku