Tuna Kiremitçi

Arkadaş ıslıkları

24 Ocak 2011
Taksim’de anılacak bir cumartesi: Binlerce futbolsever buluştu ve kendi seçtiği iktidarı ıslıkladı.

“Madem stadyumdakini hazmedecek olgunluktan mahrumsun, o zaman buyur buradan yak” dediler, gayet centilmence.

Hepsi “sahalarımızda görmek istediğimiz” hareketlerdi: Fenerbahçe’den Karşıyaka’ya, Beşiktaş’tan Gençlerbirliği’ne renk cümbüşü. Bir delikanlının üzerinde Galatasaray forması, boynunda Fenerbahçe atkısı...

Allah bilir içlerinde Ak Parti’ye oy vermiş, Tayyip Erdoğan’ı “karizmatik” bulan vatandaşlar da vardı.

“Yahu yıllardır geçinemeyen bunlar değil mi?” diye sormadan edemedim. Nerede kaldı ezeli rekabetler, ebedi çekişmeler, köşe gönderinde itişmeler?

Yazının Devamını Oku

Osman’ın omuzları

22 Ocak 2011
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisini yapanlar, küçük Osman’a çok güveniyor.

Reyting beklentisi de, dizinin popülerliği de Osman’ın “makus talihine” sıkı sıkıya bağlı.
Peki Osman’ın ufacık omuzları bu kadar yükü taşır mı? Yapımcı amcalarının, senarist abilerinin, oyuncu büyüklerinin beklentisini karşılayabilir mi?
Sette kablo taşıyan, çay yapan, direğe tırmanıp ışık kuranların rızkını tek başına kurtarır mı?
Belli ki bir gün boğulacak, ertesi gün dayak yiyecek, bir başka bölümde kim bilir ne...
Osman, hap kadar bir oğlan. Omzundaki yükse kocaman...
Hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir işin bağrında. O ağlayacak, reyting uçacak.
¡¡¡

Yazının Devamını Oku

Bir zamanlar Galatasaray

21 Ocak 2011
80’lerin başı, yazdan kalma bir sonbahar: Galatasaray Lisesi’nin Ortaköy kısmında, bayrak töreninde dizilmişiz.

Anadolu’nun her yanından, 10-11 yaşında çocuklarız. Taşralılık akıyor üstümüzden. Kulak kesilmiş, lise müdürünü dinliyoruz.
“Gençler, burası Galatasaray...” diyor rahmetli Süreyya Hoca: “Burada çok çalışacaksınız, çok yaramazlık yapacaksınız. Ama tek bir şey yasak. Ne olursa olsun, hiçbir arkadaşınızı kimseye ispiyonlamak yok!” 
Kulüp Başkanı’nın Başbakan’ı protesto eden Galatasaraylıların isimlerini polise verdiğini duyunca aklıma yine bu sahne geldi.
Belki de “Galatasaraylılık” denen şeyin çocuk aklımdaki “tezahürü” olduğundan.

Galiba bütün mesele, Galatasaray’ı futbol takımına indirgemekten kaynaklanıyor.
Mustafa Kemal’in cumhuriyetine aydın yetiştiren ağaçtır Galatasaray. ?ehitler vermiş ocaktır; Tevfik Fikret’in deyimiyle “fikri hür, vicdanı hür” nesillerin kaynağı.

Yazının Devamını Oku

Amerika olduk nihayet

19 Ocak 2011
Telaşa mahal yok: Ne İran oluyoruz ne de Malezya. Aslında çoktan “küçük Amerika” olduk. Tabii New-York’un “entel” muhitlerini, Paul Auster romanlarındaki ya da Madonna kliplerindeki Amerika’yı kastetmiyorum.
Bahsettiğim, “esas” Amerika: Orta Batı, Teksas, Wall Street...
Asıl Amerikan ruhunu oluşturan bu diyarlar ayrı tellerden çalsalar da, iki şeyleri müşterek: Kapitalizm ve dindarlık.
Zaten bu yüzden doların üstünde “in god we trust” yazar: “Allah’a emanetiz.”
Amerikan toplumunu bir arada tutan macun din çünkü. Her kış binlerce evsizin sokakta donarak öldüğü bir ülkede kilise, tek maneviyat.
Sosyal adaletsizliğin etnik grupları birbirine düşürmesini engelleyen müsekkin aynı zamanda.
Amerika varlığını “vicdansız bir dünyanın vicdanı” olan Hıristiyan muhafazakârlığına borçlu.

***

Oysa Atatürk Türkiye’si aydınlanma felsefesini esas almış, hedefi ona göre seçmişti: Hukuki eşitliği sosyal eşitlikle tamamlamak.
Etnik grupları ulusal bilinçle bir arada tutmak.
Oysa “yeni Türkiye” gayet Amerikan: AKP iktidarı bir eliyle vahşi kapitalizmin acılarını, diğeriyle de muhafazakâr hayat tarzının merhemini sunuyor.
Sosyal adaletsizliğin parçaladığı toplumsal sınıfları ve etnik grupları din macunuyla yapıştırmaya bakıyor.
Bu da Türkiye’nin gittikçe daha kapitalist ve daha muhafazakâr bir ülke haline gelmesini sağlıyor.
Evet, aynen Amerika gibi.

Şahan’ın rakibi Şahin

Şahin K. “Günah Keçisi” filmiyle sürpriz sorti yapınca, Şahan Gökbakar aradığı “rakibi” bulmuş oldu.
Üstelik “avantaj” Şahin K’da: Seviyeyi kimsenin inemeyeceği yerlere çekebilir.
“Yaratıcılık” konusunda herkese fark atabilir. Mesela Şahan son “eserinde” yellendi mi? Şahin K. mutlaka daha “hard” olacaktır.
Bakalım “Günah Keçisi”ni kaç milyon seyredecek. Şahan yeni filminde nasıl misillemelerde bulunacak. Bekleyelim görelim: Devlerin aşkı büyük olur.

Rastgele be Saki!

Nesimi Çimen’in torunu, Mazlum Çimen’in oğlu Saki Çimen, ilk albümünü çıkardı: Rast-gele.
Bu gece de Balans Jolly Joker’de ilk konserini veriyor: Üstelik “All Star Orkestra” eşliğinde: Cahit Berkay yaylı tambur, Cem Yılmaz bateri, Kürşat Başar saksafon, Erdem Akakçe bas, Sırrı Süreyya Önder cümbüş çalacak.
Üç kuşaktan süzülmüş bir müzikal sentezin ilk tanıklarından olmak isterseniz, olay yerinde olun derim.

İncir çekirdeği

“12 Eylül olduğunda kaç yaşındaydın ki konuşuyorsun?” kadar 12 Eylül kafasını güzel yansıtan söz var mı?
Yazının Devamını Oku

Evlilik zanaatı

18 Ocak 2011
Ayşe Arman “bugünlerde boşanmalar iyice arttı” deyince Alain de Botton durur mu, patlatmış kahkahayı: “Bana tuhaf gelen, insanların hâlâ evleniyor olması.” Haksız da değil: İki insanın yıllarca aynı evde yaşaması gittikçe daha zor hale geliyor.
Günümüz insanının dedesi ve ninesi kadar “sebatkâr” olmaması var bir kere.
Sonra kadının maddi özgürlük kazanıp tek başına devam edebilecek güce ulaşması.
Tabii tüketim toplumunun insanları “single” yaşamaya özendiren propagandasını da unutmamak lazım: Çekirdek aile bölünecek ki bir buzdolabı daha satsınlar.
Ama işin püf noktası, Alain’in bir başka sözünde:
“Evlilik böyle bir şey. Birini çekici buluyorsun, aslında benzemediğin için birbirini çekiyorsun ve sonra onu delirtiyorsun!”
¡ ¡ ¡
Bir ara Almanya’da bir milletvekili, evliliklerin beş yıllık kontratlar halinde yapılmasını içeren yasa teklifi hazırlamıştı.
Beşinci yılın sonunda kontrat otomatikman bitiyor, ancak taraflar anlaşırsa yenileniyordu.
Tabii ki gerçekleşmedi ama her zaman makul bulmuşumdur:
Olayın ucu kapalı olunca delirtmemiz daha zor olabilir beraber yaşadığımız kişiyi.
“Sayılı yıl çabuk geçer” diyerek normalde çileden çıkacağımız davranışları sineye çekebiliriz.
Sonra bonservisimizi alır ve ikinci beş yıl için şartlarımızı masaya koyarız:
Artık başta kafamızı karıştıran romantizm de olmayacağından, her şey mantık çerçevesinde yürür.
“Bana daha çok özen göstermeni istiyorum.
Çocukla daha çok ilgilenmen, anneme daha iyi davranman lazım.
Ha, bir de iki banyolu bir eve çıkmamız şart!”
Bu sayede evlilik zanaatında çağ atlarız belki, belli mi olur?

Kurtuluş ve Cumhuriyet

TRT yapımları hakkında yazdıklarımdan sonra, okurlarla sıkı bir mail trafiği yaşadık.
Sonunda tekrar izlemeye ikna ettiler. Hafta sonumu bu iki filmle geçirince gördüm ki, kanaatimin bir kısmı doğru, bir kısmı değil.
“Sıradan seyirci” olarak diyebilirim; yönetmen Ziya Öztan heybetli bir iş çıkarmış. Muammer Sun’un müzikleri de hatırladığımdan daha güzel.
Turgut Özakman’ın senaryosu evrensel olmayı amaçlamıyor. Konudan habersiz bir Fransız’a seyrettirsek bir yerden sonra kimin kim olduğunu karıştırır ve kaçırır ipin ucunu.
Yine de tarihlerine “Fransız” gençlerimiz için iki yapım da bulunmaz nimet:
En azından ulus ve tarih bilinci edinme şansı.
Hele günümüz şartlarını düşünürsek, bu filmleri eleştirmek biraz lüks kaçıyor, orası kesin.

İncir Çekirdeği

Bir kitabı toplumsallaştıran, yazarın kendi içine dalmakta gösterdiği cesaret: Derinde herkes birbirine bağlı çünkü.
Yazının Devamını Oku

Üç Aliler’in Cumhuriyet’i

17 Ocak 2011
Bilenler bilir, Beyoğlu’ndaki balık pazarında bir Cumhuriyet Meyhanesi vardır. “Aksırmadan” ve “tıksırmadan” içmeyi biz orada öğrendik.

Her 10 Kasım akşamı, Gazi Mustafa Kemal’in anısına onun çok sevdiği beyaz leblebi konurdu masalara. Teypte de onun sevdiği muhacir türküleri.
Gazi’nin Dolmabahçe’deki hekimleri atlatıp iki kadeh içmeye Cumhuriyet’e geldiği, efsane bile olsa güzeldi.
Üç şef garsonun adı da gizemli bir şekilde Ali olduğundan, Ece Ayhan “Üç Aliler’in Cumhuriyet’i” diyerek edebileştirmiş ve ebedileştirmişti mekânı.
Haftanın belli günlerinde, “Eski Türkiye”nin aydınları orada toplanırdı: Melih Cevdet, Vedat Günyol, Cevat Çapan, Erdal Alova, Turgay Fişekçi...
Biz kopiller de yan masaya ilişir, bir şeyler kapmaya çalışırdık.
Oğuz Atay okumanın raconunu da, Dire Straits’in ne baba grup olduğunu da orada öğrendik.

Yazının Devamını Oku

Darbe nedir, niye yapılır

15 Ocak 2011
Balyoz muhabbeti sürerken hatırlamak gerek: Bugüne kadar hiçbir başarılı darbe “laiklik elden gidiyor” diye yapılmadı.

Darbe varsa, neden bellidir: Küresel güçler dünyaya yeni bir nizam vermiştir. Söz konusu ülke de verilen role direnmektedir.
Haliyle, ülkenin yola getirilmesi gerekir. Küresel güçler olayı tezgâhlar. Genellikle ülkenin militerlerinin iktidara meraklı olanları kullanılır. Onlara “vatan kurtardıkları” falan söylenir. Ama aslında yapılan dünya düzenindeki pürüzü, sistemdeki “bug”u gidermektir.
12 Eylül’de zamanın ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın “bizim çocuklar halletti” deyişini hatırlayınız.

Küresel güç, cuntadan icabında asıp keserek ortalığı sütliman etmesini ve ekonomi yönetimine “uygun” birini getirmesini ister. Zaten ekonomiye meraklı olmayan militerler de uyarlar buna. Hemen bir Özal ya da bir Derviş bulunur.
Bu tablo dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynıdır. Aynı zamanda günümüz Türkiye’sinde darbe ihtimalinin ne kadar az olduğunu gösterir.
Bütün sürtüşmelere ve “eksen kaymalarına” rağmen, küresel sistemin tercih ettiği lider hâlâ Tayyip Erdoğan çünkü.
Küresel güçlerin desteği olmadan darbe yapmak pek mümkün değil. “Vatan uğruna” buna kalkışan romantik subayların sonu da görüldüğü gibi, esmer günler.

Yazının Devamını Oku

Muhteşem bir açmaz

14 Ocak 2011
Muhteşem Yüzyıl senaristine destek Can Dündar’dan: “Kulübe hoş geldin Meral.”

Haksız sayılmaz: O nasıl Atatürk’ü anlattı diye recmedildiyse, Meral Okay da Kanuni gazisi.
İkisinin ‘sabıkası’ da aynı: Büyük kahramanların zaaflarından bahsetmek.
Zaten tarihi dramalarımızın sorunudur: Senaryo ilgi çeksin istiyorsan kahramanı kaidesinden indireceksin.
Seyirci zaaflarını da görecek ki gerçek bir kişilik olduğuna inansın.
Tabii onu her daim kaide üstünde görmek isteyenlerin hışmını göze alacaksın bu durumda.
Yok beşeri hale getirmeden anlatayım desen, bu sefer de keçi boynuzu bir şey çıkacak. Misal onca para gömülen “Kurtuluş” ve “Cumhuriyet” filmlerini bugün kim seyreder?
Dramatik yapı yok, karakter derinliği yok, herkes ders kitabında nasılsa öyle. Askerde komutanlık saatinde seyrettirirlerdi de onuncu dakikada erat uyuklamaya başlardı.

Yazının Devamını Oku