30 Ekim 2008
DÜN, Atatürk Cumhuriyeti’nin 85’inci kuruluş yıldönümünü kutladık. Daha zengin, daha çağdaş, daha güçlü ve daha mutlu bir Türkiye dileği ile sevinç içinde "Nice yıllara" dedik, fakat...
Bu cumhuriyeti yıkmak isteyen "Numaracı cumhuriyetçilerin, gericilerin ve bölücülerin" böyle bir sevinç duymadıkları kesin! Onlar, ülkemizin içinde bulunduğu kargaşa ve mutsuzluk girdabından, kendilerine bir kemik düşer mi diye bekliyorlar!
Küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin doğduğu Osmanlı Devleti nasıl yıkıldı?
Bunun birçok sebebi var elbette... En önemlisi yönetim zafiyeti, bilgisizlik ve beceriksizlik! Devlet yönetimi ehil olmayan ellere kalınca, sonuç felaket oluyor!
* * *
1922 yılına kadar göstermelik sadrazam olan Ahmed Tevfik Paşa’dan önceki son Osmanlı sadrazamı, ülkenin kaderini elinde tutan kişi, Damat Ferit Paşa idi...
Bu şahıs 17 Ekim 1920’ye kadar 5 defa sadrazam oldu ve ülkenin yıkımını hazırladı.
Son Padişah Vahidettin, kız kardeşi Mediha Sultan’ın kocası olan Damat Ferit Paşa’dan bir türlü vazgeçemedi, ülkenin yıkılışını seyretti!
Yenilginin sorumluluğu İttihat ve Terakki Partisi iktidarınındır ama bu durum, yenilgiden sonraki iktidarların işgalcilerle işbirliği yapmalarının ve onlara kuklalık etmelerinin mazereti değildir. Eğer Mustafa Kemal diye bir mucize adam çıkmasaydı Türk devleti bugün yoktu!
5 defa sadrazam olan ve koca devleti batıran Damat Ferit Paşa nasıl bir insan, nasıl bir devlet adamı idi? Onu yakından tanıyan çeşitli yazarlardan birkaç örnek vereceğim.
(Kaynak: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele-Turgut Özakman-Bilgi Yayınevi)
* * *
Dr. Rıza Nur: "Ferit Paşa, Türk tarihinin Osmanlı kısmının en uğursuz, en hain bir siması olmuştur. Bu zatı yakından tanırım. Uzun boylu, tahsili orta derecede, zekásı sınırlı, hele sağduyusu, muhakeme ve mantığı gayet bozuk ve yanlış, fakat gayet mağrur, gayet kendini beğenmiş, kendi düşüncesi gibi doğru düşünce dünyada yoktur zanneder, pek müstebit ve mütehakkim, her türlü usul ve kanuna hiç uymaz, düşüncesini kanunların üstünde sayar bir adamdı."
İ. Hami Danişmend: "Sultan Vahidettin’in eniştesi, ana-baba bir kardeşi olan Mediha Sultan’ın uğursuz kocası Arnavut Damat Ferit Paşa’dır. Osmanlı yıkılışının en mühim sebeplerinden olan yoz ve çürümüş devşirme ruhunu her manasıyla sürdüren bu vatansız ve imansız Balkan serserisinin, nasıl olup da Sultan Vahidettin’e o kadar sokulup etkilemiş olduğuna hayret etmemek ve bu hali, Sultan Vahidettin’in zekásıyla bağdaştırmak kabil değildir."
Nihal Atsız: "Padişah, Damat Ferit Paşa’yı birkaç defa sadrazamlığa getirmiştir. Bunu anlamak güçtür. Çünkü Damat Ferit’ten nefret ettiği malûmdur. İhtimal ki, İngilizlerin baskısı ile onu sadrazam yapmıştır. Bu Damat Ferit Paşa, zekásının kıtlığı ve şahsi kinlerini öne katması yüzünden devletin işlerini çıkmaza sokmuş, Sultan Vahidettin’in de (ülkenin de) felaketini hazırlamıştır."
* * *
İşte, Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran Sadrazam Damat Ferit Paşa böyle bir insandı.
Önemli olan, akılca, yetenekçe ve ahlakça güvenilir, cahilliği, devlet ve millete zarar vermeyecek, üstün nitelikleri olan seçkin kişilerin yönetimde olmasıdır.
Kişiler gibi devletler de yaşadıkları deneyimlerden ders almazsa batarlar!
Biz gereken dersi aldık mı acaba?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
27 Ekim 2008
GAZİ Hüseyin... Güneydoğu’da PKK’lı teröristlerle mücadele ederken patlayan mayınla gözlerini kaybeden bir kahramanımız... Artık ömür boyu kapkaranlık bir dünyada yaşayacak. Komutan, hastanede soruyor: "Bir isteğin var mı evladım?"
Gazi Hüseyin Özlük’ün yüreğindeki acı, bedenindeki acılardan daha katmerlidir. Yüreğinden beynine giden ses, dudaklarından kelimeler halinde dökülüyor:
"Gözlerimi istiyorum komutanım!"
Zamanın durduğu bir andır bu... Sessizlik... Kör karanlık gibi uçsuz bucaksız bir sessizlik!
* * *
Hüseyin Özlük’ün yazdığı, Bilgi Yayınevi’nin bastığı "Gözlerimi İstiyorum Komutanım" kitabında, onun anılarını okurken o bölgenin sarp yolları, uçurumları, binlerce kez büyütülmüş köpek dişlerine benzeyen sivri kayaları gözlerimin önünde canlandı.
Hüseyin Özlük’ün çarpıştığı Beytüşşbep dağlarında yıllar önce ben de yedeksubay teğmen olarak görev yapmıştım. Uludere - Beytüşşebap bölgesini, iki insanın yan yana yürüyemeyeceği kadar dar, sarp ve dik patika yolları iyi bilirim. Bir yanınızda yüzlerce metrelik sarp kayalar yükselir, öbür yanınızda korkunç uçurumlar başınızı döndürür. Ayağınız kayıp, uçuruma düştünüz mü, paramparça oldunuz demektir.
Şenoba, Uludere, Uzungeçit, Beytüşşebap ve Suvarihalil geçidi... Vahşi bir coğrafya... Ölüm tuzaklarıyla dolu bir bölge... Bu tehlikeli dağlarda ben de çeşitli çatışmalara girmiştim. O tarihte bölge eşkıya doluydu. Anılarımdan esinlenerek, vahşi dağlarda, silahların gölgesinde yaşanan bir aşkın romanını da yazmıştım. (Dağların Sesi - Bilgi Yayınevi)
Hüseyin Özlük’ün kitabında geçen yerler bu yüzden bana hep aşina idi... Aynı yollardan ben de defalarca geçmiştim. Kurulan kalleş tuzakları bilirim. Fakat bizim zamanımızda sadece eşkıya ve kaçakçılar vardı, teröristler yoktu.
Bu defa PKK’lı teröristler, Gazi Hüseyin Çavuş ve ekibinin yoluna mayınlar döşemişlerdi... İtalyan yapımı "kalleş ve katil" mayınlar!
* * *
Gittikleri patikanın bir yanı uçurumdur ama buna aldırış bile etmiyorlar."Yeter ki şu kahpelerin pususuna ya da tuzaklarına düşmeyelim" diye düşünüyorlar. Hüseyin Çavuş tespit ettiği üç mayından ikisini etkisiz hale getiriyor. Üçüncü mayını da saf dışı bırakmak için tahrip kalıbını yerleştirirken, başının üzerinden PKK mermileri vınlayarak geçiyor. Kurşunlar dolu gibi yağdığı için rahat çalışamıyor. Her şey bir anda oluyor. Korkunç bir patlama... Sanki demirden bir el yüzünü kavrayıp var gücüyle sıkıyor, vücudu hissizleşiyor...
Bu acı bir anlık olay... O acıyla birlikte havaya fırlayıp uçtuğunu hissediyor. Uçurumun kenarındaki ağaçlara takılarak bir ağacın dibine yığılıyor. Çatışmalarda defalarca gördüğü olay artık onun başına gelmiştir. Demek vurulmak ve yaralanmak böyle oluyor!
Yüzü parçalanmıştır ama hiçbir şey hissetmiyor, acı duymuyor. Arkadaşları:
"Kolu... Kolu yere düştü" diye bağırıyorlardı. Hareket edemiyor. Artık kapkara bir dünya var. Dünya gözüyle son gördüğü, üzerinde 50 rakamı yazılı olan yeşil renkli mayın ve sarı renkli tahrip kalıbıdır. Kanlar içindeki Hüseyin, arkadaşlarına yalvarıyor:
"Allah aşkına beni vurun... Allahınızı seviyorsanız öldürün beni!"
Az sonra helikopter geliyor, onu hastaneye kaldırıyorlar. Haftalarca ölümle boğuşuyor, ameliyattan ameliyata alınıyor, ölümü yeniyor ama artık görmeyen gözlerle yaşamak zorundadır. Aylar, yıllar geçiyor. Şimdi hayata bağlı, coşkulu, yaşadıklarını, eskiden gördüklerini görmeden yazan bir Gazi Hüseyin Özlük var:
"Bir insan olarak gözlerimi kaybettiğime çok üzüldüm. Fakat asker olduğum ve gözlerimi vatanıma verdiğim için asla pişmanlık duymadım. Dünyaya bir kez daha gelsem, yine asker olurum. Gözlerim bu vatana feda olsun."
Böyle diyor Hüseyin... Görmeyen gözleriyle bu ülkedeki çok kişiden daha iyi görüyor!
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
26 Ekim 2008
CİDDİ bir iddia: "Türkiye’de yargı, Adalet Bakanı’nın tutsağıdır!" Kim diyor bunu? Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş!
Eğer bir başkası söyleseydi, bu sözlerin üzerinde durulmazdı. Fakat Vural Savaş, yıllarca yaptığı görev gereği, yasaları iyi bilen bir hukuk adamı...
Diyor ki: "Bugün ülkemizde bağımsız sayılabilecek hákimler, sadece yüksek mahkemelerimizin üyeleridir."
Onların da bağımsızlığı tehlikede... Çünkü AKP iktidarı, Meclis’teki çoğunluğuna güvenerek, Anayasa değişiklikleriyle, yüksek mahkemelerde de çoğunluğu kendilerine tabi kılmaya ve yargıyı tam anlamıyla esir almaya çalışıyor.
Yargının, iktidarın tutsağı olduğu bir ülkede adalet olur mu? Hayır!
Peki ne yapacağız? AKP, yargının da kolunu kanadını kırarak bütün Türkiye’ye, kendisini seçen yüzde 47’nin dışındaki kitleye de egemen olmak, hükmetmek istiyor.
Tehlikeli bir gidiş bu ama kafa böyle!
O zaman yolsuzluklar doludizgin gitse, rüşvet, dolandırıcılık ve hortumlama arşı áláya çıksa bile kimse iktidar partisinden hesap soramayacak!
* * *
Bugünkü durum zaten pek parlak değil, AKP’nin düşüncesi gerçekleşirse ülke kapkaranlık olacak.
Vural Savaş, bakınız yargıdaki mevcut durumu nasıl anlatıyor?
"Hákimler ve Savcılar Kanunu’na 12 Eylül sonrası konulan ve hiçbir iktidarın değiştirmeye yanaşmadığı Anayasa’ya aykırı hükümler var. Hákimler ve savcıların görevleri sırasında oluşan suçları veya sıfat ve görevlerinin gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlıdır."
Yani, hákim veya savcının rüşvet aldığı, görevini kötüye kullandığı, irticai faaliyetlerde bulunduğu, bölücülük yaptığı, belgelerle saptansa bile, Adalet Bakanlığı izin vermeden soruşturma açılamıyor.
Adalet Bakanı, kendi dümen suyuna girmiş bir hákimin veya savcının yaptığı eylemler ne derecede yasaya aykırı olursa olsun, himaye edebilir. Bunun örnekleri daha önce çok görüldü.
Hákimlik ve savcılık mesleği, insanın en kolay lekelenebileceği bir meslektir.
Hákim ve savcı, yaptığı her işlemle adeta düşman kazanır. Hele güçlü kişilerin üzerine gitmişseniz başınız iyice derde girebilir.
* * *
Adalet Bakanlığı müfettişleri de dünyanın en teminatsız memurlarıdır. Bakan isterse tümünün birden görevine son verir ve dilediği kişileri adalet müfettişi olarak atar.
Başka bakanlıkların müfettişleri, bu şekilde görevden alınırsa idari yargıya başvurup hakkını arayabilir. Adalet Bakanlığı müfettişleri arayamaz.
Teminatsız memurların yaptığı hiçbir işlem tarafsız değildir. Müfettişlerin bizzat bakan tarafından görevlendirilmesi halinde, bu görevlendirmede siyasi görüşlerin rol oynaması mümkündür.
Hangi hákim ve savcının nereye atanacağına ilişkin kararname taslağını Adalet Bakanlığı hazırlar. Vural Savaş’a göre, her bakan, ne yapar yapar, yolsuzluğun en çok görüldüğü illere, kendi ideolojilerine yakın bildiği hákim ve savcıların atanmasını sağlar.
"Adalet müfettişleri, yanlı soruşturmalarla sicilimizi bozarlar" korkusuyla, savcılarımız kovuşturma yapıp açılması gereken bazı davaları açmamakta, hákimlerimiz pek çok davada "vicdani kanaatlerine" dayanarak hüküm verememektedir.
Vural Savaş, "Yargı, Adalet Bakanları’nın tutsağıdır" demekte haksız mı?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
23 Ekim 2008
ALİ Rıza Bozkurt, Amerikan rüyasını gerçekleştiren bir işadamımız... ABD’de zengin olan Bozkurt, yirmiden fazla ülkede inşaattan madene, petrolden ticarete kadar birçok alanda iş yapıyor. Yirmi yıldır Amerikan siyasetinin içinde...
Ona "Müthiş Türk" diyorlar.
Kazandığı büyük servete rağmen son derece mütevazı bir kişiliğe sahip. Amerika’da, geniş bir çevresi var fakat yüreği Türkiye sevgisiyle dolu... Bu nedenle bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Türkiye’de...
Ali Rıza Bozkurt, İstanbul’a geldiği zamanlar muhteşem Boğaziçi manzaralı bir yalıda oturuyor. Manzara muhteşem ama yalı dökülüyor! Boğaziçi’nin görkemli güzelliğine yakışmayan bir bina bu... Bir gariplik var bu işte...
"Ali Rıza Bey... Paranız mı yok? Neden bu yalıyı tamir ettirmiyorsunuz?" diyorum.
Acı acı gülüyor:
"Dediğiniz doğru, yalı iyi durumda değil. Binayı eski görkemli haline getirmek için her türlü masrafı yapmaya hazırım ama inanır mısınız, tamir ettirmeme izin vermiyorlar! Bir çivi çakmak için bile izin yok! Elimde yalının 100 yıl önceki fotoğrafları var. O hale getirmemiz mümkün ama bürokrasi engel oluyor. Böyle idare ediyoruz işte..."
Yalının içler acısı halini gördükten sonra, bu ülkede işlerin neden yürümediğini, güzelliklerin bir bir kaybolup neden her yere çirkinliklerin hákim olduğunu bir kez daha anladım.
Güzelim Boğaziçi gecekondularla, kaçak yapılarla doldurulurken, yıkılacak duruma gelen eski bir yalıya tamir için bile izin verilmemesi, trajikomik bir olay...
* * *
Önümüzdeki ay yapılacak ABD Başkanlık seçimini kim kazanacak?
Cumhuriyetçi aday John McCain ile Demokratların zenci kökenli adayı Barack Obama’dan hangisi kazanırsa Türkiye için iyi olur?
Ali Razı Bozkurt, Cumhuriyetçi Parti’nin yirmi yıllık üyesi...
Ona, "Anketlerde Obama önde... Durum, Obama’nın kazanma şansının arttığını gösteriyor? Sizin görüşünüz nedir?" diye sordum, şöyle cevap verdi:
"Evet, Obama önde görünüyor... Ben de merak edip Amerikalı parlamenter dostlarıma ’Obama kazanır mı?’ diye sordum. Bana ’Sen anketlere bakma... Amerikan halkı tutucudur. Anket yapılırken öyle der, sandığa gidince, bir zenci adaya oy vermeye eli varmaz, gönlü razı olmaz! Seçim sabahı her şey değişebilir!’ dediler."
* * *
Peki, iki adaydan hangisi kazanırsa Türkiye’nin lehine olur?
Cumhuriyetçi aday McCain’in başkan seçilmesi Türkiye açısından daha iyi görünüyor. McCain, politik hayatında hep Türkiye’nin yanında yer almış, her vesile ile Türklere karşı sempatisini göstermiş bir siyasetçi.... Barack Obama ise McCain’in tersine Türk karşıtı...
"Başkan seçilirsem Ermeni soykırımını tanıyacağım" diyor. "Kıbrıs’ta Türk askeri işgalci" diye konuşuyor. Seçimde Ermeni ve Rum oylarını almak için atıp tutuyor, Türkiye aleyhine söylemediğini bırakmıyor.
Seçimi zenci Obama kazanırsa, Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde sıkıntılar doğacağı anlaşılıyor. Fakat bu sıkıntıların sürekli olması mümkün değil.. Şimdi atıp tutan Obama, başkan seçilirse gerçekleri görecek, Türkiye’nin stratejik önemini anlayarak işbirliğini sürdürmeye devam edecek. Başka çaresi yok!
Adayların seçim kampanyasında farklı şeyler söyledikleri, başkan olup sorumluluğu üstlenince farklı davrandıkları çok görülmüştür.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
20 Ekim 2008
TÜRK-İş’e göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 726 YTL. Bunun altında geliri olan aile aç yaşıyor demektir... <br><br>Oysa Türkiye’de bu parayı kazanamayan binlerce aile var. Bir devlet kurumu olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ise açlık sınırının 255 lira olduğunu iddia ediyor.
Açlık sınırı nedir? Dört kişilik bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için bir ayda yapması gereken en az gıda harcaması tutarıdır.
Şimdi insaf edelim. TÜİK’in iddia ettiği gibi 4 kişilik bir aile 255 liraya bir ay karnını doyurabilir mi? İstatistik Kurumu, Türkiye’deki aç aile sayısını káğıt üzerinde azaltıp, AKP iktidarının gözüne girebilmek için işin iyice cılkını çıkarıyor.
Gerçekçi olan, Türk-İş’in rakamlarıdır. Türk-İş ülkemizde açlık sınırının 726 YTL, yoksulluk sınırının ise 2300 YTL olduğunu açıklıyor. Bu rakamlar 70 milyon nüfusun en az yarısının yoksulluk ve açlık içinde yaşadığını göstermekte...
Ülkemizde çarpık, adaletsiz bir gelir dağılımı var.
Şimdi, dünyayı saran küresel ekonomik kriz, yoksul insanları daha da zor durumda bırakacak. Önümüzdeki aylarda işsizlik artacak, sıkıntılar büyüyecek.
"Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır" denir ya... Yine olan yoksula olacak. Krizin faturası, işçiye, çiftçiye, esnafa ve memura çıkacak.
AKP, seçim zamanı dağıtacağı birkaç kilo nohut ve birkaç çuval kömürle yine oyları kaparsa, insanlarımızın önemli bir bölümünün aklından zoru var demektir.
* * *
Küresel finansal kriz dünyayı sardı. Biz bu dalgaların dışında kalabilir miyiz? Başbakan’a soracak olursanız "Hamdolsun iyiyiz" diyor ama... Bağ, dua değil çapa ister! "Hamdolsun" demekle işler yürümüyor!
Atı sağlam kazığa bağlayıp, sonra Allah’a emanet etmeli!
Geçen yıl 38 milyar dolar cari açık verdik. Bu yılki cari açık 50 milyar dolara koşuyor. Önümüzdeki yıl açık daha da büyük olacak.
Cari açık, döviz açığı demektir. Kazandığımız dövizle, harcadığımız döviz arasındaki fark cari açıktır. Bu kriz ortamında, açığımızı kapatacak dövizi nasıl bulacağız? "Hamdolsun" demekle iş bitmiyor ki...
İç ve dış borçlar arttıkça tehlikeli bir yola doğru sürükleniyoruz.
Duvara toslayana kadar "Hamdolsun iyiyiz" mi diyeceğiz?
* * *
Bir fıkra: Genç kız, bazı sorunları nedeniyle ruh hekimine gitmeye karar vermiş. Güvenli olsun diye yaşlı başlı bir doktoru bulmuş. Muayenehaneye gittiğinde ruh hekimi "Buyurun soyunun" demiş.
Kız üzerindeki ceketi çıkartmış. Doktor devam etmiş:
"Soyunun, soyunun!"
Genç kız, ruhsal tedavi için soyunmaya gerek olmadığını biliyor ama karşısındaki ne de olsa doktor... "Herhalde bir bildiği var" diye düşünmüş... Sonunda üzerinde bir sutyen, bir külot kalmış...
"Hadi kızım, sabaha kadar seni mi bekleyeceğim?" demiş doktor...
Kızcağız üzerindeki son iki parçayı da çıkarıp atmış... Aynı anda hekim, kızın üzerine atlamış ve orada tecavüz etmiş!
Genç kız olayın şoku içindeyken hekim giyinmiş ve demiş ki:
"Benim sorunum çözüldü, sıra geldi sizinkine... Anlatın bakalım neydi derdiniz?"
Ne dersiniz? Bizim siyasiler de yıllardır bu hekim gibi davranmıyor mu? Üstelik sıra tedaviye gelince yan çizmiyorlar mı?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
19 Ekim 2008
"KAYA gibi sağlamız.""Hamdolsun bize bir şey olmaz!" <br><br>"Hamdolsun korkulduğu gibi bir şey bizde söz konusu değil!" "Hamdolsun"la kriz yöneten ilk ve tek Başbakan Sayın Erdoğan...
Hamdolsun terörü çözüyor... Hamdolsun Baykal’ı ve Bahçeli’yi muhatap almıyor... Hamdolsun yere sağlam basıyor! Hamdolsun işsizliği azaltıyor!
Peki, hamdolsun her şey iyi de, Başbakan niçin bu kadar sinirli ve kırıcı?
"Açık söylüyorum. Dört gözle kriz bekleyenler var" diyerek işadamlarını "kriz fırsatçılığı" ile suçlarken bir bildiği mi var, yoksa laf olsun, torba dolsun diye mi konuşuyor?
Dünyada hálá krizin dibi görünmüş değil... Amerika ve Avrupa kurtarma paketleriyle ekonomi çevrelerine umut verdi ama bu da yetmedi. Sarsıntı sürüyor.
* * *
İyi kaptan fırtınada belli olur! Türkiye gemisinin kaptanı Erdoğan’ın aldığı önlem ne? Sadece "Hamdolsun yere sağlam basıyoruz" demek!
Deniz ne kadar dalgalı olursa olsun gemiyi güvenli limana taşıyacaklarını söylüyor. Dileriz bu rahatlık içinde gemiyi karaya oturtmaz! İyi kaptan mı, acemi kaptan mı, bunu göreceğiz!
İş dünyası endişelerini dile getiriyor.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Türkiye’de görünen bir yangın yok ama yön değiştiren ve kuvvetini artıran bir rüzgárın tehdidi altındayız" diye uyarıyor.
Şu anda bile üretim düşmüş, siparişler durmuş halde... İşçi çıkarmalar gündemde ama Başbakan "Hamdolsun iyiyiz" diyor. Dileriz öyledir. Fakat Kemal Abisi (Unakıtan), "Bu kriz bizi etkiliyor" demesin mi? Başbakan’ın tersine konuşmak ona yakışıyor mu?
* * *
Tayyip Bey, daha önce, fırtınalı havalarda gemiyi hep tehlikeye soktu. Geçen yıl, yüzde 46.7 oyla büyük seçim zaferi elde ettiği halde, bir yıl içinde yıprandı ve birçok olayda kırık not aldı.
Seçimi kazandığı gece (22 Temmuz 2007) Ankara’daki parti binasının balkonuna çıkıp halka hitap ederek, "Ben, bana oy vermeyenlerin de haklarını koruyacağım. Herkesin Başbakan’ı olacağım" demesi hem güzel bir hareketti, ham de akıllıca bir davranıştı.
Fakat daha sonra ne yaptı? Vatandaşları "Bizden olanlar" ve "Bizden olmayanlar" diye ikiye ayırdı, karşıt görüşlü kişiler ve gruplarla kıyasıya boğuşmaya başladı.
Medya ile son kavgası büyük bir hata idi. Erdoğan, "Sen şöyle büyüksün, böyle güçlüsün, istersen herkesi ezersin" diyerek kendisini ilahlaştıran goygoycular takımını aşamadı.
Başbakan, iş dönülmez noktaya gelmeden, "Ben nerede hata yaptım?" diye kendisine sormalı ve yol haritasını yeniden çizmeli.
* * *
Çalışma hayatında başarılı olanların genellikle siyasetten uzak durması, siyasi kadroların güçsüz olmasına yol açıyor. Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu olan, eski dönemin önemli işadamlarından Kázım Taşkent’in hayatını anlattığı kitaptan kısa bir alıntı yapacağız.
Kázım Taşkent, "Yaşadığım Günler" adlı kitabında bakınız ne diyor?
"Hayatta hiç başarı kazanamamış insanlar, politikada kolaylıkla çok şey olabiliyorlarmış, bunu öğrendim. Küçük işleri bile görmek gücünde olmayan kişiler, devlet hizmetinde büyük işler görmek hevesine kapılırlarsa, kendi harikalarını yaratabilirler ama bedelini millete ödetirler!"
Ülkemizin siyaseti bundan iyi anlatılabilir mi?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
16 Ekim 2008
TÜRKİYE, Barzani ile önceki gün Bağdat’ta masaya oturdu. Neden? <br><br>PKK terörüne karşı ortak hareket etmek için... Peki, Barzani PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor mu? PKK’yı Kuzey Irak’tan çıkarmayı düşünüyor mu? Böyle bir isteği var mı? Hayır! O halde Türkiye bu adamı neden muhatap alıyor? Tabii ki, ABD istedi diye...
Oysa aynı Barzani, kısa bir süre öncesine kadar Türkiye’ye tehdit yağdırıyor, açıkça meydan okuyor, ağzını bozup küstahlık yapıyordu.
Başbakan Erdoğan ise "Bedeli çok ağır olur!" diyordu, ama ağır olan bedel, Türk Devleti olarak gidip, Kuzey Iraklı aşiret reisi Barzani ile masaya oturmakmış demek ki!
Türkiye’nin muhatap aldığı Mesut Barzani kimdir?
Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve tebaası olduğu Osmanlı İmparatorluğu’na 19’uncu yüzyıldan beri problemler yaratan Barzan Aşireti’nin büyük reisi Molla Mustafa Barzani neyin nesidir?
Onun ölümünden sonra Barzan Aşireti’nin lideri olan oğlu Mesut Barzani nasıl bir adamdır? Her zaman dostluk gördüğü Türkiye’ye neden sorunlar çıkartmaktadır?
* * *
Baba Molla Barzani, o dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e yazdığı mektuplarda, "Biz Osmanlı’nın çocuklarıyız. Türkiye, Ortadoğu’nun ve İslam áleminin lideridir. Büyük Türk Devleti, bizden niçin lütfunu esirgiyor?" diyor, yardım istiyordu. Fakat işine gelmediği zamanlarda Güneydoğu’daki Kürtleri kullanarak Türkiye’ye sorun çıkartıyordu.
Molla Mustafa Barzani, 1979 yılında öldü. Ortaya iki yeni aktör çıktı: Mesut Barzani ve Celal Talabani. (Talabani şimdi Irak Cumhurbaşkanı.)
Bizim mesleğin başarılı isimlerinden olan araştırmacı gazeteci Hulusi Turgut, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni 19. yüzyıldan beri meşgul eden bu Kürt aşiretinin belgeselini hazırladı: "Barzani Olayı."
Kuzey Irak Kürtlerinin lideri Molla Mustafa Barzani ile görüşen ilk Türk gazetecisi olan Hulusi Turgut’un anıları, ilgiyle okunacak bir belgesel eser oldu.
* * *
Doğu’da Kürtçülüğü, şeyhler ve ağalar destekliyor.
Doğu bölgelerinde rüşvet almış yürümüştür. Birçok memur, para almadan vatandaşın işini yapmamaktadır. Devlet hizmetinde de eşitsizlik vardır.
Halk mahkemede Kürtçe konuşmakta, hákim ise buna kızmaktadır. Oysa halka Türkçe’yi öğreten olmamıştır. Tercümanlık görevini Türkçeleri yetersiz olan Kürt mübaşirler yapmakta, bu nedenle adalet yerini bulmamaktadır.
Doğu’da Kürtçülük ideali vardır.
İhmale uğradıklarına inanan Kürtler, milliyetçilik cereyanı nedeniyle bağımsızlıklarını ilan etmek ve Kürt devleti gerçekleştirmek isterler.
Barzaniler’in de amacı ve hedefi budur.
* * *
Mesut Barzani’nin Atatürk’e bakışı çarpıktır ve şöyle demektedir:
"Türkiye’de Mustafa Kemal, Kürtleri çok sert biçimde ezdi. Mustafa Kemal başlangıçta Kürtlere cömert vaatlerde bulunuyordu, ama 1925 direnişinden sonra (Dersim isyanı) Kürtleri katletti. Binlerce Kürt’ü yargılamak için özel İstiklal Mahkemeleri kurdu ve Kürt liderlerini (Şeyh Said, Dr. Fuat ve diğerleri) darağacına gönderdi. Özgürlükleri için savaşan Türkler, talihin bir cilvesi olarak, özgürlük talep eden Kürtleri ezdi!"
İşte, Barzani böyle diyor. Sık sık yön değiştiren bu ikiyüzlü adama nasıl güvenilir?
Hulusi Turgut’un 542 sayfalık "Barzani Olayı" birçok gerçeği aydınlığa çıkarıyor. (Doğan Kitap 0212 246 52 07)
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
13 Ekim 2008
ÇOK kritik bir dönem yaşıyoruz. Korkumuz, dünyayı saran ekonomik kriz değil... Bu tür krizler, ülkeleri sarsıp yıpratsa da atlatılır. Bizim derdimiz ülkemizi kaybetmemek! "Koca Türkiye kaybolur mu?" demeyin. İçte ve dışta öyle hainler, öyle alçaklar var ki, Türkiye’yi parçalamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bunlar para yollayıp, Türkiye’de gazete çıkarttırıyorlar. Birtakım işbirlikçilere bol maaşlar verip Türkiye ve Türk ordusu aleyhinde yazılar yazdırarak, halkın kafasını bulandırmak, umutlarını yok etmek istiyorlar.
* * *
Bu arada her kafadan bir ses çıkıyor. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de...
Herkes strateji uzmanı kesildi. Askerliğin "A"sından anlamayan ahmaklar, generallere ders vermeye kalkışıyor.
Durum açık seçik belli... Yıllardır birileri (dahili ve harici hainler) vahşi terörü destekliyor, insanlarımızı birbirine düşürmeye, ülkemizi bölmeye çalışıyor.
Türkiye’de düzeni yıkmak için dağlara kaçıp PKK örgütüne katılanlar birer maşadan, kukladan, piyondan ibaret zavallılardır!
İpler dış güçlerin elinde. Onların içerideki destekçileri, bir bölünme halinde çıkacak sonuçtan kemik kapmayı uman zavallı yaratıklar!.
Bunlar, büyük bir planın parçası olduklarının farkında değil... Bazıları, dış destekle çıkarılan bir kısım işbirlikçi gazetelerde tetikçilik yapıyor, bu arada karanlık güçler tarafından kandırılan gencecik insanlar, ellerine silah verilip dağlara çıkarılıyor...
Sonuçta geride, birçok gözü yaşlı aile kalıyor.
* * *
İpleri dıştaki güçlerin elinde olan bazı gazetelere, bilinmeyen bir merkezden haberler gönderiliyor, bilgiler yollanıyor, bunların yayımlanması emrediliyor.
Propaganda broşürlerine benzeyen bu gazetelerden bazısı solcu, bazısı liberal, bazısı da dinci görünümünde... Fakat hepsinin hedefinde asker var. Ortak amaçları Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak, halkın gözünde küçük düşürmek, gittikçe zayıflatarak etkisiz hale getirmek! (Hava Kuvvetleri Komutanı gibi golfçü paşalar da onların işini kolaylaştırıyor.)
Bunlar, Türkiye’de birçok kurumu ele geçirdiler. Yüksek mahkemeler hariç, yargı mekanizmasının da önemli ölçüde onların etkisinde olduğu görülüyor. Ele geçiremedikleri tek sağlam kurum: Türk Silahlı Kuvvetleri... Bu yüzden artık ordu, propaganda broşürlerinin ortak hedefi haline geldi. Orduyu da ele geçirirlerse zaten Türkiye Cumhuriyeti bitecek. O zaman ne oluruz, bilemiyoruz! Tehlike öylesine büyük!
* * *
Bizim içinde bulunduğumuz endişeleri, 9. Cumhurbaşkanı Demirel de duyuyor, üzülüyor ve tepki gösteriyor. Diyor ki:
"Bize de geçmişte asker bu işi yapamıyor diye çok gelip söylediler. Hepsini susturduk. Terörle mücadeleyi Türkiye’de askerden başka yapacak yok. Onların moralini bozmak (düşmanlar hariç) kimseye yaramaz. Bugün Türkiye’nin yaşadığı terör sorunu basit bir terör konusu değildir. Bu, ülkeyi bölme çabasıdır. Devlet görevini yapamıyor anlayışı yaygınlaşırsa vatandaş Balıkesir olaylarındaki gibi, kendi işini kendi görmeye çalışır. Asıl tehlike budur.
Vallahi bu yaşımda ağlayabilsem ağlayacağım. Şehitlerimiz için gözyaşlarımı kalbime akıtıyorum. Bu ayrı... Ama öte yandan, bu vatan için öleceksek de öleceğiz!"
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)