Sedat Ergin

Hakan Fidan’ın Ahmed Şara’ya bakışı

19 Mart 2025
DIŞİŞLERİ Bakanı Hakan Fidan, bugün Suriye Cumhurbaşkanı makamında oturmakta olan Ahmed Şara’ya bakışını anlatırken, ilk başta geçen aralık ayı öncesindeki unvanı ile Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) liderindeki değişime dikkat çekiyor ve şöyle diyor:

“Tabii bu hemen olan bir değişiklik değil. Yani ben Ahmed Şara’nın yıllar içerisinde gerçekten belli konularda olumlu yönde değişikliğine hep şahit olmuşumdur. Yani etrafındaki olaylardan hep ders çıkartan bir insan...”

Fidan, ardından Şara’nın geçirdiği değişim sırasında bir Müslüman olarak yaptığı muhasebenin altını çiziyor:

“Şimdi İslami gelenekten gelen birisinin başka İslami grupların hareketlerine baktığı zaman, El Kaide, DEAŞ gibi mesela; şimdi bunlardaki yanlışları görmemesi mümkün değil bir Müslümanın... Eğer bir Müslüman bunlardaki yanlışları görmüyorsa, kendisi başka bir psikolojik durum içerisindedir. Aklı olan herkes bunu görür ve onlardan kendini uzaklaştırmaya başlar. Bence böyle bir dönem yaşandı.”

‘DEVLET YÖNETİMİ TEK BAŞINA İDEOLOJİ İLE OLACAK İŞ DEĞİL’

Dışişleri Bakanı’nın geçen ayın sonunda El Cezire’nin Arapça kanalına verdiği kapsamlı mülakat, kendisinin ve bu çerçevede daha önce başında bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Ahmed Şara ve HTŞ ile ilişkisinin perde arkasına ilişkin birçok ilginç bilgiyi açığa çıkarıyor.

Fidan, önce iç savaş sırasında Suriye’nin kuzeyinde muhalefetin kontrolü altındaki bölgede 5 milyondan fazla insanın yaşamasının Türkiye’ye dönük bir göç dalgası ihtimalini ortaya çıkardığını anlatıyor. Daha sonra, bu ihtimali önlemek için muhaliflerin kontrolündeki söz konusu bölgelere destek götürüldüğünü belirtiyor.

Burada en kilit bölge, 3 milyondan fazla insanın yaşadığı Hatay’a bitişik İdlib olmuştur. İdlib’te sahayı kontrol eden örgüt Şara’nın liderliğini yaptığı HTŞ’ydi. Şara, aynı zamanda 2017 yılında İdlib’te HTŞ’nin güdümünde “Ulusal Kurtuluş Hükümeti” adı altında bir sivil idare de kurmuştu.

Fidan

Yazının Devamını Oku

Şara’nın onayladığı geçici anayasa Suriye’ye nasıl bir düzen öngörüyor

15 Mart 2025
GEÇEN şubat ayının başında kaleme aldığımız “Suriye’nin yeni düzeninde Şeriat hukukuna atıf olacak mı?” başlıklı yazımız, güney komşumuzda kurulacak yeni devlet yapısında ve şekillenecek toplum düzeninde Şeriat kurallarının bir rol oynayıp oynamayacağı sorusuna odaklanıyordu.

Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara, bu soru özellikle Batılı gazeteciler tarafından kendisine yöneltildiğinde, her seferinde konunun ileride yeni anayasa ve yasalar hazırlandığında açıklık kazanacağını belirtip, tartışmaya girmekten kaçınıyordu.

Örneğin The Economist dergisi “Şeriat hukuku olabilir mi?” diye kendisine doğrudan sorduğunda, Ahmed Şara, “Uzmanlar karar verecek. Onayladıkları takdirde benim rolüm bunları uygulamaktır. Onaylamazlarsa, rolüm onların bu kararını da uygulamak olacaktır” diye konuşmuştu.

Tabii, Şara’nın söz konusu dergide 3 Şubat’ta yayımlanan bu yanıtını okurken, Suriye’de geçiş döneminde karar verecek uzmanları doğrudan seçen ya da bu seçimleri yapan kurulları oluşturan şahsın bizzat kendisi olduğunu aklımızda tutmamız gerekir.

*

Aradan çok zaman geçmeden önceki gün açıklanan “Geçici Anayasa Bildirgesi” ile bir süredir tartışılan sorunun yanıtı alınmıştır. Ahmed Şara, yedi kişilik uzmanlar komitesinin iki haftadan da kısa bir süre içinde hazırlayarak kendisine sunduğu geçiş dönemi anayasa metnini onaylamıştır.

Yeni ve kapsamlı bir anayasa hazırlanana kadar geçerli olacak geçiş dönemi anayasa metninin ikinci maddesinde şu ifade yer alıyor:

“Cumhurbaşkanının dini İslamdır ve İslam hukuku yasaların temel kaynağıdır.”

Aynı maddede bu cümlenin hemen ardından

Yazının Devamını Oku

Lazkiye’de yaşanan olaylar ve Ahmed Şara’nın önündeki liderlik sınavı

14 Mart 2025
Şam’daki yeni hükümet ile PKK uzantısı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan anlaşmanın yankıları, geçen haftanın ikinci yarısında Suriye’de Nusayrilerin (Arap Aleviler) yoğun yaşadığı Lazkiye-Tartus sahil hattı ve kırsalında meydana gelen kanlı hadiselerin önüne geçti.

Sahil hattında yaşanan ve çok sayıda insanın öldüğü bu olaylar, Suriye’nin girdiği yeni dönemde Nusayriler açısından sıkıntılı bir durumun varlığını gösteriyor.

Perşembe günü başlayan ve ancak pazar günü kontrol altına alınabilen ve daha sonra da yer yer daha küçük ölçekte devam eden hadiselere kısaca bakalım.

Geçen bir hafta boyunca çıkan haberlerden çatışmaların akışı şöyle özetlenebilir:

*

Çatışmalar ilk aşamada, geçen aralık ayı başında Şam’daki iktidar değişikliğinden sonra kuzeyde bu bölgeye yerleştikleri anlaşılan silahlı eski rejim unsurlarının, yeni yönetimin güvenlik güçlerine karşı başlattıkları saldırılarla tetiklenmiştir.

Olaylar ikinci aşamada Şam’daki hükümeti temsil eden silahlı güçlerin bu kalkışmaya karşılık vermeleriyle büyümüştür. Şam başta olmak üzere muhtelif bölgelerden intikal eden takviye birlikleri, eski rejim unsurlarına müdahale ederken  bazı gruplarca sivil halkın da hedef alınması ve bu sırada meydana gelen kayıplar hadiseleri bambaşka bir noktaya taşımıştır.

*

Lazkiye-Tartus olayları, uluslararası alanda da büyük tepkilere yol açmış bulunuyor. En kuvvetli tepkiyi verenlerden biri Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Avusturyalı

Yazının Devamını Oku

Suriye’de SDG ile yapılan anlaşmaya nasıl bakmalıyız?

12 Mart 2025
SURİYE’de iç savaşın 2011 yılında patlak vermesinden sonraki ilk dönemde bu ülkede meydana gelen en önemli gelişmelerden biri, 2012 yılında Suriyeli Kürtlerin ülkenin kuzey bölgesinde özerklik ilan etmeleriydi.

Özerklik, Beşar Esad’ın kuzeydeki askeri gücünü iç savaşın sert bir şekilde yaşandığı batı bölgesine kaydırmak ihtiyacıyla aldığı stratejik kararın doğurduğu bir sonuçtu. Kuzeyde ortaya çıkan iktidar boşluğunu, kısa zamanda büyük bir bölümü PKK’ya sempatiyle bakan Suriyeli Kürtler doldurdu. İktidar, 2012 temmuz ayında kan dökülmeden, sessizce bu kesime geçti Suriye’nin kuzeyinde.

İlk başlarda PKK’nın Suriye’deki siyasi uzantısı PYD ve askeri kanadı YPG ile Irak’taki Barzani grubuna yakın duran Suriyeli Kürtlerin bir araya geldiği görünüşte ortak bir hareket söz konusuydu. Ancak PKK/PYD/YPG cephesi, kısa bir sürede Barzani yanlılarını etkisiz hale getirerek Suriye’nin kuzeyindeki mutlak güç haline geldi.

Sonuçta Türkiye’nin karşısında 911 kilometrelik sınır boyunca uzanan Suriye topraklarında Abdullah Öcalan’ı önderi olarak kabul eden, resmi dairelere onun posterlerini ve PKK bayraklarını asan bir özerk yönetim kurulmuş oldu. PKK’nın Türkiye ile sınırdaş hale gelmesi Ankara açısından büyük bir rahatsızlık konusuna dönüştü.

Suriye’nin kuzeyindeki özerlik hamlesi kısa zamanda kuramsallaşmaya gitti. 2014 yılında Afrin, Cezire ve Fırat adları altında üç ayrı kanton ilan edildi. Bu süreç, kendi dış ilişkilerini de yürüten “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” kimliğine evrildi. Kuzey Suriye’de yaşananlar “Rojova Devrimi” olarak görülüyordu Kürt çevrelerinde.

*

Özerk yönetimi güçlendiren bir gelişme, DEAŞ tehlikesine karşılık vermek üzere 2014-2015 döneminde oluşturulan uluslararası koalisyonda, ABD’nin kendisine Suriye’de sahada müttefik olarak Türkiye’yi değil PYD/YPG’yi seçmesi oldu.

Kurulan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı askeri yapılanmada Kürtler dışında başka etnik ve dini gruplar olsa da, örgütün ana omurgasını ağırlıklı olarak PKK uzantısı YPG kadroları oluşturuyordu. YPG’nin komutanlığına getirilen Mazlum Abdi, Türkiye’de birçok terör eylemini organize etmiş olan, İçişleri Bakanlığı’nın ‘arananlar’ listesinde yer alan bir PKK yöneticisiydi.

SDG yapılanması kuzeyde sınırlı kalmamış, DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle Fırat’ın doğusundaki bütün coğrafyaya yayılıp, Suriye topraklarının üçte birini kontrol eder hale gelmiştir. Ayrıca, ülkenin petrol kuyularının büyük bir bölümü ve Fırat boyunca uzanan verimli tarım alanları da YPG/SDG’nin kontrolüne geçmiş, örgüt azımsanmayacak bir gelir kaynağına sahip hale gelmiştir.

Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği ile ‘stratejik fikirdaşlık’ aşamasına geçmek

8 Mart 2025
BUNDAN önceki üç yazımızda Trump yönetiminin birbiri ardına yaptığı sert hamlelerin ABD ile AB arasında yol açtığı sarsıntının Avrupa’nın güvenliğini nasıl etkileyeceği, burada gözlenen çözülmenin Türkiye’nin AB ile ilişkilerine nasıl yansıyabileceği gibi soruları değerlendirmeye çalıştık.

AB’nin önceki gün Brüksel’de ‘Ukrayna’ ve ‘Avrupa Savunması’ gündemiyle düzenlediği zirvesinde alınan kararların, yapılan beyanların aslında bu yazı dizimizin finali açısından da bir çerçeve oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Zirveden çıkan kararlar, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Batı dünyası, özellikle Avrupa ile ilişkilerini yakından ilgilendiriyor. Bu ilişkilerin geleceği üzerinde önemli sonuçlar yaratma potansiyeline sahip.

*

Değerlendirmeye geçmeden önce AB liderlerinin önceki gün iki ayrı belgeyi onayladıklarını belirtelim. Bunlardan birincisi, Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna’ya verilen kuvvetli desteğe ilişkin açıklamadır. Siyasi desteğin yanı sıra mali ve askeri yardımlara ilişkin taahhütler de yer alıyor bu belgede.

Macaristan’ın katılmadığı ve kalan 26 AB üyesinin imza attıkları bu metinde, “Ukrayna (masada) olmadan Ukrayna’yı konu alan hiçbir müzakerenin yapılamayacağı” vurgulanıyor. Böylelikle, ABD’ye Ukrayna’nın gıyabında bu ülkenin geleceğini Rusya ile pazarlık etmemesi gerektiği mesajı veriliyor.

Bunun gibi, “Avrupa’nın güvenliğini etkileyen hiçbir müzakerenin Avrupa dahil olmadan yürütülemeyeceği” vurgulanıyor. Bu mesaj da doğrudan ABD’ye gidiyor. Başkan Donald Trump’a Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konuları AB’ye danışmadan Rusya lideri Vladimir Putin ile kendi başına müzakere edemeyeceği duyuruluyor.

AB liderlerinin Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin de katıldığı zirvede yaptıkları bu beyanın, Rus işgali altındaki Ukrayna ile olabilecek en kuvvetli dayanışmayı ifade ettiği aşikardır.

Beyaz Saray’da bütün dünyanın gözü önünde itilip kakılan

Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği başı derde girince Türkiye'yi hatırlıyor...

7 Mart 2025
Brüksel temsilcimiz Güven Özalp’in 24 Eylül 2021 tarihinde gazetemizin dış haberler sayfasında “AB Komiserine HARİTA lazım” başlığıyla manşetten verilen haberi, o tarihte Ankara’da kaşların kalkmasına yol açan bir gelişmeyi aktarıyordu.

Bu haber, AB Komisyonu’nda bir önceki Genişleme Komiseri Macar Oliver Varhelyi’nin sorumluluğu altındaki ‘Avrupa Komşuluk ve Genişleme Genel Müdürlüğü’ (NEAR) bünyesinde yapılan bürokratik bir düzenlemeyi konu alıyordu.

Buna göre Türkiye, daha önceleri söz konusu genel müdürlükte Balkanlar’dan ayrı tutulan, ‘Türkiye ve Strateji’ başlığı altındaki ayrı bir birim içinde yer almaktaydı. Yapılan düzenlemeyle, bu birimden aynı genel müdürlük bünyesindeki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yer aldığı bölüme kaydırılmıştı.

AB Komisyonu’nun Türkiye’nin tam üyelik hedefine artık hiçbir taahhüdünün kalmadığı ortaya konmak istense, herhalde bundan daha kuvvetli bir şekilde ifade edilemezdi. AB Komisyonu, açıkça “sizin yeriniz Avrupa değil Ortadoğu’dur” mesajı veriyordu bu adımıyla.

***

İlginçtir ki, yine Güven Özabalp’in geçen ay başında geçtiği bir haber, AB Komisyonu’nun bu kararını hatalı gördüğünü ve belli ölçülerde düzeltme yoluna gittiğini gösteriyordu.

Özalp’in 7 Şubat’taki haberine göre, ‘Avrupa Komşuluk ve Genişleme Genel Müdürlüğü’ (NEAR) ikiye bölünmüştü. Bunlardan biri ‘Genişleme ve Doğu Komşular Genel Müdürlüğü’ (ENEST), diğeri ise ‘Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Körfez Genel Müdürlüğü’ (MENA) olarak organize edilmişti.

Türkiye, bu yeni organizasyonda Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinden alınıp bu kez ‘Genişleme ve Doğu Komşular’ genel müdürlüğüne aktarılmıştı. Bu genel müdürlük bünyesinde Balkanlar değil, Moldova ve Gürcistan’ın bulunduğu ayrı bir birimin içinde yer alacaktı.

Türkiye’nin Balkanlar bölümüne alınmaması ilk bakışta tartışmaya açık görünebilir. Ancak, AB süreciyle ilgisi olmayan Ortadoğu ülkeleri değil, tam üyelik sürecindeki bazı aday ülkelerin bulunduğu bir birime konması, yine de Türkiye açısından olumlu yönde bir adım olarak kabul edilmelidir.

Yazının Devamını Oku

Avrupa’da yaşanan jeopolitik sarsıntı AB’ye tam üyeliğin önünü açabilir mi?

6 Mart 2025
ABD’de göreve gelen Trump yönetiminin Rusya’ya yakınlaşıp, Avrupa’daki NATO müttefiklerini karşısına alma yönündeki hamlelerinin Batı dünyasının jeopolitik denkleminde yol açtığı büyük depremi konuşuyoruz haftalardır.

Bu konudaki tartışmaların Türkiye’nin gündemine taşıdığı bir soru var. ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’da tetiklediği arayışlar Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yeni bir gözle bakmasına doğru evrilebilir mi?

Avrupalı liderler, Trump başkanlığındaki ABD’nin Avrupa kıtasının güvenliğine dönük garantilerinin süratle çözülmeye başlamasının şoku içindeler.

Avrupa kendi güvenliğini sağlama yönünde bağımsız arayışlara girişir ve aynı zamanda Ukrayna’da muhtemel bir ateşkesin denetimi için katkı ararken, birden Türkiye’ye de kurduğu masada yer verme ihtiyacını duymaktadır.

*

Ankara cephesinde yapılan resmi açıklamalarda, söz konusu gelişmeler bağlamında Türkiye’nin Avrupa karşında elinin güçlendiği, Avrupa ile ilişkilerin dinamiklerinin Türkiye lehine değişmekte olduğu yönünde bir bakış kendisini gösteriyor.

Bu konudaki bütün açıklamalar, ortaya çıkan yeni durumun Ankara cephesinde artan bir özgüven duygusunu yerleştirdiğine de işaret ediyor.

Geçen pazar günü Londra’da düzenlenen, NATO ve AB’nin kurumsal temsilinin yanı sıra Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin katıldığı güvenlik zirvesine Türkiye’nin de davet edilmiş olması, muhtemelen bu özgüveni daha da perçinlemiş olmalıdır.

*

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin yeni Avrupa fotoğrafındaki yeri

5 Mart 2025
UKRAYNA Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin geçen cuma günü Beyaz Saray ziyareti sırasında yaşanan nahoş hadisenin ertesinde pazar günü Avrupa’nın önde gelen kurum ve ülkelerinin liderleri ve temsilcileri Londra’da bir zirve toplantısında bir araya geldiler.

Avrupalı liderlerin bu toplantıyı düzenlemiş olmaları ve burada Zelenski ile birlikte çektirdikleri aile fotoğrafı, Batı dünyasının girdiği yeni dönemi okumak bakımından büyük bir sembolizm taşıyor.

Kanada dışında hepsi Avrupalı olan katılımcıların yan yana durdukları bu fotoğraf, öncelikle, ABD ile Avrupa arasındaki güvenlik bağlarının çözülmeye başladığı tarihi bir kavşak noktasında, Avrupalıların güvenlikleri için artık kendi bağımsız arayışlarını başlattıklarını anlatıyor.

*

Bu arayışların nereye varacağını bugünden kestiremesek de, muhtemelen bundan sonraki yıllarda sıkça geriye bakılarak ‘başlama vuruşu’ olarak görülecektir Londra buluşması.

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer’ın inisiyatifi ile düzenlenen bu zirve, Avrupa’nın uzun dönemli güvenlik arayışları için yeni bir fikir egzersizine zemin oluştururken, Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna’da ateşkes ilanına dönük bir çalışmaya da sahne olmuştur.

Kuşkusuz, Ukrayna savaşının durdurulması yönünde Avrupalılar arasında kısa dönemde ortaya çıkabilecek olan işbirliği modeli, bundan sonrası için konuşulacak Avrupa güvenlik düzenlemeleri açısından en azından geleceğe dönük yol gösterici emsal bir işlev görecektir.

*

Toplantıyı değerlendirirken, davetiyelerin katılımcı ülkelere perşembe günü, yani cuma günü Beyaz Saray’da patlak veren krizden tam bir gün önce iletilmiş olduğunu hatırlamalıyız.

Yazının Devamını Oku