17 Ocak 2009
Bizde bir görüş vardır. Bu görüş doğrultusunda çocuklarımıza kışın dondurma yedirmeyiz örneğin. Dondurma soğuk olduğu için kışın yenmemesi gerekir bu görüşe göre. Halbuki dondurmanın vücut ısısından çok daha düşük bir sıcaklıkta eridiği bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Yani mevsimin dondurmanın vücudumuza yaptığı etkiyle uzaktan yakından alakası yok aslında. Yalnızca kışın elimize aldığımız bir külah dondurmanın yazın eridiğinden çok daha uzun sürede eridiğini görebiliyoruz o kadar.
Bu gördüğümüz de dondurmanın kışın yendiğinde hasta eden bir yiyecek olduğunu ispatlamıyor. Bu bilgi o kadar eski ki aslında, eski Roma’da yaz-kış ayrımı yapılmadan dondurma tüketiliyormuş. O zamanın dondurmaları şimdiki gibi külahta satılmıyormuş elbette. Daha çok buzlu içecek olarak niteleyebileceğimiz tatlılarmış bunlar. Bu içeceklerin müptelası olanlardan biri de tarih kitaplarına Roma’yı yakan adam olarak tarihe geçen Neron’muş. Savurganlığı ve keyfine düşkünlüğüyle meşhur olan Neron, kölelerini yüksek dağlara gönderir ve oradan kar ve buz getirmelerini emredermiş. Getirilen buzu da bal ve şerbetle karıştırıp yermiş.
Kökeni bu kadar eskilere dayanan ve her mevsim yenebileceği gerçeği çok açık ve net olan dondurmayı neden bu kadar az tükettiğimiz hiç belli değil.
Muzlu rulo pasta
8 KİŞİLİK
HAZIRLAMA SÜRESİ 30 DAKİKA
PİŞME SÜRESİ 25 DAKİKA
MALZEME LİSTESİ
? 3 adet yumurta
? 1 su bardağı pudra şekeri
? 1 su bardağı un
? 2 çay kaşığı kabartma tozu
? 1 tatlı kaşığı limon suyu
Kreması için;
? 2 su bardağı süt
? 2 tepeleme yemek kaşığı un
? 2 yemek kaşığı tozşeker
? 1 adet yumurtanın sarısı
? 3 tepeleme yemek kaşığı pudra şekeri
? 1 paket vanilya
? 125 gr yumuşak margarin
Süslemek için;
? 4 adet orta boy muz
YAPILIŞI : Yumurta ve pudra şekerini çukur bir kaba aktarıp mikserle çırpın. Un ve kabartma tozunu da eleyerek ilave edip limon suyunu ekleyerek birkaç dakika daha çırpın. Hamuru, fırın kağıdı serili dikdörtgen fırın kabına aktarıp kaşıkla yayın. Keki 175 dereceye ayarladığınız fırında üzeri hafif pembeleşinceye kadar pişirip çıkarın. Keki, nemli beze sarıp rulo yapın ve soğumasını bekleyin. Kremasını hazırlamak için süt, un ve tozşekeri küçük bir tencereye aktarıp iyice karıştırın.
Orta ısılı ateşte pişirdikten sonra soğuması için bekleyin. Yumurta sarısı ve pudra şekerini başka bir kapta iyice çırpın. Vanilya ve yumuşamış margarini de ilave edip çırpmaya devam edin. Karışımı soğumuş olan kremaya katarak malzemeler birbiriyle iyice karışıncaya kadar çırpın. Soğuk haldeki keki nemli bezden çıkararak arasını hafifçe açın. Kremanın bir kısmını bu aralığa sürüp muzları bütün olarak yerleştirin ve rulo yapın. Pastayı servis tabağına alıp kremanın kalanını pastanın üzerine sürün. Pastanın üzerini muz dilimleriyle süsleyip servis yapın.
Yazının Devamını Oku 
16 Ocak 2009
“Kimi dertten içer, kimi neşeden, kimi yar elinden, kimi şişeden…”
İçki içmenin sebebi ne olursa olsun şarabın içildiği kadeh başkadır, rakınınki başka. Hatta beyaz şarapla kırmızı şarap bile aynı kadehte içilmez. Tabii hangi şarabın hangi kadehte içileceği ayrı bir uzmanlık alanıdır ama örneğin beyaz şarabın kadehi daha küçük olur. Başka bir şarap türü olan şampanyanın ise kadehi bambaşka şekil ve boyuttadır. Şarabın renginin, kokusunun ve tadının doğru algılanması için kadehin doğru seçilmesi de şarttır. İşi şarap tadıcılığı olanlar aynı türdeki şarapları aynı tür kadehlerde içmek zorundadırlar. İdeal bir şarap kadehi çok genel olarak, pürüzsüz kristal yüzeyli, elin sıcaklığının şarabı etkilemeyeceği kadar uzun bir saplı, kokusunun doğru biçimde algılanması için uygun şekilli olmalıdır.
Sadece kadehinden bahsederken bile şarabın tam bir uzmanlık konusu olduğu ortaya çıkar. Peki şarabın renginin neye bağlı olduğu da bir uzmanlık sorusu mudur? Pek çok kişi beyaz üzümden beyaz, kırmızı üzümden ise kırmızı şarap elde edildiğini sanır. Ancak işin aslı böyle değildir. Şaraba renk veren üzümün kabuğudur. Yani, kabukları çıkarılmış üzümden yapılan şarap beyazdır. Eğer üretilmek istenen şarap kırmızıysa, şıranın, üzümün kabuklarıyla birlikte bekletilmesi gerekir. İşte şarabın renginin ne olacağı da bu bekletme süresine bağlıdır. Sürenin uzunluğuna göre şarap beyaz, roze (pembe) ya da kırmızı olur.
Kadehinden, aromasından, tadından ve renginden bahsedilmeye kalkıldığında sayfalar yazılabilir. Peki ya sağlığımıza olan etkisi… Uzmanlar her akşam içilecek belli bir miktar şarabın kalp krizi de dahil pek çok sağlık problemi riskini yarı yarıya azalttığı görüşünde birleşiyorlar. Peki bu “belli bir miktar” nedir. Yani günde kaç kadeh şarap içersek sağlığımıza yararlıdır. Bu sorunun kesin bir cevabı yok aslında. Kişisel sağlık durumumuz, yaşadığımız hayatın ne kadar stresli olduğu ve hatta nasıl bir iklimde yaşadığımız, günde ne kadar şarap içebileceğimizi belirleyen faktörlerden bazıları. Ancak genel olarak şunu söyleyebiliriz: Her akşam içeceğimiz üç ya da dört kadeh şarap sağlığımızı olumlu etkiler. Kalp ve damar hastalıklarını engellemekte yardımcı olur, kan yapar ve kanser de dahil pek çok hastalıktan korunmamızda etkilidir.
Hani eskilerin çok söylediği bir laf vardır. “Azı karar, çoğu zarar” İşte şarap için de bunu söylersek hiç de yanlış yapmamış oluruz.
İç baklalı enginar dolması
Yazının Devamını Oku 
15 Ocak 2009
Burnunu her şeye sokan, olur olmaz her şeye karışan insanlara “her şeye maydanoz olma” deriz. Bu söz bile bizim mutfağımızda maydanozun ne kadar çok kullanıldığını ispatlar niteliktedir. Çorbalardan zeytinyağlılara, salatalardan kahvaltı sofralarına, kısacası soframıza koyup afiyetle yediğimiz hemen her çeşide eşlik eder maydanoz. Gerçekten de girmediği, tat vermediği yemek türü yok gibidir.
İstanbul’da yaşayan ve klasik bir kent yaşamı süren bizler için maydanoz sadece yemeklere katılan bir çeşnidir. Tıpkı baharat ya da tuz gibi, aroması ya da tadıyla yemeklerimizle dans eder. Ancak Anadolu’da durum pek de böyle değildir. Anadolu insanı kahvaltı da dahil hemen her öğünde maydanozu söğüş olarak sofrasına koyar ve tüketir.
Batı ülkelerinde söğüş olarak pek tüketilmeyen, daha çok tabak kenarlarında yemeği süslemek için kullanılan bir çeşnidir maydanoz. Dediğimiz gibi, bizde, özellikle de Anadolu’da daha çok girmiştir yemeklere. İyi de etmiştir. Çünkü maydanoz A, C, ve K vitaminleri açısından çok zengindir. Ayrıca içerdiği magnezyum, potasyum ve kalsiyum miktarıyla da mutlaka tüketilmesi gereken bir sebzedir. Bir tutam maydanoz günlük C vitamini ihtiyacımızın çoğunu karşılayacak yetenektedir. Sindirim sistemi rahatsızlıklarına iyi gelir, karaciğerin ve böbreklerin düzenli olarak çalışmasını ve temizlenmesini sağlar. Aynı zamanda idrar söktürücü ve idrar yolları temizleyicisidir. Osmanlı maydanozun sindirim sistemi üzerinde ne kadar olumlu bir etki yaptığının farkında olacak ki, maydanozun adını “mideyi hoş tutan “ anlamına gelen “midenuaz” sözcüğünden esinlenerek vermiştir.
“Peki maydanozun anavatanı neresidir” diye soracak olursanız, bu konuda çeşitli görüşler var derim. Ancak en geçerli olanı, sevdiği iklim tipi de göz önüne alındığında, ilk olarak Akdeniz’de yetişmeye başladığıdır. Şimdilerdeyse dünyanın hemen her yerinde yetişir ve tüketilir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi, tüketim şekilleri kültürden kültüre farklılık gösterir. Uzmanlar ise pek çok sebze ve meyvede olduğu gibi, maydanozu da taze olarak tüketmenin daha yararlı olacağı kanısında. Haşlanıp suyunun içilmesiyse başka ve çok yararlı bir tüketim şekli.
Dil peynirli milföy tartı
8 KİŞİLİK
HAZIRLAMA SÜRESİ 20 DAKİKA
PİŞME SÜRESİ 40 DAKİKA
MALZEME LİSTESİ
? 6 adet dondurulmuş hazır milföy hamuru
(10 x 10 santimlik kareler halinde)
? 200 gr dil peyniri
? 1 yemek kaşığı dolusu un
? 1 çay kaşığı tuz, karabiber
? 2 paket hazır süt kreması
(2 x 200 ml)
? 1 adet yumurtanın sarısı
? 1 yemek kaşığı çörekotu
YAPILIŞI : Milföy hamurlarını yumuşaması için buzluktan çıkarıp oda sıcaklığında 10-15 dakika bekletin. Yumuşayan hamurların üç tanesini birleştirip yoğurun ve merdane yardımıyla 25-28 santim çapında açın. Yaklaşık 22-25 santim çapındaki bir tart kalıbını yumuşak margarinle yağlayıp açtığınız milföy hamurunu içine, kenarlarını yükselterek yayın. Diğer taraftan, un ve hazır süt kremasını derin bir kaba aktarıp çatalla iyice çırpın.
Tuz ve karabiberi de serpip tekrar karıştırın. Hazırladığınız karışımı milföy tartının içine aktarın. Dil peynirini küp küp doğrayarak kremanın üzerine serpiştirin. Kalan milföy hamurlarını da birleştirip yoğurun. Merdane yardımıyla tart kalıbı büyüklüğünde açın ve bu hamurla peynirli sosun üzerini kapattıktan sonra kenarlarından hafifçe bastırın. Üzerine fırçayla yumurta sarısını sürüp çörekotunu serpiştirin. Tartı, 5 dakika önceden 175 dereceye ayarladığınız fırında üzeri altın sarısı oluncaya kadar, 40 dakika pişirip çıkarın ve ılık hale gelmesini bekledikten sonra dilimleyerek servise sunun.
Yazının Devamını Oku 
14 Ocak 2009
Malzeme listesi
· 9 yemek kaşığı un
· 1 paket kabartma tozu
· 1 kahve fincanı sıvıyağ
· 1 kahve fincanı yoğurt
· 1 kahve fincanı tozşeker
· 1 adet yumurta
Kızartmak için;
· 2 su bardağı sıvıyağ
Üzeri için;
· 4 kaşık pudra şekeri
YAPILIŞI : Un ve kabartma tozunu eleyerek derin bir kaba aktarıp ortasını havuz gibi açın. Üzerine sıvıyağ, yoğurt, tozşeker ve yumurtayı ilave edip iyice yoğurun. Hamuru merdane yardımıyla 4-5 milimetre kalınlığında açtıktan sonra, su bardağının ağzıyla yuvarlaklar çıkarın. Kestiğiniz hamurların kenarlarına yakın kısımlarından şişe kapağı yardımıyla yuvarlaklar çıkarın. Sıvıyağı orta boy bir tavada kızdırıp kestiğiniz hamurları kızgın yağda kızartın. Kızarmış hamurları servis tabağına alıp soğumalarını bekledikten sonra üzerlerine pudra şekeri serpiştirerek servis yapın.
Mozaik pasta
Malzeme listesi
· 25 adet pötübör bisküvi
· 125 gr margarin
· 4 yemek kaşığı pudra şekeri
· 2 kaşığı kakao
· 1 çay fincanı süt
(ya da 4 adet yumurta)
· 1 çay fincanı iri dövülmüş ve fındık içi
· 1 adet limon kabuğunun rendesi
· 1 paket vanilya
YAPILIŞI : Bisküvileri elinizle küçük küçük parçalayıp derin bir kaba alın. Erimiş margarin ve pudra şekerini ilave edin. Kakaoyu sütün içinde eriterek, bisküvili karışıma kattıktan sonra fındık, rendelenmiş limon kabuğu ve vanilyayı da ekleyip iyice karıştırın. Hazırladığınız karışımı yağlı kağıda sararak silindir şekli verin. Pastayı buzdolabında 1 gün kadar bekletin. Kağıdını çıkarıp dilimleyin ve servis yapın.
Yazının Devamını Oku 
13 Ocak 2009
Mevlana Celalettin Rumi, cevizin kalın ve sert kabuğunu şeriata, ince zarını tarikata, içini ise hakikate benzetmiş ve cevizi her katmanıyla simgeleştirmiştir. Eseri Mesnevi’de de cevizden bahseder ve onu rahmet meyveleri arasında sayar. Üstelik cevizden bahsedilen tek kitap Mesnevi de değildir. Hemen bütün kutsal kitaplar cevizin ya ağacından, ya meyvesinden bahsetmişlerdir. Hatta bu önemli yemiş Babil’in en ünlü kralı Hammurabi’nin o meşhur kanunlarında bile yerini almıştır.
Türk mutfağı için çok önemlidir ceviz. Özellikle baklava gibi geleneksel tatlılara kattığı zengin tadı ve aroması vazgeçilmez niteliktedir. Ancak cevizin mutfağımızdaki yeri tatlıyla sınırlı değildir. Biz Türkler bazı mezelerde ve yemeklerde de ceviz kullanırız. Üstelik cevizin sadece içi değildir damaklarımızda yer edinen. Henüz yeşil haldeyken toplanan ham ceviz sönmüş kireç kaymağına yatırılarak bekletildikten sonra şerbete atılarak pişirilir. Böylece elde edilir muhteşem ceviz macunu.
Sadece ülkemiz mutfağının değil, pek çok ülke mutfağının vazgeçilmez tadıdır ceviz. Özellikle İtalya, Fransa ve İran cevizi tatlılarından makarna soslarına kadar pek çok alanda kullanarak mutfağının önemli bir parçası yapmıştır.
Peki neresidir cevizin anavatanı? Yani doğanın yeşil ve açık kahverengi olmak üzere iki kabukla koruduğu bu değerli meyve ilk olarak nerede yetişmiştir? Bu konuyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Bazı araştırmacılar cevizin ilk yetiştiği yer olarak İran’ı gösterirken, bazıları İran’dan binlerce kilometre uzaktaki Çin’i işaret eder. Ama daha yaygın bir görüşe göre ceviz ilk olarak çok daha geniş bir alanda yetişmiştir. Bu görüş der ki, ceviz aslında Karpat dağlarından, Türkiye, Irak, İran, Afganistan, Güney Rusya, Hindistan, Mançurya ve Kore’ ye kadar uzanan geniş bir bölgenin doğal bitkisidir.
Yakın bir geçmişe kadar Türkiye ceviz yetiştiriciliğinde önemli bir konumdaydı. Ancak şu anda cevizi sonradan öğrenen Amerika Birleşik Devletleri uluslararası ceviz pazarına hakimdir. Türkiye ise sahip olduğu çok sayıdaki ceviz ağacına ve türüne rağmen pazarda o kadar da etkin bir rol oynayamamaktadır. Bunun nedeniyse ülkemizde yetişen cevizin bir kısmının uluslararası standartlara uygun olmamasıdır.
Anavatanı ne olursa olsun, ülkemiz kendi iç pazarına ve uluslararası pazara yetecek kadar ceviz yetiştirme kapasitesine sahiptir ve endüstride yapılacak bazı iyileştirmeler sayesinde ihracatta da hak ettiği yeri alacaktır.
Hardal otu salatası
Kaç kişilik 4
Haz?rlama süresi
10 dakika
Pişirme süresi
15 dakika
Malzeme listesi
· 1 demet hardal otu (300-400 gr)
(Herhangi bir yabani ot çeşidi kullanabilirsiniz.)
· 6 diş sarmısak
· 2 adet limonun suyu
· ½ su bardağı zeytinyağı
· 2 çay kaşığı tuz
YAPILIŞI: Hardal otunu ayıklayıp kök kısımlarını kestikten sonra yıkayın ve süzün. Kaynayan tuzlu suda yumuşayıncaya kadar haşlayın. Otlar yumuşayınca sudan kepçe yardımıyla alıp içinde tuzlu su olan cam kaseye aktarın. Soğuması için bekleyin. Soğuk haldeki hardal otunu sudan kepçeyle çıkarıp süzerek servis tabağına alın. Diğer taraftan, sosunu hazırlamak için dövülmüş sarmısak, tuz, limon suyu ve zeytinyağını derin bir kasede iyice çırpın. Hazırladığınız bu sosu salatanın üzerine gezdirip servis yapın.
Yazının Devamını Oku 
12 Ocak 2009
“Mercimek mi yapsam, yayla mı, sebze yaparsam daha mı besleyici olur, yoksa daha yenilikçi davranıp şöyle kremalı balkabağı mı pişirsem?” Böyle şeyler düşünürüz, önem verdiğimiz insanlar akşam yemeğine geleceğinde. “Hangi çorbayı yapsam daha iyi olur?” sorusu hepimizin ortak sorusudur. Eğer çok iyi yaptığımız bir ya da iki çorba varsa ya da gelecek olan misafirin özellikle sevdiği başka bir çeşit, işimiz daha kolaydır. Ama eğer değişikliği seven biriysek ve yeni tatlara yelken açmak istiyorsak işimiz biraz daha karmaşıklaşır. O zaman biraz yemek kitabı karıştırmak, biraz araştırma yapmak zorundayız demektir.
Çorba bir başlangıç yemeğidir dünyanın hemen bütün mutfaklarında. Ancak, bu değişmez bir gerçek değildir. Çünkü yemek kültürü henüz bu kadar gelişmemişken hiç de öyle değildi. İnsanlar suyu kaynatıp içine koyabildikleri bütün malzemeleri koyuyorlar ve suyun sıcaklığıyla malzemelerin, ki bunlar çeşitli sebzeler ve baklagillerdi, yumuşayıp yenecek kıvama gelmesini bekliyorlardı. Başka yemekler yapıp sofrayı zenginleştirmek ise insanoğlunun çok daha sonra yapacağı bir şeydi.
İnsan en temel ihtiyacı olan beslenmeyi gerçekleştirmek için türlü yöntemler denemiş, önceleri çiğ olarak tükettiği sebze, meyve ve hatta eti pişirmeyi bu denemeler sonucunda keşfetmiştir.
Bu pişirme işi ilk zamanlarda tabii ki o kadar da kolay olmuyordu.
Çünkü henüz ateşe dayanıklı kap kacak ortada yoktu ve bu da özellikle de sebzeleri ve bakliyatları pişirmeyi zorlaştırıyordu.
Hatta insanlar taşların arasındaki oyuklara su koyup içine sıcak taşlar atarak suyu kaynatmayı ve kaynayan bu suda sebzeleri pişirmeyi öğrendiklerinde bu yöntem bir “devrim” niteliği taşıdı. Daha sonraları keşfettikleri ateşe dayanıklı toprak kaplar ise daha büyük bir devrimdi. Toprak kaplarda pişen sebze ve tahılların tadı ve kokusu insanların damağını yeni tatlar ve dolayısıyla yeni keşifler için teşvik etmeyi başardı.
Böylece çorbanın atası diyebileceğimiz keşif, mutfak kültürünün gelişmesinin de yolunu açmış oldu.
Tavuklu makarna lugana
Malzeme listesi
· 1 paket makarna
· 3 adet tavuk göğüs eti
· 1 çay kaşığı tuz, karabiber
· 6 yemek kaşığı zeytinyağı
· 2 çay kaşığı toz köri
(Toz zerdeçal de kullanabilirsiniz.)
· 4 diş sarmısak
· 1 yemek kaşığı ince kıyılmış taze biberiye
· 1 demet maydanoz
· 1 çay kaşığı tuz, karabiber
· 1 su bardağı tavuk ya da et suyu
· 1 su bardağı makarna suyu
Kaç kişilik 6
Haz?rlama süresi
20 dakika
Pişirme süresi
20 dakika
YAPILIŞI : Makarnayı kaynayan bol tuzlu suda 10-12 dakika haşlayıp süzün. (Makarna suyundan 1 su bardağı kadar ayırmayı unutmayın.) Makarnaların birbirine yapışmaması için 1-2 yemek kaşığı kadar sıvıyağ gezdirip tekrar aynı tencereye aktarın. Diğer taraftan, tavuk göğüs etini iki parmak kalınlığında dilimleyin. Üzerine tuz ve karabiberi serpip kenarda bekletin. 3 yemek kaşığı zeytinyağını orta boy bir tavada kızdırıp tavukları kızgın yağda önlü arkalı 8-10 dakika kızarttıktan aonra bir tabağa alın. Zeytinyağının kalanını da aynı tavaya aktarıp üzerine toz köri ya da toz zerdeçal ekleyin.
Tahta kaşıkla karıştırarak, baharat yağa sarı renk verinceye kadar, 1 dakika pişirin. Üzerine pirinç tanesi büyüklüğünde doğradığınız sarmısakları ve taze biberiyeyi ilave edip karıştırarak 1 dakika daha kavurun. Üzerine tuz ve karabiberi serpip, tavuk suyunu ve ayırdığınız 1 bardak makarna suyunu da aktarın. İncecik doğradığınız maydanozları katıp, kaynayıncaya kadar pişirin. Sos kaynamaya başlayınca üzerine kenarda beklettiğiniz hafif kızarmış tavukları koyun. Tavuk etlerini kısık ateşte 10 dakika daha pişrdikten sonra ocaktan alın. Soslu tavuğu tenceredeki makarnanın üzerine aktarıp karıştırdıktan sonra sıcak sıcak servis yapın.
Yazının Devamını Oku 
10 Ocak 2009
Bir sofra düşünün. Çorbasından et yemeğine ve salatasına kadar her şey var üzerinde.
Özenip bezenilmiş sofra hazırlanırken bir tek şey unutulmuş. Ekmek yok bu muhteşem sofrada. Özellikle bizim gibi ekmeği çok tüketen ülkelerde bu manzara pek de sevilmez değil mi? Peki ekmek ne zamandan beri biz insanların baş yiyeceği?
Hemen hemen insanlık tarihi kadar eski ekmek... İlk çağlarda su ile ıslatılmış buğday kırmasını bir kenarda unutan insanlar, bakmışlar ki bu karışımın üzerinde gözenekler oluşmuş ve gözenekli hamuru alıp kızgın taşlar üzerinde pişirmeyi akıl etmişler. Ancak ekmeğin asıl şekline gelmesi mayanın keşfiyle olmuş ve bu gelişme de M.Ö. 2600’lü yıllarda gerçekleşmiş.
Mısırlılar’dır pişirilen hamura maya katıp ekmek haline sokan. Mayanın işin içine girmesi ekmeği hem yumuşaklık hem de lezzet olarak daha yukarılara taşımış olacak ki, daha önceleri bir halk yemeği olan ekmek, zenginlerin ve yüksek tabaka insanların da sofrasında yer almaya başlamış. Hatta bir süre sonra ekmek soylular tarafından o kadar benimsenip rağbet görmüş ki, para yerine de geçmeye başlamış eski Mısır’da. Tabii ki beslenmemiz açısından da çok önemli olan ekmeğin tarihinden bahsetmeye yarın da devam edeceğiz.
Kerevizli mantarlı levrek buğlama
Malzeme listesi· 750 gr – 1 kg fileto levrek balığı
Yazının Devamını Oku 
9 Ocak 2009
Kurbanı, yılbaşı, Keyveni yarışması, Gaziantep Mutfak Müzesi derken, çoktandır bahsetmek istediğim bir konudan bahsedemediğimi fark ettim. Bu konu içime dert oldu. Bu ne yemekle, ne de yemek kültürüyle ilgili bir konu. Ama gurur duyduğum çok eski bir arkadaşımın bana LÖSEV Vakfı aracılığıyla mutluluk bağışladığı için dayanamayıp bu yazıyı yazıyorum. Ankara Deneme Lisesi’nde okurken çok sevdiğim bir biyoloji öğretmenim vardı: Nermin Ezer. İşte onun oğlu Üstün’le 26 yıl önce tanıştım. Eşimin Ankara Tıp Fakültesi’nden sınıf arkadaşıydı. Ben henüz ODTÜ’de okuyan genç bir kız iken onlar da Tıp Fakültesi’nden yeni mezun olmuş birer doktordu. O ve birkaç arkadaşı daha hastaneye yakın olan evimize sık sık gelirlerdi. Birlikte yemek yer, uzun uzun sohbet ederdik. İşte ben en çok o uzun sohbetleri ve keyifli Ankara akşamlarını özlüyorum şimdi. Sonra, Dr. Üstün, İstanbul’daki evimize gelerek lösemili çocuklarla ilgili bir vakıf kurduğunu anlattı. Biz de çok heyecanlanmıştık ve o günden bugüne çalışmalarını takip ettik.
Çevremde olup beni tanıyanlar bilirler. Ben en çok çocukları ve yaşlıları severim. Onlara karşı hep sabırlı ve hoşgörülü olmaya çalışırım. Çocuklar için, onların yararına atılan her adımı mutlaka desteklemeye çalışırım. Hele bir de o çocuklar hasta ya da yoksul ise durum daha da özeldir benim için.
Lafın kısası Kurban Bayramı’nda da kurban bağışımı LÖSEV’e yaptım. Çünkü LÖSEV’in ne kadar güvenli ellerde olduğunu biliyorum. Kesilen kurbanlar Pınar gibi kaliteli entegre et firmaları tarafından değerlendirilecek ve böylece çocuklarımız 12 ay boyunca taze et ürünleri yiyebilecek. İhtiyaç fazlası yapılan bağışlar ise lösemili çocuklarımızın bedava tedavi edilmesi ve diğer ihtiyaçları için kullanılacak. Yaşam felsefesi olarak, “komşun aç yatarken sen tok yatma” yı almış biriyim. “Benim ve ailemin karnı doysun yeter, başkalarından bana ne” diyemem. Diyeceğim o ki, hepimiz el ele verirsek lösemili ve kanserli çocuklarımıza hayat verebiliriz.
Şam fıstıklı kakaolu parfe
10 KİŞİLİK
HAZIRLAMA SÜRESİ 25 DAKİKA
MALZEME LİSTESİ
? 2 su bardağı süt
? 1 yemek kaşığı dolusu kakao
? ½ yemek kaşığı neskafe
? 1 su bardağı tozşeker
? 2 poşet hazır toz kremşanti
? ½ su bardağı çekilmiş şam fıstığı
? 4 adet yumurta (oda sıcaklığında beklemiş olmalı)
? 1 paket vanilya
? ½ çay kaşığı tuz
YAPILIŞI: Süt, kakao ve neskafeyi küçük bir tencerede, tel çırpacak yardımıyla karıştırın. Tozşekeri ekleyip kısık ateşte, sürekli karıştırarak, neskafe ve şeker iyice eriyinceye kadar ısıtın. Karışım kaynamadan ocaktan alıp soğuması için bir kenarda bekletin. Diğer taraftan, toz kremşantiyi derin bir kaba aktarıp üzerine soğuk haldeki kahveli sütü ilave edin. Mikserin yüksek devriyle 5-6 dakika, kremşanti katılaşıncaya kadar çırptıktan sonra, buzdolabında bekletin. Oda sıcaklığında bekleyen yumurtaların sarıları ve aklarını ayırın. Yumurta sarıları, vanilya ve çekilmiş şamfıstığını derin bir kasede, mikserin yüksek devriyle 2-3 dakika, köpük köpük oluncaya kadar çırpın. Yumurta aklarını ayrı bir kaba aktarıp üzerine yarım çay kaşığı tuzu kattıktan sonra, yine mikserin yüksek devriyle 10-12 dakika, katılaşıp kar gibi oluncaya kadar çırpın.
Yumurta aklarını tahta bir kaşık ya da plastik spatula yardımıyla yavaş yavaş yumurta sarılarınını üzerine ekleyip, karıştırın. Buzdolabında beklemekte olan kremşantiyi, tahta kaşık ya da spatula yardımıyla karışıma yavaş yavaş ve bir taraftan da karıştırarak ilave edin. Şimdi dikdörtgen bir kek kalıbını (istediğiniz şekildeki bir kalıbı kullanabilirsiniz) streç film ya da alüminyum folyoyla kaplayın. Parfe için hazırladığınız karışımı kalıba aktarıp üzerini düzelttikten sonra buzdolabının derin dondurucusunda en az 5-6 saat ya da 1 gece bekletin. Servis yapmadan önce, kalıbı servis tabağına ters çevirip üzerindeki folyoyu sıyırın. Üzerini şam fıstıklarıyla süsleyip dilimleyerek servis yapın.
Yazının Devamını Oku 