Deniz Öcal çevirisiyle April Yayıncılık tarafından yayımlanan kitap, enteresan bir olguyu işliyor: wakaresaseya’lık. Japonya’da pek dile getirilmeyen, dünyanın kalanında ise hiç bilinmeyen bu iş kolunun amacı yuva yıkmak, ayrılmak isteyen eşe çıkar sağlamak ve boşanmayı kolaylaştırmak. Yani karşımızda bu sefer çöpçatan değil çöpbozan var!
Romanda ilginç bir aşk hikâyesi, cinayeti aydınlatmak için mücadele veren genç bir kadın ve oyun içinde oyun var. Zevkle okuduğum, Japonya’nın gizemli arka sokaklarını tanıdığım, aşkın ve tutkunun sınırlarını zorlayan bir roman oldu “Benden Kalan Senindir”, tavsiye ediyorum.
Vedat Sakman’ın hayatı
Müzik yazarı Deniz Durukan, 50 yılı aşkın süredir müzikal tavrından ödün vermeden, popüler müzik ortamında olduğu halde popülist anlayışlara sapmadan sahnelerdeki yerini koruyan gerçek bir müzisyeni anlatıyor; müziği hayat, hayatı müzik olarak kabul etmiş̧ Vedat Sakman’ı.
Sinema eleştirmeni, gazeteci Atillâ Dorsay yeni bir kitap hazırladı. Dorsay, “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im” adını verdiği eserinde, 90’lardan itibaren Türk sinemasına damga vuran, aynı zamanda dünya sinemasını da etkileyen günümüzün önemli yönetmenleri Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Semih Kaplanoğlu’nun filmlerini ele aldı. Ağustos ayı sonunda Remzi Kitabevi tarafından okura sunulacak kitabın kapağı için de özel bir fotoğraf çekimi gerçekleştirildi.
ÇEKİME KATILMADI
Atillâ Dorsay, kapak çekimi için Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Semih Kaplanoğlu’yla birlikte objektif karşısına geçti. Zeki Demirkubuz’la uzun yıllardır küs olan ve geçen sene meslektaşıyla yaşadığı polemikle uzun süre gündemden düşmeyen Nuri Bilge Ceylan ise çekime katılmadı. Ön kapakta yer almayan Ceylan’ın fotoğrafı, kitabı arka kapağında kullanıldı.
Bir zamanlar arkadaştılar
Türk sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz bir dönem arkadaştı, ancak yıllar önce araları açıldı. Ceylan’ın “Üç Maymun” filmini Demirkubuz’un senaryosundan “çaldığı”, ikilinin bu yüzden küstüğü iddiası ortaya atıldı. İki yönetmenin daha sonra çektikleri filmlerde, sahneler üzerinden birbirlerine gönderme yaptıkları da öne sürüldü. Geçen yıl sosyal medyada atışan iki yönetmen arasındaki polemik uzun süre gündemden düşmedi.
“Aşk-ı Memnu” furyasından sonra kitapları yeni baskılar yaptı, üzerine yazılanlar, konuşulanlar arttı. Bugünlerde raflarda yerini alan yeni bir kitap da bu etkinin son halkalarından...
Uşaklıgil’in Emile Zola, Alphonse Daudet, Guy de Maupassant gibi Fransız edebiyatının önde gelen kalemlerinden tercüme ettiği öykülerle kendi öykülerini bir araya getirdiği “Nâkil”, Dr. Berna Civalıoğlu Sevindik’in çalışmalarıyla ilk kez eksiksiz olarak Timaş Yayınları etiketiyle yayımlandı.
“Nâkil”, Uşaklıgil’in edebi yolculuğunu anlamak açısından önemli bir eser.
Yaşamak Hatırlamaktır!
Bizim sinemamız da her zaman edebiyattan faydalanmıştır. Edebiyat sinema uyarlamalarını yeniden izlemeyi seviyorum, çünkü filmin hakkını vererek anlamak isteyen birisi, kitabı yokmuş gibi davranamaz. Şimdi size bu söylediklerimi çağrıştıran iki filmden bahsetmek istiyorum.
Sabahattin Ali’nin yazdığı, bir karşılaşma hikâyesini merkeze alan ve Türkçenin en çok okunan romanlarından biri olan “Kürk Mantolu Madonna”nın bu özel baskısı, görseller ve notlarla, metnin katmanlı yolculuğuna eşlik etmek isteyen yeni okurlarını bekliyor.
“Kürk Mantolu Madonna” mekânlar ve metinler arasında mekik dokurken Türk, Alman ve Rus edebiyatlarının önemli eserleriyle de ilişkiler kuruyor. Fatih Altuğ’un yayına hazırladığı romanda, piyasadaki baskılarından farklı olarak neler mi var?
Romanın daha iyi anlaşılması adına metinler ve resimler aracılığıyla zenginleştirilmiş dipnotlar, fotoğraflar, haritalar var.
Bir de unutmadan söyleyeyim, Aytuğ Aykut’un bu kitap için yaptığı Maria Puder tablosu da size eşlik ediyor.
Türkistan Lejyonu
Hitler’in “kapısı tekmelendiğinde çökeceğini” iddia ettiği Sovyetler Birliği, Barbarossa Harekâtı’nın ilk evrelerinde kazanılan süratli başarılara rağmen çökmemiş, Alman merkez taarruzu Moskova önlerinde durdurulmuştu. Çözüm için alternatif arayışına giren Almanlar, gözlerini Türkistan’a diktiler. Türkistan hem Almanlara geniş bir asker kaynağı sunacak, hem Sovyetler Birliği’nin parçalanmasında diğer uluslara örnek teşkil edecek, hem de Türkiye’yi Mihver Bloku’na çekmek için önemli bir koz olacaktı.
Kronik Kitap’ın II. Dünya Savaşı Tarihi serisinin yeni üyesi “Türkistan Lejyonu”, dünyayı kasıp kavuran bu dev savaşta Alman saflarında özgürlükleri için savaştıklarını düşünen, fakat sükût-u hayale uğrayan Türkistanlı Türklerin yaşadıklarını gözler önüne seriyor.
◊ Yeni kitabınız “Veganlar” okurla buluştu. Her ne kadar kitabınızın sonunda yanıtını vermiş olsanız da henüz okumamış olanlar için soralım, vegan mısınız?
- Veganlığı onaylayan biri değilim. Vejetaryenlik evet, gönülden evet hem de. Ben ikisi de değilim ama vejetaryenliğe yakın bir beslenme düzenim var. Paul McCartney, “Mezbaha duvarları camdan olsaydı herkes vejetaryen olurdu” demiş. Benim böyle bir deneyimim var, zaten ondan sonra kırmızı et yemeyi bıraktım. Bu hikâyeyi merak eden kitabın sonundaki sonsözü okusun. Ne var ki arzularını, heveslerini, özentilerini sulandırıp bulanıklaştırarak istediği kaba sokan insan için ne fark eder!
◊ Et ve hayvan ürünleri tüketiminin yasak olduğu bir gelecekte geçiyor romanınız. Günümüzde, et tüketiminin yasaklanması gerektiği görüşüne sahip olanlar kadar, eti yasaklamanın kötülükle sonuçlanacağı kanısında olanlar da var...
- Neden et yiyoruz, niçin etin tadını çok lezzetli buluyoruz? Bu sorudan başlamak lazım... Yanıtı kolay aslında, kabuller ve alışkanlık. Ben iddia edildiği gibi eti asla lezzetli bulmuyorum hatta kırmızı et benim için kötü kokan bir besin kaynağı. Bir et lokantasının önünden geçerken burnumu tıkamak zorunda kalıyorum. Neden? Alışkanlıklarımdan ve kabullerimden sıyrıldığım için. Bu işin logaritmasına bakacak olursak, özgür iradeyle algılama biçimi, kabullerle algılama biçiminden farklıdır. Kabuller manipülasyonların atasıdır. Siz manipüle edilmiş bir beyne mi inanırsınız, var oluş özelliğini koruyan bir beyne mi? Et yemek sadece bir kabul ve hiç gereği yok. Beslenme düzeni içinde etin yerini tutacak bir sürü tohum, baklagil ve mantar çeşidi var. Üstelik bazıları protein bakımından etten daha üstün. Kaldı ki bir eziyet, sömürü düzeni kurulmadan da insanlar süt, yumurta gibi hayvansal ürünler tüketebilir, bence mümkün.
YAPIMCILAR RİSKSİZ
KONULARI TERCİH EDİYOR
◊
Geçen hafta yeniden buluştuk. Yayıncılık sorunlarını konuşurken Ferit Edgü’nün vefat haberi bizi geçmişe götürdü.
Öner Ciravoğlu’na Edgü’nün yazarlığını sordum, işte bana anlattıkları:
“1970’lerin sonundan itibaren Botter Apartmanı, Ada Yayınları ile birlikte anılır olmuştu. Ferit Edgü’yle imza günlerinde, Botter’in kapısında ya da Refik’teki öğle yemeklerinde karşılardık. Öyle pek uzun söyleşimiz olmadı. Ama yayınlarda yardımcısı Tarık Zafer arkadaşımdı. Yayınların koşturma işlerini yürütürdü. Tarık Cep Kitaplar’dan ayrılınca Fethi Naci’nin önerisiyle Ferit Edgü’ye uğramıştı. Hikâye böyle başladı. Çıkan kitapların tanıtım kopyaları gelirdi bana. Muştu gibiydi, özenli baskı ve çok seçkindi hepsi. Sanat kitapları ve hele Salâh Birsel’in denemeleri (bende hepsi imzalı) tadına doyulmaz güzellikte, gönüllere taht kuruyordu.Bu arada ilk yapıtlar serisi de başlamıştı. Ferit Edgü edebiyatçılığıyla olduğu kadar yayıncılığıyla da başarılı olmuştur.”
Tanrıların Vatanı Anadolu
Kitapçılarda uzun süredir bulunmayan, çok merak edilen bir kitap vardı: “Tanrıların Vatanı Anadolu”. Merak edilen diyorum yazarın asıl soyadı da Marek. Yani meraka benziyor rastlantıyla. Ama yazar Ceram imzasıyla çıkarmış kitabı yıllar önce. Yayıncısı Remzi Kitabevi’ne sordum konuyu. Yayın haklarının yenilenme işlemi uzun sürmüş. Nihayet eseri bastık dediler, sevindim. Arkeoloji sevenler için bulunmaz bir kaynak Ceram’ın kitabı. Hitit uygarlığının keşfini anlatıyor. Adeta bir roman gibi. Bu kitabı okuyunca aynı yazarın “Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler” adlı kapsamlı eserinin de merak edileceğini düşünüyorum.
Dikkatimi çekti
İslam tarihindeki en acı olaylardan biri Kerbela meselesidir.
Yas tutanlar, Kerbela’da şehit edilen Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’i dualarla andı.
Bu olay Tahran’daki yas sürecine beni daha çok yaklaştırdı. İran’ı anlamaya çalışmak, dünyaya daha farklı bir şekilde bakmayı öğretti.
Sevmek sözcüğünün anlamını bir kez daha sorgulamamı da sağladı.
Sokaklardaki yas törenlerini izlerken defalarca başka bir insan oldum. Birden fazla ‘Sayım’ olmayı özlemişim.
İran’ın eski uygarlıklar grubuna girdiği düşünüldüğünde, nüfusunun gelenek ve göreneklerine ne kadar bağlı olduğunu da görüyoruz.
İsfahan’da
Kozyatağı’nda bulunan Hümanist Kitabevi’nde beyaz yakalılar, girişimciler ve öğrenciler çalışmalarını da yürütebiliyor. 3 yıldır yürüttükleri çalışmalar sonucunda yurtdışında da yayıncılık faaliyetlerine başlamışlar; Azerbaycan, İngiltere ve Almanya’da.
Öncelikli hedefleri arasında kitaplarının Türkçe ve İngilizce dağıtım, tanıtım ve satışının gerçekleşmesi yer alıyormuş. Menekşe Polatcan Serbest, Hümanist Yayıncılık’ın her şeyi neredeyse. Butik yayıncılığın yükselmesi ne güzel. Umarım emeklerinin karşılığını alıyorlardır.
Bir dede torun hikâyesi
19. yüzyıl ve özellikle Gustave Courbet uzmanı sanat tarihçisi Thomas Schlesser’in hakları 32 ülkeye satılan romanı “Mona’nın Gözleri” Timaş Yayınları’ndan çıktı.
Çevrildiği her ülkede çok satanlarda yer alan romanın konusu şöyle: 10 yaşında zeki bir çocuk olan Mona, ansızın görme yetisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Torununun bir daha görememe ihtimali üzerine dedesi, Mona’nın göreceği son güzel şeylerin büyük sanat eserleri olması gerektiğini düşünür.
Dede ve torun 52 hafta boyunca Louvre, Orsay ve Pompidou müzelerinde büyük ressamların eserlerini gezmeye başlarlar.