Volkswagen, Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşlarından en yüksek notları aldığı yıllarda bile yatırım için Türkiye’yi seçmemişti.
Sonra Opel, Torbalı tesislerinin stok dağıtım merkezi olacağını açıkladı. Ama ardından Hürriyet’in deneyimli oto yazarı Emre Özpeynirci, VW Yönetim Kurulu Başkanı’nın Manisa’da kuracakları fabrika için Türkiye’ye geldiğini yazdı. Özpeynirci, 300 bin kapasiteli fabrikanın Bulgaristan’da mı, yoksa Türkiye’de mi olacağı kararının 2 hafta içinde verileceğini belirtiyordu.
Ardından Alman ekonomi gazetesi Handelsblatt, VW yönetiminin Türkiye’yi tercih ettiğini ancak kesin kararın henüz verilmediğini yazdı. Bulgaristan, AB üyesi olduğundan hukuki açıdan daha güvenli görülüyordu. Buna karşılık Türkiye verdiği teşvikler, İzmir gibi dünyaya açılan limanı ve cazip iç pazarıyla daha avantajlıydı.
TÜRKİYE’YE KAYACAK
Almanya’nın ünlü otomotiv dergisi AutomobilWoche ise 15 milyar dolar ceza aldığı dizel skandalının ardından VW’nin elektrikli otomobil üretimine ağırlık verme kararı aldığını hatırlatıyordu. VW’nin Avrupa’daki tesislerinde elektrikli oto üretimine yer açabilmek için benzinli ve dizel otomobil üretimini Türkiye’ye kaydıracağı haberde yer alıyordu. Türkiye’de kurulacak fabrikada 5 bin kişi çalışacaktı. Habere göre Türkiye–Almanya ilişkilerinin yumuşamaya başlaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eylülde Almanya ziyareti otomobil devinin kararında etkili oldu. Ayrıca kararın, Alman elektrik devi Siemens’in Türkiye’deki 35 milyar dolarlık hızlı tren pazarı için yaptığı yatırım anlaşmalarından 2 ay sonra gelmesine de dikkat çekiliyordu.
Her ne kadar dizel skandalı bu yatırımı zorunlu olarak Türkiye’ye yönlendirdiyse de önemi büyük. Ekonominin çok ihtiyacı olduğu bir zamanda 1.3 milyar Euro olacağı söylenen yatırım 5 bin kişiye iş sağlayacak.
AUDİ, PORSCHE, SEAT DA
Sanki yaz gelmemiş okullar tatil olmamış gibiydi. Her şeyden önce İstanbullular yapılan çağrıları dinleyip oy kullanmak için dönmüştü. Esnaf bayramdan sonra işlerin bıçak gibi kesildiğini söylüyordu. Sadece, geçmiş yıllarda Çeşme’de pek görülmeyen yabancılar, özellikle de Koreli, Japon turistler Alaçatı sokaklarında boy göstermeye başlamıştı.
Çeşme’de turizmcinin, esnafın gözü dün yapılan İstanbul seçimlerindeydi. “Ne olacaksa olsun, seçim belirsizliğinden çıkıp işimize bakalım” diyorlardı. Artık seçimler bitti. ABD Merkez Bankası’nın faiz artırmama kararıyla Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalara para akışı başladı. Böylece dövizde de olumlu bir tablo ortaya çıktı. Bu fırsat değerlendirilebilirse seçim belirsizliğinin yarattığı durgunluk, ekonomik canlanmaya çevrilebilir.
Esnafla sohbet ederken Çeşme’nin yeni Belediye Başkanı Ekrem Oran’dan övgüyle söz etmeleri dikkatimi çekti. Biraz kafaları karışık olarak oy verenler bile Başkan Oran’ın uygulamalarından memnundu. Plajların ücretsiz hale getirilmesi, temizliğe dikkat edilmesi gibi pek çok konuda, özellikle esnaf kesiminin Başkan’a desteği artmış.
İzmir’de otur Balıkesir’de çalış
BİRAZ uçuk, kaçık gibi görünüyor, ama 3-5 yıl sonra İzmir’de oturup, her gün çalışmaya Balıkesir’e gidip gelen mühendis, doktor ya da idari yöneticiler olduğunu duyarsak şaşırmayalım. Her gün Manisa’ya, Aydın’a, Çeşme’ye işe gidip gelenler olduğu gibi... Tek bir kişinin otomobiliyle gitmesi pek ekonomik olmasa bile, nitelikli personel çalıştırmak isteyen şirketler ulaşım için servisler koyarak sorunu çözecektir.
Geçen hafta Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Alsancak, Basmane, Karşıyaka gibi meydanlarda düğümü çözecek projelerden yine söz ederek, “Trafik yeraltına alındığında kendiliğinden geniş meydanlar ortaya çıkıyor. Özellikle Alsancak’ta Hocazede Camisi’nden itibaren yolun yeraltına alınacak olmasıyla tramvay geçişi ve trafik büyük oranda rahatlayacak. Karşıyaka iskele önü ve Basmane için de aynısı yapılacak. Bu üç meydan projesi hemen yapılacak” dedi. Umarım, teknik ve yasal şartlar en kısa zamanda oluşur, çünkü İzmir’de trafik her geçen gün biraz daha İstanbul’daki cehenneme benziyor.
DÜNYADA HAVA RAY UYGULAMALARI
Trafiğe çare olabilecek yeni bir çözüm olarak da ‘Havaray’ sistemi yine Başkan Soyer tarafından dile getirildi. Merak edip dünyada hava treni ya da gök treni olarak da adlandırılan bu ulaşım sisteminin uygulamalarına göz attım. Havaray, Kanada, Çin, Tayland, Almanya gibi ülkelerde kullanılıyor. Özellikle Kanada’nın Vancouver kentinde çok övgü aldığını gördüm. Çin’in bir bölgesinde ise farklı teknolojiyle kullanım yeni başlamış. Yerden 5 ile 10 metre yükseklikte havaya asılı olarak 70 km. hıza ulaşarak gidebilen gök treni üç ya da beş vagonlu olabiliyor ve 500 kadar yolcu taşıyabiliyormuş.
İzmir’in üzerinden uçarak gitmek, yerin altında karanlıkta gitmekten daha eğlenceli olsa gerek. Başkan Tunç Soyer, Havaray sisteminin İzmir’de kıyıda değil, yüksek bölgelere toplu ulaşımı sağlamak için kurulacağını söylemiş. Bence doğru bir yaklaşım. Güzergah olarak nereler saptanacak bilmiyorum, ama orta ve dar gelirliler çoğunlukla şehri çanak gibi çevreleyen dağ ve tepelerde yerleşik. O nedenle Gültepe’den, Kadifekale’ye yükseklerdeki bölgelere havarayla sağlanacak toplu ulaşım İzmir’de yaşam kalitesinin artmasında büyük rol oynayacaktır.
Trafikten suya, temizliğe her alanda normal kapasitelerinin kat kat üstünde hizmet vermek zorunda kalan bu yapılar önümüzdeki birkaç yıl sonra olacakların da işaretini veriyor.
Bu yıl sonunda İzmir–İstanbul Otoyolu açılacak. Bugün 7-8 saat süren yolculuk 3-4 saate inecek. Artık hafta sonu tatili için bile yaz-kış İstanbul, Bursa, Balıkesir’den Ege’ye araç akacak. Bayramlarda oluşan nüfus yoğunluğu kalıcı hale gelecek. O nedenle trafik başta olmak üzere altyapıları yeni koşullara hazırlamak gerekecek. İstanbul’dan nefes almak için kaçanların buralarda da trafiğe yakalanırsa yeni rotalar aramak zorunda kalkacaklarını unutmamak gerek...
EBSO’dan işsizliğin ilacı
BAYRAM öncesi açıklanan büyüme verileri pek çok değerlendirmeyi de beraberinde getirdi. Bunlardan en dikkat çekici olanlardan biri Ege Bölgesi Sanayi Odası’ndan (EBSO) geldi. Başkan Ender Yorgancılar, nüfusu her yıl 1 milyon kişi artan, 4 milyondan fazla Suriyeli sığınmacıya bakan, büyük dış borç faizi ödemek zorunda kalan Türkiye’nin durgunluktan çıkması gerektiğini vurguladı. Pasta küçülürken paylaşmak isteyenlerin sayısının arttığını söyleyen Yorgancılar, bunun refah kaybına da neden olduğuna dikkat çekti.
EBSO çıkış yolu olarak ekonomik büyümenin tüketim ve inşaatla değil, üretim ve ihracatla olması gerektiğini savunuyor. Ancak, son dört çeyrekteki makine teçhizat yatırımlarının gerilemesi EBSO Başkanı’nı endişelendiriyor. Makine yatırımı olmaması demek, üretim için yeni işyeri fabrika kurulmayacak demek! Bir başka deyişle her yıl iş gücüne katılan 1.5 milyon kişinin önemli bölümüne iş bulamamak demek.
Evet... Üretimin kalbinde yer alanların ekonomik duruma teşhisleri böyle. Her şeye rağmen Türkiye’nin bu durumdan çıkacak deney ve birikime sahip olduğunu söyleyen EBSO Başkanı Ender Yorgancılar’ın çıkış yolu olarak üretim ve ihracatla büyüme önerisine katılmamak mümkün değil...
Geçen hafta Çiğli Harmandalı’nda efeler gibi bir açıklama vardı. Başkan Tunç Soyer, Harmandalı Katı Atık Tesisleri’nde eylül ayından itibaren çöpten elektrik üretiminin başlayıp bölgenin yeşil alana dönüşeceği müjdesini verdi. Soyer’in verdiği bilgiye göre, çöpten üretilecek elektrik 96 bin hanenin enerji ihtiyacına denk gelecek.
Bu çok önemli bir adım... İzmir’de evlerden günde ortalama 3 bin 500 ton çöp çıkıyor. Neredeyse bu 400 - 500 kamyon çöp demek. Bu çöplerin döküleceği yer tespitindeki sıkıntılar başta olmak üzere çeşitli nedenlerle atıkların verimli şekilde kullanımı hayli gecikti. Halbuki, İstanbul başta olmak üzere çeşitli yerlerde çöpten elektrik üretimi uzun zamandır yapılıyor.
JAPONLAR %98’İNİ DÖNÜŞTÜRÜYOR
Buna rağmen, Türkiye katı atıkların geri dönüşümünde hayli geride kalmış bir ülke. Tüm katı atıkların sadece yüzde 5 ile 10’u geri dönüşümde kullanılıyor. Halbuki, bu oran Japonya’da yüzde 98... Yanlış okumadınız. Japonya’da atıkların yüzde 98’i geri dönüşümde kullanılıyor. Bir başka deyişle plastik, demir, çelik, kağıt her neyse bu ürünler yeniden üretimde hammadde olarak kullanılıyor.
Tatlı su kaynakları bol olan bölgede, geçmişte 100 kadar çeşme varmış. Bir zamanlar İzmir Limanı’ndan bile önemli olan Eritre Limanı (bugünkü Ildırı) Mısır, Kıbrıs ve Batı ülkeleri ile ticari ilişkilerin merkeziymiş. Limana yanaşan gemiler ve onların mallarını taşıyan kervanlar için ‘Çeşme’nin çeşmeleri hayat kaynağıymış. Aralarında Maraş, Hacı Memiş, Kabadayı Çeşmesi gibi yüzyıllara meydan okuyup, bugüne kadar ayakta kalanlar bile var. Ayakta kalamayanlar ise 20’nci yüzyıl teknolojisiyle yapılmalarına rağmen, birkaç on yılda bir değiştirilmek zorunda kalınan bugünkü su boru hatları.
Bu hafta 28 ile 30 Mayıs arasında Çeşme’de Altın Yunus, Dalyan’dan, Çiftlik ve Altınkum’a kadar uzanan geniş bir bölgede altyapı yenileme çalışmaları nedeniyle 48 saat su kesintisi yapılacağı açıklandı. Uzun bayram tatiline 2 gün kala yapılacak kesintiyi öğrenince Çeşme’nin yüzyıllarca akan ünlü çeşmeleri geldi aklıma. Umarım, yeni yapılan boru hatları uzun süre değişim istemez.
BİR YAZ KULLANILACAK SU DENİZE AKTI
Bir de geçen hafta yenileme çalışmaları sırasında patlayan borulardan birinden 4 - 5 gün boyunca dereler gibi akan suları hatırladım. Defalarca aranmasına rağmen bakım ekipleri bir türlü gelemedi. Bir sitenin belki bütün bir yaz kullanabileceği su denize aktı. Sonunda tamirata gelen taşeron olduğunu söyleyen ekibin başıyla konuştum. Günde en az 8 - 10 adet böyle tamirat yaptıklarını, kendileri dışında İZSU ekiplerinin de çalıştığını, ama yetişemediklerini söyledi.
Bugünkü küresel ısınma ortamında su, altın ve liradan bile değerli. Boşa akıp gitmesini iş yoğunluğuyla açıklamanın anlamı yok. Denize akan suyun geliri eminim onlarca tamir ekibinin masrafını çıkarırdı.
Bir başka sorun ise yeni su borularını döşemek için açılan kanalların çok geç kapatılmasında. Bazen toprak doldurulup haftalarca, öylece bırakılıyor. Uzun süre açık kalan bu kanallar hem trafik hem de çevre kirliliği açısından büyük risk yaratıyor.
Sonuçlar organik ürün tüketiminin tahminlerden daha önemli olduğunu gösterdi. Organik gıda tüketenlerin kansere yakalanma riski normal gıda tüketenlere göre yüzde 25 daha az.
Meyve, sebze, süt ve et ürünlerinin organik olanlarını tüketenlerde lenfoma belirtileri, özellikle de kadınlarda menapoz sonrası göğüs kanserine yakalananların oranının çok daha az olduğu belirlendi.
Araştırmayı yapan Fransa Ulusal Sağlık ve Medikal Araştırma Merkezi yetkilileri, “Organik tüketenlerin kansere yakalanma riskinin daha az olduğunu tahmin ediyorduk, ama bu kadarını beklemiyorduk” açıklaması yaptı.
Geçen hafta Ekoloji Fuarı’nda organik ürün stantları arasında dolaşırken 2018 yılında açıklanan bu araştırma aklıma geldi. Büyükşehir Belediyesi stantlarında ürünlerini sergileyen organik üretim yapan çiftçilerle konuştuğumda, müşterilerinin yaklaşık üçte ikisinin kanserle mücadele edenler ya da onların yakınları olduğunu söylediler.
Ne yazık ki, ülkemizde zirai ilaçların gereğinden çok daha fazla kullanılması sağlığımızı tehdit eden nedenlerin başında geliyor. Organik olmayan üretimde denetim olmadığı için yanlış kullanımı takip etmek de zor oluyor. Üretici bir yıllık emeğinin boşa gideceği endişesiyle, örneğin dönüme bir kilo vermesi gerekirken 3 kilo ilaç veriyor ya da kontrolsüz hormon kullanıyor. İlaçların içinde bulunan kurşun ve merküri gibi ağır metallerle toluen ve bezen gibi solventler insan vücuduna girdiğinde akyuvarlarda hasar yapıyor. Bu da vücudun kanser gibi hastalıklara olan direnci sağlayan bağışıklık sistemini zayıflatıyor, hemoglabin üretimini engelleyip kansızlığa neden oluyor, zihinsel gelişimi engelleyen hastalıklara yol açıyor.
Tabii, organik yemeyen herkes tehlike altında diye bir şart yok. Uzmanlar, özellikle bol sebze ve meyve tüketiminin kanserle mücadelede en etkili yöntemlerden biri olduğunu söylüyor. Tabii, meyve, sebzenin iyice yıkanmış olması kaydıyla...
Gördüğüm birkaç hafta önce bu köşede sözünü ettiğim Urla’nın beklediği gemiydi. Aylardır boş duran iskeleye nihayet bir deniz otobüsü yanaşıyordu. Herkes gibi merakla ben de izlemeye başladım. Büyükşehir Belediyesi kuruluşu İZDENİZ’in işlettiği 9 Eylül adlı gemi test seferi için Urla’ya gelmişti. Gemi, uzman ekibin gözetiminde 7 - 8 kez iskeleye yanaşma manevraları, yolcu indirip, bindirme testleri yaptı. İşin güzel tarafı, gemi bu testleri yaparken bir çok vatandaş seferler başladı sanıp Konak’a gitmek için yolcu salonu girişinde birikmeye başlamıştı bile...
SADECE HAFTA SONUYLA OLMAZ
Hazır Büyükşehir Belediyesi Ulaştırma Daire Başkanlığı yetkilileri de orada iken seferler hakkında biraz bilgi aldım. Güzel haber, ilk sefer 18 Mayıs Cumartesi günü başlıyor. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun bilet fiyatı 6 TL olacakmış. Kötü haber ise sadece cumartesi ve pazar günleri sefer var. Talep olursa yaz aylarında hafta içi de seferler yapılacakmış.
Tam ben hafta içi test seferleri yapılmadan, sadece hafta sonları gelen günübirlik tatilci sayısına bakıp Urla’da yaşayan yolcunun talebi nasıl anlaşılacak diye sorarken, Urla Belediye Başkanı Burak Oğuz iskeleye geldi. “Gece, gündüz çalışır” diye hep olumlu şeyler duyduğum yeni Başkan’ın manevralar sırasında bile İskele’ye gelmesi hakkında söylenenleri doğruluyordu. Başkan Oğuz, ilgililere Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in deniz ulaşımına verdiği önemi ve talimatlarını hatırlatıp, seferleri beklediklerini söyledi.
Ben de Başkan Oğuz’a hafta sonu günübirlik ziyaretçiler için çalışacak bir geminin Urla’da oturanlara yararı olmadığını söyledim. Eğer hafta içi test seferleri yapılır, belediye de anons ve ilanlarla halkı bundan haberdar ederse, gerçek yolcu potansiyelinin tespiti için daha sağlıklı veriler elde edileceğini düşünüyorum.
BİLET 6 LİRA
Ben Urla’dan İzmir’e haftada bir, yaz aylarında ise iki, üç haftada bir gidip, gelen biriyim. Gemiye belki hiç binme fırsatım olmayacak. Ancak, bundan 10 yıl önce İstanbul trafiğinden İzmir’e kaçan biri olarak toplu ulaşımı çok önemsiyorum. Kentlerde trafik yoğunluğunu önlemenin en etkili yolu özel araçları merkeze gelmeye caydırmaktan geçiyor. Çiğli, Urla, Seferihisar, Torbalı ve Manisa gibi yerlerden gelenler için kent çevresinde metro, tramvay, İZBAN ve iskele yakınlarında otoparklar oluşturulursa önemli bir çözüm olur. Banliyölerden İzmir’e gelenler araçlarını çevre otoparklara bırakırsa, İzmir içinde yaşayanlar da toplu ulaşımı kullanırsa, İstanbul’un yaşadığı felaketi yaşamayız. İstanbul bu çözümü sonunda akıl etti, ama çok geç kaldı.
Urla – Konak arası deniz otobüsü ile yaklaşık 1 saat sürüyormuş. Bilet fiyatı ise 6 lira. Örneğin sabah iş saatlerine uygun zamanda hareket edip akşam aynı şekilde dönecek bir geminin çok yolcusu olacağına eminim. Sadece Urla ve Çeşmealtı değil, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mordoğan, Karaburun, hatta Çeşme’de oturanlar bile İzmir’e kadar direksiyon sallamamak, şehir merkezinde otopark yeri aramamak için bu gemileri tercih eder. Eğer alışkanlık haline getirilebilirse sabah, öğlen ve akşam günde 3 sefer 300 yolcu kapasiteli deniz otobüslerinin yolcusu eksik olmaz. Aslında fikir edinmek için yeni gemiler ve sefer sayıları arttıktan sonra İZDENİZ istatistiklerine bakmak bile yeter.