Selim Türsen

Kemeraltı’nın renkleri

4 Nisan 2017
Yaklaşık 15 bin dükkanın bulunduğu, 180 hektarlık alanıyla dünyanın en büyük açık hava çarşılarından Kemeraltı her gidişimde yeni renkleriyle beni şaşırtmaya devam ediyor.

Mesela Kızlarağası önünde öğle saatlerinde başlayan bir cümbüşün seyircisi de çok oyuncusu da. Kendilerine Mahalleden Arkadaşlar diyen sokak çalgıcılarından oluşan bir grup çalmaya başladığında bir anda semtin havası değişiyor. Yoldan geçerken acelesi olanlar bile durup dinlemekten kendini alamıyor. Bazı seyirciler ise müziğin ritmine dayanamayıp rugan ayakkabıları, lacivert takım elbiseleri, ütülü beyaz gömleklerine rağmen atıyor kendilerini sokak sahnesine hem söylüyor hem de oynuyor. Ya da Harmandalı çalmaya başladığında, eski kartpostallardan fırlayıp gelmişçesine ihtiyar amcalar bugüne kadar görmediğiniz ustalıkla dizlerini yere vura, vura oynuyor. 

En güzeli ise yaşananların planlı değil tamamen doğaçlama olması. Her şey bir anda akıp gidiyor. Aslında olup bitenler, o sırada Kızlarağası önünden geçenlerin kendilerine 5 – 10 dakikalık keyif molası vermelerinden başka bir şey değil.
Zaten İzmir’i İzmir yapan da bu değil mi. Mahalle baskısı kaygısı olmadan insanların içlerinden geldikleri gibi davranabilmeleri. Hiç çekinmeden sokak çalgıcılarıyla birlikte şarkı söyleyip oynamaları, hiç rahatsız edilmeyeceklerini bilerek istediklerini giyme, istediklerini yeme içme özgürlüğü ne sahip olmaları. Bunlar İzmirlilerin hiçbir zaman vazgeçemeyecekleri değerler.
Sekiz bin beş yüz yıllık geçmişi ile dünyanın ilk kurulan kentlerinden biri olan İzmir’de tarih boyunca onlarca medeniyet kuruldu ve yıkıldı. Ama her defasında İzmir küllerinden yeniden doğmayı başardı. Geçmişteki bazı kentler gibi tarihin çöplüğünde yok olup gitmedi.
Köklü geçmişinden gelen birikimlerin İzmir’in bugünkü yaşam kültürüne etkisi çok açık. İzmirli hayata öbür dünyada başına geleceklerin endişesiyle kara gözlüklerle değil, gülerek, coşkuyla, neşeyle bakıyor. O nedenle dünya var olduğu sürece, İzmirlilerin sokak çalgıcılarıyla birlikte çalıp oynamaya devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

 

Yazının Devamını Oku

Villada oturan robotlar

27 Mart 2017
GEÇEN hafta İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Teknoparkı’nda yeni açılan bir AR-GE (Araştırma-Geliştirme) merkeziyle ilgili haber dikkatimi çekti.

Hürriyet İnsan Kaynakları ve Yeni Ekonomi gazetesinde habere konu olan AirTies firmasının ürünlerini kablosuz ağ bağlantısıyla internete bağlananlar iyi bilir. Ben önde gelen bütün teknoloji mağazalarında ürünlerini gördüğüm bu firmayı yabancı sanıyordum, meğer Türk’müş. ABD’den Türkiye’ye dönüş yapan mühendisler kurmuşlar.

Haberin bana en ilginç gelen yönü AirTies firmasının robotları için Urla’da villalar kiralamasıydı. Hiç insan yaşamayan bu villalarda sadece robotlar oturuyordu. Uzaktan kumanda ile kendilerine verilen görevleri odalar arasında dolaşarak yerine getiren robotlar, gerektiğinde asansöre binerek üst kata çıkıyordu. Robotlar dolaşırken firma geliştirdiği yazılımların testlerini yapıyor örneğin alt kattan, üst kata çıkıldığında hatlarda kopukluk olup olmadığını kontrol ediyordu.


MÜHENDİSLER GİTMEYİNCE ŞİRKET İZMİR’E GELMİŞ
AirTies yöneticileri merkez İstanbul’da olmasına rağmen robotları için neden Urla’da çeşitli villalar kiraladıklarını öncelikle İzmir’de maliyetlerin daha düşük olmasına bağlamış. Ama daha da önemlisi şirketin büyük ihtiyaç duyduğu yazılım mühendislerinin artık İstanbul’da yaşamak istememesi. Yeni işe alacağı mühendisleri İstanbul’da çalışmaya ikna edemeyen firma, çareyi onların ayağına gitmekte bulmuş. İstanbul’da 130 kişinin çalıştığı AR-GE merkezine ek olarak İYTE Teknokent’te yeni bir merkez açmış. İzmir’de ilk aşamada 36 mühendis çalışacakmış.
Bütün bu gelişmeler İzmir’in bir büyük hayalinin teknoloji ve AR-GE kenti olma hedeflerinin gerçekleşmeye başladığını gösteriyor. İstanbul’un kalabalığına tahammül edemeyen, şortlarıyla, jeanleriyle istediklerinde 10 dakikada ulaşabilecekleri sahilleriyle İzmir’in rahat ortamında daha üretken olabilen araştırma ve geliştirme mühendisleri, artık İzmir’i keşfetti. Teknoloji Kampusü’nde AirTies gibi firmaların sayılarının katlanarak artacağından, İzmir’in yakın bir gelecekte eğitim ve kültürde son derece donanımlı yeni ve genç bir nüfus kazanacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Yazının Devamını Oku

Arıların sessizliği

20 Mart 2017
GEÇEN hafta Avrupalılar seçim, Türkiye referandum kaygısına düşmüş, Ortadoğu’da insanlar birbirini boğazlarken Muğla’dan arıların toplu ölümüyle ilgili bir haber geldi.

Aslında bu haber insanoğlu için çok daha büyük tehlikelerin işaretini veriyordu. Habere göre; Türkiye’deki 7 milyon kovandan 1 milyon 280 bini Muğla’da idi. Ama bu yılki toplu arı ölümleriyle 480 bin kovan sönmüş ve kovan sayısı 800 bine gerilemişti.

Muğla Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Ziya Şahin, kentteki arı ölümlerinin Adana ve Mersin’de olduğu gibi zirai ilaçlamadan değil, küresel iklim değişikliğinden kaynaklandığını söylüyordu. İşte, bu çok önemli. Albert Einstein’ın “Arılar olmazsa, insanoğlu 4 yılda yok olur” sözü akıllardadır. Bal arıları bitkiler arasındaki tozlaşmayı sağladığı için buğdaydan, şeftaliye akla gelen tüm bitkilerin üretimini sağlar. Arılar olmasa, önce yiyecek bitki bulamayacak hayvanların aç kalıp öleceği, ardından insanlığın yok olacağı öngörülüyor.


48 MİLYAR ARI EKSİK
Kendi payıma arıların dünyasını yakından takip ederim. Öncelikle kış aylarında bir kovanda sayısı 5 - 10 bin olan arı nüfusunun mayıs, haziran aylarında yeni yavrularla 80 ile 100 bine kadar çıktığına dikkat çekeyim. Muğla’da 480 bin kovanın sönmesi, yeni sezonda 48 milyar daha az arı anlamına geliyor. 48 milyar arının bitkilerin tozlaşmasına yapacağı katkı düşünülecek olursa, durumun vahameti çok daha iyi anlaşılır.
Aslında arıların müthiş bir dünyası var. “Arı gibi çalışkan” sözü boşuna söylenmemiştir. Topu, topu 4 - 6 hafta ömrü olan işçi arılar yumurtadan çıkıp dünyaya gözlerini açtığı anda çalışmaya başlar. İşçi arı ömrünün ilk 3 gününde yavru arıların çıktığı hücreleri temizler. Ardından 13’üncü güne kadar kuluçkaların bakımını yapar, olgun larvaları ve çok küçükleri besler. 14’üncü günden itibaren kovan temizliği, ölü arıların ve çöplerin dışarı çıkarılması, hücrelere polen doldurulması, çiçek özü ve salgıların işlenmesi, balmumu üretilmesi gibi kovan içindeki işler yapılır. İşçi arılar 18 ile 20 günlük iken eşek arısı gibi düşmanlara karşı kovan kapısında muhafızlık görevine başlar. Sonra sıra tarlacı arı olmaya gelir. Dışarıdan bal yapımı için çiçek özü, salgı, çiçek tozu, su getirir.

Yazının Devamını Oku

Son dakika umudu

13 Mart 2017
BERLİN Fuarı, dünyanın en büyük turizm borsalarından biridir. Her yıl mart ayında seyahat acenteleri, oteller, ülke tanıtım grupları bu fuarda bir araya gelerek yaz sezonu için görüşmeler yapar. Eğer Berlin’de anlaşmalar iyi olursa, o yıl turizmde kazançlı bir yıl geçer.

Rusya krizi ve terör olayları öncesi gelen turist sayısı Türkiye nüfusunun neredeyse yarısına 35.5 milyona, turizm gelirleri ise 32 milyar dolara dayanmıştı. Ama geçen yıl 10 milyon daha az turist geldi, maddi kayıp ise 10 milyar doları buldu.

Turizmciler bu yıl Berlin Fuarı’na büyük umutlar bağlamışlardı. İzmir ve çevresi de Berlin’de boy gösterdi. Örneğin, Selçuk Efes standıyla göz doldurmaya çalışıyordu. Ama sektörün en hassas olduğu konu siyaset, tam fuar zamanı büyük umutlarla Berlin’e gelen turizmcilerde soğuk duş etkisi yaptı. Anayasa referandumu kampanyalarında Türk siyasetçilere Almanya ve çeşitli Avrupa ülkelerinde izin verilmemesi, Nazi tartışmaları derken, sorunun ‘No Turkey’ sloganıyla Türkiye’ye turizm boykotu çağrılarına kadar vardığı görülüyor.


YÜZDE 15 AZALMA
Çağrılar ne kadar cevap bulur bilinmez, ama GFK’nın araştırmasına göre, Türkiye’ye olan rezervasyonlar yüzde 15 azalmış. Almanlar güvenlikten endişe ederken, Yunanistan, İspanya, Hırvatistan, İtalya ve Bulgaristan bu yılın gözde pazarları olarak görülüyor.
Eğer işler yolunda gitseydi, Türkiye 2018 yılında turizmden 48 milyar dolar gelir elde etmeyi planlıyordu. Ama Ruslar gelse bile, geçen yıl 3 milyon turistin geldiği Alman pazarında önemli kayıplar yaşanabilir.

Yazının Devamını Oku

Bademler çiçek açtı

6 Mart 2017
İzmir’in bile karlar altında kaldığı zor bir kışın ardından nihayet bahar yüzünü gösterdi.

Biraz şehrin dışına çıkıp doğaya uzananlar badem ağaçlarının pembe beyaz çiçekleriyle gelinler gibi süslendiklerini görecekler. Sadece badem değil, papatyalar, topraktan başını çıkararak tarlaları yeşile boyayan   buğday, mısır, analarının peşinden koşan kuzular, oğlaklar, deneme uçuşlarına başlayan arı ve bilumum  börtü, böcekleriyle doğa  bütün canlılarıyla uyanmaya başladı.

Sonbahar ne kadar kasvet ve hüzün getirirse bahar da o kadar sevinç ve umut getirir.  Şu günler de genciyle, yaşlısıyla, işçisiyle, işvereniyle, siyasetçisiyle, sporcusuyla herhalde en büyük ihtiyacımız umut. Savaştan, terörden, kavgadan uzak, yarın endişesi olmayan barış, huzur dolu günler hayal ediyoruz hepimiz.

Aslında  hem kara kıştan, hem de kavga ve çekişmelerden hepimiz çok yorgun düştük.  Bugünlerde her fırsatta, işyerlerinden, devlet dairelerinden, siyasetin çıkmaz koridorlarından kaçıp doğanın kucağına kendimizi  atarak yenilenmemiz gerek.  Baharın vereceği  enerjiyle kendimize gelince dünyaya çok daha umutlu bakıp sandık başına bile çok başka bir ruh haliyle gidebiliriz.

Küresel ısınma nedeniyle baharlar artık çok kısa sürüyor. Önümüzdeki bir ay her fırsatta doğayla buluşma fırsatlarını kaçırmayın derim.

 

Şimdi festival zamanı

Doğanın uyanmasıyla birlikte şenlikler de başlıyor.  Egenin zengin ot çeşitleri bu şenliklere ev sahipliği yapıyor.  Bu yılın ilk şenliği Seferihisar’ın Orhanlı Köyünde geçtiğimiz  hata sonu Şevketi Bostan Şenliği’yle başladı. Egelilerin çok sevdiği şevketi bostanın tamamen organik yöntemlerle yetiştirildiği Orhanlı’da düzenlenen  şenlikle  Ege otlarının festival mevsimi de açılmış oldu .

Yazının Devamını Oku

İşsizler ordusu ‘Güven’le yenilir

27 Şubat 2017
İŞ demek, aş demek. İşsiz sayısının arttığı toplumlarda işler rayından çıkar.

Hırsızların, kap kaç yapanların sayısı artar. Türkiye’de 16 yıl önce 2001 ekonomik krizi sırasında kadınlar çantalarını kaptıracakları endişesiyle sokaklarda yürüyemez hale gelmişlerdi. İzmirliler de biraz hafızalarını yoklarlarsa işsizliğin arttığı dönemlerde kanun dışı işler ve suç oranlarındaki artışı kolaylıkla hatırlarlar.

Kasım itibarı ile son bir yılda işsizler ordusuna 590 bin kişi daha eklenip, işsizlik oranının yüzde 12.1’e ulaştığı açıklandı. Bunun üzerine hükümet istihdam seferberliği ilan etti. Hem de işverenlere çok özel teşvikler vererek. Ardından iş dünyasından kaç kişiye iş yaratacakları açıklamaları gelmeye başladı. Hürriyet EGE Yazı İşleri Müdürlerinden Adnan Kaya, geçen hafta köşesinde haklı olarak, açıklamaların lafta kalmaması gerektiğini İzmir’de bu işin takipçisi olacağını yazdı.


YA YAPACAK İŞ YOKSA
İstihdam seferberliğinde iyi niyetli çabalara desteğimiz sonsuz. Ancak benim aklıma takılan soru şu. İşverenler ihtiyaçları olmadığı halde sadece seferberliğe katkı için birilerini işe alacaklarsa aldıkları kişilere ne iş yaptıracaklar. Üniversitelerde mikro ekonominin önemli konularından biri ‘Marjinal Fayda’dır. Bu bölümde, ihtiyaç fazlası elemanların iş yerinde verimin ve üretimin düşmesine nasıl yol açtığı örnekleriyle anlatılır.
Yine ekonominin en temel kuralları işsizliğe kalıcı çözümün ancak ekonomik büyümeyle sağlanacağını söyler. Ekonominin büyümesi için önce talep olması gerekir. Talep oldukça üretim artar. Üretim arttıkça da istihdam artar.

Yazının Devamını Oku

Kararsızların kararı

20 Şubat 2017
Referandum takviminin yaprakları tek, tek düşmeye başladı.

Değişik kesimlerle sohbetlerimde hayli şaşırtcı bilgiler alıyorum. Örneğin her seçimde muhalefete oy verdiklerini bildiğim 40’lı yaşlarda doktor bir karı, koca ‘Evet’ verebileceklerini söylediler.  Çift “Temmuz darbe girişiminde Cumhurbaşkanının liderliği olmasaydı belki şimdi iç savaştaydık” diyordu. Ayrıca dünyada ulusallaşma eğilimnini arttığı, Ortadoğu’da barut fıçılarının patladığı şu günlerde özellikle güçlü bir liderliğe ihtiyaç olduğunu vurguluyorlardı.

 

İç Egenin köylerinden birinden İzmir’e göç etmiş bahçe, inşaat işlerinde çalışan bir vatandaş ise  başta sağlık hizmetleri olmak üzere kazandıklarını kaybetme endişesi taşıyordu. O referandumu iktidar partisine ‘ Evet’  ya da ‘Hayır’ olarak görüyordu. Parlamenter sistemde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir değişikliğe gidileceği, yetkilerin tek bir kişinin elinde toplanması onu pek ilgilendirmiyordu.

 

Eski bir siyasetçi ise şu anda Hayır oylarının olabileceği en yüksek noktaya geldiğini, artık artmayacağını düşünüyordu.  ‘Hayır’ verecek bu kişi, Cumhuriyet rejiminin kaderinin oylanacağı böylesine tarihi bir seçim öncesi ana muhalefet partisinin  çok yumuşak kalmasından şikayetçiydi. “Bu kadar kritik bir dönemde, ana muhalefetin sokaklara dökülüp çok sert muhalefet yapması gerekir. Bu gidişle iki ay sonra demokratik, laik cumhuriyetten hiçbir şey kalmayacak.” görüşünü savunuyordu.

 

Ana muhalefet partisinin  ise gözünü kararsız oylarına diktiği görülüyor, Sayıları 5 milyon civarındaki kararsız oyları sert değil, ikna edici bir üslupla kazanma politikası izleyeceği  anlaşılıyor.

 

Yazının Devamını Oku

Kaçılacak şehir olmasın

13 Şubat 2017
KARŞIYAKALILARIN trafik çilesini çok dinlememe rağmen yoğun saatlerde yolum düşmediği için yaşadıklarını sadece tahmin edebiliyordum.

Ama yaşayınca sıkıntıyı çok daha iyi anladım. Geçen hafta içi bir sabah saat 08’e doğru Bostancı’dan yola çıktım. Trafiğin az olacağını düşünerek çevreyoluna sapmama rağmen, Bornova’ya ulaştığımda 1 saatten fazla bir süreyi yolda kaybetmiştim. Halbuki trafiğin olmadığı saatlerde ben aynı yolu en fazla 20 dakikada alıyordum.

Çevre yolundaki görüntü, trafikten yaşanamaz hale gelen ve bir yolunu bulanların ilk fırsatta kaçtıkları İstanbul’daki Boğaz köprülerinin trafiğinden hiç farklı değildi. Araçlar santim, santim ilerliyordu. Zaten yetkililerin saatleri geri almama inadı yüzünden kapkara bir yüzle karanlıkta yollara düşen Karşıyakalılar, üstüne bir de trafik stresi gelince, güzel İzmir’in güzelliğine gölge düşürecek mutsuz çehrelerle araçlarının camlarından bakıyorlardı. Trafiği rahatlatmak için açılacak yeni yollar, kavşaklar çare olabilecek mi, bilemiyorum ama şu anda trafikte mutsuzluk dorukta.


TRAFİK KRİZİ AŞILMALI
Eminim pek çok Karşıyakalı istemeden özel araçlarıyla yola çıkıyor. Bunun nedeni deniz yoluyla karşıya geçmek kolaylaşsa bile sonrasında yaşanan sıkıntılar. Sanayi siteleri, gıda çarşısı gibi pek çok iş merkezinin yakınına kadar giden metro ile otobüsler o saatlerde çok kalabalık olduklarından ya da istasyonlardan iş yerlerine kadar biraz yürümek gerektiğinden toplu ulaşım araçları tercih edilmiyor olabilir.
Bakalım önce Karşıyaka, ardından yıl sonuna doğru Konak tramvay hatları devreye girdiğinde İzmir – Karşıyaka arası trafiğin hafiflemesine ne kadar katkıda bulunacak. Eğer bugünlerde yaşanan trafik krizi aşılamazsa, İzmir bırakın yaşanacak şehir olmayı, ilk fırsatta kaçılacak şehirlerden biri olmaya aday.


Yazının Devamını Oku