Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda İzmir’in nüfusu sadece 170 bindi. Bugün tam 20 kat büyüyerek nüfusu 4 milyonu geçen bir kent oldu. İzmir’in kurtuluşu bütün dünyaya yeni Türkiye’nin ilanıydı. Düşman işgalinden kurtulduğu zaman İzmir yanıp yakılmış, harabe haline gelmiş bir kentti. Sonra küllerinden yeniden doğup, Türkiye’nin aydınlık yüzü, herkesin gelip yaşamak istediği bir yer oldu.
Cumhuriyetin 96’ncı yılını çok özel bir dönemde kutluyoruz. Sınırların yeniden çizilmek istendiği bir coğrafyadaki Türkiye, 100 yıl önce yedi düvele savaş verip, düşmanı İzmir’de denize döktüğü gibi bugün de oynanan oyunları boşa çıkarıyor. Hafta başında açıklanan Soçi mutabakatı bunun en büyük kanıtı. O nedenle Cumhuriyetin 96’ncı kuruluş yıldönümü bu yıl çok daha büyük bir anlam taşıyor.
VW’de zamana karşı yarış
DÜNYA iş çevrelerinin etkili gazetesi Financial Times’in geçen hafta yaptığı bir haber analizde Volkswagen yönetiminin, Suriye başlatılan Barış Pınarı Harekatı nedeniyle yatırım kararını açıklayamayınca zamana karşı yarış başlattığını yazdı.
VW Almanya’nın Eden kentindeki fabrikasını Manisa’ya taşıyıp oradaki tesislerinde 2022 yılında elektrikli otomobil üretmeye hazırlanıyordu. Ancak, Barış Pınarı Harekatı VW’nin takvimini aksattı. Bu durumu fırsat bilen rakip ülkeler yeniden devreye girdi. Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’ın aday olduğunu yazan gazete, Bulgaristan’ın teşvikleri artırdığını, fabrikanın yerinin hazır olduğunu söyleyerek, hemen VW yönetimine “Yarın inşaata başlayabilirsiniz” mesajı verdi. VW ile görüşmeleri yürüten eski Bulgar Başbakanı ise Bulgaristan’daki kalifiye eleman açığıyla ilgili endişelere karşı, “90 bin kişilik kalifiye eleman havuzumuz var. Buradan istediğiniz 4 bin kişiyi hemen alabilirisiniz” şeklinde açık çek sundu.
Bu tür haberler artınca VW yönetimi “alternatif yer arayışımız yok”, açıklamasını yapma ihtiyacını duydu. Görüldüğü gibi yatırım aslanın ağzında. Neyse ki, Soçi zirvesi sonrası olumlu hava umutları yeşertti.
Ama harekata 120 gün ara verme kararıyla belirsizlik dağılmaya başladı. Her ne kadar uluslararası politikada her gün her şey olabilse de Türkiye’nin kararlılığının anlaşılmasıyla 1-2 ay sonrası olmasa da birkaç yıl sonrası daha net görülebilir oldu.
Örneğin VW’nin resmi ertelenen yatırım kararı çok uzak olmayan bir gelecekte açıklanabilir. Manisa’daki fabrikanın 2022 yılında üretime geçmesi planlanıyordu. 2 yıl sonra binlerce kişiye iş yaratacak yatırımın Manisa ve İzmir ekonomisindeki etkilerini izlemek hayli heyecanlı olacak.
Konu 2022’ye gelmişken, Balçova, Narlıdere metro hatlarının da 2022’de hizmete gireceği açıklandı. Açıklamada en önemli noktalardan biri metro ile birlikte Balçova İstasyonu’na 415, Narlıdere İstasyonu’na da 233 araçlık otopark yapılacağı bilgisiydi. Böylece Seferihisar, Güzelbahçe, Urla, Çeşme, Karaburun gibi yarımadanın dört bir yanından gelenler araçlarını bırakıp metro ve tramvayla İzmir’de istedikleri yere ulaşabilecek. Kent içi trafiğini hafifletmede önemli bir adım atılmış olacak. Metroyla birlikte Balçova, Çağdaş, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Narlıdere, Siteler Kaymakamlık durakları çevresinde oturanların hayatlarının ne kadar kolaylaşacağını da söylemeye gerek yok.
EGE LİMANLARI CANLANACAK
1-2 yıl sonra İzmir Limanı’nın da hayli hareketli olacağına daha önce bu köşede değinmiştik. Deniz Ticaret Odası’nın açıklamalarından lüks yolcu gemileri ve yatların rotayı sadece İzmir’e değil, Çanakkale, Bodrum ve Fethiye gibi birçok Ege limanına çevirme kararı aldığını öğreniyoruz. Bu yıl tam 30 milyon turist Akdeniz limanlarını kruvaziyer gemileriyle gezmiş. Dünyada gemiyle seyahate büyük bir talep olduğu için 2027’ye kadar 123 gemi daha denize inecekmiş. Dubrovnik, Venedik gibi limanlar artık çok kalabalık ve sıkıcı olduğu için pusulalar Ege’ye dönmüş.
“- Neden Picasso istiyorsunuz ki? Leger’iniz var! Kleen’iz ve Ernst’iniz var. Neden Picasso?
Resim koleksiyonu yapan sanatseverin cevabı şöyle olur:
- Beyefendi siz de bilirsiniz ki, Picasso olmadan hiçbir koleksiyon tamamlanamaz.”
İşte böyle bir dahi ressamın eserleri şu an İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde.
Yıllardır uğramayan lüks kruvaziyer gemileri gelecek yıldan itibaren rotalarını tekrar İzmir’e çeviriyor. Her biri binlerce yolcu taşıyan bu gemiler terör olayları ve darbe girişimi sonrası Türkiye kıyılarından uzaklaşmışlardı.
O yıllarda Hürriyet EGE’nin web sitesinde yayımlanan bir haber, içler acısı durumu tek bir kare ile çok güzel özetliyordu. İzmir’e gemiyle 2012 yılında tam 510 bin turist gelmişken, terör olaylarındaki artışa paralel 2016 yılında sıfıra inmişti.
Geçtiğimiz günlerde Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Oğuz Özkardeş’in Cenova’da katıldığı imza töreni ile artık gemiler rotalarını yine İzmir’e çeviriyor. Her ne kadar 2020 yazına yetişmese de gelecek yıl 12 Aralık’ta ilk geminin Alsancak Limanı’na yanaşması ile şeytanın bacağı kırılmış olacak. Daha sonra 2021 yılı için şimdiden 25 sefer görülüyor. Böylece en az 100 bin turistin gelmesi garanti görülüyor. Başkan Soyer, her biri yaklaşık 3 bin yolcu taşıyan kruvaziyer gemilerle İzmir’e 2023 yılında ek 1 milyon yolcu daha geleceğini söylüyor.
Özellikle İstanbul Galataport’un çalışmaya başlamasından sonra, İzmir’in liman trafiğinin de hareketlenmesi bekleniyor. Bu gemiler geldiğinde Kordon’dan Kemeraltı’na İzmir’de yaşamın ve ticaretin nasıl renklendiğini çok iyi biliyoruz. Ancak, gemi geldiğinde ortaya çıkan alt yapı eksikliklerini de unutmamak gerek. Özellikle Alsancak Limanı’na daha çok sayıda büyük gemi yanaşabilmesi için yapılan projeler vardı. Hatta kruvaziyer limanının Bayraklı’ya yapılması tartışmaları bile vardı. Bunların hiç birinden uzun süreden beri ses çıkmıyor. Sanırım bu projeleri raflardan indirme zamanı geldi. Önümüzdeki bir iki yıl iyi değerlendirilirse 2023’ü bambaşka bir İzmir’le karşılayabiliriz.
VW müjdesi iki hafta içinde
GEÇEN hafta Türkiye’nin gözünün kulağının İstanbul depreminde olduğu saatlerde Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, Türkçe twitter hesabından Manisa ve İzmir için çok önemli bir haber geçiyordu. Haberde, “Alman otomotiv devi VW, yeni üretim tesisinin adresi olarak Türkiye’yi işaret etti. VW Yönetim Kurulu Üyesi Andreas Tostmann, konuyu şu an Türkiye ile neticelendirmeye yoğunlaştıklarını açıkladı” bilgisi vardı.
Kararın ekonomik tarafının tamam olduğu anlaşılıyor. Belki işin siyasi tarafı vardır. Rakip ülke Bulgaristan’ın AB üyesi olması, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri, Rusya’ya yakınlaşmamız, NATO ve ABD’ye rağmen S-400 füzelerinin alınması gibi...
Buna karşın, belki 100 yıl yaşayacak bir otomobil fabrikasının yatırım kararını güncel politik gelişmelerin etkilemeyeceği biliniyor. Nitekim, VW Yönetim Kurulu Üyesi Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı da kararın politik değil, ekonomik olacağını söylemişti.
Diyelim ki, politik sıkıntılar var, Volkswagen’in yüzde 17 hissesine sahip Katar’ın da fabrikanın Türkiye’de kurulması için Yönetim Kurulu’nda baskı yaptığını biliyoruz.
SURİYELİ YERİNE YATIRIM GELSİN
Haydi diyelim zorlamayla da olsa politik gelişmeler de yatırım kararında etkili olmaya başladı. O zaman da Merkel’le anlaşarak 4 milyon Suriyeli göçmeni Avrupa’ya göndermeyen Türkiye’nin politik olarak da böyle bir yatırımı herkesten fazla hak ettiğini söylemeye gerek yok... Görüldüğü gibi VW hem ekonomik hem de politik nedenlerle Türkiye’ye gelmek zorunda...
Bu yıl da birbirinden güzel çim konserleri, özellikle gençleri akın akın fuar alanına çekti. Bence çim konserleri sadece fuar zamanı değil, daha sık yapılarak Kültürpark’ın önemli sembollerinden biri olabilir. ‘Kültürpark Çim Konserleri’nde sahne alabilmek sanatçılar için İstanbul Açıkhava Konserleri ya da eski fuar gazinoları gibi önemli prestij unsurlarından biri haline gelirse, fuar yeni bir marka kazanmış olur.
KOCAMAN BİR İŞPORTA ÇARŞISI
Bunun yanında güzelim fuarın, kapısından çıkınca karşıdaki ilk marketten ya da az ileride Kemeraltı’ndan alınabilecek ürünlerin satıldığı tezgahlarla doldurulmasını neden kocaman bir işporta çarşısına çevrildiğini hala anlayamadım. Satıcılar hiç olmazsa eski güzel günlerde olduğu gibi çevre duvarlarına doğru yerleştirilse de fuarın güzellikleri ortaya serilsin derim.
Alaçatı’nın
yeni mübadilleri
ARADA sırada eski yıllardan kalma gazetelere, dergilere göz atıp nostalji turu yapmak büyük keyiftir. Geçenlerde National Geographic dergisinin 2003 Temmuz sayısı elime geçti. İçinde Alaçatı’nın o yıllardaki halini, yorum ve gözlemleriyle kaleme alan Ece Temelkuran’ın bir yazısı vardı. Mübadele ile gelenlere devletin 20’şer dönüm arazi vererek yerleştirdiği ilk mübadiller ile yazarın “Alaçatı’nın yeni mübadilleri” dediği İstanbul’dan yeni yeni kaçmaya başlayanlarla sohbetlerini anlatmış. O yıllardaki tahminlerle bugün gerçekleşenlere bakınca hayal kırıklığı yaşamamak mümkün değil. Zaten o günlerin Alaçatı’sı için şu birkaç değerlendirme bile her şeyi anlatıyor:
İstanbul’da başlayan İzmir’in işgalini protesto mitingleri Damat Ferit hükümetini düşürmüş, o tarihe kadar dağınık bir şekilde süren protestolar Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmıştı.
Mustafa Kemal, İzmir’in işgalinden dört gün sonra 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Örgütlenme ve mücadeleyle geçen üç yılın sonunda 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz başladı. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’daki Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferinin ardından 1 Eylül 1922 günü Atatürk tarihi emrini verip, “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri” dedi.
3 YIL, 3 AY, 25 GÜN SONRA
Türk Ordusu, 1 Eylül’de Uşak ve Kütahya, 4 Eylül’de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5 Eylül’de Bilecik, Bozöyük, Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6 Eylül’de Akhisar, Balıkesir, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Kemalpaşa ve Manisa’ya girdi. Böylece Hasan Tahsin’in ilk kurşunu attığı, Milli Mücadele’nin fitilinin ateşlendiği İzmir’de işgalden tam 3 yıl, 3 ay, 25 gün sonra zafer bayrağı Hükümet Konağı’nın balkonunda göndere çekiliyordu. Türk birliklerinin 9 Eylül sabahı saat 10.00’da İzmir’e girişiyle uluslararası siyasette kartlar yeniden dağılmış, Türkiye’de ve dünyada yeni bir dönem başlamıştı.
İzmir’in kurtarılışını Belkahve’den izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Yaveri Salih Bozok ile birlikte 10 Eylül 1922 günü kente girdi. Sadece cesareti değil, askeri dehasıyla da düşmanlarını bile hayran bırakarak Kurtuluş Savaşı destanını yaratan Mustafa Kemal İzmir’e girdiğinde 3 bin kişilik Yunan kuvveti esir alınmış, “4-5 ayda parçalanamaz” denen Yunan cephesini 15 günde 600 kilometre yol alan Türk Ordusu birkaç günde dağıtmış, 150 bin kişilik düşman ordusu yok olmuştu. Bu zaferin ardından 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı. Ardından, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Anlaşması imzalandı.
97 YIL SONRA DURUM
Bugün, 9 Eylül 2019. İzmir’in işgalden kurtarılışının 97’nci yılı. Atatürk, İzmir’in kurtuluşundan sonra, “İzmir bu kadar derin bir tarihe sahip olmakla beraber coğrafi durumu sebebiyle ekonomik ve siyasi açıdan çok büyük bir öneme sahiptir. İşte bunun içindir ki, Türkiye’yi mahvetmek isteyen düşmanların her şeyden evvel gözleri bu tarihi, bu önemli beldeye döner. Çeşitli görüş noktalarından çok değerli olan İzmir, elbette düşmanların elinde bırakılamazdı ve nitekim bırakılmadı” demişti.
İstanbul’dan bir grup gazeteci yeni kurulan Türki Cumhuriyetlere gitmiştik. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan gibi ülkeleri kapsayan bir inceleme gezisiydi. Turgut Özal’ın bile gitmediği, Türk şirketlerinin henüz keşfetmediği bu ülkelerde yoksulluk öylesine büyüktü ki, kaldığımız otel ya da misafirhanelerde odalarda havlu yerine bez parçaları vardı, sabun zaten yoktu.
Bu ülkelerden ilk gittiğimiz Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te kenti daha yakından tanıyıp fotoğraf çekmek istedik. Bir araba bizi pazar yerine götürüp bıraktı. Gerçekten çok ilginç, tezgahlarda kesik domuz başlarının bile satıldığı bir yerdi.
SAĞIR, DİLSİZ OLDUK
Dönüşte bir arabaya bindik, ama Rusça bilmediğimizden şoförle anlaşmak mümkün değildi. Kiril alfabesi kullanıldığı için tabelalar, yazılar bizim için garip şekilli çizgilerden başka bir anlam ifade etmiyordu. Akıl edip konakladığımız yerin Kiril alfabesiyle yazılı bir adresini de almamıştık. Neyse ki, tren istasyonunun yanındaki bir binada kaldığımız aklıma geldi. Şoföre “Çuh, çuh. Düüt, düt” gibi tren istasyonunu çağrıştıran sesler çıkararak adres tarifi yaptık da sonunda dönebildik.
FUARDA BÜYÜK FIRSAT