Bölümünü birincilikle bitirdiğini söyleyen endüstri mühendisi genç kız, “Beş yıldır iş bulamıyorum. Mesleğim dışındaki alanlarda çalışmak istedim. Yine de iş bulamadım” diyordu. İşverenler kalifiye olmayan işlerde çalıştırmaktan utandıkları için veya diğer çalışanlarla uyumsuzluk yaratacağı endişesiyle üniversite mezunlarını çalıştırmak istemiyorlardı.
Geçen hafta İstanbul’dan arayan bir arkadaşım İzmir’deki yeğenine iş bulmam için yardım rica etti. Çok iyi derecede iki dil bilen, yıllarca önemli firmaların dış ticaret bölümlerinde çalışmış 35 yaş civarındaki yeğeni bir süredir işsizmiş. Hiç batmaz denilen firmaların konkordato, iflas istedikleri dönemde kendilerini bir anda işsiz bulan pek çok nitelikli elemandan biriydi.
GARSON OLMAK İSTEMİYOR
Buna karşılık özellikle İzmir civarında tarlada, bahçede çalışıp zeytin, meyve toplayacak eleman ya da işini bilen garson bulmak ise pek kolay değil. Seferihisar’da konuştuğum bir kadın işçi yüksekokulu bitiren oğlunun işsiz olmasına rağmen zeytin toplamaya gitmediğini söylüyordu. “Tarlada çalışmak için mi üniversiteyi bitirdim ben?” diyormuş. Bir üniversitenin turizm bölümü mezunu genç kız ise, “Garson olmak için mi üniversite okudum?” diyerek çalıştığı işyerinden ayrılmış.
Temmuz ayı verilerine göre bu yıl İzmir’de işsiz kalanların sayısı 265 bine ulaşmıştı. Turizm sezonunun kapanmasıyla bu rakamın 285 bine çıkması bekleniyordu. Türkiye İstatistik Kurumu ise geçen hafta yayınladığı eylül verilerinde son bir yılda işsiz sayısının 817 bin kişi arttığını açıkladı.
“Metronun 1 kilometresinin maliyeti 50 milyon dolar, 80 milyon euro ne ki?” diye küçümser açıklamalar dolaşıyor sosyal medyada. Peki ne yapılsaydı? ‘Başlangıç finansmanı’ olan bu kredi alınmasa mıydı? Borçlanılmasın diye 13 kilometre metro hattı inşaatı için Büyükşehir Belediyesi’nin 650 milyon dolar biriktirmesi mi beklenseydi? İzmirliler onlarca yıl daha otobüslerde, dolmuşlarda sefil mi olsaydı?
Bir zamanlar, “Kimse binmeyecek” diye tramvaya karşı çıkanlar bugün duraklarda dört gözle tramvayın gelmesini bekliyor. Bunları gördükçe, “İyi ki İzmir’de laf değil, iş yapanlar kazanıyor” diyorum.
İZMİR, EBRD’NİN GÖZ BEBEĞİ
Biraz da İzmir’e Hazine garantisiz 80 milyon euro kredi açarak yeni metro hattının başlamasını sağlayan EBRD’nin kim olduğuna bakalım. EBRD, Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılmasından sonra sosyalist sistemdeki eski ülkelerin kalkınmasına destek için 1990’da kurulan bir yatırım bankası. Geçen 20 yılda toplam 5 bin 200 projeye tam 130 milyar euro destek sağlamış. Türkiye’deki projelere bugüne kadar sağladığı kredi ise 11 milyar euro.
Ama EBRD’nin gözünde İzmir’in ayrı bir yeri var. Geçen yıl İzmir, EBRD Yeşil Şehirler Programı’na katıldı. Böylece İzmir, çevre dostu yatırımlara öncelik veren 30 şehirden biri oldu. Banka bu şehirlere çevreci ulaşım, çevreci su ve atık yönetimi gibi projelerin gerçekleşmesi için kredi destekleri sağlıyor. Bugüne kadar desteklenen projelerle bu şehirlerde karbondioksit emisyonunun yıllık 372 bin ton azalması sağlanmış. Bu rakamın havaya egzoz gazı salan 80 bin aracın trafikten çekilmesine eş olduğu belirtiliyor.
Peki, tarihi rekorlar kıran dev turizm pastasından İzmir’in payına düşen ne? Sadece 1 milyon turist. 45 milyon turistin 45’te biri kadar. Geçtiğimiz günlerde Antalya, 15 milyon turistle yeni bir rekor kırmanın mutluluğunu yaşıyordu. Aynı dönemde İzmir’e gelen turist sayısı ise sadece 1 milyon 183 bindi. Neyse ki, 700 bin civarında da yerli turist geldi de toplam sayı 1 milyon 800 bini geçti.
Halbuki; deniz, kum, güneş, tarih, kültür, gastronomi turizmi olanaklarıyla İzmir’in fazlaları var, eksiği yok.
Aradaki farkın bu kadar büyük olmasında Antalya’da 500’den fazla 5 yıldızlı otel ve tatil köyü bulunması, sezonun daha uzun olması gibi nedenler en önemli faktörler. Ancak ben kendi payıma Çeşme’de bütün bir yazı bomboş geçiren 5 yıldızlı oteller gördüm. O nedenle sadece yatak kapasitesi değil, pazarlamada da eksiklikler olduğunu düşünüyorum.
Mükemmel bir havalimanı olmasına rağmen hala İzmir’e ulaşmak için çoğunlukla İstanbul üzerinden aktarmalı gelmek gerek. Bu şekilde yolculuk süresi 3-4 saat uzayıp, gidiş gelişte toplamda neredeyse bir gün kaybına neden oluyor. Sınırlı zamanı olan tatilciler için bunlar İzmir’e gelmemek için çok önemli nedenler.
İzmir, Antalya gibi 500 tane 5 yıldızlı otel dikmek zorunda değil. Ama butik oteller, alternatif turizm stratejileri ve sezonu uzatacak jeotermal turizm yatırımlarıyla farklılık yaratabilir. Bu şekilde belki 5 milyon paralı turistle, ucuz turlarla gelen 10 milyon turistin bıraktığı dövizi kazanabilir. Travel Turkey Fuarı’nda bunlar da konuşuldu. Aklın yolu bir.
Selden, fırtınaya, orman yangınlarından kuraklığa her bölge bir şekilde felaketten nasibini alıyor. Gelişmeler öyle hızlı ki, örneğin Axa Sigorta her yıl yayımladığı “Geleceğin Riskleri Raporu”nda bu yıl birinci sıraya küresel ısınma ve iklim değişikliğini yerleştirdi.
Dünyaca ünlü bilim dergisi Nature göre ise iklim krizinin durdurulması için gereken eşik çoktan geçildi. Dergi, bilim insanlarının bundan sonra iklim krizinin tetiklediği doğa olaylarının engellenemeyeceği uyarısında bulunduğunu yazdı. Afrika’da halen mevcut 400 ile 500 bin filin 10 yıl içerisinde yok olabileceği belirtiliyor. Üç yıl önce yaşanan büyük kuraklıkta bir yılda tam 30 bin fil açlıktan ölmüş.
AVRUPA’DA EN RİSKLİ ÜÇÜNCÜ ŞEHİR
Görülen o ki, iklim değişikliğiyle mücadele için ülkeler birbirleriyle anlaşıncaya kadar tehlike başlamış bile. Zaten iki ay kadar önce İzmir’i de çok yakından ilgilendiren Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporunda da bu durum çok açık vurgulanıyordu. Rapora göre, okyanus ve deniz seviyelerindeki yükselmeden Avrupa’da en fazla etkilenecek üç kent var. Bunlardan biri İzmir. Diğeri yine Türkiye’den İstanbul, üçüncüsü ise bir Portekiz kenti.
Ege ve Akdeniz kıyılarındaki 50 ile 75 cm. yükselmenin 2050’den itibaren hissedilmeye başlaması bekleniyor. Şöyle bir hayal edin. Bugün Kordon’da elinden tutup gezdirdiğiniz 5 yaşındaki çocuğunuz ya da torununuz 35 - 40 yaşlarına geldiğinde, belki sizin yaşadığınız mutluluğu kendi çocuklarıyla yaşayamayacak. Deniz kıyısındaki kahve ve restoranlarda oturamayacak, belki de Kültürpark’ta bile yürüyüş yapamayacak.
Her yıl ekim ayının son haftası ile kasımın ilk haftasında yumurtlamak için Kuzey Ege’den, Güney’e Dikili taraflarına akın eden çipura sürüleri bu yıl gecikmişti. Mevsimlerdeki kayma nedeniyle soğumayan havaların çipura göçünü geciktirdiği belirtiliyor.
Ancak, geçen hafta ‘Ege’nin kraliçesi çipura’ balık mezatlarında boy göstermeye başladı. Güzel haber çabuk duyuldu. Balık severler Foça’dan Urla’ya, Karaburun’dan Seferihisar’a ve Çeşme’ye mezatların yolunu tuttu. Çipura akınının ünü İstanbul’a kadar gitti, sosyal medya balık avı meraklılarının paylaştığı videolarla doldu.
Akının başlaması üzerine gittiğim Urla’daki mezatta şenlik vardı. Çoğu zaman kilosu 80 TL’nin altına inmeyen deniz çipuraları 50 TL’den satılıyordu. Aralarında tek bir tanesi 2 kiloya yakın, göz kamaştıracak büyüklükte olanlar da vardı. Mezatta o kadar çok çipura vardı ki, açık artırma bile yapılmadan 2’şer kiloluk tepsilerde isteyene 100 liraya veriliyordu.
Evet, İzmir’de bugünlerde balık bayramı var. Yaklaşık iki hafta süren bu akında deniz çipurası sevenler balıkçıları ziyaret etsin.
Yeni bir ‘Büyük Tufan’ yaklaşıyor
GEÇEN hafta yine şiddetli sağanak yağışlar vardı. Yağmur güzel, ama sel şeklinde gelince zararı büyük oluyor. Çiftçinin ekini mahvolunca ürünün fiyatı artıyor, tüketiciler de zarar görüyor. Son yıllarda artan alışılmadık doğa olaylarının en önemli nedeni küresel ısınma. Bilim adamlarına göre küresel ısınmaya neden olan ısı artışı ortalama 1.5 derecenin altına düşürülemezse, gelecek 30 ile 50 yılda denizler 65 metre kadar yükselecek. Bu, New York’tan İzmir ve İstanbul’a bir çok kıyı kentinin sular altında kalması demek.
Avrupa ve Türkiye 1880 yılından beri en sıcak kasım ayını yaşıyor. Son 140 yılın en sıcak kasım ayı hem hoşumuza gidiyor hem de korkutuyor. Hoşumuza gidiyor, çünkü henüz yakıt faturaları gelmeye başlamadı. Ağır kalın giysilerle titreyerek dolaşma yerine kasım ayında 25 - 26 derece sıcaklıkları gören İzmir’de hala tişörtle dolaşabiliyoruz.
Ancak bilim insanları küresel ısınmadan kaynaklanan ısı değişiminin Suriye gibi Güney bölgelerden Türkiye’ye doğru ilerlediğine dikkat çekiyor. Önlem alınmazsa 10 yıla kadar pamuk, zeytin gibi Ege ekonomisinin en büyük sermayesi tarım ürünlerinin üretilememe riskinden söz ediliyor. Bakın Bahçeşehir Üniversitesi Enerji Sistemleri Mühendisliği öğretim üyesi Dr. Canan Acar bu konuda neler diyor:
“Şu anda Suriye topraklarında yaşanan kuraklığın Türkiye’ye ulaşmasını bekliyoruz. Gelecek 10 yıl içinde kuraklık daha da fazlalaşacak. Türkiye’de sel, hortum gibi nadir ya da hiç görülmeyen iklim olaylarının sayısı artacak. Mesela, pamukta sel riski çok fazla. Zeytin, buğday, fındık gibi ürünler de etkilenecek. Bazı bölgelerin tamamen tarımsal alan olmaktan çıkması söz konusu... Kömür santralleri yapılır, karbondioksit emisyonları için önlem alınmaz ve kontrolsüz orman yangınları devam ederse 10 yıl içerisinde Türkiye tarım yapılamaz bir ülke haline gelebilir.”
Fazla söze gerek yok... Eğer bu büyük iklim felaketi ciddiye alınmazsa siyasi nedenlerden değil, ama açlıktan birbirimizi yemeye başlarız.
Bunun en önemli nedeni Atatürk’ün daha 1900’lü yılların başında iken 100 yıl sonrasını 2000’li yılları görebilecek vizyona sahip olmasaydı. Olabilecekleri görebildiği için Cumhuriyet Türkiye’sine dış politikada Rusya’yla ilişkileri iyi tutma, Araplara bulaşmama, komşularla iyi geçinerek ‘Yurtta sulh, Cihanda sulh’ politikaları izlenmesini vasiyet etti.
İzmir’de Ata’yı anma amacıyla üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına pek çok kurum ve kuruluş çeşitli etkinlikler düzenledi açıklamalar yaptı. Ege Üniversitesi’nin etkinlikleri sırasında Gazi’nin liderliği çok güzel bir örnekle anlatıldı. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Mert, “Atatürk’ün lider olması tesadüf değil” diyerek bakın nasıl bir örnek vermiş konuşmasında:
KARŞI TEPEYE ÇIKINCA
Anafartalar cephesinde savaşırken askerin mühimmatı kalmamış, açlıktan bitap düştüğü bir zamanda düşman ordusunun cepheye doğru geldiğini gören Mustafa Kemal askerlerine, ‘Bakın şimdi ben karşıki tepeye çıkacağım, kamçımı kaldırdığım zaman siz de taarruz edersiniz’ dedi. Askerler hayretler içerinde kaldı. Mustafa Kemal’in gösterdiği tepeye kurşun, bomba yağıyordu. Bir süre sonra Atatürk, emin adımlarla o tepeye çıktı. Kamçısını indirince ortalık ‘Allah Allah’ sesleri ile çınlamaya başladı. Üzerine bombalar yağarken, Atatürk sendeleyerek sırtını sipere vurdu. Çünkü, bir şarapnel parçası göğsüne isabet etmişti. Atatürk daha sonra kendi ifadeleriyle ‘Ceketimin sağ cebindeki saate bir şarapnel isabet etti’ demişti. O saat parçalanıp teninde derin morluklara sebep olur, başka da bir hasar vermez.
Kurtuluş Şavaşı işte böyle bir liderlik sayesinde kazanılıp bize Cumhuriyeti armağan etti. Değil 80, 180, 280 sene de geçse böyle bir lider unutulamaz.
Örneğin, 60’lı yıllardan itibaren dünyada gençler arasında çılgın bir hızla moda haline gelen; bugün genç yaşlı, kadın erkek, zengin fakir herkesin ayağında olan blue jean kumaşların anavatanının İzmir olması gibi...
Bugünlerde Türkiye’de ve bütün dünyada sabah akşam Trump konuşuluyor. ABD Merkez Bankası’nın faiz indirimi dünya piyasalarını etkiliyor. Halbuki ABD henüz tarım ağırlıklı bir toplum iken Afrika’dan kaçırıp pamuk tarlalarında köle olarak çalıştırdığı siyahlara giydirdiği mavi veya beyaz tulumları bile Osmanlı’dan alıyormuş.
İZMİR’DEN AMERİKA’YA UZANAN YOLCULUK
Ünlü tarihçi Halil İnalcık’ın Devlet-Aliyye adlı kitabına göre Osmanlı’da iç çamaşırı ve günlük kullanıma uygun kaba pamuklu dokumalara Kirbas denirdi. Denizli, Menemen, Akhisar, Nazilli, Tire, Bergama bunların başlıca üretim merkezleriydi. Ama özellikle Fransa’nın Marsilya limanına ihraç edilen, kaba pamukluların en önemli üretim ve ticaret merkezi İzmir’di.
Marsilya Ticaret Odası kayıtlarına göre, İzmir’den ithal edilen büyük miktarda beyaz ve mavi renkli kalın pamuklu kumaşlar buradan yeniden İspanya’ya ihraç ediliyordu. İspanya da bunları plantasyonlarda çalışan kölelere giydirmek üzere Amerika’daki kolonilerine gönderiyordu.
PAMUK TOPLAYAN KÖLELER GİYİYORDU