Yüksek dağları, dik yamaçları, yemyeşil bitki örtüsüyle Avusturya Alplerinden farksız bir görünümü olan bu bölge asırlık kızılçam ve meşe ağaçlarıyla doludur.
Özellikle Kızılçam, sıcak ve kurak iklime dayanıklı olduğu için Ege’nin önde gelen bir ağaç türüdür. Kozalaklardan toprağa düşen tohumların önce fide, sonra fidan, daha da sonra genç bir ağaç haline gelebilmesi için bile en az 25 - 30 yıl geçmesi gerekir. Ama örneğin mobilya sektöründe kullanılabilecek 25 - 30 metre yüksekliğinde 1 – 2 metre kalınlığında bir çam ağacı olgunluğuna kavuşması için yarım asırdan fazla zaman gerek.
EN AZ 200 BİN AĞAÇ YANDI
Bölge köylüleri, Menderes üzerinden Seferihisar’a doğru yayılan yangının yolu üzerinde bulunan ormanın 150 - 200 yaşında çok eski ve yüksek ağaçlarla kaplı olduğunu söylüyor. Bir hektarlık alanda ortalama 300 ile 400 çam ağacı olduğu hesaplanıyor. Bu durumda 500 hektar olduğu belirtilen alanda 150 ile 200 bin ağacın yandığını söyleyebiliriz. Eğer yanan alan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in iddia ettiği gibi 5 bin hektar ise o zaman 1.5 - 2 milyon adet ağacın yanmasından söz ediyoruz, ki bu korkunç bir rakam...
Çam ağacı toz tuttuğu için havayı en iyi temizleyen ağaç türlerinden biri. Bir hektar çam ormanının yılda 30 ton toz tuttuğu hesap ediliyor. Bu durumda 500 hektarlık alanı yanan İzmir, yılda 15 bin ton tozunu yutup oksijen olarak veren müthiş bir orman varlığını kaybetmiş oldu.
Öyle ki, İzmir EXPO adaylıklarına bile sağlık teması ile katılmıştı. Yapılan çalışmalarda hem yeterli sağlık personeli ve alt yapısı, hem de deniz, kum, güneşin yanı sıra termal su kaynaklarıyla, İzmir’in sağlık turizminde dünya başkenti olabilecek potansiyele sahip olduğu ortaya çıkmıştı.
Ancak, bayram öncesi çıkan bir haberle kendi payıma hayal kırıklığına uğradım. Resmi Gazete’de yayımlanan sağlık turizmi için yetki belgesi verilen vakıf üniversiteleri listesinde İzmir’den sadece bir üniversitenin adı vardı. O da Ankara’dan bir üniversitenin İzmir uzantısıydı. Bunun yanında yetki belgesi alan toplam 21 üniversiteden neredeyse tamamının İstanbul’dan olması dikkat çekiciydi. Ekonominin başkenti İstanbul sağlığın da başkenti olmaya hazırlanıyordu.
İZMİR YARARLANAMAYACAK
İzmir’de sağlıkla ilgili bölümü olan vakıf üniversitesi sayısı mı az ya da sağlık turizmi yetki belgesi için başvuru mu yapılmadı, bilemiyorum. Ama bunun önemli bir kayıp olduğu açık. Sağlık Bakanlığı önümüzdeki aylarda sağlık turizmi için uluslararası bir tanıtım kampanyasına başlayacak.
Türkiye’de tedavi, bir çok Avrupa ülkesine göre yüzde 60 daha ucuz. Örneğin İspanya’da 39 ile 43 bin dolar olan kalp by-pass operasyonu Türkiye’de 8 bin 500 ile 21 bin dolar arasında. Çok rağbet gören saç ekimi de yüzde 60 daha ucuz. Bütün dünya tanıtım kampanyalarında bunları öğrenecek. Türkiye’ye gelmek isteyenler doğal olarak bakanlığın yetki verdiği kuruluşlara yönelecek. Bakanlığın bu girişiminden İzmir’in payına düşen de hayli az olacak.
Halbuki, sağlık turizmi her yıl ortalama yüzde 25 büyüyerek dünyada en hızlı gelişen sektörlerden biri. Bütün ülkelerde ortalama yaşam süresinin uzayıp nüfusun giderek yaşlanması sağlık turizminin önemini artırıyor. Dünyada her yıl 30 milyon kişi ameliyat, tedavi, terapi gibi nedenlerle sağlık turizmi kapsamında başka ülkelere gidiyor. Harcadıkları para ise tam 500 milyar dolar. Bu rakamın 2023 yılında 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor.
Bir de bu bayramın geçmiştekilerden bir farkı var. İzmir bayrama yeni otoyolla girdi. Artık İstanbul’dan 3,5, Bursa’dan 2, Balıkesir’den 1 saatte İzmir’e ulaşmak mümkün. Bu gelişmeyle iç turizmde büyük bir hareketliliğin başlaması kaçınılmaz.
Ancak, bu köşede yıllardan beri dile getirdiğimiz sorun bundan sonra Ege’deki tatil beldelerinin de kabusu olabilir. Bu bayramda da gördüğümüz gibi Bodrum, Çeşme gibi yerlere başlayan otomobil hücumu İstanbul’u aratmaz hale geliyor. Bundan sonra yılın büyük bölümünde otomobiline atlayıp birkaç saatte İstanbul ve diğer illerden gelenlerin sayısında ciddi artış olacak. Bu da turizm merkezlerindeki sıkışıklığın kalıcı hale gelmesi demek...
Umarım; Bodrum’dan, Çeşme’ye, Foça’dan, Seferihisar’a, Urla’ya ve Karaburun’a şehir plancıları ile yerel yönetimler en azından gelecek sezona kadar bu soruna çözüm bulabilir. Huzur aramak için İstanbul’dan kaçanlar Ege’de daha kötüsüne yakalanırsa otoyolun avantajı dezavantaj olur.
Altın mı daha değerli, yeşil mi?
MİLYARLARCA yıldızın bulunduğu uçsuz bucaksız evrende çok şanslı bir gezegende yaşıyoruz. Bilim insanları bir yıldızın etrafındaki yaşanabilir bölgeyi, sıcaklığın, suyun sıvı olarak kalabilmesine olanak tanıdığı dar bir kuşak olarak tanımlıyor. Güneş sisteminin yaşanabilir bölgesi oldukça küçük. Ama, dünya bu küçük alanda yer alıyor. Bunun için çok şanslıyız.
Gerek Moğol baskısı gerekse susuzluk kuraklık gibi iklim koşulları nedeniyle Orta Asya‘dan iki büyük göç dalgası halinde gelen Oğuz ve Türkmenlerin kurdukları beylikler de Ege bölgesinde ticarete önem vermiştir. Batı Anadolu’da 1270- 1310 yılları arasında Menteşe, Aydın, Saruhan, Karesi gazi Türkmen beylikleri doğmuştu.
İzmir’in batıyla ticari ilişkilerinin güçlenmesi ise Osmanlı’nın yönetimine girmeden önce Aydınoğulları Beyliği zamanında başladı. Osmanlı İmparatorluğu üzerine çok değerli araştırmaları yapan tarihçi Halil İnancık Devlet-i Aliyye adlı kitabında İzmir’in uluslararası ticaret merkezi haline getiren koşulları anlatırken kısaca şunları yazar:
Tarihteki kritik karar
1330- 1345 arası Aydınoğlu Umurbey, İzmir beyi olarak deniz seferleri yaptı. 1344 yılında İzmir limanı Birleşik Haçlı kuvvetleri tarafından zapt edildi. Umur bey burayı kurtarmak için savaşırken şehit oldu. Umur bey şehit olunca kardeşi Hızır bey gaza politikasını terk edip ticarete yöneldi. Hristiyanlarla anlaşıp serbest ticaret ve limanların kullanımı için izin verdi. Rodos, Venedik, Kıbrıs’ta konsolosluklar kuruldu.
Aydınoğlu Hızır beyin savaş değil ticaretin nimetlerinden yararlanma politikasının o dönemde Muğla’daki Menteş beyliği , Balıkesir’deki Karesi , Manisa’daki Saruhan beylikleri tarafından da tercih edildi. Nitekim bu beyliklerin Osmanlı’nın yönetimine girdikten sonra da ticarette ön planda olduklarını görüyoruz. 1450’lı yıllarda Denizli, Ayasulug (Selçuk), Balıkesir, Bursa, Milet (Balat) geniş çarşıları, sarayları, camileri olan gelişmiş yerlerdi. Selçuk ve Milet o zamanlar Avrupa’da doğuya ticaret için gelen levant tüccarların en gözde yerleriydi.
Türkiye Otelciler Federasyonu Başkanı Osman Ayık’a göre 2019’da 50 milyon turiste ulaşılacak. Bu rakam 80 milyon kişinin yaşadığı Türkiye’ye nüfusunun yarısından daha fazla turist gelmesi demek.
Turizm geliri ise yüzde 10 artarak geçen yılki 30 milyar doların üzerine çıkacak. Aslında 50 milyon turistin bırakacağı dövizin 33 milyar değil, 50 milyar dolar olması gerek. Ancak geçen yıllardaki terör olayları, Rusya krizi, FETÖ’cü darbe girişimi gibi nedenlerle Türkiye’de düşen otel fiyatlarının toparlanmasının biraz zaman alacağı anlaşılıyor.
50 MİLYON TURİSTİN 50’DE BİRİ
Peki, bu yıl Türkiye’ye gelecek 50 milyon turistten İzmir’in payına ne düşecek? Eğer geçen yılın rakamlarına bakacak olursak, 50 milyon turistin sadece 50’de biri İzmir’in payına düşecek. Geçen yıl İzmir’e 1 milyon 21 bin turist gelmişti. Haziran ayında gelen turist sayısı ise yüzde 23 daha fazla. Bu oranı yılın geneline yayacak olursak 2019’da 1 milyon 250 bin civarında turist geleceğini düşünebiliriz.
Buna karşılık Antalya 50 milyon turistin neredeyse üçte birini, 14 milyon turist hedefliyor. Geçen yıl 3 milyon turisti çeken Bodrum, Marmaris, Fethiye gibi merkezleri olan Muğla’nın hedefi ise 4 milyon turist. İzmir’in tam dört katı...
Görüldüğü gibi Çeşme’den Foça’ya, Selçuk Efes’ten Bergama’ya, Urla’dan Seferihisar’da, Karaburun’a dört bir yanı doğa, tarih, kültürel zenginliklerle çevrili İzmir’e turizm pastasından düşen dilim çok ince... Bu ince dilimdekilerin de çoğu zaten Almanya’dan Türkiye’deki akrabalarını ziyarete gelirken feribotla Çeşme’ye giden, birkaç gün tatil yapıp geçenler. Buna karşılık geçen yıl Antalya’ya 4 milyon Rus turist gelirken, İzmir’e sadece 34 bin gelmiş.
ABD’ye ilk deve kervanının 1855 - 1857 yılları arasında İzmir’den gönderildiği yazıyordu. O dönemde Amerikan yönetimi Arizona, Kaliforniya, Kolorado, New Mexico gibi savaşta yeni kazandığı yerlere demiryolları yapıp askeri mühimmat taşımak istemiş. Ama arazi koşulları sarp ve zor olduğu için de dayanıklı bir hayvan olan develerden birlik kurma kararı alınmış.
18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Ali Sönmez’in araştırmasına göre develerin İzmir’den alınmasına karar verilir. Amerika’dan resmi bir heyet gelerek 70 deve satın alır. Hatta, ‘Çöl gemisi’ adını verdikleri deve kervanlarını yönetmeleri için beş Osmanlı vatandaşını da beraberlerinde götürür. Bu deve sürücülerinden Hacı Ali, ABD’de öylesine ünlü olur ki, çizgi roman Red Kit’e bile konu olur.
ABD DEVEYİ NEDEN İZMİR’DEN ALDI
Bu ilginç hikayede, o devirde Asya’dan ve Afrika’ya pek çok ülkede kervanlarla taşımacılık yapıldığı halde develerin neden İzmir’den alındığını merak ettim. Sonra cevabı İzmir Ticaret Odası’nın İzmir tarihi üzerine yayımladığı bir araştırmada buldum.
İpek Yolu’nun canlı olduğu o dönemde İzmir’e yılda üç kez şubat, haziran ve ekim aylarında İran, Moğolistan, Çin gibi ülkelerden kervanlar gelirmiş. Bu kervanlar Ortadoğu ve diğer ülkelerden gelenlerle İzmir’de karşılaşırmış. Bazen aynı anda 4 - 5 bin deve İzmir’de olurmuş. Çin ipekleri, Hint şalları Mısır pirinci, şeker ve hurmaları, Ege adalarının zeytinyağları ile şarapları Makedonya’nın yünleri, tütünleri İzmir Limanı’nda buluşur, sonra gemilerle Avrupa’ya gidermiş. Avrupa’da üretilen ürünler de İzmir Limanı’na gelip buradan kervanlarla Anadolu, Ortadoğu ve Asya’ya dağılırmış.
Bu durumda, Amerikalıların çöl gemisinin ihtiyacı olan develeri böylesine yoğun kervan trafiğinin olduğu İzmir’den alması normal.
İLK İLİŞKİ İZMİR’DE BAŞLADI
Artık kargo teslimatlarının bile dronelarla yapıldığı bir devirde, deveyle ticareti hatırlamanın ne önemi var diye düşünenler olabilir. Ama geçtiğimiz haftalarda İzmir Ticaret Odası’nda ‘ABD Ticaret Ofisi’ni açan ABD Ticaret Müsteşarlığı’nın açıklamalarına baktığımız zaman, deve kervanlarının dünden bugüne köprü olduğunu düşünebiliriz. Ofisin açılış töreninde ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Jeffrey M. Hovenier, “Esas itibarıyla ABD, ilk ticareti 1811’de İzmir’de başlattı. Diplomatik ilişkiler ise 20 sene sonra başlamıştı” demiş.
Neyse ki, Başkan Tunç Soyer, Yeşildere’yi, belki de İzmir’in sembolü olacak, yeni bir çehreye kavuşturmaya kararlıymış. Bölgeyi baştan yaratmak için uluslararası bir yarışma açılması bile söz konusuymuş. Belki ona da gerek yoktur. Eskişehir’e kadar gidip, neler olup bittiğini görmek yeter.
YEŞİLDERE KÜLTÜR, SANAT VE EĞLENCE VADİSİ
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, bugüne kadar okuyup gördüklerimizden farklı bir gözle Eskişehir’i yazdı. Başkan Yılmaz Büyükerşen’in Porsuk çayından, sanatın gücünden yararlanarak yarattığı yeni dünyayı anlattı. Belki Büyükerşen ve ekibi, Yeşildere için de çok yaratıcı önerilerde bulunabilir. Ne bileyim, vadinin iki yakasına Babil’in asma bahçeler gibi sıralanmış kafeler, kültür merkezleri, müzeler ve bunların arasından akan, artık gerçekten yeşil olacak dereden, teknelerle Körfez’e yol almak gibi...
Aslında Yeşildere’nin hayata dönüşü Konak belediye başkanları tarafından hep hayal edilmiş. Dere kenarında setler, çay bahçeleri, kafe, bar, aquapark, göletler, teleferikler, kano kanalları gibi pek çok proje düşünülmüş. Ancak, bunlar ilçe belediyelerinin altından kalkamayacağı büyük bütçeli işler olduğundan hayata geçirilememiş.
Belki bu kez Başkan Soyer projeyi mutlaka yapılacak işler arasına alırsa, bakarsınız birkaç yıl sonra Yeşildere İzmir’in boynunda ışıl ışıl, yeşil bir kolye olur.
Çoğunlukla orta ve orta yaş üstünden oluşan insan profili inanılmaz gençleşmişti. Sanki ders verdiğim üniversitenin kampusündeydim. Yaşları ortalama 18 ile 25 olan yüzlerce genç sokakları, kafeleri, lokantaları doldurmuş enerji saçıyordu. Güneşin tüm cömertliğiyle gönderdiği ışınlardan korunmak isteyen bazı gençler etraflarında dönüp duran araçlara aldırmadan, döner kavşaktaki çimlere bile serilmişti. Her yerden genç kahkahalar yükseliyordu.
Meğer İskele’de gördüklerim hiçbir şeymiş. Kum Plajı’na doğru ilerledikçe gençlerin sayısı yüzlerden binlere yükseldi ve aniden karşıma bir çadır denizi çıktı. Karnaval alanına gelmiştim. Evet... Teoman, Can Bonomo, Hayko Cekkin, Redd, Duman gibi ünlülerin konser verdiği Türkiye’nin ilk gençlik karnavalı dört gün sürdü. Ama karnavala katılan 40 bin genç, bu dört günün anılarını her halde 40 yıl unutmaz. Aynı 50 yıl önce New York Woodstock’ta yapılan Jimy Hendrix’ten, Crosby Still Nash and Young’a, Joan Baez’den Janis Joplin’e ünlülerin katıldığı festivalin hala anlatılması, belgesellerinin yapılması, filmlere konu olması gibi...
40 BİN GENÇ, 250 BİN DAHA GETİRİR
İşin doğrusu bu organizasyonun gerçekleşmesi için altı aydan beri önemle katkılarda bulunduğu anlaşılan Urla Esnaf ve Sanatkar Odası’nı takdir etmek gerek. Belki de hayatları boyunca hiç bir zaman yolu düşmeyecek 40 bin genç, Türkiye’nin dört bir yanından Urla’ya aktı.
Turizm istatistiklerine göre, bir kişinin bir yer hakkında olumlu izlenimleri oraya altı kişiyi daha çekiyor. Her şeyin yolunda gittiği karnavala katılan 40 bin kişi izlenimlerini olumlu yansıtırsa 200 - 250 bin kişinin daha Urla’ya gelmesi mümkün...