O zaman müjde! İşte yazarınızdan sıkıntılarınıza son verecek süper bir teklif!
Açıyorsunuz Google’ı, “Doğan Yurdakul” yazıyorsunuz. Son açıklamasını okuyorsunuz bir güzel.
Hani “ben karımla telefonda vedalaştım, kimseye minnet etmem” diye başlayan haber. Belki sarmıyor ilk okuduğunuzda ama olsun; bir daha okuyorsunuz.
Memlekette suçunu bile bilmeden aylardır hapis yatan bir aydının hasta eşini son kez görmesine izin vermeyenler olduğuna uyanıyorsunuz böylece.
Yaz aşkınız bitmeden kırk yıllık bir aşkın hem de bu şekilde bittiğini görmek belki garip geliyor.
Hazır eliniz değmişken “Ethel Rosenberg” yazıyorsunuz Google’a ve karşınızda yıllar öncesinin Amerika’sından benzer bir hikâye!
İşte Amerikalı aydınların bizdeki gibi zulme uğradığı bir döneme, Rosenberg çiftinin son gecesine şahitsiniz.
Madde bağımlılığı hakkındaki kitapları yeni çıkmıştı: “Uyuşturucu ile Yaşamak” ve “Testi Kırılmadan”.
Hayatını öğrencilerle velileri uyuşturucuya karşı bilinçlendirmeye adamış bir polis. Kim bilir kaç çocuğu kurtarmış. İdealizmini görseniz Behzat Ç. solda sıfır.
Okullara gidiyor, seminerler veriyor, filmlere ve piyeslere danışmanlık yapıyordu. Mesela Osman Sınav’ın “Pars: Kiraz Operasyonu” filminde ciddi emeği vardır.
Sonra şark görevi başladı. Bingöl’deyken seyrek de olsa haberleştik. Orada edindiği deneyimlerden bahsederdi. Roman olacak şeylerle karşılaştığını söylerdi, çay içimi muhabbetlerde.
Malum, bizde eli kalem tutan meslek sahibi azdır. Hatta yazarlar bile üşenir yazmaya. Birikimini paylaşmak isteyecek kadar cömert olansa daha da az.
Oysa Zafer’in tutkusu kendini yazarak ifade etmek. Başkalarına hayrı dokunmadan rahat edemeyen arkadaşlardan.
Ergenliğe giden bir oğul babası olduğumdan mıdır nedir, daha iyi anlamaya başladım çabalarını. Hatta hayalim, onu köşe yazarı olarak görmek.
Kan dökülsün isteyenler ve istemeyenler olarak ayrılıyoruz.
Çizginin iki tarafında da yeterince Türk ve Kürt var.
“Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” diyenler ve demeyenler olarak ayrılıyoruz ikiye. Akan kandan çıkarı olanlar ve olmayanlar.
Başörtülüler ve başörtüsüzler olarak ikiye ayrıldığımız da yalan. Asıl kendisinden farklı olana hürmet edenler ve etmeyenler olarak ayrılıyoruz.
Başkasının yaşam tarzını yargılayanlar ve yargılamayanlar olarak. İki kampta da “açık” ve “kapalı” kadınlar var.
Sonra Fenerliler ve Cimbomlular olarak da ayrılmıyoruz aslında ikiye falan.
Asıl ayrım, güzel bir maç seyretmenin zevkini fanatizme tercih edenler ve etmeyenler arasında.
- Başörtülü kızlar hakkındaki ikinci yazın bana çok alengirli geldi. Tam olarak ne demek istedin?Şunu demek istedim: Dizide başörtülü kızı idealize etmeden göstersek dindarların hoşuna gitmeyecek. İdealize edip göstersek bu sefer gerçekçi olmayacağı için reyting almayacak. Bu yüzden diziciler hiç girmemeyi tercih ediyor bu konuya. Yoksa başörtülü kızların da herkes kadar iyi
hikâyeleri var.
- Senin bu gamze muhabbetin ne olacak kuzum? Yoksa sonunda onları aldıracak mısın?Gamzelerimi bana karşı kriptonit olarak kullanmak isteyen bazı çevreler var. Kim olduklarını tespit ettim. Onlarla Kripton mahkemesinde hesaplaşacağız. Bir aynanın içine hapsolmaları için ne gerekiyorsa yapacağım. Bilmiyorlar benim kim olduğumu.
- Bazı AKP’liler senin kendilerinden olmanı niye bu kadar çok istiyorlar? Herhalde bayıldıklarından değil. Galiba bazen hemfikir olmamızı yanlış yorumluyorlar. Bir de iyi fikirlerin “ötekilerden” gelmesinden hoşlanmıyorlar. Yoksa milliyetçilerle de, liberallerle de arada hemfikir olabiliyorum. Beni bozmuyor. Ortak paydaları aramak hayırlıdır. Vatana ihanet dışında her fikre hürmet gerekir.
- Lisbeth Salander’i sevmene çok sevindim. Kendisi benim de kankam olur. İlişkiniz ciddi mi?Geleceğimize karar vermek için David Fincher’in çektiği “Ejderha Dövmeli Kız” filmini bekliyoruz. Bu film yüzünden Lisbeth epey gergin. Nedense Rooney Mara’nin kendisini Noomi Rapace kadar iyi canlandıramayacağından korkuyor. Sakinleştirmekte güçlük çekiyorum.
Deli kız.
- “İyi anne-baba olmanın ispatı, yazar olma arzusu duymadan büyüyen bir çocuktur” lafını garipsedim. Oğlun yazar olsun istemez misin?Valla, kendisi ne isterse ben de onu isterim. Hiçbir şey olmak istemezse de mutlu olsun isterim. Sevgi ve güven verdiğimiz takdirde çocuklar hatalarımızı hoş görebiliyor. Alain de Botton’un sözünü sevdim çünkü kara mizah seviyorum.
Dizileri reyting şampiyonu yapan başörtülü seyirci değil mi? Niye baba kanallardaki diziler hiç onları göstermez? Dizi aleminin yazılı olmayan kuralı mıdır?
Hemen söyleyeyim, başınızın açık mı kapalı mı olduğu aslında umurumda bile değil.
Sadece her Türk gibi yetenekli doğduğumdan,
sit-com uydurmadan edemedim: Aynı evde yaşayan iki üniversiteli kız olsun. Birinin başı açık, diğerinin kapalı.
Bunlar kuzen olsunlar. Farklı yaşam tarzları yüzünden başta itişseler de zamanla alışsınlar birbirlerine. Hatta erkek egemen dünyaya karşı omuz omuza mücadele etsinler.
Kimse kimseyi yargılamasın, değiştirmeye çalışmasın. Bir nevi “Perfect Strangers” uyarlaması.
Üşenmedim, yarım günümü harcayıp Twitter’da sondaj yaptım. Tepkiler çeşit çeşitti.
Maksat Ahmet Hakan’ın kendisini “sanatçı yıpratıcı” ilan ettiği bugünlerde sanata, sanatçıya hizmet.
Hem savunma sporları dersine bendeniz girmeyecekse kim girecek? Değil mi çekirgelerim?
Bir kere sanat olayının özünde kronik özgüven sorunu olduğunu baştan kabul edelim. Bu soruna sahip olmayan zaten sanatçı olmaz. Gider İsrail’e fırça atar.
“İyi anne-baba olduğumuzun ispatı, yazar olma arzusu duymadan büyüyen bir çocuktur” demiş Alain de Botton. Aslında aynı şey sanatın geneli için geçerli.
Ustasından acemisine, sanatçı milleti özgüven krizi-ego patlaması tahterevallisinde salınır durur. Bugün biri yukarı çıkar, yarın diğeri. Bu iniş-çıkışların yarattığı amortisman ise 10 Ahmet Hakan gücündedir.
Öyle olunca da hem hasetten şikayet eder hem de beş dakika kıskanılmasa karalar bağlar insan.
Hem takip edilmek istemez hem de iki hafta takip edilmese ambulansla İstinye Park’a kaldırılır.