Rahmi Turan

Türkçülük, ırkçılık değildir!

17 Kasım 2008
TÜRKÇÜLÜĞÜ, tam bir gerçekçi gözle inceleyen ve Türklüğe bilimsel değer kazandıran Ziya Gökalp’in çalışmalarının en önemli ürünü "Türkçülüğün Esasları" adlı eseridir. Gökalp’in bu eseri, kuruluş sırasındaki "Genç Türkiye"ye rehber oldu, onun karanlık ve sarp yolunu aydınlattı. İşgal altındaki yurttan modern bir devlet yaratan büyük Atatürk’ün yaptığı devrimlerinin temelinde yatan ana düşüncelerin kaynağını Gökalp oluşturdu.

"Türkçülük, ırkçılık değil, Türk milletini yükseltmek demektir" diyen Ziya Gökalp, dinde de sevgiyi esas alır. "Cennet" ümidi ya da "cehennem" korkusuyla yapılan tapınmaların çürük ve geçersiz olduğunu anlatarak şöyle der:

"Benim dinim ne ümittir, ne korku, Allah’ıma sevdiğimden taparım!

Ne Cennet, ne Cehennem’den korku almaksızın, vazifemi yaparım."

* * *

Türk basınında 50 yılı aşkın hizmetleri nedeniyle Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü’ne layık görülen Orhan Karaveli’nin uzun araştırmalar sonunda hazırladığı "Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak" adlı kitabı, Ziya Gökalp’ın kökenini ve Atatürk üzerindeki etkilerini anlatıyor.

"Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır" diyen Ziya Gökalp, Türk olduğunu haykırsa, Türklüğün esaslarını yazsa da, Kürtleri sevmiş, kendini Kürtlere daima yakın hissetmiş büyük bir düşünürdür. Onun şu satırları bir ders niteliğindedir:

"Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa, Türk değildir,

Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir."

Ziya Gökalp bugünlerde yaşasaydı da Türkiye’nin parçalanmasını isteyen, ülkenin sömürgeleşmesi için uğraşan alçakların, Türklerle Kürtleri birbirine düşürmek isteyen rezillerin hainliklerini görseydi, kahrından bir kez daha ölmez miydi?

Güçlenmemizi engelleyen, Türklerle Kürtler arasındaki dostluk ve kardeşlik duygularını yok etmeyi amaçlayan bölücülere fırsat vermemek gerekiyor.

* * *

Atatürk büyük bir içtenlikle "Fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir" demiştir.

Gerçekten Türkiye’nin manevi kurucusu, babası, ideoloğu ve düşünsel mimarı Ziya Gökalp’tir. Türk milliyetçiliğinin temellerini atan da odur.

Atatürk, düşünce üretme ve görüş geliştirme konularında Ziya Gökalp’in öğrencisidir.

Ziya Gökalp’e göre, dünyanın hiçbir yerinde saf ırk tasavvur edilemeyeceği gibi saf bir kavim de olamaz. Sosyoloji ilmine göre, insanlar dünyaya gelirken sosyal vicdanlarını da beraberlerinde getirmezler. Dille, dinle, ahlak, estetik, siyaset ve iktisatla ilgili vicdanlarını sonradan edinirler, toplumdan alırlar. Millet de zaten bu ortak terbiyeyi almış bireylerin oluşturduğu bir topluluktur.

"Türkçülük, Türk milletini sevmek demektir. ’Türküm’ diyen herkesi Türk biliriz" diyen Gökalp, şair, felsefeci, yazar ve devrimci kişiliğiyle, Mustafa Kemal’in önderliğindeki atılımların baş destekçisi oldu.

25 Ekim 1924’te, 48 yaşında iken, Atatürk’ün daha sonra gerçekleştirdiği devrimleri göremeden ölmesi onun için bahtsızlık oldu. Atatürk ve Ziya Gökalp, çağlarını aydınlatan iki görkemli ışıktı.

Atatürk Ziya Gökalp’in ölümünden sonra onun eşine şu "taziye" mektubunu yazdı:

"Muhterem eşiniz Ziya Gökalp Bey’in, bütün Türk álemi için acı veren bir kayıp oluşturan ebedi yokluğunun yarattığı başsağlığı duygularımı ve Türk milletinin samimi ve kalpten üzüntülerini yüksek kişiliğinize arz eder ve Türk milleti ve hükümetinin büyük düşünürün ailesi hakkındaki müşfik duygularını temin ederim efendim.

Ankara, 26 Ekim 1924,

Reisicumhur

Gazi Mustafa Kemal."

Büyük Türk düşünürünü daha iyi, daha doğru tanımak için Orhan Karaveli’nin "Ziya Gökalp"ini okumak gerekir. (Doğan Kitap, Ekim 2008)
Yazının Devamını Oku

Cinsel taciz ve tepkiler!

16 Kasım 2008
"DİNİN siyasete alet edildiğini çok gördük, dinin sekse alet edildiğini ilk defa görüyoruz! Siyasi çıkarlar yüzünden hangi melun kişilerin el üstünde tutulmaya devam ettiğini de gördük!" Bu sözler, Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na ait... 14 yaşındaki kıza cinsel istismarda bulunan 76 yaşındaki dinci yazar Hüseyin Üzmez’in, bazı etkili çevreler tarafından himaye edilmesinin yüz karası olduğunu söylüyor!

Okurlarımızdan da Hüseyin Üzmez olayına sert tepkiler gelmeye devam ediyor. Toplum, cinsel istismara karşı çok hassas.

Küçük kızın babasının, Newsweek Türkiye Dergisi’ne, "Hüseyin Üzmez televizyonlarda konuşunca kızımın psikolojisi daha da bozuldu. Söyledikleri tecavüzden ağır" diye verdiği demeç, Adli Tıp Kurumu’nun "Fiziksel ve psikolojik olarak zarar görmemiştir" biçimindeki raporunun aksine, kızın yaşadığı dramı bir kez daha gözler önüne serdi.

Babanın anlattığına göre, küçük kız hep ağlıyor, kaldığı yurttaki arkadaşları onunla dalga geçiyor, Hüseyin Üzmez televizyona çıkınca "Gel bak, seninki çıktı" diye bağırıyorlar. Talihsiz kız babasına, bir an önce yurttan ayrılmak ve herkesten uzak, sessiz bir yere gitmek istediğini söylüyor.

* * *

Sağanak gibi yağan tepki mesajlarından birkaç örnek verelim:

"Bu tür yüz karası olaylara yüreğimiz dayanmıyor. İnsanların duygu ve düşüncelerine tercüman oldunuz. Sağolun." Güralp Alpay(guralp.alpay@gmail.com)

"Bu taciz olaylarının hiçbiri dağ başındaki aciz, eğitimsiz kadınlarda değil. Memleket tecavüzcü adam ve tacize uğramış kadın dolu. Çok sayıda mağdur var ama suçlular affediliyor. Adını anmaya dilimin varmadığı adamın durumu ve taraftarlarının davranışı ortada. Korkarım şu anda, bu durumu gören bir sürü sapık, içi gayet rahat bir şekilde, taciz ve tecavüze hazırlanıyordur." Yonca Tokbaş (4yaprakliyonca@gmail.com)

"Türkiye’nin büyük dertlerinden biri "ahlaksızlık". Seks manyaklığı almış başını gidiyor. Sapıklar dağda değil, dibimizde, çevremizde, mahallemizde. Bazı sapıklar, yaptıklarını televizyon kanallarında rahat rahat anlatıyorlar. Midem bulanıyor. Adı ne olursa olsun, hiçbir erkek yaptıklarının cezasız kalmayacağını anlamalıdır. Ve bu sapıklar öylesine ceza görmelidir ki, ölünceye kadar bu utançla yaşamak zorunda kalmalıdır." Arzu Kök (kok.arzu@gmail.com)

"Bu maili New York’tan yazıyorum. ABD’de 18 yaşından küçük birisiyle yapılacak cinsel ilişkide, mağdurun isteği olsa bile, tecavüzcü hakkında kamu davası açılır, cezası çok ağırdır. Bu yüzden reşit kişiler cinsel konularda, 18 yaşından küçük kızlardan da, oğlan çocuklardan da, sanki vebadan kaçar gibi uzaklaşırlar. 2005 yılında Florida’da Jessica adında 9 yaşında bir kız çocuğuna yapılan cinsel saldırıdan sonra, bu eyalet hemen, tecavüzcüyü 25 yıla kadar hapsedecek bir kanun çıkardı. Bu kanuna şimdi ’Jessica Law - Jessica Kanunu’ diyorlar. Amerikalı hukukçular, ’Hiçbir suç, küçük bir çocuğa karşı işlenen seks suçu kadar büyük olamaz’ diyor. Ülkemizde de böyle bir kanunun benimsenmesi, çocuklarımızın korunması açısından çok önemlidir. Medeni olmak iddiasındaki bir ülkenin, ’Jessica Kanunu’na benzer bir kanun çıkartması, tecavüzcülere en ağır cezayı vermesi, toplum düşmanlarının cezalarını hafifletmemesi, cezaevinden ellerini kollarını sallaya sallaya çıkmasına izin vermemesi gerekir. Bu çocuklar hepimizin çocuklarıdır!" İbrahim T.Tüzün (ibotuzun@yahoo.com)
Yazının Devamını Oku

Bu kazık, başka kazık!

13 Kasım 2008
OBAMA’nın başkan seçilişine bizimkiler, Amerikan halkından daha fazla sevindi. İyi de, bize faydası ne? Obama, Amerikan çıkarlarını terk edip mazlum ülkelere kol-kanat mı gerecek? Seçim kampanyasında söylediği "Türk askeri Kıbrıs’ta işgalci", "Başkan olursam Ermeni soykırımını kabul edeceğim" şeklindeki sözlerini unutacak mı? Dünyadaki sorunlar bitecek mi? Ülkelere kardeşlik ve sevgi mi hákim olacak?

Obama’ya övgünün bini bir para! Amerikalılar, kendi çıkarlarını göz ardı ederek Amerika karşıtlığı yapacak bir başkan mı seçtiler acaba?

Bizim, evini zor geçindiren vatandaşların derdine çare midir Obama? Nedir bu sevinç?

Obama’nın, yalnızca Amerika’nın ve "vahşi kapitalizmin" çıkarları için çalışacağından kimsenin kuşkusu olmasın! Aksi halde onu yaşatmazlar!

* * *

Obama sevincini bir yana bırakalım... Doğalgazdan canımız yandı... Kış aylarında acı daha da büyüyecek! Ülkemizde insaf dışı işler yapılıyor. Hiçbir haklı gerekçe olmadan bindirilen yüzde 22.5’luk son zamla bu yıl doğalgaza yapılan toplam zam yüzde 80’i geçti.

Doğalgazın yaklaşık yüzde 70’ini Rusya’dan, yüzde 15’ini İran’dan, yüzde 15’ini de Nijerya, Cezayir ve Azerbaycan’dan ithal ediyoruz.

Devlet şirketi BOTAŞ belediyelere doğalgaz satıyor.

Alacakları 15 milyar YTL’yi bulan BOTAŞ, başta Ankara olmak üzere AKP’li belediyelere sattığı doğalgazın parasını alamıyor.

İktidara mensup belediyeler doğalgazı alıyor, halka satıyor, doğalgazın parasını üstüne kár da koyarak son kuruşuna kadar topluyor, fakat götürüp BOTAŞ’a borcunu vermiyor.

Ne yapıyorlar? AKP’li müteahhitlere para kazandırıyor, yandaşlarını zengin ediyorlar.

Olan zavallı halka oluyor!

* * *

Ülkemizde artık yüz binlerce konut doğalgazla ısınıyor. Sanayi kuruluşlarında genellikle doğalgaz kullanılıyor. Evlerde ve sanayide kullanılan elektriğin önemli bir bölümü de doğalgaz santrallarında üretiliyor. Kısacası, hayatımız doğalgaza bağlı.

Biz, hiç doğalgaz üretemiyor, tamamını ithal ediyoruz. Günün birinde Rusya ve İran’la ihtilafa düşersek, adamlar da vanaları kapatırlarsa, halimizin ne olacağını anlatmaya gerek yok! Sefil ve rezil olacağız! Hele bu durum, kara kış günlerinde ortaya çıkarsa!

"Doğalgaz zammı millete, başta Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e bağlı EGO şirketi olmak üzere borcunu ödemeyen AKP’li belediyelerin kazığı" denilince Enerji Bakanı Hilmi Güler buna itiraz ediyor ve BOTAŞ zamlarının tahsilat sıkıntısı nedeniyle değil, petrol fiyatlarındaki artışa bağlı olarak yapıldığını söylüyor.

İyi de... Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu öyle demiyor, EGO’nun borçlarını vadesinde ödememesinin BOTAŞ’ı nakit sıkıntısına ve finansman açığına soktuğunu belirtiyor.

Haziran 2007’de çıkan kanunla EGO’nun BOTAŞ’a olan borcu, anapara esasına göre sabitlendi, yani faizler silindi. EGO’ya yapılan toplam kıyak 1 milyar lira...

Şimdi, bu kıyağın faturası vatandaşa yükleniyor. Kazığı her zamanki gibi vatandaş yiyor, olan halka oluyor. Milyonlarca aile, işyeri ve sanayi kuruluşu Melih Gökçek’in ve AKP’li diğer belediyelerin borcunu ödüyor.

Dünyanın başka bir ülkesinde böyle garip bir uygulamayı görmek mümkün değil.

Akılla, mantıkla, vicdanla ilgisi var mı bunun?
Yazının Devamını Oku

Atatürk’ün dini düşünceleri

10 Kasım 2008
TÜRK ulusunun 70 yıl önce kaybettiği Ata’yı bugün, özlemle, sevgiyle, şükranla anıyoruz. "Hamdolsun" ki, Allah böyle bir lideri bizlere nasip etti.

Can Dündar’ın çok eleştirilen ve büyük tepkilere yol açan "Mustafa" adlı filminde din konusunda "İki Mustafa" görülüyor:

1) Meclis’i cuma günü dualarla açan, hilafeti ve saltanatı kurtarmak için yola çıktığı iddia edilen Mustafa,

2) Öğretmeni Kaymak Hafız’dan yediği dayağın intikamını hilafeti kaldırarak alan ve irfan yuvası (!) tekkeleri kapatan, dinden-imandan uzak (!) bir Mustafa.

"İkinci Mustafa"
her türlü melanetin başı olarak dini görüyor, Tanrısal gücü kabul etmiyor, ateist bir yaklaşım sergiliyor.

Filmde Atatürk için çok incitici ifadeler var. Peki, gerçekten öyle miydi?

Atatürk’ün inancını ve dini düşüncelerini en iyi bilen, ona ölümüne kadar tam 12 yıl aralıksız hizmet eden Nuri Ulusu’dur.

Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu’nun, babasının anılarını derleyip kitap halinde yayınladığını geçen hafta yazmıştım. Bakınız "Atatürk’ün Yanı Başında" adlı o kitapta, büyük Ata’nın dini düşünceleri nasıl anlatılıyor?

* * *

"Atatürk için dinsiz ve mason olduğunu söyleyenler vardır. Bu söylentilerin ileriki tarihlerde bayağı çoğalacağı kanaatindeyim. Atatürk, Türk milletiyle, Türkiye Cumhuriyeti ile özdeşleşmişti. Onları birbirinden ayırmaya imkán yoktu, buna kimsenin gücü de yetmezdi ama T.C. Devleti’ne nifak sokmak isteyenler, vatanı, milleti bölmek isteyen şer güçlerinin ilk hedefi, maalesef hep Atatürk olmaktadır.

İşte, bu şer güçlerinin yaymak istediği bir dedikodu da, Atatürk’ün dinsiz olduğu, bu sebeple din adamlarına karşı büyük mücadele başlattığı söylenir durur.

12 yıl bilfiil gece gündüz yanında olan bir kişi olarak bu söylenenleri esefle karşılıyorum.

Hafız Yaşar vardı. Atatürk onu sever ve çok beğenirdi. Bazı zamanlar ’Hafızı çağırın’ derdi. Hemen emri yerine getirirdik. Ya içki içmeden sofrada veya salonda Hafız Yaşar’ın makamı ele okuduğu Kuran-ı Kerim surelerini huşu ile dinlerken gözlerinden yaş aktığına ve bu gözyaşlarını, beyaz keten mendili ile sildiğine hep şahit olmuşumdur.

...Atatürk, Türkçe Kuran çalışmalarını 1926 yılında başlatmış, bu işin başına da Elmalı Muhammed Hamdi Yazır’ı getirmiş ama yapılacak tefsirlerle bizzat kendisi de ilgilenmişti.

...Çalışmalara 1927 yılında ben de katılmıştım. Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok tesirinde kalırdı ve de ’Hey büyük Allahım... Kuran’a inanmayan káfirdir, bize nasıl yol gösteriyor? Bunları tüm dünyaya okutmalıyız" diye de söylenirdi. Sonra o an yanındaki bizlere ’Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?’ diye sorardı ama o anlarda gözleri hafifçe dalar ve kızarırdı.

Neticede Kuran Türkçe yazılarak okunmaya, bu çalışmalar sonucu başlatılmıştı. Dini tarihimizi ve bilhassa peygamberimizin savaşlarını tarih kitaplarından okur ve hayranlığını dile getirirdi. Hele Bedir savaşını hep hayranlıkla anlatır, ’En büyük zaferlerden biridir" derdi.

Yavuz Sultan Selim ve Timurlenk de hayranı olduğu padişah ve komutanlardı ama en çok takdir ettiği kişi Hz. Muhammet (sav) idi. "O yoklukta ve mahrumiyette, o cehalette, yoktan var ederek bir devlet kurmak kolay iş değildir ama Hz. Muhammed o zoru başarmıştır" der ve takdir hislerini arkadaşlarına anlatırdı. Bu mu Allahına kitabına inanmayan Atatürk? Günahtır, ayıptır, yazıktır!"

Nuri Ulusu, 29 Ekim 1979 günü vefat etti, anılarını oğlu Mustafa Kemal Ulusu’ya bıraktı. O da derleyip kitap halinde yayınladı. (Doğan Kitap - Ekim 2008)
Yazının Devamını Oku

Binlerceden biri!

9 Kasım 2008
İNFİAL bitmiyor, toplum vicdanında açılan yara kanamaya devam ediyor! 14 yaşındaki bir kıza cinsel tacizde bulunan 76 yaşındaki muhafazakár yazar Hüseyin Üzmez’in, doğruluğu kuşkulu bir "Adli Tıp" raporuyla cezaevinden çıkması daha uzun süre tartışılacak!

Olay, hukuk ve ahlak ötesi, pis bir vakadır. Ama daha pis olanı onu savunmak, görmezden, bilmezden, duymazdan gelmektir! Dinci kesimin bir bölümünün hálá onu savunmaya çalışması hem çirkin, hem üzücüdür!

Onu kim korudu? Rapor verilmesine kim aracı oldu? Kim rica etti ya da emir verdi de öyle bir rapor hazırlandı?

Adli Tıp Kurumu, güya devletin en yetkili, en önemli bilirkişi kurumudur!

Bu kurumun, günlerce tacize uğrayan 14 yaşındaki kızın "Ruh ve beden sağlığı zarar görmemiştir" diye rapor vermesi nasıl bir iştir?

Tacize uğrayan kız cuma günü muayene ediliyor, cumartesi ve pazar günleri hafta sonu tatili olduğu için kurum kapalı. Pazartesi günü ise rapor imzadan çıkıyor. Tam bir jet hızı!

Bundan sonra kim inanır o kurumun raporlarına?

* * *

"İnsan beşer, bazen şaşar" denir. Dinci geçinen, fakat uçkuruna düşkün olan bu tip insanlar şeytana uyabilir.

O adam da, "Evet, ben şaştım, nefsime yenilip şeytana uydum, maalesef hata yaptım" diye pişmanlık duyup nadim olsa kamuoyunun tepkisi belki bu derece sert olmazdı.

Adam o kadar küstah ki televizyona çıkıp milyonlarca kişinin önünde, "İnancıma göre, regl olan bir kız reşit sayılır, dolaysıyla evlenilebilir" diyebiliyor.

Yani, kız ádet görmeye başlamışsa yaşı 14 de olsa, 12 de olsa fark etmez! Ádet gördü mü yaşa bakılmaz! Adamın kafa yapısı, ahlak anlayışı bu!

Toplumu çok üzen Hüseyin Üzmez, sorularla biraz sıkıştırılınca çirkin yüzünü bir defa daha gösteriyor ve kabadayı bir tavırla, "Bana bakın, ben gazeteci vurmuş adamım! Ona göre ha!" diyor.

(Üzmez, 1952 yılında Vatan Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman’ı tabancayla vurarak yaralamış, 10 yıl 3 gün hapis yatmıştı. Marifet yapmış gibi bunu hatırlatıyor.)

* * *

Hüseyin Üzmez olayı, Türkiye’de yaşanan çok sayıda taciz olayından sadece biridir.

Ülkemizde binlerce çocuk, genç kız ve kadın tacize uğruyor, bazılarına tecavüz ediliyor, bunların çok az kısmı adliyeye intikal ediyor. Polis raporlarına göre, "bu yılın ilk 8 ayında 613 genç kız ve kadın tecavüze uğradı". Taciz ve istismarların bundan kat kat fazla olduğu belirtiliyor.

Cinsel istismara maruz kalan çocukların yüzde 30’u 2 ile 5 yaş, yüzde 40’ı 6 ile 10 yaş, yüzde 30’u da 11 ile 17 yaş grubunda bulunuyor.

Kız çocukları, erkek çocuklarına göre 3 kat daha fazla cinsel istismara uğruyor.

Tacize ve tecavüze uğrayan çocukların 10’da 8’inin faili aynı çevreden, çocuğun tanıdığı biri!

Bu çirkin olayların çok büyük bir bölümü çeşitli nedenlerle gizli kalsa bile tacize uğrayan çocukların ruhlarında derin yaralar açıyor.

Hüseyin Üzmez olayının ortaya çıkması topluma ayna tuttu, unutulan ya da gizli kalan "cinsel istismar"ı gündeme getirdi. Toplum olarak ahlak yapımızın nasıl yozlaştığını, yalnız ekonomik yönden değil, ahlaki yönden de yıkıma, çöküntüye uğradığımızı gösterdi.

Kadınları örtüp eve kapatarak onları cinsel meta olarak kullanan, din-iman deyip sinsi, pis ilişkileri mubah sayan bir yaşam tarzını benimseyenler, dine de, topluma da zarar veriyor!
Yazının Devamını Oku

Namus ve şerefleri nerede?

6 Kasım 2008
HANİ "Çivisi çıkmış" diye bir deyim vardır ya... Bu söz, tam "yaşadığımız günlerin Türkiyesi"ni anlatıyor. Televizyonlarda izlediğimiz görüntüler iç karartıcı, hüzün verici!

Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’un sokaklarında araçlar yakılıyor, polisle PKK taraftarları arasında çatışmalar çıkıyor, birtakım şerefsizler tarafından aldatılmış çocuklar, gençler, devletin polisiyle "taşlı, molotofkokteylli düello" yapıyorlar. Vitrinler parçalanıyor, otomobiller yakılıyor!

Güneydoğu’da daha da azgınlaşıyorlar. Diyarbakır, Van, Yüksekova ve Hakkári sokaklarında dehşet manzaraları yaşanıyor. Kimler teşvik ediyor bu eylemleri?

"Milletvekili" sıfatı taşıyarak Meclis’e giren PKK’nın taşeronları! Hemen hemen tüm olayların arkasında DTP milletvekilleri var. Bunlar, İmralı’daki mahkûmun talimatıyla çocukları, gençleri tahrik ediyor, topluma nifak tohumları ekip gruplar arası kavga çıkartmaya çalışıyor! Amaçları kardeşi kardeşe düşürerek ülkeyi bölmek!

* * *

Bölücü milletvekilleri o kadar cüretkár ki, ülkenin Başbakan’ına bile "Van’a, Hakkári’ye gelme, olay çıkar!" diye onu tehdit etme küstahlığını gösterebiliyorlar!

Kimin milletvekili bu adamlar? Maaşlarını bu devletten alıyorlar, bu ülkenin ekmeğini yiyorlar, sonra da devletin altını oymaya kalkıyorlar!

"Namusları ve şerefleri üzerine" ettikleri milletvekili yemini nerede?

Bunların şerefleri ve namusları bu kadar mı?

Milletvekili olabilmek için, "Vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağız" diye Meclis kürsüsünde ant içiyorlar, sonra da her haltı yiyorlar!

DTP milletvekilleri, Başbakan’a, Güneydoğu’ya gelmemesini ihtar ediyor, aksi halde halkı sokağa dökeceklerini söylüyorlar.

Başbakan gidiyor, onlar da gerçekten dedikleri hainliği yapıyorlar. Çoluk çocuk sokaklarda gruplar oluşturup polislere taş yağdırıyor, otomobilleri yakıyorlar.

Oysa akıllı olsalar, Öcalan’a İmralı’da kötü muamele edildiği iddiasıyla yapılan protestoların yasal ve demokratik sınırlar içinde kalmasını sağlamaya çalışırlardı.

Gerilimi azaltmak yerine, olayları büyütmeyi, insanların hayatlarını tehlikeye atmayı tercih ettiler, özgürlük ve demokratik hak sınırlarını çoktan aştılar!

Vatandaşların yakılan otomobillerinin paralarını bu adamlara ödettirmeli!

* * *

Başbakan Erdoğan’ın Hakkári’de söylediği şu sözlere aynen katılıyorum:

"Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna kim karşı çıkabilir? Buna karşı çıkabilenin bu ülkede yeri yok. Buyursun, istediği yere gitsin! Dünyanın neresine gidersen git, her ülkede bu böyledir. Başka türlü olamaz! Devlet yol yapıyor, bunlar engellemeye kalkıyorlar. Şemdinli’de bombalanma sebebiyle yıkılmış olan evlerin, dükkánların yapılmasını engellemeye çalışıyorlar. Müteahhitler tehdit alıyor. Nifak tohumları ekmek isteyenlere fırsat verilmemeli!"

Başbakan doğru söylüyor. Peki, kimler istiyor nifak tohumları ekmek?

PKK’lı teröristler ve onların hizmetindeki DTP’liler!

Adamların gerginlik yaratmadıkları gün yok! Bu gerginlik politikasından, kendilerine pay düşeceğini umuyor, devletin altını oymaya çalışıyorlar. Ülkeyi 25 ayrı bölgeye ayırıp, her bölgeye ayrı bir bayrak verme fikri de bunların... Hep sertliği, çatışmayı teşvik edip ülkeye zarar veriyorlar. Biz de onları saf saf "kardeş" diye bağrımıza basıyoruz! Yeter artık!

DTP’lilerin akılsız tutumu, Güneydoğu halkı için daha çok acı, daha çok yoksulluk, daha çok ıstırap demek! Bunlar, oylarını aldıkları Güneydoğu insanına ihanet ediyorlar!
Yazının Devamını Oku

’Atatürk’ün Yanı Başında’

3 Kasım 2008
ÇANKAYA Köşkü’nün kütüphanecisi olan Nuri Ulusu’nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu (Futbol Federasyonu’nun eski başkanı), babasının ilginç anılarını kitap haline getirdi: "Atatürk’ün Yanı Başında" (Doğan Kitap)

Son günlerde çok gürültü koparan Can Dündar’ın ticari amaçlı "Mustafa" filmini eleştirenler, gerçeği öğrenmek için 253 sayfalık bu kitabı okumalıdır.

Nuri Ulusu, "Atatürk’ün kütüphanecisi" olarak anılmak istiyor ancak Atatürk’ün hayatındaki yeri bu sıfatın içerdiği anlamın çok ötesinde... 1926’dan Ata’nın ölümüne kadar 12 yıl boyunca en sevdiği yardımcılarından biri olmuş, bütün yurt gezilerine katılmış bir kişi... Atatürk’ün özel yaşamında bilinmeyen ilginç yönlerini anlatıyor.

* * *

Atatürk, Türk müziğinin her çeşidini zevkle dinlerdi. En çok sevdiği şarkılardan bazıları:

"Mani oluyor halini takrire hicabım"

"Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek"

"Karşında esirim, bana düşman gibi bakma"

Nuri Ulusu, bir gün Atatürk’ün hafif hafif şarkı mırıldandığına tanık olur:

"Mani oluyor halimi takrire hicabım, üzme yetişir, üzme firakınla harabım."

Nuri Ulusu huşu içinde: "Allahım o ne güzel, o ne içli bir söyleyiş, ne ulvi dakikalardı... Ben ve büyük Atatürk... Yalnız ikimiz ve onun hafif nemli gözleri... Tanrım, bu kime nasip olurdu?"
diye düşünür. Atatürk, şarkısı bitince Ulusu’ya döner ve der ki:

"Nuri evladım, sevgi ve áşık olmak ne güzel duygu... Tanrı nelere kadir, bizlere ne güzel duygular veriyor, ne güzel beste ve şarkı, değil mi?"

Atatürk, sevgiyi ve aşkı tatmıştı ama hiç mutlu olmamıştı. Bir gün Ulusu’ya şöyle der:

"Çocuk, ne mutlu ki, sevdiğin bir eşin, iki yavrun ve mutlu bir yuvan var. Bunun kıymetini iyi bil, sana gıpta ediyorum. Tanrım neden bana bunları nasip etmedi, neden?"

* * *

Atatürk, ses sanatçısı Münir Nurettin
’i çok severdi. Nuri Ulusu anlatıyor:

"Bir akşam Bursa’da, Çelik Palas otelindeyiz. Her zamanki gibi harika bir sofra, kalabalık davetliler arasında Münir Nurettin Bey de oturuyor.

Atatürk’ün hemen yanı başında Fahrettin Altay Paşa var. Yemeğe ve rakılar içilmeye başlandı.

Bir ara Atatürk, elini arka cebine atarak silahını çıkarıp Münir Nurettin’e dönerek:

’Münir Bey, sesin çok güzel, çok yüksek perdeden de söylüyorsun. Bakalım cesaretin de yüksek mi? Şu rakı bardağını al da başının üzerine koy bakalım’ demez mi?

Hepimiz, heyecanla titremeye başladık. Fakat Münir Nurettin, hiç tereddüt etmeden önündeki rakı dolu bardağı aldı ve başının üzerine koyarak cesurca Atatürk’e bakmaya başladı.

Atatürk silahını kaldırdı, nişan aldı ve biz hálá şaka yaptığını sanarak beklerken paaat! diye bir silah sesi, bir an herkes şokta ama Münir Nurettin kalıp gibi öylece yerinde oturuyor ve de bakıyoruz ki bardak da yerinde ama arka tarafında duran direğin üst kısmında bir kurşun yeri...

Meğer tetiği çekerken silahı yukarıya doğru tutarak ateş etmiş... Esasında doğru da atsa bardağı kesin vuracağından emindik, çünkü attığını vuran müthiş bir silahşordu...

Atatürk, cesaretinden dolayı Münir Nurettin’i tebrik etti ve ’Hadi şimdi güzel bir şarkı oku da neşelenelim" dedi. Sanatçı onun çok sevdiği ’Şahane gözler şahane’yi bir okudu, bir okudu ki.."

Nuri Ulusu "Oğluma, şerefli bir devlet memuru olarak maddi şeyler bırakamadım ama Atatürk’le anılarımı bırakıyorum. O bu anıları kitap haline getirecek ve Türk milletine sunacak" dedikten sonra hayata veda etti. Mustafa Kemal Ulusu, babasının bu vasiyetini yerine getirdi. "Atatürk’ün Yanı Başında" kitabı bizlere Atatürk’ün ardındaki insanı anlatıyor.
Yazının Devamını Oku

’Paramparça’ Türkiye!

2 Kasım 2008
AYRILIKÇI parti DTP, tansiyonun yükselmesinden fayda umuyor, ortamı gerdikçe geriyor. Meclis’te PKK çizgisinde hareket eden DTP milletvekillerinin ve onları destekleyen birtakım entel bozuntularının ağzından düşmeyen bir laf vardı:

"Terörü önlemek için siyasi çözüm şart!"

Peki, neydi siyasi çözüm?

Nihayet 29 Ekim günü ağızlarındaki baklayı ortaya çıkardılar!

Harika(!) bir çözüm önerisi! Siyasi densizliğin daniskası!

DTP’nin, bütün milletvekillerine posta yoluyla dağıttığı 64 sayfalık kitap, bu adamların "siyasi çözüm" diye önerdikleri şeyin densizlikten de öteye, rezillik olduğunu gösterdi.

Türkçe, Kürtçe ve İngilizce basılan kitapta Türkiye’nin "25 özerk bölgeye" ayrılması, her bölgenin ayrı bir bayrağı olması öneriliyordu. Yani "paramparça" bir Türkiye!

Başta Genel Başkan Ahmet Türk (bu soyadını mutlaka değiştirmeli) olmak üzere DTP milletvekilleri dokunulmazlıklarına güvenerek açıkça suç işliyor, teröre ortak oluyor!

* * *

"Demokratik ve insancıl çözüm"
maskesi altında ülkeyi bölmeyi hedefleyen bu adamlar, "Sayın Öcalan" dedikleri Apo’ya hapiste kötü davranıldığını iddia ederek oturma eylemleri, sivil itaatsizlik gösterileri, isyan provaları gibi her türlü melaneti desteklerken, birtakım züppelerin de demokrat görünmek uğruna bu koroya katılmaları hazindir.

DTP milletvekillerinin hayali, ülkeyi bölmek ve önce federasyon, sonra "Bağımsız Kürdistan Devleti"ni kurmaktır.

PKK kuklası DTP’liler her fırsatta açıkça, "Türkiye Cumhuriyeti’nin tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak dayatmasından artık vazgeçmesi gerekir" demiyorlar mıydı?

İşte, Meclis’te dağıttıkları "ihanet kitabı" bunu bir kez daha net olarak ortaya koydu. Adamlar ayrı bölge, ayrı bayrak, ayrı yönetim istiyorlar ve "Terör ancak böyle biter" diyorlar. Şimdilik istekleri bu... Devamı sonra gelecek!

Yasalar milletvekillerinin, ülkeyi bölmek, parçalamak, yıkmak için terör örgütüne destek olmalarına izin veriyor mu? Cumhuriyet savcıları, herhalde bunun gereğini yapacaklardır.

* * *

Bölücüler yalnız bunlar değil... Türkiye’yi bölmek isteyenler başlıca iki grupta toplanıyor:

1) Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılındaki kuruluşu sırasında, Kürtlerin haklarının yendiğini, Kurtuluş Savaşı’nda kan döken Kürt toplumunu asli kurucu olarak kabul eden yeni bir düzenlemenin getirilmesini isteyenler...

2) 1923 yılında kurulan Cumhuriyet rejiminin Türkiye’de İslam’ı dışladığını, inançlı insanlara zulmedildiğini, artık bunun değişmesi zamanının geldiğini, din temellerini esas alan yeni bir sistemin kurulması gerektiğini iddia edenler...

Bu yıkıcı ve bölücü iki görüşe karşı, laik Cumhuriyet’i savunanlar, "Atatürk ilkelerinden sapmak yok. Biz bu ülkeyi büyük mücadeleler vererek kazandık. Her şey Cumhuriyet devrimleri doğrultusunda devam etmeli" diyor. Çatışma bundan çıkıyor.

* * *

AKP iktidarı, çok oy getirdiği için, gericilerin isteklerini yerine getirme çabalarını sürdürüyor. Anayasa Mahkemesi kararları onları duraklattı. Türbandan sonra diğer istekler sıraya girecekti. İşler karıştı, olmadı. Fakat bundan vazgeçmiş görünmüyorlar!

Bizler "Demokratik toplum olalım, Batı uygarlığına ulaşalım" derken, yıllardır Doğu’ya doğru sürükleniyoruz. Gemimizin pusulası bozuk!

Demek ki Büyük Atatürk, ulusumuzu modern bir toplum haline getirmek için boşuna kılık kıyafetle uğraşmış, boşuna devrimler yapmış, bizleri boşuna adam etmeye çalışmış!
Yazının Devamını Oku