Tuna Kiremitçi

Gerçek muhalefet çizgisi

30 Eylül 2011
İşte size basit bir oyun: Boş sayfanın ortasına dikey bir çizgi çekin. Sol tarafının üstüne “türbansız elitler” yazın. Sağ tarafın üstüne de “türbanlı elitler.”
Aşağıya doğru devam edin sonra.
Sol tarafa ciple gezen türbansızlar. Sağa ciple gezen türbanlılar.
Onların hemen altına; sola malı götüren türbansızlar, sağa malı götüren türbanlılar. Sola tuzu kuru türbansızlar, sağa tuzu kuru türbanlılar.
Böylece sayfayı ortalamış olduk. Aşağıya doğru aynen devam.
Sola türbansız orta sınıflar, sağa türbanlı orta sınıflar. Sola emeğiyle geçinen türbansızlar, sağa emeğiyle geçinen türbanlılar. Sola türbansız işsizler, sağa türbanlı işsizler.
Sola açlık sınırının altındaki türbansız aileler, sağa açlık sınırının altındaki türbanlı aileler.
Böylece dibi gördük işte.
İsterseniz sola şiddet mağduru türbansızları, sağa şiddet mağduru türbanlıları ekleyin. Bonus olarak da fakir türbansız aydını ve fakir türbanlı aydını.
Bu arada, yazdığınız her grubun içinde yeterince Kürt ve Türk olduğu herhalde malumunuz.
Sayfanın ortasındaki o dikey çizgi, halen iktidarla muhalefet dediğimiz şeyi ayıran çizgi.
Daha doğrusu, memlekette niye aslında muhalefet falan olmadığını gösteren çizgi.
Şimdi tutun o çizgiyi, tam 90 derece yatırın.
Çizginin altında kalan herkes, kendilerine sahip çıkacak gerçek muhalefeti bekliyor işte.
Türbanlısı ve türbansızıyla.
CHP’nin bunu yapması teknik olarak zor. Birileri yapana kadar da AKP iktidarda. Görünen köy GPS istemez.

Leyla ile Mecnun’a nazar

Absürt komedi şahikası “Leyla ile Mecnun” dizisinin başına absürt bir olay geldi. Tekrarlamak gereksiz.
Yapımcının olayı yaşayan 3 oyuncuyu ihraç kararına dizinin fanları tepki gösteriyor.
Haklılar. Hepsi iyi oyuncular çünkü. İşin bugünlere gelmesine katkıları var. Ama Eflatun Film’in kararı kolay aldığını da hiç sanmam.
En iyisi dizinin İskender Abi’si Ahmet Mümtaz Taylan’a kulak verelim: “İşimize uygun bulduğumuz biçimde devam edeceğiz, ayrılan arkadaşlarımızı sarıp sarmalayacağız ve magazini sırtımızda taşımayacağız! Bu!”

tatlı Sözlük
Türk kızlarından Rus kızlarına yıllardır beklenen cevap: 3-0
Yazının Devamını Oku

Bir zamanlar sinemada

28 Eylül 2011
Gözlerimi açtığımda yer gösterici sesleniyordu: “Bitti beyefendi, hadi uyanın!”

Salonda bir ben kalmışım. Kız arkadaşım horlamamdan utanıp kaçtı sandım. Filme yalnız geldiğimi hatırlamam birkaç saniye sürdü.
Muhteşem filmden son hatırladığım, depresif bir ortamda alengirli şeyler konuşan savcıyla doktor. Ödüllü romanlardaki gibi.
O romanlar ki inanılmaz sanat eserleridir ama uyumadan sonlarını getirdiğimi nedense hatırlamam.
Uyanıkken son düşündüğüm, yönetmenin 90’lı yıllar İran sinemasını ne kadar çok sevdiğiydi.
Muhsin Makhbalbaf ve Abbas Kiarostami’nin müsekkin etkisindeki filmleri o dönemde “Cannes’de ödül alacak Ortadoğulu film” formatını oturtmuştu.
İlk filmlerini o zamanlar çekmeye başlamış birinin bu formatı harfiyen uygulaması takdire şayandı gerçekten.
Ama aklım da karışmıyor değildi.

Yazının Devamını Oku

Aşk romanıdır bütün romanlar

27 Eylül 2011
Aşk şiiridir bütün şiirler der, Türkiye âşığı şair Henrik Nordbrandt: “Ama kaç kişi durup okur onları?” Haklıdır Henrik, aşksız kişi şiiri neylesin?
İsterse kuantum hakkında yazılmış olsun, şiir dediğin aşkla beslenir.
Roman da aşkla beslenir. Tiyatro, dans ve diğer sanatlar da... Yoksa insan bunlarla niye uğraşsın?
Romancı Murat Menteş ile Kadıköy’de oturduk, muhabbet ettik.
Cıvıl cıvıl ve gençti Kadıköy. Sırtında gecenin peleriniyle, gökyüzünde uçuyordu.
Bense yanılmıyordum: Murat Menteş resmen bir romantikti.
En deneysel öyküsünü anlatırken bile gözleri parlıyordu heyecandan. Böyle şeyler ancak romantiklere olur.
Günümüzün aşırı maddiyatçı dünyasında roman yazmak gibi “riskli” bir işle ancak onlar uğraşır. Yazdıkları isterse bilimkurgu olsun, fark etmez.
Mesela, “dünyanın en romantik filmi hangisi?” diye sorsanız tereddütsüz “Soysuzlar Çetesi” derim.
Güya savaş filmidir. Oysa aslında her karesinde Tarantino ile sinema sanatı arasındaki manyak aşkı anlatır.
Murat Menteş de her tür savaşın yaşandığı romanlarında aslında aşkı anlatıyor: Roman sanatıyla arasındaki aşkı.
Paraysa dünyayı tam gaz turluyor. Bizler de onun peşinden koşan egoistler olmaya zorlanıyoruz. Bu arada göz göre göre kaybediyoruz romantizmi.
Şair Gülten Akın’ın deyimiyle artık “durup ince şeyleri anlamaya” vaktimiz olmadığından.
Bunun içimizde yarattığı boşluğu da fanatizmle ya da dejenere aşırılıklarla doldurmaya çalışıyoruz.
Oysa romanlar panzehir olmaya hazır. Aşk romanları ya da Murat’ın yazdıkları gibi; aşk romanı olmayan ama aşkla dolu romanlar.

Bir Şevval Sam yolculuğu

Epeydir dinlememişim Şevval’in şahane “Karadeniz” albümünü.
Allah’tan son Sofya seferinde arabaya almayı akıl ettim.
Bütün yolculuk klibe döndü: Yeşil Bulgar köylerinden geçerken kendimi bizim Karadeniz’de zannettim.
Hüznün içinde isyan, isyanın içinde sitem, sitemin içinde yaşama sevinci...
Böyle tatlı kokteyl ancak Karadeniz’de olur.
Filibe’de çay molasında iç kapağı okudum ve buraya yazmaya karar verdim:
“Karadeniz kendisine zarar vererek otoyol yapanları hiçbir zaman affetmeyecek; verdiklerini bir gün geri alacaktır.”

tatlı Sözlük

Kadıköy: 90’ların açık hava müzesi.
Yazının Devamını Oku

Atatürk’ün türbanlı kızları

26 Eylül 2011
Geçen sefer Ertuğrul Özkök sözümü tamamlamıştı, bugün ben onunkini tamamlayayım.

Hadi sonda diyeceğimi başta diyeyim: Başörtülü kızlar da aslında Atatürk’ün eseri.
Atatürkçü kızlar hemen kaş kaldırmasın. Açıklamama müsaade etsinler.
Ertuğrul Özkök yazısında Nilüfer Göle’den alıntı yaparak diyor ki: “Türban genç kızları özgürleştirir. Genç kız başını örtünce sokağa çıkabilir.”
Süper bir tespit. Başörtüsü Türk modernleşmesinin gizli kahramanı. Bu yüzden de direkt Atatürk devrimlerine bağlı. Onun kadınlara açtığı özgürlük yoluna.
Cumhuriyet sayesinde her kadın kendi tarzında ilerledi. Mesela İzmir’deki kolejli kız anında savurdu saçını imbata. Şişli’deki kız alafranga hayatını özgürce yaşadı.
Ama Fatih’teki mutaassıp aile kızının gelişimi öyle olmadı. Onun için ileri adım, kara çarşaftan kurtulup başörtüsüne geçmekti.
Sonunda taktılar başörtülerini, çıktılar sokağa. Güçlerini Atatürk devriminden almışlardı, farkında olmasalar da.

Yazının Devamını Oku

Gördüğüm en iyi Türkiye reklamı

24 Eylül 2011
Öyle bir reklam ki, milyon dolar harcasanız, başına Sinan Çetin’i koysanız olmaz.

En iyi oyuncular ve teknikle çekseniz o karelerdeki duyguyu bütün insanlığa yaymaz.
Eyfel Kulesi’ni kiralayıp üstüne afiş assanız internette o kadar tıklanıp konuşulmaz.
Geçen salı Kadıköy’deki 41 bin çılgın kız, dünyaya çatır çatır Türkiye reklamı yaptı.
Mehmet Demirkol programında dünya basınının bu olayla eğlendiğini söyledi.
Ama ne vardı biliyor musunuz, söylerken memnuniyetini saklayamıyordu Mehmet. Malum, normalde eğlenilmeyi milletçe pek kaldıramayız.
Ama durum o kadar şekerdi ki, yabancı basında kafa bulanlar bile sempatiyle yaklaştılar.
Şahsen en çok “thejournal.ie” sitesindeki yorumu sevdim: “Allah’tan içlerinden biri tuvalete gitmeye kalkmamış çünkü o zaman bütün tribün boşalırdı.”

Yazının Devamını Oku

Beraber uyanalım Esra Elönü

23 Eylül 2011
Başörtülü kızlardan “artist yapma vaadiyle kandıran filmci” muamelesi görmeyi sürdürüyorum.

Her şey şeytana uyup “niye dizilerde başörtülü esas kız yok?” diye sormamla başladı. Esra Elönü cevap yazmış: “Sen uyumaya devam et” diyor: “Bizim derdimizi anlamamışsın!”
Nedense yargılamışım gibi almış gardını. Merak eden haber7 sitesinde okusun. Çok ilginç bir yazı.
“Gerçek Hayat” dergisi de başörtülü yazarlara fikir sormuş. Orada da “biz senin bildiğin kızlardan değiliz” havası. Gören robdöşambrla dolaşıp gazozlara ilaç atıyorum sanır.
Oysa en temiz hislerimle sormuştum.
Aklım sıra başörtülü kızların da dizilerde temsil hakkı olduğunu söyleyecektim.
Onların aşklarını, savruluşlarını ve umutlarını da görsek fena olmaz kafasındaydım. Ama tek gördüğüm, aradaki duvarların yüksekliği oldu.
Şu hayatta hiçbir arkadaşımı siyasi fikrine göre seçmedim. Ne zaman tartışsak itiraz etmekten helak oluruz. Bundan da zevk alırız. Yoksa nasıl öğrenir insan?

Yazının Devamını Oku

Tevhid-i tedrisat

21 Eylül 2011
Okullar açıldı, yoklama yapıldı. Ali, Ayşe, Dilan sınıfta. Sadece tevhid-i tedrisat yok.

Zaten epeydir haber alınamıyor. Babasının okuldan alıp sanayiye çırak verdiğini söyleyenler var. Giymiş tulumlarını, Cem Karaca dinleyerek çalışıyormuş.
Sınıf arkadaşları ziyarete gittiklerinde tanıyamamışlar tevhid-i tedrisatı. Yüzü gözü yağ içinde, eline İngiliz anahtarı, bir kızın cipinin altından çıkmış.
O da uzaylı gibi bakıyormuş sınıf arkadaşlarına. Kendilerini hatırlatmaları gerekmiş.
O gün fark etmişler zaten, arkadaşlarının adının anlamını bilmediklerini. Gidip babalarına sormuşlar hatırlayamamış. Analarına sormuşlar “ben bilmem, beyim bilir” demiş.
En sonunda göğsü madalyalı gazi dede kükremiş: “Ulan köftehorlar, tevhid-i tedrisatı nasıl bilmezsiniz!”
Meğer “eğitim birliği” anlamına geliyormuş. Mustafa Kemal vaktiyle onu “vatanın evlatları aynı eğitimi alsın, ayrı-gayrı olmasın” diyerek kurmuş. Medeni ülkelerdeki gibi.
Ne zaman ki kaybolmuş, ortalık Babil’e dönmüş. Anadolu liselisi, kolejlisi, İmam Hatiplisi, düz liselisi birbirini anlamaz olmuş.

Yazının Devamını Oku

Yaz aşkından kurtulamayanlara

20 Eylül 2011
“Sahilde gitar muhabbeti iyi-hoştu ama tadında bırakmak lazım” diyenlerden misiniz?

“Telefonumu değiştireyim yoksa kışın zırt-pırt arar bu beni” stresi mı yaşıyorsunuz?
Isı 30 derecenin altına düşünce sevgiliniz seksi görünmüyor mu?
Bikini ya da slip olmadan libido taban mı yapıyor?
Islak toprak üzerinde sarı yapraklar romantizmi size Başbakan’ın tertemiz alnı kadar mı uzak?
O zaman müjde!
Yazarınız yaz aşkınızdan nasıl kurtulacağınızın ipuçlarını veriyor!
Hem de New-York’lu âşık Paul Simon’un “50 ways to leave your lover” türküsü hediye! Türkçe meali: “Nazlı yardan geçmenin biçim biçimdir yolu.”

Yazının Devamını Oku