Tuna Kiremitçi

Somali parası namusumuzdur

7 Eylül 2011
Açlıkla savaşan Afrikalı yavrulara yardım mühim. Ama daha mühimi, yardımların şeffaflığı.

Biz bu konuda örselenmiş milletiz. Hele Deniz Feneri’nin gündemde olduğu bugünlerde.
Bazı yardımlara ne olduğunu içimiz yanarak hatırlıyoruz. Bosna ve Süleyman Mercümek daha dün gibi. Oktar Babuna’nın ilik bulma kampanyası da...
İnsanoğlu tuhaftır: Vicdanı rahatsızsa gece uyumak için “ya ne yapacaktım?” der: “Benim çoluk-çocuğum var!”
Oysa asıl harama el uzatmayanın sözü olmalıdır bu: “Nasıl yaparım, benim çoluk-çocuğum var!”
Demek ki çoluk-çocuk faktörü ahlaksızlığın değil ahlaklı yaşamanın nedeni olunca güzel.
Akla Şener Şen’in başrolde oynadığı “Namuslu” geliyor. İşte o filmdeki mutemet kadar şeffaf olmalı Somali parasını toplayanlar. Bizi buna inandırmalı.
Tabii işin Somali ayağı da var: İç savaş yüzünden dağılmış bir ülke. Ne devletleri devlet ne sistemleri sistem. O kadar parayı kontrol edecek halleri yok.

Yazının Devamını Oku

Hiç olmazsa sev beni

6 Eylül 2011
Bazı pop şarkılarında “Sev beni başka bir şey istemem” deniyor. Ben de her duyduğumda sersemliyorum.

“Hiç olmazsa sev beni” ya da “Bari sevemez misin?” gibi versiyonları da olan bu şarkılar, talep ettikleri şeyin ne olduğunun galiba farkında değil.
“Bari gitmeden çöpü kapıya çıkar” edasıyla iletilen bu talep, sevilmemenin garantisi değilse nedir?
Kim kendisine başka hayrı dokunmayan birinden “hiç olmazsa sevmesini” isteyebilir?
Adam ya da kadın yüzümüze bile bakmıyor ve biz eli en yüksekten açıyoruz. Böyle mazoşizm düşman başına.
Bu olsa olsa umutsuz birinin olayı komple batıracak çırpınışı olabilir.
Ne de olsa hepimiz aşkımız cevapsız kalınca “Beni sevmek bu kadar mı zor?” diye sormuşuzdur kendimize.
“Ben sevilmeyecek adam mıyım?” diye baymışızdır rakı masasındakileri.

Yazının Devamını Oku

Kemal Tahir tipi ulusalcılık

5 Eylül 2011
Ulusalcılık ilhamını Kemal Tahir’den aldığımı söyleyince kafalar karıştı. AKP’li aydınlar merakta: “Nasıl oluyor da oluyor?” O halde müsaadenizle açıklayayım.
Kemal Tahir ile Sanayi-i Nefise’de tanıştım. “Ulusal Sinema” fikrinin sahibi hocalar sayesinde: Halit Refiğ, Lütfi Akad, Sami Şekeroğlu, Duygu Sağıroğlu...
Malum, hepsi Kemal Tahir ekolünden. Zaten o zamanlar MSÜ Sinema-TV bir nevi Kemal Tahir okuluydu.
Yine o zamanlar Sultani mezunu tıfıl bir “monşer” adayı olan bendenizin gözünü orada açtılar. Bakış açımı düzeltip ayaklarımın suya ermesini sağladılar.
Şu hayatta memlekete “Fransız” kalmadıysam onlar sayesindedir. Allah hepsinden razı olsun.
Biz ulusalcılığı sentez diye gördük: Batı taklitçiliğine karşı, Anadolu kaynaklı bir sentez. Mustafa Kemal’in rüyası.
Yani yandaşların bugün iddia ettiği gibi “darbecilik” ya da “Tayyip sevmeyenler kulübü” falan değildi ulusalcılık. Oğuz Atay’ın deyimiyle “Türkiye’nin ruhunu” arama macerasıydı.
Siyasette bunun kıymetini bazen Ecevit bildi. Her bildiğinde de iktidara geldi zaten. CHP’den bu yüzden kaçtı. Onlara Kemal Tahir falan sökmeyeceğini gördüğünden.
Aslında bugün de sola bir Ecevit lazım. Tabii “hakça düzen” ya da “inançlara saygılı laiklik” diyen Ecevit. Merve Kavakçı’yı meclisten kovup kendi kariyerini bitiren değil.
Oğuz Atay, Attilâ İlhan ve Nihat Genç’in yazdıklarına bakın, Kemal Tahir’in mirasını görürsünüz. Hadi “Selanik’te Sonbahar”ı da sayalım, o kadar emek verdik.
“Devlet Ana” kalın gelirse üstadın “istikbal Anadolu’da” dediği “Esir Şehrin İnsanları”nı okuyun. Her cümlesi bir yazıya bedeldir.
Olmadı Eskişehir sokaklarında dolaşın. Ulusal düşüncenin yarattığı hayatla gözünüz-gönlünüz açılsın. Yoksa siz hâlâ Oğuz Atay’ı “Tutunamayanların” yazarı mı sanıyorsunuz? O zaman ne diyeyim, işimiz zor demektir.

Ossi Müzik’in sevapları

Hakan Eren aslen elektrik mühendisi. Yıllardır tutkularının peşinden gider ve pop müzik tarihimize süper katkılarda bulunur.
“Issız Adam’ın müzik danışmanı” diyeyim, gerisini siz anlayın.
Repertuvarında Ayten Alpman’dan Atilla Atasoy’a, Coşkun Demir’den Bilgen Bengü’ye, kimler kimler var.
Hakan yine tutamamış kendini, “Ossi Müzik” etiketiyle şahane bir arşiv albümü daha yayınlamış: “Keşfedilecek Plaklar 2”
Tıpkı ilki gibi bu da cevherlerle dolu. Liste başıysa “Kaybedenler Kulübü”ndeki Asu Maralman klasiği: Sigaramın Dumanı.

tatlı Sözlük

Akdeniz: Savaşmanın değil sevişmenin diyarı.
Yazının Devamını Oku

Asıl aşkımı açıklıyorum

3 Eylül 2011
Sıkı durun: Yalan-dolana dur demek için asıl aşkımı açıklamaya karar verdim.

İnşallah bu yazıyı okumaz. Çünkü nasıl desem, biraz ters bir kız. Sinirlendi mi gözü bir şey görmüyor. Hatta golf sopasıyla adam dövmüşlüğü var.
Kendisi yabancı. Türkçe öğrenmeye niyeti yok. 2O’lerinin ortasında ama yaşından küçük duruyor. Tek başına bara gittiğinde bazen kapıda kalıyor.
Pek çok kadın gibi, o da geçmişte şiddete maruz kalmış. Bu yüzden görünüşü sert. 
Yetmezmiş gibi Asperger Sendromu’ndan muztarip: Zekâsının bedelini iletişim kurmakta zorlanarak ödüyor.
Ama ben onun deri ceketinin altındaki kalbini görüyorum. Kısa siyah saçını, piercing’lerini ve siyah ojelerini seviyorum.
Motosikletiyle gazlarken neleri unutmaya çalıştığını biliyorum. Huzurevindeki annesini niye görmek istemediğinin, kırılganlığının farkındayım. 
Geçen yıl Stockholm’de tanıştık. Sokakta yürüyordum, bir bankadan fırladığını gördüm. Motosiklet çalışmayınca küfretmeye başladı. Yardım etmek istedim.

Yazının Devamını Oku

Kafayı cama sıkıştırmak

2 Eylül 2011
Güçlü bir adam beni kıskıvrak yakalayıp elde ediyor. Tir tir titriyorum heyecandan...

Fantezisini anlatmıştı da feleğim şaşmıştı: Maşallah sado-mazo ilişkiden iple bağlamaya, yok yoktu içinde.
Ejderha dövmeli falan değildi. Plazalarda tayyörle görebileceğiniz, “derli-toplu” kadınlardan. “Yollu” sanmayın diye size sokakta gülümsemeye çekinecek biri.
Merak etmiştim, nasıl oluyor da tanımadığı biri “merhaba” dese polis çağırmayı düşünecek kadın böyle fantezi kuruyor?
Nasıl oluyor da ev kadınları tecavüzlü dizileri merakla bekliyor? “Kadına giderken kırbacını unutma” diyen sinirli filozofun mu etkisindeyiz nedir?
Bastırılan arzular böyle boşalıyor olmasın? Tutkulu bir saldırganlığın, şehvetli öfkenin hayaliyle...
Her nevi şiddete ifrit olsak da yatak odasındaki hukuk sadece iki kişiyi bağlar. Herkes mutluysa mesele yok.
Ama gerçekten tecavüze uğramış bir kadına bunu söylesek çeker vurur bizi.

Yazının Devamını Oku

Bayramsız Mehmet

31 Ağustos 2011
Bugün bayramın ikinci günü. Mehmet sınır karakollarında ve kışlalarda bizi düşünüyor. Bildiğiniz Mehmet işte: Futbol federasyonu başkanı ya da dizi oyuncusu olmayan.
Sevdiklerini düşünüyor: Şimdi ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi, kimlerle takıldığımızı.
Onu düşünüp düşünmediğimizi. Bayram telaşı içinde unutup unutmadığımızı.
Askerlikte insan kendini hayatın dışına fırlatılmış hisseder. Sanır ki geride kalanlar unutmuşlardır. Hele bayram günlerinde çocuk gibi alınganlaşır, boğazına bir yumru oturur.
Elindeki tüfek daha ağır, her gün tırmandığı tank daha soğuk, hücum yeleği daha kalın gelir.
Allah’tan filozof olmaya çok fırsat yoktur: Ne de olsa askerlik yan gelip yatma yeri değildir.
Ama bizi düşünüyor Mehmet, biz onu düşünmesek de: Bayramı nasıl geçirdiğimizi hayal ediyor. Aklında çocukluğundan bir bayram hatırası.
İlk defa çocukluğunu özlediğini fark edip şaşırıyor. Ne de olsa insan o yaşta bunu pek yapmaz.
Belki birliği kara harekatı beklentisiyle teyakkuzda. Yarın hain kurşunla şehit olmak var.
Belki tezkereye bir şey kalmamış. Fena halde sıkıştırıyor şafak.
Sınır karakolunda, nöbet kulübesinde, arazi çadırında böyle düşünülüyor bayram. Son bayram olup olmadığı bilinmeden.
Bizse Boğaz kıyısında çay içiyor, Bodrum’da denize giriyor, Cihangir’de memleketi kurtarıyor, Van’da ay-yıldızı selamlıyoruz. Hep Mehmet sayesinde.
Hatta şu an beni düşündüğüne eminim. “Tuna Abi hatırlayacak mı?” diye soruyor, nöbet kulübesine yaslanarak.
Seni unutmak ne mümkün aslanım. Bayram en çok senin hakkın. Kutlu olsun hepinize!

Fenerbahçe’ye çok görülen

Küme düşelim teklifinin kabul edilmemesi Fenerbahçe’ye iyilik olmadı.
Oysa böylece Fenerbahçe’ye Türkiye Kupası’nı, hem de Bank-Asya’dan gelip kazanma şansı doğacaktı.
Hem adalet yerini bulacak, hem de şike davasının yarattığı manevi tahribat onarılacaktı. Her maça mağdur ve mağrur çıkacağından, belki de tarihinin en romantik sezonunu yaşayacaktı Fenerbahçe.
Şampiyona işte bunu çok gördüler. Biz de Tanıl Bora’ya hak verdik: “Kârhanede romantizm” zor.

tatlı Sözlük

Sevgiliyi beklemek: Kalbin içine akan zaman.
Yazının Devamını Oku

Hrant’ın arkadaşı geyik çıktı

30 Ağustos 2011
Artık “entel takılmak” kolay. Belli şeyleri öveceksiniz. Belli şeyleri de yereceksiniz. Ne yaptığınızı bilmeniz gerekmez. Ezberi bozmazsanız “camiada” yeriniz hazır. Hrant Dink böyle değildi. Agos’u ezber bozmak için çıkardı. Hem Ermeni hem de Türk fanatiklere mesafeli durdu.
Öldürülmesinin asıl nedeni de bu inadıydı zaten. Çünkü “kötü örnek” oluyordu. Aklı selim sahibi olunabileceğini gösteriyordu iki tarafın gençlerine.
Bugünse “camiaya” giriş için ezbere konuşmak şart. Adaylardan biri Agos’un kitap ekinde kitabım hakkımda güya “eleştiri” yazmış.
Yazdığım her şey en az elli açıdan eleştiriye açıktır. Demirden korksam trene binmem. Ama Agos’takine “eleştiri” demek zor. Daha çok bir gıcığın ifadesi.
İçinde yok yok: Romanda olmayan ifadeler atfetmek, çarpıtma ve Mustafa Kemal antipatisi. Bir de tabii roman karakterlerinin fikirlerini yazarın fikriymiş gibi göstermek.
Romanın Türk kahramanının hayatını bir Ermeni kurtaracak, sonra da o Yunanlı arkadaşlarını kurtarmak için kendisini paralayacak ve sen çıkıp bunu “ırkçı” sayacaksın.
Niye? Yazar kendisine “ulusal solcu” diyor diye.
Kusura bakmayın ama böyle geyik yok. Bu düpedüz “nasılsa bizim enteller kitap falan okumaz, sallayayım gitsin!” demek.
Görünen o ki bu gençler lobide yer kapmayı metne kafa patlatmaktan daha önemli buluyor.
Son sözüm Agos’çulara: Kimse Mustafa Kemal’i sevmek zorunda falan değil. Ayrıca kitap eki şahane fikir. Ama içini doldururken canımıza okuyacak gerçek eleştiriler bulun.
Gıcık olduğunuz birine en büyük kıyak onun aleyhinde böyle şeyler basmaktır. Elin oğlu bu kadar boşluğu affetmez, fikrinizi tarumar eder. Sükseniz de bu okuduğunuz yazıdan ibaret kalır.
En azından bir sorun kendinize, “Hrant olsaydı bu yazıyı basar mıydı?” diye. Edebiyat vallahi çocuk oyuncağı değil, unutmayın.

Bir filmin ilginç öyküsü

Leyla Yılmaz’ın ilk filmi “Bir Avuç Deniz” New York Şehri Beynelmilel Film Festivali’nde büyük ödülü kazanmış.
Şahsen sinemada seyrettiğim zaman beğenmiş ve yazmıştım. Ama öyküyü ilginç yapan bu değil. İşin ilginç tarafı, gösterildiği zaman eleştirmenlerimizin filme hiç prim vermemiş olması.
Peki yapanların hiç mi kusuru yok? Galiba onlar da entelektüel filmlerini gişe filmi gibi sunarak kendi kalelerine gol atmışlar.
Demek ki “gişe filmi” mi yoksa “festival filmi” mi yaptığımıza baştan karar vermek ve sunarken kafa karıştırmamak lazım. Çünkü şekilde görüldüğü gibi, yanlış hesap ta New-York’tan dönüyor ancak.

tatlı Sözlük

Özlemek: Bir şehrin yerini değiştirmek istemek.
Yazının Devamını Oku

Maymunlar cennetine kaçış

29 Ağustos 2011
Maymunlar Cehen-neminden Kaçış: Başlangıç epeydir izlediğim en insancıl film. Çünkü insan ırkının kendisini ve dünyayı mahvedişini anlatıyor. Seyrederken anlıyorsunuz: İnsanoğlu doğanın kanseri aslında. Biz olmasak her şey güllük gülistanlık.
Karşımızdaki de bu cehennemden kaçmaya çalışan akıllı maymun Sezar’ın macerası. Seriyi bilenler kendisinin anlam ve önemini zaten hatırlayacaktır.
Bir kere çok eğlenceli bir film: Saat gibi bir senaryo, harika sinematografi, güzel diyaloglar...
Ayrıca, Asimov’un birkaç yıl önce filme çekilen “Ben Robot” romanıyla benzer bir ana fikre sahip: İnsanoğlunun kör bencilliği.
Romanda insanları korumakla görevli robotlar “insanlığı korumanın” tek yolunun darbe yapıp yönetime el koymak olduğuna karar veriyordu.
Aksi takdirde birkaç yüzyıl içinde kendilerini de gezegeni de yok edeceklerdi çünkü.
Sezar ve arkadaşlarıysa kendilerini kurtarmak derdinde. Yakında intihar edecek insanlığın yerine yeni bir uygarlık kurmak için.
Hepimiz biliyoruz ki dünyada bu filmi seyredip hiçbir şey hissetmeyecek, çıkınca sadece “bu saatte ne yesem?” diye düşünecek milyonlarca insan var.
Zaten ne oluyorsa onlar yüzünden oluyor. Silah tacirlerini zengin eden de, doğayı katleden de, insan doğasını durmadan cendereye sokan da onlar.
Ama siz öyle değilsiniz, biliyorum: “Nasılsa dünya berbat, bari keyfime bakayım” diyen egoistlerden değil, kurtarılabilecek ne kaldıysa kurtarmak isteyen romantiklerdensiniz.
Somali için üzülen, Hakkari’ye yardım gönderen, kapısının önüne hayvanlar için su koyan, kimsesiz çocuklara bağışta bulunanlar: Maymunlar cenneti sizi bekliyor.

Seda Sayan’a teşekkür

Duydum ki geçen hafta röportaj verdiğim Seda Sayan, programında şahsıma pek iltifat etmiş.
Ne yalan söyleyeyim, yaş ilerledikçe kadınlardan iltifat almak insanın daha çok hoşuna gidiyor. Demek bu da diyet gibi zamanla artan bir ihtiyaç.
Sevgilim duyunca çok güldü ve hemen havaya girmememi, daha vermem gereken 5 kilo olduğunu söyledi.
Ben de buradan Seda Sayan’a teşekkürlerimi sunarım: Yeni programında yazarları ve kitapları seyircisiyle buluşturma kararını tebrik etmeyi unutmayarak.

tatlı Sözlük

Büyümek: Bizi büyütenleri affedebilmek.
Yazının Devamını Oku