Selim Türsen

Zeytinlere kıymayın ‘Homo Sapiens’ler

29 Mayıs 2017
BUGÜNKÜ insanlara benzeyen hayvanlar 2.5 milyon yıl kadar önce Afrika’nın doğusunda bir yerlerde ortaya çıkmış.

Bu insan türleri 1 milyon yıl öncesine kadar şempanze, kuşlar gibi ağaçlardan meyve toplayarak, böcek yiyerek, tilkiler gibi tavşan avlayarak yaşarmış. Gruplar halinde dolaşarak karınlarını doyurdukları yerlerde kalırmış. Dünyanın değişik yerlerinde 100 bin yıl kadar önce bizim atalarımız olan Homo Sapiens dışında Homo Erectus, Neandertal, Homo Solonesis denilen az altı insan türü mevcutmuş.
Son yılların en ilgi çeken yazarlarından Hararı, “İnsanlığın Kısa Tarihi” adlı kitabında, bizim atalarımız olan Homo Sapiens’in 70 bin yıl önce Afrika’dan çıkıp önce Arap yarımadası oradan Avrasya’ya yayılmasından sonra dünyadaki değişime dikkat çeker. Homo Sapiens dilini diğer canlılardan çok daha iyi kullanarak Bilişsel Devrimi başlatır. Birbirleriyle iletişimi geliştirerek kurdukları tuzaklarla büyük hayvanları avlayıp tehlike olmaktan çıkarır, gittiği yerlerdeki diğer insan türlerini yok eder.


TARIM DEVRİMİNİN FELAKETİ
Ama dünya ekolojik sistemi için asıl felaket 10 bin yıl kadar önce gerçekleşen tarım devrimi ile başlar. Toprağı sürüp buğday, arpa yetiştirmeye başlayan insanlar yerleşik düzene geçer. Tarihi 8 bin yıl öncesine kadar giden İzmir’de, tarım devriminin ilk başladığı ve yerleşim alanın kurulduğu yerlerden biri.
Aslında Homo Sapiens’in yazına göre, tarım devriminden önce bulduklarıyla karınlarını doyurup mutlu bir şekilde yaşayan insanlar, çiftçiliğe başladıktan sonra sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda kalır, topraklarını savunmak için savaşlara başlar ve daha mutsuz olur. Ama o ayrı bir tartışma konusu.
Tarım devriminden sonra biz Homo Sapiens’ler köyler, şehirler kurmak için ormanları yakar, aslandan, file kendi dışımızdaki canlılara yaşam hakkı tanımadık. Giderek diğer canlı türleri ve doğa erimeye başladı. Bugün ise yine insanların da neden oldukları küresel ısınmanın katkısıyla ekolojik felaket boyutlarına ulaşmış durumda.

Yazının Devamını Oku

Akıllı korkuluklar

21 Mayıs 2017
103 yıllık Barbaros Köyü sakinleri, ekinlerini kargalardan korumak için tarlalarına koydukları korkuluğa ‘oyuk’ diyor. Geçen hafta yapılan “2’nci Barbaros Oyuk Festivali”nin adı da buradan geliyor.

İstanbul’dan bir yakınımız bu Festival için Barbaros’a gelince bizim de yolumuz düştü. İyi ki de düşmüş. Birilerini aşağılamak için benzettiğimiz o bostan korkulukları ‘oyuk’ olunca öyle güzel olmuşlar ki, insan bakmaya doyamıyor. Barbaros yol ayrımından itibaren birbirinden değişik giysiler ve yüz ifadeleri ile ziyaretçileri karşılayan oyuklar köyün her yerinde karşınıza çıkıyor. Bir evin penceresinde, kahvenin damında ya da tezgahta satıcının hemen yanı başında oturan bir ‘oyuk’a rastlamak mümkün... Ama sadece bakmakla kalmıyorlar, giysileri ve üzerlerinde yazan mesajlarla sizinle konuşuyorlar da... Mesela bir oyuk “Kadına şiddete hayır” yazılı bir pankart taşıyor. Bir başkası, üzerinde “Aklını başına al” anlamına gelen “Gaşın, gavran tarlanı boş bırakma” mesajı taşıyor. Oyukların kimi köyün genç kızı, kimi ninesi, kimi de bıçkın delikanlısı olmuş. Takım elbiseli kravat takmış bir oyuk ise, “İşimizi geri istiyoruz. Boş tarlaya garga gelmeyo” diyor.

KIRK YAMA SERGİSİ
“Festival etkinlikleri sadece oyuklarla sınırlı değil. Örneğin ‘Kırk Yama’ sergisinde Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş hiç makine kullanmadan elde dikilen her biri ayrı sanat eseri değerinde patchwork çalışmaları vardı. Ama kırk yamalar satılık değil, sadece seyirlikti. Ciddi fiyatlar ödeyip satın almak isteyenler bile bu el emekleri, göz nurlarına sahip olamadı. Keçe çalışmalarından yapılmış sergide ise tütün kıran ya da gözleme açan kadınların kumaş üzerinde nasıl öyle hayat bulabildiklerine şaşarak bakıp kalıyordunuz.
Aslında bu soruların cevabı, bu güzelliklerin nasıl yaratıldığını öğreten atölye çalışmalarında alınabiliyor. Çat kapı gidip oturularak köyün yerel lezzetlerinin tadıldığı sevimli mekanlar ve tabii ki, sokak konserleri gibi festivallerin olmazsa olmazlarının Barbaros’ta da yapıldığını söylemeye gerek yok.
Festival komitesi amaçlarını, “Köyümüzün sessizliğine, sakinliğine zarar vermeden, doğal dokusunu bozmadan, unutulmuş gelenekleri canlandırmak, üretim gücümüzü ortaya çıkarmak ve kırsal yaşamın bize sunduğu nimetlerden ödün vermeden sürdürülebilir kalkınmamızı sağlamaktır” sözleriyle özetliyor.
Aynı zamanda sevinç ve mutluluk anlamına gelen ‘oyuk’ festivalini gelecek yıl kaçırmayın derim...

Yazının Devamını Oku

İzmir’e üçüncü göz

15 Mayıs 2017
GÜNLÜK yaşamın bir parçası haline geldiğinden önemsenmeyen çok önemli ayrıntılar, göz alışkanlığından fark edilmeyen güzellikler, hemen yanı başında olduğu için yarın öbür gün giderim düşüncesiyle ötelenen ziyaretler, aynı kentte yıllardır yaşayan insanların çoğunun başına sıklıkla gelir.

İstanbul’dan gelen Hürriyet’in yazar kadrosunun kaleme aldığ “İzmir’i Keşfet” gazetesinde dışarıdan İzmir’in nasıl göründüğünü anlatan birbirinden güzel ilginç yazı ve yorumlar vardı. Mesela kendisi de eline bagetleri alıp baterinin başına geçmesiyle ünlü caz ustası Sedat Ergin’in kaleminden “İlla da Mozart olsun” diyen Tepecik Filarmoni’nin hikayesi kaçırılmaması gereken bir yazıydı.

Murat Yetkin ise yazısında Ankara’ya göç edenlere “Nerelisin?” diye sorulduğunda “Yozgatlıyım, Karslıyım”, İstanbul’a göç edenlerin “Rizeliyim, Adanalıyım” cevaplarına karşılık İzmir’e göç edenlerin ise üç gün sonra “İzmirliyim” demeye başladıkları saptamasını yapıp, “Ortada ciddi bir siyaset etkeni var. İzmir’e gerek Kürt, gerek Beyaz Türk göçünü çeken bu özelliği. İnsanlar, Batı’ya dönük hayat tarzlarına karışılmadan, barışçıl bir ortamda yaşamak istiyor” yorumunu yapmış.


OKULLARDA BAŞVURU PATLAMASI
Yalçın Bayer yazısında, İzmir’de tanınmış bir okulun yöneticisinin İstanbul ve Ankara’dan ön kayıt için başvuru yoğunluğu yaşandığı görüşüne yer verip, “İzmir’e doğru sosyolojik bir göç var. İki kentte kendilerini siyasi ve ekonomik olarak kuşatılmış hisseden aileler çocuklarının özgür şekilde yetiştirilmesini istiyor” değerlendirmesini yapmış.
Ayşe Arman ise her zamanki gibi duygularını net ifadelerle ortaya koyarak, “Bu kadar gidip geldim, İzmir’i bilmiyormuşum meğer. Yepyeni yerlerini keşfettim. İzmirlileri daha iyi tanıdım. Yaşasın İzmir! Sen çok yaşa İzmir! Allah hepimize İzmir gibi bir şehirde yaşamayı nasip etsin. Buram, buram özgürlük ve modernite kokan bir şehir. Her anından keyif aldım. Bütün İzmirlilere selam olsun” demiş.

Yazının Devamını Oku

İstanbul gibi olmamak için

8 Mayıs 2017
GELİŞMELER İzmir’in yeniden ‘Yükseliş Devri’ne girdiğini çok açık gösteriyor.

Ama bu yükseliş sadece, ekonomi ve altyapı yatırımlarıyla kalkınma anlamında değil, sosyal, kültürel ve siyasi olarak da öne çıkıyor. Önce Alaçatı Ot, ardından Urla Enginar festivallerine başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından gösterilen ilgiye bakın. İğne atsanız yere düşmeyecek kadar çok insan herhalde sadece ot yemek, enginarın tadına bakmak için İzmir’e gelmedi. Bulundukları kentlerdeki trafik sıkışıklığının yarattığı bunalımdan, işte, evde, kahvede, siyasetten, başka bir şey konuşamaz hale gelmenin neden olduğu psikolojik çöküntüden kaçmak, nefes alabilmek için insanlar kendilerini İzmir’e attı.

Neden İzmir derseniz, bunda İzmir’in batılı ülkelerde olduğu gibi insanların kendilerini özgür ve rahat hissedebildikleri, herkesin birbirine saygılı olduğu modern ve çağdaş bir kent algısını yaratmış olmasının payı büyük. Bir de İstanbul’a bakalım. Metrobüsler, tramvaylar bağrış çağrış. Caddelerde trafik kuralları değil, yol vermeyip, oradan buradan kafa çıkaranların yol almaya çalışanların bıçkınlık kuralları geçerli. Oralarda insana saygı değil, yumruğunu vuranın, kara parasını konuşturanın gücünü gösterdiği orman kanunları geçerli. Göç alıp, nüfus arttıkça kıyısından, köşesinden İzmir’de de bu görüntüler rastlanıyor, ama henüz kent yaşamına hakim olabilmiş değil.


MAGANDAYIM, AMA PARA BENDE
Ancak bundan sonrası çok önemli. Önceki hafta ‘İzmir’i Keşfet’ projesi kapsamında gelen Hürriyet yazarlarının dikkat çektiği gibi, İzmir’e gelip yerleşmeyi düşünen çok kişi var. Zaten Başkan Aziz Kocaoğlu’nun verdiği bilgiye göre; geçen yıl 80 bin kişi kente yerleşmiş. İzmir yükselen değer oldukça yeni zenginlikten pay kapmak isteyen her çeşit insan kentin yolunu tutacak. Belki de İstanbul’da olduğu gibi arabalarının arkasına “Magandayım, ama para bende” diye yazdırıp, dolaşanlar bile olacak.


Yazının Devamını Oku

Zeytinyağını nasıl bilirsiniz

1 Mayıs 2017
ZEYTİNYAĞININ kalitesiyle ilgili bilen, bilmeyen herkes bir şeyler söyler.

Neyse ki, bu konuda kafa karıştıran soruların cevabı geçen hafta Zeytin ve Zeytinyağı Fuarı’nda vardı. Zeytinyağı tadım atölyelerinde konunun uzmanları çok değerli bilgiler verdi. Ben Gülşah Satıroğlu’nun sunduğu programda Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Komitesi Başkanı Ümmühan Tibet’in katkılarıyla yapılan açıklamalardan öğrendiklerimi bu köşede kısaca paylaşacağım.

Öncelikle; naturel sızma diye aldığınız yağ, ağzınızda acı bir tat mı bırakıyor? Boğazınız yanıyor mu? Eğer cevabınız evet ise gözünüz aydın, kaliteli bir sızma yağ almışsınız demektir. Meyve aromaları da yoğun olan bu yağları tüketirken kanserin en büyük düşmanı antioksidanlar ve zeytinin sağlıklı bileşenleri polifenoller de içinize akıp vücuda sağlık katıyor demektir. Tattaki acılık, boğazı yakma şiddeti arttıkça yağın kalitesinin de arttığını böylece öğrenmiş olduk. Bu da zeytinin buruk ve acı bir meyve olmasından kaynaklanıyor. Ne kadar doğal işlendiyse zeytinin özellikleri o kadar yağa geçiyor.
Kalp damar hastalıklarından, bebeklere kadar pek çok derde deva zeytinyağının kaliteli bir naturel sızma olmasının yolculuğu önce hasatta başlıyor. Zeytin taneleri toprağa değmeden, sopalarla dövülmeden ve tercihen akşam saatlerinde toplanmalı. O gün sıkıma giden meyvenin asit oranı da düşük oluyor. Naturel sızmada en yüksek asit oranı 0.8 olmalı.
Uygun koşullardaki hasattan sonra 27 - 28 dereceyi aşmayacak şekilde yağ soğuk sıkım yöntemiyle yapılırsa ideal naturel sızma zeytinyağı elde edilmiş demektir.


TAŞ BASKI MI, SOĞUK SIKIM MI?

Yazının Devamını Oku

Zeytinin yeniden doğuşu

24 Nisan 2017
ZEYTİN, beş bin yıl önce insanların ilk evcilleştirdikleri meyve türlerinden birisi. Yaklaşık 2.5 milyon yıl avcı toplayıcı bir canlı türü olarak yaşayan bugünkü insanların ataları tarım toplumuna geçişinin yolunu açan buğday, patates, mısır gibi dört-beş çeşit üründen birisiydi zeytin...

Mardin, Hatay, Suriye, Filistin ve Kıbrıs Adası’nı içeren bölge, zeytinin anavatanı olarak kabul edilir. Dünyadaki 900 milyon zeytin ağacından yüzde 98’i uygarlığın merkezi Akdeniz çanağında bulunur. Türkiye ise sofralık zeytin ve zeytinyağı üretiminde İspanya, İtalya, Yunanistan, Suriye ve Tunus’la birlikte hatırı sayılır bir yere sahiptir.

Son 5 yılın ortalamasında 170 milyon zeytin ağacı bulunan Türkiye’de 400 bin ton sofralık zeytin, 172 bin ton zeytinyağı elde edildi. Zeytin üreticisi aile sayısı ise 320 bin civarında. Aydın, İzmir, Muğla, Balıkesir, Bursa, Manisa, Çanakkale, Gaziantep, Mersin bu üretimde en yüksek paya sahip olan iller.
Sağlıklı ve dengeli beslenmenin ilaçlarından biri olan zeytin ve zeytinyağına ilginin giderek artması yurt içi ve yurt dışı talebin artmasında da önemli bir rol oynuyor. Dünyada zeytin tüketimi son beş sezonda yüzde 3 artarken Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 11 arttı. Ancak Türkiye hala kişi başı yıllık 2 litre ile zeytinyağı tüketimiyle çok gerilerde. Bu oran Yunanistan’da 24 litre, İspanya ve İtalya’da 14 litre, Tunus, Portekiz, Lübnan ve Suriye’de ise 8 litre civarında...


YENİ ÜRETİCİLERE TEBRİK
Bu hafta başlayacak olan 7’nci Zeytin, Zeytinyağı, Teknoloji Fuarı ‘Olivetech 2017 - Gurme İzmir’ fuarı öncesi bu bilgileri paylaşmak istedim. Zeytinin anavatanı ve üretimde dünyada ilk beş arasında yer alan Türkiye’de zeytin ve zeytinyağına olan ilgi hala çok yetersiz. Bunun yanında tüketim arzulanan seviyenin çok altında olsa da butik zeytinyağı üretiminde çok önemli adımlar atıldığını özellikle Hürriyet EGE’de Adnan Kaya’nın kaleminden yakından izliyoruz. Yeni kuşak zeytin üreticilerinin, bilimsel üretim çalışmalarıyla binlerce yıldır insanlara hayat sunan bu değerli ağaçları hak ettikleri değeri verdiklerini görmek beni özellikle memnun ediyor.

Yazının Devamını Oku

Güneşli günler yakın

22 Nisan 2017
Bu satırların yazılırken henüz referandum için sandık başına gidilmemişti. O nedenle yazının başlığının sandıktan çıkmış olan evet ya da hayır sonuçlarıyla hiçbir ilgisi yok. Muhtemelen kimileri bugüne büyük bir sevinç ve yeni umutlarla başladı. Kimileri de hayal kırıklığının şokunu atlatmaya çalışıyor.

Neyse ki yazımız ‘evet’ çileri de ‘hayırcılar’ı da yakından ilgilendiriyor. Toplumun tüm kesimlerini birleştiren bir konudan güneş enerjisinden söz ediyorum. Isınmadan, aydınlatmaya, fabrikadan, konuta ucuz enerjinin kaynağı ‘güneş enerjisi’yle ilgili yeni bir yasa tasarısı haberlerini görünce, her şeyi unutup neler olup bittiğine baktım. 

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) yeni bir kanun taslağı hazırlamış. Buna göre 10 KW’ye kadar üretim yapan güneş enerjisi panelleri ile üretilen enerjiyi de satabilmek mümkün olacakmış. Yani Türkiye’de herkes işyerinin, evinin çatısına veya kendi arazine kuracağı güneş paneliyle elektrik üretebilecek ve fazlasını da satabilecekmiş. Apartmanlar ve siteler de bu işe dahil olacak, satılan elektriğin parası da daire sahipleri arasında paylaşılacakmış.

Yüzde 40 ucuzlayacak
Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED) Genel Sekreteri Hakan Erkan yeni düzenlemeyle, lisanssız güneş enerjisi için gereken 6 – 8 aylık sürenin kısalacağını söylemiş. Maliyetin düşürülmesi için yapılması gerekenleri de şöyle özetlemiş:
“Şu anda güneş santrali kurmak için 10 yıllık elektrik faturası kadar para ödenmesi gerekiyor. Bu da 3-4 bin dolara denk geliyor. Güneş panellerinin önümüzdeki dönem yüzde 30-40 ucuzlamasını bekliyoruz ve bankaların mikro kredi sağlamasıyla güneş enerjisinin yaygınlaşacağını düşünüyoruz. İşte bazı rakamlar:


Yazının Devamını Oku

Atlı tramvaydan, hızlı tramvaya

10 Nisan 2017
Ben göremedim ama, babam İzmir’in eski tramvaylarından sık, sık söz ederdi. O da büyüklerinden bir zamanlar İzmir’de atlı tramvaylar olduğunu dinlermiş. Doğduğu yıl olan 1928’de atlı tramvaylar seferden kaldırılmış, yerlerini elektrikli tramvaylar almış.

Ne yazık ki elektrikli tramvayların ömrü, yarım asırlık atlı tramvaylar kadar uzun sürmemiş. Belediye Meclisi kararıyla 25 yıl kadar sonra 7 Haziran 1954 tarihinde İzmir caddelerinden tramvay kesin olarak kaldırılmış.

Geçmişe dönecek olursak,  İzmir’de ilk atlı tramvaylar bundan 137 yıl önce 1 Nisan 1880’de Konak ile Punta (Alsancak) arasındaki sefere başlıyor. Ray Haber’deki bilgilere göre, İzmir valisi Mithat Paşa’nın zamanında yerleşim bir zamanların sayfiye yeri olan Göztepe ve Karataş’a uzayınca,1885 yılında Konak - Göztepe tramvay hattı açılır. Daha sonra bu hat Güzelyalı’ya kadar uzar. Kenarları açık haremlik ve selamlık olarak gün boyu çalışan tramvaylar kısa sürede İzmir halkının vazgeçilmez ulaşım aracı olur. 

Elektriğin enerji olarak kullanılıp atların yerini almaya başlamasından sonra ise tramvaylar da elektrikli olur. Atlı tramvaylar 31 Ekim 1928 tarihinde kent içerisindeki son seferlerini yaptıktan sonra ulaşımdan kaldırılır.

Kaderin cilvesi

İzmir’de toplu ulaşımda tramvayların kaldırılma nedeni ise 1932 yılından caddelerde boy gösteren otobüslerdi. Tramvaylar yavaş kaldıkları, trafik sıkışıklığına neden oldukları gerekçesiyle seferden kaldırılmışlardı. Kaderin cilvesine bakın ki son tramvay seferinden 63 yıl sonra, İzmir’in trafiğini otobüslerin şehir içinde yarattığı sıkışıklıktan kurtarmak için yine tramvaylar devreye giriyor.

 Halbuki söz konusu yarım asırlık dönemde Avrupa toplu ulaşımda tramvayları hiç kaldırmamış aksine yeni teknolojilerle geliştirerek hızlanmasına sağlamıştı. Türkiye’de yalnız İzmir değil, Ankara ve İstanbul’da tramvayların kaldırılıp bir kenara atılmalarında otobüs ve otomobil lobilerinin etkisi olduğu geçmişte çok tartışılmıştı. Eğer toplu ulaşıma zamanında gereken önem verilseydi belki İstanbul bu halde olmaz, İzmir bugünkü sıkıntıları yaşamazdı.

Bu hafta Karşıyaka’da ilk seferine başlayan yıl sonunda Konak hattında çalışmaya başlayacak hızlı tramvaylar, aynı İzban’ın metro seferleri gibi İzmir’in ulaşım tarihinde yeni  bir dönüm noktası oluşturacak.  Hayırlı olsun.

Yazının Devamını Oku