ABD’nin liderliğini yüklendiği Batı dünyası adına kâğıt üstünde savunulan ne kadar kural, değer ve ölçü varsa, hepsi Trump’ın bir şok dalgası halinde yaptığı hamlelerle yerle bir olmuş durumdadır geçen üç haftayı aşkın süre içinde.
Çok kısa bir zaman zarfında küresel ölçekte bu kadar büyük bir depreme yol açabildiğine göre, kendisinin aynı davranış kalıbıyla yola devam etmesi durumunda bizi ne bekliyor?
Böyle devam ettiği takdirde, üzerinde yaşadığımız dünya Trump’ın başkanlığının dördüncü yılının sonuna gelindiğinde belki de bazı yönleriyle tanıyamayacağımız, bugünkünden farklı bir yer olacaktır.
KANADA’YI BİLE KIRIP DÖKÜNCE...
Trump’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasından sonraki hareket tarzını ve bunun tetiklediği sonuçları üç başlıkta ele alalım.
Birinci grupta, Trump’ın sorun olarak gördüğü konulara yaklaşımında doğrudan ABD’nin üstünlüğü iddiasından hareket edip, güce dayanarak, baskı, tehdit, ‘zor kullanma’ yoluyla sonuca gitme anlayışı karşımıza çıkıyor. Bunu yaparken yerleşik bütün kurallara meydan okuyor.
Panama Kanalı’nı bağımsız bir ülke olan Panama Cumhuriyeti’nden gerekirse zorla geri alma hedefini açıklaması, NATO üyesi Danimarka’ya bağlı olan Grönland’a el koyacağını duyurması ve bir başka NATO müttefiki olan Kanada’dan, egemen bir ülkeden “ABD’nin 51’inci eyaleti” diye söz etmesi, bu kategorideki örnek durumlar olarak sıralanabilir.
Bu tartışmada Kanada özellikle önem taşıyor. Kanada, NATO müttefikliği bir tarafa, kuzeyindeki sınırdaşı olarak herhalde ABD’nin en yakın, en dostane ilişkilere sahip olduğu ülkedir. ABD ile Kanada arasındaki ilişki çok özeldir.
Hartum’da yüzbinlerce insanın en önemli beslenme kaynağı, “çorba mutfakları” olarak adlandırılan, insanlara ücretsiz çorba dağıtılan mekânlar. New York Times’ın haberine göre, bu mutfaklar Hartum’da tam 816 bin insanı doyuruyor.
“Doyurmaktaydı...” diye bitirmek bu cümleyi daha doğru olacaktır. Çünkü bu mekânların işlevi artık büyük ölçüde geçmiş zamana ait bir faaliyeti anlatmaktadır.
Donald Trump’ın geçen 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturmasından hemen sonra Hartum’daki bu mekânların çoğunda çorba dağıtımı durmuştur.
Bunun nedeni, Trump’ın icraatının ilk adımlarından biri olarak, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID/US Agency for International Development) faaliyetini askıya almasıdır.
*
Sudan’da insani yardımlar alanında istisnai bir mesai sergileyen “Acil Yardım/Müdahale Odaları” (Emergency Response Rooms) isimli sivil toplum inisiyatifinin sözcüsü Hajooj Kuka, ABD fonlarının kesilmesiyle birlikte bu mekânların faaliyetlerinin önemli ölçüde durma noktasına geldiğini anlatıyor.
Kuka, Trump’ın kararı sonrasında ocak ayı sonu itibarıyla başkent Hartum’da gönüllülük üzerinden bu hizmetin verildiği 634 mekândan 434’ünün kapanmış olduğunu ve her gün bu sayının arttığını belirtiyor.
“
Suriye’de gelişmeleri sahadan anlık duyuran “syria.liveuamap.com” sitesinde paylaşılan video kayıtlarında, yeni Suriye Ordusu unsurlarının uzun bir konvoy halinde Afrin’e doğru intikallerinin görüntülerini izlemek mümkündü.
Suriye’nin yeni Cumhurbaşkanı Ahmed eş Şara’ya bağlı “Genel Komutanlık” birliklerinin Afrin’e girmesi, Suriye’de yeni bir dönem başlarken, önümüzdeki aylarda, yıllarda tarafların önüne gelecek olan pek çok meselenin de habercisidir.
*
Söylediğimizi biraz açalım.
Hatırlanacaktır, Türkiye 2018 yılının ilk çeyreğinde PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’nin önemli bir askeri varlığa sahip olduğu Afrin bölgesine Suriye Milli Ordusu (eski adıyla ÖSO) unsurlarıyla birlikte kapsamlı bir askeri harekât düzenlemişti.
20 Ocak-24 Mart 2018 tarihleri arasında Hatay’a bitişik olan Afrin bölgesinde gerçekleştirilen “Zeytin Dalı” harekâtı, YPG unsurlarının buradan çıkmasıyla sonuçlanmıştı.
Aynı harekâtın bir sonucu olarak Afrin ve çevresinde yaşamakta olan çok sayıda Kürt aile de bu bölgeden ayrılmak, Tel Rifat başta olmak üzere çevredeki başka merkezlere göç etmek durumunda kalmıştı.
Geçen yedi yıl içinde bu bölgede sahada güvenliği Türkiye’nin himayesindeki SMO unsurları sağlamaktaydı.
Belki bu cümlenin sonuna “kafasındaki oyun planına göre...” diye bir ekleme de yapmak gerekebilir...
Bu mesele, önümüzdeki dönemde Suriye’de kurulacak yeni devletin yapısında ve şekillenecek toplum düzeninde “Şeriat” kurallarının herhangi bir rol oynayıp oynamayacağı sorusu ile ilgilidir.
Eş Şara, bu mesele kendisine sorulduğunda, her seferinde aynı pozisyonu tekrarlıyor. Bu gibi konuların ileride yeni anayasa ve yasalar hazırlandığında açıklık kazanacağını, kendisinin bu metinleri sonuçlandırdıkları şekliyle uygulamak durumunda olacağını söylüyor.
*
Selefi kökenden geldiği dikkate alındığında, konunun kendisine ısrarla sorulmasının nedenleri de anlaşılabilir.
Eş Şara, önce ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali sonrasında Ebu Muhammed el Colani kod adıyla bu ülkeye giderek, Irak El Kaidesi saflarında ABD’ye karşı savaşmıştır. Daha sonra, 2011 yılında Suriye’ye dönerek, burada El Kaide’nin El Nusra Cephesi olarak adlandırılan kolunu kurmuştur.
Ardından, 2016 yılında El Kaide’den koparak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünü kurarak İdlib merkezli bu silahlı muhalif grubun komutanlığını üstlenmiştir.
El Kaide’den kopması, HTŞ’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması için yeterli olmamıştır. Güvenlik Konseyi, El Kaide’nin devamı olduğu gerekçesiyle HTŞ’yi listede tutmaktadır.
Bu başlık, aslında Trump’ın meselelere bakışını ve yönetim tarzını genel çerçevesiyle bilen herkesin üzerinde birleşeceği bir beklentiyi anlatıyordu. Tedirginliğin, endişenin baskın olduğu bir beklentiyi.
Ancak geçen iki buçuk haftalık süre içinde ABD cephesinde yaşananlara bakınca, bu başlığın durumun ciddiyetine dikkat çekmek bakımından belki de yetersiz kaldığını kabul etmeliyim. Türbülansa bu kadar kısa sürede ve bu kadar sert bir şekilde girileceği galiba tahmin edilmiyordu.
*
Seçim kampanyası döneminde Trump’ın yönetime geldiği takdirde izleyeceği dış politikaya ilişkin bir dizi genel tahmin yapılmakla birlikte, kendisinin geçen kasım ayında seçimi kazandıktan sonra dile getirdiği bazı görüşler yine de şaşırtıcı nitelikteydi.
Örneğin, NATO üyesi Kanada’yı ABD’nin 51’inci eyaleti yapmaktan, Panama Kanalı’na el koymaktan söz ediyordu.
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra Gazze’de yaşayan Filistinlileri Ürdün ve Mısır’ın alması gibi bir öneriyle ortaya çıkması, kendisinin ne kadar aykırı çizgilere kayabileceğinin bir diğer işareti oldu.
Buna karşılık, Gazze’ye el koyarak bu toprakları ABD’nin “sahipliğine” geçirmekten söz edebileceği, burada “Ortadoğu’nun Riviera’sını yaratmak”, yani Gazze’yi Akdeniz’de Fransa ve İtalya sahillerindeki lüks turizm bölgelerine çevirmek gibi bir hedefe yönelebileceği, galiba kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti.
Önümüzdeki dönemde başka bir ülkenin toprakları üzerinde Las Vegas benzeri bir projeyle ortaya çıkması da şaşırtıcı görülmemelidir.
Aynı El Colani, önceki gün Türkiye’nin gönderdiği özel bir uçakla Ankara’ya gelmiş ve Esenboğa Havalimanı’nda uçağın merdivenlerinden sivil giysileriyle ve bir haftadır kullandığı yeni unvanı, “Suriye Cumhurbaşkanı” kimliğiyle inmiştir. Artık iç savaştaki kod adı El Colani’yi değil, gerçek adı Ahmet eş Şara’yı kullanmaktadır.
O tarihte Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) lideri olan El Colani’nin önceki gün Beştepe’de protokoldeki tanımıyla önüne “kırmızı halı” serilerek karşılanacağı, daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte basın toplantısı düzenleyeceği, geçen kasım ayının son haftasında bir tahmin şeklinde söylenseydi, herhalde bu ifade dinleyenler tarafından çok yaratıcı bir senaryonun dışavurumu olarak görülürdü.
*
Her bakımdan çok kuvvetli bir sembolizmle yüklüydü Ahmet eş Şara’nın Ankara ziyareti. Bir kere, Suudi Arabistan’dan sonra ikinci yurtdışı ziyareti için Türkiye’yi seçerken, ülkesinin 911 kilometrelik bir sınır paylaştığı kuzey komşusuna Suriye’nin geleceğinde özel ve öncelikli bir rol atfetmekte olduğunu bütün dünyaya göstermiş olmaktadır.
Tabii, burada yaptığı tercihin gerisinde Suriye’nin geleceğine dönük tasavvurlarının yanı sıra Türkiye’nin kendisinin serüveni üzerindeki etkisinden kaynaklanan bir boyutu da görmek gerekir.
Ahmet eş Şara’nın bugünkü konumuna gelmesinin arkasında, Türkiye’nin sınırına yeni bir göç dalgasını önlemek saikiyle, İdlib’de ciddi bir askeri güç bulundurup Esad rejimini bu bölgeye girmekten caydırmış olmasının rolü göz ardı edilemez. Liderliğini yaptığı HTŞ, özellikle 2017 sonrasında İdlib’de kendisine bir yaşam alanı bulabildiyse, bunu önemli ölçüde Türkiye’ye borçludur.
Kendisinin cumhurbaşkanlığına uzanan sürecin birçok dönemeç noktasında Türkiye’nin iradesinin izdüşümlerini görmek mümkündür. HTŞ’nin geçen 27 Kasım’da Halep’e dönük saldırısıyla başlayan ve Esad rejimini deviren askeri harekâtında, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki bazı askeri grupların da yer almış olması başlı başına önemlidir.
Bir bu kadar önem taşıyan, geçen hafta 29 Ocak Çarşamba günü Şam’da düzenlenen ve
Suriye’deki Esad rejimine karşı olan silahlı muhalif grupların komutanları, rejimin devrilmesinde başı çeken Heyet Tahrir eş Şam örgütünün ve aynı zamanda ülkenin fiili lideri konumundaki Ahmet Eş Şara’nın başkanlığında bir araya geldiler.
Eş Şara’nın önderliğindeki yeni yönetimin sivil kadroları da bu konferansta hazır bulundu. Böyle de olsa, dışarı yansıyan fotoğraflar, salondaki büyük çoğunluğun askeri üniforma giymiş şahsiyetlerden oluştuğunu gösteriyor. Bu, sonuçta silahlı kanadın tuğrasını vurduğu bir toplantıydı.
Bu konferans, geçiş dönemine ilişkin açıklanmış bulunan yol haritasında yer almayan bir organizasyondu.
Bir araya gelen silahlı grupların temsilcileri toplam dokuz maddelik bir deklarasyon metni üzerinde mutabakatlarını açıklarken, bu kararlar çerçevesinde Ahmet eş Şara’nın yeni anayasa hazırlanana kadar geçecek dönemde Suriye’nin Cumhurbaşkanlığı görevini üstleneceğini de duyurdular.
Bu yönüyle bakıldığında, Ahmet eş Şara konferanstan zemin kazanarak, Suriye’yi yönetme iddiasını, liderliğini güçlendirerek çıkmıştır.
*
Bu konferansın düzenleniş şekli hararetli bir tartışmayı beraberinde getirirken, Suriye’yi ne kadar sancılı bir dönemin beklediğini de herkese göstermiş oldu. Şöyle ki...
Tartışmalı konulardan biri, konferansta kaç grubun temsil edildiği hususunun muğlak bırakılmış olmasıdır. Bilinen, toplantıda toplam 65 grubun temsil edildiği. Ancak temsilci göndermeyen, bu arada anlaşıldığı kadarıyla davet edilmeyenler de var.
Bugünkü yazımda, sözünü ettiğim gelişmelerden birincisi üzerinde durmak istiyorum. Değineceğim konu, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen pazar günü Bağdat’a yaptığı ziyaret çerçevesinde gündeme geldi.
Fidan, özellikle terörle mücadele konularının ön plana çıktığı anlaşılan bu ziyaret sırasında mevkidaşı Fuad Hüseyin ile yaptığı görüşmelerin yanı sıra Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid tarafından kabul edildi.
Fidan’ın Cumhurbaşkanı Reşid ile görüşmesinden sonra Irak Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada ilginç bir bilgi yer alıyordu.
IRAK CUMHURBAŞKANLIĞI’NIN AÇIKLAMASINDAKİ KRİTİK BİLGİ
Neydi bu bilgi?
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Erbil merkezli yayın yapan RUDAW medya grubunun haberine göre, Fidan Irak Cumhurbaşkanı ile görüşmesinde DEAŞ (IŞİD) ile mücadele amacıyla Irak, Suriye, Ürdün ve Türkiye’yi kapsayan bir “bölgesel ittifak” kurulması çağrısında bulunmuştu.
Habere göre, Fidan’ın önerisi Irak Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamasında şöyle aktarılmış:
“