Rahmi Turan

İnek, beygir ve eşek!

12 Ekim 2008
POLİTİKACILAR genellikle sadece kürsüye çıktıklarında vatan milleti düşünürler. Kürsüde onları tutamazsınız. Coşarlar da coşarlar! Kürsüye çıktıkları vakit ülkeye hizmet ettiklerini sanırlar!

Bir kısırdöngüdür bu... Bağırırlar da bağırırlar... Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir.

* * *

Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen bir öyküsü var. Okurum Orçun Sağyaşar hatırlattı.

Hikáye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.

Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.

Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"

İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:

"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."

Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:

"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."

İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.

İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.

Eşek keyifli bir şekilde anlatır:

"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..."

"Eee, sonra ne oldu?"

"Ne olacak beni başkan seçtiler!"

"Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?"

"Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!"

"Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?"

"Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"
Yazının Devamını Oku

Akrebin tabiatı!

9 Ekim 2008
TERÖR bir insanlık suçudur ama bazı şerefsiz insanlar, teröristlere "Gerilla" der, onları özgürlük savaşçısı ilan eder!<br><br>Dost(!) denilen birçok ülkenin yaklaşımı böyle oldu. 25 yıldır bu terör belasıyla uğraşıyoruz. Binlerce masum insan bu vahşete kurban gitti!

PKK’nın, TBMM’de bile taraftarları, koruyucuları, daha doğrusu kuklaları var. Adamlar, teröristleri kınayamıyor, sadece "Olaydan derin üzüntü duyduk"diyor. Herhalde ölen 23 PKK’lı için üzüntü duyuyorlar!

DTP, Türkiye’de PKK’nın siyasi taşeronu olarak Meclis’e girdi. Biz de demokrasi adı altında bunları koruyor, hazineden maaş veriyoruz.

Terör suçlularına idam cezasını bile "demokrasi adına" kaldırdık, kendi kendimize tokat attık! Akan su gibi, giden zaman gibi, ölen insanlar da geri gelmez. Geçmişe dövünmeyi bırakıp geleceği kurtarmak, yeni kayıpları önlemek en akılcı yol olur.

Bunun için bilgi lazım, kararlılık ve irade lazım! Sınır ötesi operasyonları şatafatla başlatıp, hedeflere tam ulaşmadan, dış baskılarla yarıda bırakırsak, bu terör belasını asla yok edemeyiz.

Bu bir savaştır. Savaşta şansa şans tanımayan başarılı olur.

Akrep, zevk aldığı için sokmaz, tabiatı öyledir. Terörist de akrebe benzer, sokar, öldürür, bunu niçin yaptığını bilmez. Ahmaktır, birtakım karanlık güçlerin maşasıdır!

* * *

Osman Pamukoğlu, terör bölgelerinde başarıyla görev yapan emekli bir generalimizdir.

Tehlikeli sınır bölgelerini ve PKK’lı teröristlerin yapılarını iyi bilir. Bakınız Osman Paşa ne diyor?

"Şu anki askeri yapılanmayla terörle mücadele edilemez, şehit haberleri devam eder.

Sınırlardaki köhne karakolların kaldırılması gerekir. Eski yıllarda sınır kaçakçılığını önlemek için yapılan bu karakolların günümüzde bir önemi kalmadı.

Asker, sınırda sabit kalıp hedef olmamalı, devamlı hareket halinde bulunmalı.

Türkiye’de terör suçlarına ’idam cezası’ şarttır.

Terör sorununu çözmek için önce dağdaki teröristin temizlenmesi zorunludur.

Güneydoğu’daki işsiz gençlere iş bulunması, dağa çıkmalarının önlenmesi gerekir.

Bugünkü köhne zihniyet devam ederse, terörün önlenmesi mümkün değildir!"

Osman Paşa böyle diyor. Fakat onun uyarılarına kimsenin kulak asmayacağına bahse girebiliriz.

Bu kafalarla kaderimiz hep ağlamak ve "Vah vah" demek olacak.

* * *

CHP İzmir Milletvekili Cánán Aritman’dan bir e-posta geldi. Diyor ki:

"Milletimizin yüreğine yine ateş düştü. Düştü de, bu kaçıncı ateş?

Yeter artık! Bunu durdurmak hükümetin görevidir. Nerede bu hükümet?

Bunun hesabını hem hükümet, hem de askeri yöneticiler vermelidir!

Trilyonluk zırhlı makam otoları alınacağına, Aktütün’e korunaklı bir karakol yaptırsaydınız ya... En ileri sınır karakolunun o içler acısı hali nedir öyle? Uçmasın diye üzerine taşlar konulmuş çatılar, barakalar, çadırlar!.. Bir ülke böyle mi korunur? Yazıklar olsun!

Başbakan’ın çürük raporlu oğlunu Aktütün Karakolu’na asker gönderelim. Belki o zaman güvenli bir karakol yapılır!"

* * *

Aktütün Karakolu yolgeçen hanı gibiydi... 5 ayrı saldırıda toplam 46 şehit verdik... Son saldırıdaki kaybımız 17 şehit! "Kör bile aynı çukura iki defa düşmez" sözü bizim için geçerli değil!

Ülkemizi yöneten siyasi iktidarın zihniyeti şu: Terör ve ekonomi iyi gidince başarı yüzde yüz yönetimindir. Peki, işler kötü gidince suç kimin? Herhalde Atatürk’ün!
Yazının Devamını Oku

İngiliz gazeteci gözüyle İstanbul

6 Ekim 2008
YURDUMUN dumanı bile başkalarının ateşinden daha iyi ısıtır. Biz ülkemizi severiz.<br><br>İstanbul’a gelen yabancıların çoğu övgü dolu sözler söyler, bizi sevindirir. Gerçek düşünceleri o mudur, bilemeyiz. Bazıları da çok sert eleştirir. Aslında açık sözlü düşman, ahmak dosttan iyidir. A.A. Gill, 1954 Edinburg doğumlu bir İngiliz gazeteci. Ülkeleri gezerek gözlemlerini yüksek tirajlı Sunday Times Gazetesi’ne yazıyor. Gill’in yazılarının bazıları da aylık moda ve kültür dergisi GQ Magazin’de çıkıyor.

İngiliz gazeteci "2010 Avrupa Kültür Başkenti" seçilen İstanbul’a gelerek bir süre kalmış ve gözlemlerini GQ Magazin’e yazmış. Kızmadan okuyalım ve İstanbul’un bir yabancı gazeteci üzerinde bıraktığı izlenimleri öğrenelim.

* * *

"İstanbul kültür başkenti mi? Hayır! İstanbul Avrupalı bile değil" diyen İngiliz gazeteci gözlemlerine şöyle devam ediyor:

"İstanbul’da her türlü müziğin dinlenebileceği barlar var. Kentin en ünlü gece kulübü Reina.

Yüksek sınıf bir eğlence mekánı olan Reina’ya ulaşmak bir kábus!

Reina, müthiş bir manzaraya sahip olan Boğaziçi’nin Avrupa yakasında bir eğlence yeri. Fakat oraya giderken kelleyi koltuğunuza almalısınız. Çünkü Türkler inanılmaz bir saldırganlıkla araba kullanıyor ve özellikle Reina’nın bulunduğu Boğaz hattında trafik insanı çileden çıkartıyor.

Reina’nın kapısında ilginizi çeken ilk şey, çift taraflı park etmiş Mercedes’ler ve sinirli badigardlar oluyor. İçeri girerken üzeriniz aranıyor. Bunun nedeni olası bir El Kaide saldırısı değil, Türk erkeklerinin silaha olan merakı.

Geçmişten gelen ’At, avrat ve silah’ tutkularından vazgeçemeyen Türk erkeklerinin çoğu silahla dolaşıyor ve onlara karşı dikkatli olunması gerekiyor.

Harika Boğaz manzaralı Reina’da her türlü içki bulunuyor. Mekánda eğlenen Türk erkekleri Rus badigardlara benziyor. Kadınlar ise genellikle sarıya boyanmış saçlı, mini etekli, etine dolgun ve erkekleri tahrik etmek için mutlaka göğüs dekoltesi veriyor.

Kadınlar müziğin eşliğinde dansöz gibi kıvırıyor, erkekler ise bir metro treninin içinde tek elleriyle demire tutunmuş gibi bilinçsizce sağa sola sallanan tiplere benziyor.

İnsanlar gece boyunca eğlenir gibi yapıp, aslında birbirini kesip gecelik sevgili arıyor.

Reina’daki göbekli erkeklerin yanlarındaki kadınlar için fahiş fiyatlara şampanya patlatmaları tam bir Ortadoğululuk gösterisi.

İstanbul öyle bir kent ki, diğer büyük kentlere göre oldukça güvenli ama insanları bende güven uyandırmadı. Güvensizlik hissi, sizi kazıklamaya çalışan taksi şoförlerinden başlıyor!

Sokaklarda türbanlı, hatta kara çarşaflı kadınlarla transseksüeller birlikte yürüyor.

İstanbul’un bazı restoranları New York ile yarışacak düzeyde ama Ortaçağ’dan kalma karanlık köşeler de var.

Kentte pek çok cami bulunuyor. Bunların arasında belki de en görkemlisi Sultanahmet Camii... Dışarıdan gerçekten harika. Türkler kendilerine "Geceyarısı Ekspresi" filminin hatırlatılmasından nefret ediyorlar.

Gördüğüm kadarı ile Türkler, okumamış, eğitimsiz insanları ile Avrupa Birliği’nin içinde bir işçi sınıfı olarak kalmaya mahkûm!"

* * *

İngiliz gazetecinin görüşleri insanlarımızı rahatsız edebilir. Fakat düşünceler kurşuna dizilemez!

Ben, bize hücum eden düşmanlarımızdan değil, bize yaranmak için dalkavuklukla yanımıza yaklaşan dostlarımızdan (!) korkarım.

A.A. Gill, yazısını, Atatürk’ün olduğunu öğrendiği şu sözlerle bitiriyor: "Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır!
Yazının Devamını Oku

Çarpık olmayan ne var ki?

5 Ekim 2008
ADALETİN bu mu Türkiye? Bir yanda ezilen kitleler, öbür yanda bal tutup parmak yalayanlar... Son örnek: Sosyal Güvenlik Reformu! 1 Ekim’den itibaren sigortalı olanlar ileride emekliye ayrıldıkları zaman, hem çalışıp hem emekli maaşı alamayacaklar. Emekli olduğu halde çalışanların emekli maaşlarının tamamı kesilecek. Peki, sadece emekli maaşıyla geçinmek mümkün mü? Değil!

Devlet emeklilere hem geçinebileceği kadar maaş vermiyor, hem de çalışmalarını engelleyerek "Aç kal" diyor. Ya da emeklileri kaçak çalışmaya teşvik ediyor.

Bu nasıl Sosyal Güvenlik Reformu, anlayana aşkolsun!

Ayrıca önemli bir nokta daha var. Bunu yapmak zorunluluk olabilir. İyi de... Milletvekillerinin bu uygulamanın dışında bırakılmasına ne demeli?

Uyanık parlamenterler Anayasa’da bir madde buldu: (Madde 86/2) Bu maddeye cankurtaran simidi gibi sarılıp kendi emekli maaşlarını kurtardılar. Çifte standart!

Milletvekilleri, hem Meclis’ten vekil maaşı, hem de devletten kıyak emekli maaşı almaya devam edecek. Bu durum, eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Demek ki, Anayasamızda bile haksızlık var! Gelin siz bu ülkedeki adalete inanın!

Sadece bu değil ki eşitsizlik. Ülkemizde çarpık olmayan ne var ki?

Emekliler açlığa itilmiş, işçi-memur sıkıntıda bırakılmış, üretici kaderine terk edilmiş...

Ya kadınlarımız? Onlara uygulanan ağır mahalle baskısı, uygarlıkla bağdaşır mı?

* * *

Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan "Küresel Cinsiyet Uçurumu" başlıklı araştırma raporunda çıkan sonuç şu:

"Türkiye de dahil, dünyada 128 ülke arasında, kadınlara en kötü davranan ilk 10 ülkeden 9’u Müslüman halkların yaşadığı ülkeler."

Aynı raporda, kadınların en iyi ve en gelişmiş haklara sahip olduğu, kadınlara kötü davranışların bulunmadığı ilk 10 ülke arasında bir tek Müslüman ülke yok!

Raporda açıklandığına göre, İslam ülkelerinde erkekler, kadınlar üzerinde ağır baskı uyguluyor ve kadınları köleleştiriyor!

Söz konusu ülkelerdeki insanlar, ölümü göze alıp özgür Batı ülkelerine kaçmanın yollarını arıyor. Türkiye’deki birçok insan ise, ortaçağ karanlığının hüküm sürdüğü ülkelerin ilkelliğine özeniyor. Bu davranış hangi aklın ürünüdür?

* * *

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Şevki Aydın’ın bir süre önce dürüstçe yaptığı açıklama ilgi çekicidir.

Şevki Aydın, "Kadın gibi çok önemli bir eğiticiyi, varlığından habersiz olacak kadar, cehaletin karanlığına gömmüş durumdayız. Kadını, annesini ihmal eden bir toplum, iyi erkek de yetiştiremez! Nitekim bu toplum iyi erkek yetiştiremiyor. İyi insan yetiştirmek için önce kadının beynini, kalbini geliştirmeliyiz. Kız çocuklarının eğitim görmemesinin altında çok sakat, yanlış bir din anlayışı yatıyor! Bunu dinimizin onaylaması mümkün değil!" diyordu. Bizce de, Türkiye’nin geri kalmışlığının nedenlerinden biri, kadınların eğitimsizliğidir.

Bu cehalet devam ettiği sürece insanlarımızın aldatılması, din duyguları istismar edilip yolunması, kadınların köle gibi kullanılması, Deniz Feneri Derneği gibi dinci kuruluşların dolandırıcılığı, siyasetçilerin soygunu devam edecektir.

Seçimler farklı kazanılsa bile kirleri temizlemez. Aklanmanın yolu yargıdan geçer!
Yazının Devamını Oku

Kızdıran sorular!

2 Ekim 2008
BAŞBAKAN’a bir tavsiye... Hata yapsan da şu üç şeyi uygula: "Kabul et - Ders al - Tekrarlama!"

Başbakan bunları yapabilse kárlı çıkar ama yapmıyor, yapamıyor!

Klasik bir laf vardır: "Balık baştan kokar" diye...

Başbakan iktidarın başıdır. Tüm yönetimin temizliği için, önce onun örnek olması gerekir.

Başbakan yıllar önce halka verdiği sözü unutmuşa benziyor. Hani yolsuzluklara damardan girecekti? Ne oldu?

Kızıp köpürmesi, esip gürlemesi, canını sıkan her noktada kavga çıkarıp "En iyi savunma hücumdur" taktiğiyle saldırıya geçmesi fazla bir şey ifade etmez!

Bu, olsa olsa yıldırmaya, sindirmeye yönelik bir davranış anlamına gelir ki, daha fazla kuşku yaratır, yolsuzlukların önlenmesine yardımcı olmaz!

Yolsuzlukları yazmak suç değildir! Başbakan’ın kızması değil, kutlaması gerekir!

* * *

Hemen her gün canı yanan, ciğerleri kavrulan vatandaşların cevap beklediği birçok soru var:

1) Geçen yıla kadar Başbakan Erdoğan’ın yardımcısı olan Abdüllatif Şener eski partisini suçlayarak "Türkiye’de son zamanlarda yeni dolar milyonerleri türedi. Bu dönem yapılan imar değişiklikleri, cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlardan fazladır. Hangi imar değişikliği, kimleri zengin ediyor? Kimdir üretmeden zengin olan birileri? AKP’de dürüst, namuslu ve kamu mallarını koruyan bir anlayış yok. Deniz Feneri davasıyla ilgili kararda Alman yargısı, asıl failler Türkiye’de, demiştir. Böyle olduğu halde maalesef olayın üzerine gidilmiyor. Başbakan yolsuzlukların üzerine gitmiyorsa, davranışları öyle gösteriyorsa, hadise Almanya’daki gibi şeffaf bir şekilde kamuoyu önüne getirilebilir mi?" diye soruyor.

2) İnsanlarımız, yolsuzluklarla mücadele sözüne inanarak AKP’ye oy verdi. Son olaylar (Şaban Dişli’nin milyon dolarlık rüşvet skandalı, Deniz Feneri Derneği’nin dolandırıcılığı, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın kuryeliği, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın ortağı olduğu Menas Şirketi’nin hayali ihracatı ve şirketin TIR’ında kilolarca eroin ele geçirilmesi vs.) AKP’yi yolsuzluklarla anılan bir parti haline getirdi. Başbakan’ın olaylara el koyup soruşturma açtıracağı yerde, bu haberleri yazan gazetelere kızması sorunu çözecek, yolsuzlukları bitirecek mi?

3) AKP, laik cumhuriyet karşıtı eylemlerin odağı bir parti olarak yüksek yargı kararıyla tarihe geçti. Hortumcuları koruyup kollayarak bu yönde de tarihe geçmek mi istiyor?

4) Daha birkaç yıl önce Başbakan çocuklarını yurtdışında okutacak para bulamadığı için, yakın bir dostunun sağladığı yardımla onları Amerika’ya yollayabilmişti. Aynı çocuklar birkaç yıl içinde milyon dolarlık gemiciğe, villacığa nasıl sahip olabildi?

5)
Başbakan’ın damadının genel müdür olduğu şirkete kamu bankaları tarafından 700 milyon dolar kredi açılması, Başbakan’ın "Bizim Çalık" dediği işadamına rafineri ruhsatı verilmesi normal bir işlem midir?

* * *

Vatandaşların önemli bir bölümü enayi yerine konulmaktan bıktı. Peş peşe patlayan yolsuzluk skandalları, AKP’yi kararttı. "Halkımız balık hafızalıdır, çabuk unutur" diye sahtecilerin üzerine gidilmeyecek, yolsuzlukların üzeri örtülecek mi?

Atatürk "Türk milleti zekidir", Aziz Nesin ise "Türklerin yüzde 60’ı aptaldır" demişti... Birbirine zıt iki ifade... Hangisinin haklı olduğunu ileride hep beraber göreceğiz!

Bize göre; Türk halkı saftır, inançlıdır, kolay aldatılır ama sanıldığı kadar aptal değildir. Üstelik yolsuzluklara karşı duyarlı bir toplumdur.

İnsanların akıllanma yeteneği varsa yaşanan olaylardan ders alır. Bakalım alınacak mı?
Yazının Devamını Oku

Hadi yine iyiyiz, iyiyiz!

28 Eylül 2008
BAŞBAKAN, "Başarılıyız, çünkü dersimizi iyi çalışıyoruz" diyor ve Türkiye’nin dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olmasıyla övünüyor... İyi de, Türkiye zaten ilk 20 arasındaydı. Dünya sıralamasında Çin en büyük 4’üncü ekonomi, Hindistan en büyük 12’nci ekonomidir, ama ikisi de Türkiye gibi fakir ülkeler arasında yer alır. Çünkü...

Ülkelerin refahı için önemli olan büyüklük değil, zenginliktir. Zenginlik de kişi başına düşen milli gelirle ölçülür. Türkiye milli gelirde Avrupa’nın çok gerisindedir, dünya sıralamasında ise 55’incidir.

Başbakan bir süre önce, "Ekonomimiz kötü olsa bu kadar otomobil üretip satabilir miydik?"
demişti. Demek ki iyiymişiz, ama biz farkında değilmişiz! Öyle mi? Kişi başına milli gelirimiz 27 Avrupa Birliği ülkesinin ortalamasının yarısı kadar. Bu mu iyilik?

Borç içinde yüzüyormuşuz; emeklimiz, işçimiz, çiftçimiz kan ağlıyormuş, ne gam!

Avrupa Birliği’nin, Kuzey ve Güney Amerika ülkelerinin, Uzakdoğu’daki tüm devletlerin bizden kat kat daha gelişmiş olduklarına bakıp fazla üzülmeyelim.

Dünyaya şöyle bir göz atarsak, bizim seviyemizde, bizimle eşit olan ülkelerden çok daha kötü durumda 49 ülke olduğunu görürüz. Bunların hepsi geri kalmış Afrika, bir kısım Asya ve Pasifik ülkeleri ama bunu kafanıza takmayın.

Birleşmiş Milletler’in açıkladığı dünyanın en yoksul 49 ülkesi arasında çok şükür ki Türkiye yok! Dedik ya... Beterin beteri vardır.

* * *

Aşağıda sıralayacağımız ülkelerden daha iyi olmamız bize gurur mu vermeli, bilemiyorum. Gerçi adını sanını bile duymadığımız ya da pek azını tanıdığımız ülkeler bunlar ama olsun... Bakınız, kimler bizim ayarımızdaki ülkelerden daha yoksul durumda?

AFRİKA: Angola, Benin, Burkina Faso, Burundi, Orta Afrika, Çad, Eritre, Etiyopya, Gambiya, Gine, Ginhe-Bissau, Komoros, Kongo, Cibuti, Ekvator Ginesi, Lesoto, Liberya, Madagaskar, Malavi, Moritanya, Mozambik, Nijer, Ruanda, Sao Tome, Principe, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Togo, Uganda, Tanzanya, Zambiya.

ASYA: Doğu Timor, Bangladeş, Afganistan, Nepal, Laos, Kamboçya, vs.

PASİFİK: Kribati, Samoa, Solomon Adaları, Tuvalu, Vanuatu.

KARAYİPLER: Haiti.

Eh, ne diyelim? Onlara bakıp halimize şükredelim!

* * *

Başbakan Erdoğan sık sık "şeref"ten ve "şerefsizlik"ten bahsediyor.

Muhalefet yapanlara "şerefsiz" sözünü yakıştıran Başbakan, kendi partisinden Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli gibi rüşvetçileri, yüzde 100 vergi muafiyeti tanıdıkları Deniz Feneri Derneği gibi kuruluşların dolandırıcılığını hatırlamıyor herhalde...

Onların yaptığı işler "şeref" kelimesiyle ne kadar bağdaşıyor, takdirlerinize bırakıyoruz. Üstelik, Şaban Bey parti yönetiminden istifa etti, ama hálá AKP milletvekili!

Şeref ve haysiyet önemlidir. Din duygularıyla aldatılarak dolandırılan insanlardan toplanan yardım paraların hortumlanması kuşkusuz ki "şerefli bir olay" değildir!

AKP şerefini kurtarmak istiyorsa tüm bu pisliklerin üzerine gitmek zorundadır!

* * *

Bir fıkra... Temel ile Dursun, Deniz Feneri gibi bir derneğe yardım topladıkları geziden otomobille başkente dönüyorlarmış...

Dursun, "Galiba Ankara’ya geldik" demiş. Temel sormuş:

"Nasıl anladın?"

"İnsanları eziyoruz da..."

"Peki, niye dikkat etmiyorsun?"

"Arabayı sen kullanıyorsun da!"
Yazının Devamını Oku

Şeref nasıl kazanılır?

25 Eylül 2008
ÜLKEMİZDEKİ seçmenlerin yarısı AKP’yi destekliyor olabilir. İnsanlarımızın önemli bir bölümü Başbakan Erdoğan’ı sevebilir. Onun Kasımpaşalı tavrı, pervasız davranışları, frensiz konuşmaları bir hayranlar grubu yaratabilir.

"İçtiğimiz ayran, herkes ona hayran!" diyebilirler.

AKP de ülkeyi çok iyi yönetiyor, Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesine yükseltiyor da olabilir. Fakaaat... Bütün bunlar, birtakım yandaşların rüşvet almasını, yolsuzluğu, hırsızlığı meşru hale getirebilir mi?

Ortaya, büyük dolandırıcılık olayı çıkınca, sorumlulardan hesap sorulması gerekmez mi?

"Yav, bunlar partimizin adını kullanarak neler yapmış? Bu işi bir inceleyelim. Gerçekten namussuzluk yapan varsa o sahtekárların yakasına yapışalım" denilmez mi?

Tüm bunlara göz yumulabilir mi? Ergenekon soruşturmasına gösterilen hassasiyetin onda biri bu dolandırıcılığa gösterilmez mi?

* * *

İktidar yandaşı medya hırsızları değil, hırsızlığı ortaya çıkaranları suçlar bir havada...

Peki, AKP’ye "Bunlar dindar" diye oy veren mütedeyyin vatandaşlar, "Ne oluyor? Biz dindarız, yolsuzlukları önleyeceğiz, soyguncuların hortumlarını keseceğiz, yolsuzluklara damardan gireceğiz, diye geldiniz, iyi de, bu kepazelik de ne oluyor" diye sormaz mı?

Millet, afyon yutmuş gibi bu kadar uyuştu mu? Olay üç-beş kişinin dindar vatandaşları soymasından ibaret olsaydı, bu kadar üzerinde durulmazdı...

Alman yargıç Müller’in, sahtekárların isimlerini de vererek, "Çetenin elebaşıları Türkiye’de... Talimatlar Türkiye’den geliyordu" diye yaptığı açıklama, iktidar partisinde hiçbir ilgi uyandırmadı mı? İnsan merak edip adı geçen kişilerden hesap sormaz mı?

Yoksulun parasını çaldılar. Gurbetçilerin alın teriyle kazandığı paraları, onların din duygularını istismar ederek ceplerine indirdiler.

Almanya’da başlayan soygunun, Türkiye cephesinde de devam ettiği bildirildi. Hayırseverlerin, dini duygularla kandırılıp yolunması, iktidar partisini neden fazla etkilemedi?

AKP’de birkaç cılız sesin dışında tık yok! Ne bir ses, ne bir nefes!

İnsanların yardım duygularını zedelediler...

İşlenen bu büyük günahın hesabını veren olmayacak mı?

* * *

Türk Kalp Vakfı Başkanı Çetin Yıldırımakın, "Deniz Feneri Derneği’nin yolsuzluğu bütün yardım kuruluşlarını etkiledi. Bu arada Türk Kalp Vakfı olarak biz de zarara uğradık. Yardımlar azaldı. Çünkü hayırsever insanlar kırılmış durumda... Bu durum yoksullara darbe oldu. Deniz Feneri soygunu bence günahların en büyüğüdür" diyor. Haksız mı?

Hayırseverler, artık her şeye kuşkuyla bakıyor. Olayın yarattığı tahribat çok büyük. Peki, yardımlar böyle azalmaya devam ederse ne olur? Türk Kalp Vakfı gibi halka hizmet eden sağlık kuruluşları daha az hizmet eder hale gelir. Daha az hasta tedavi edilir. Eğitim kurumlarında daha az çocuk öğrenim görür. Daha az aileye yardım yapılır. Sıkıntılar iyice artar. Toplanan yardım paraları yoksula gitmeyip birtakım ahlaksızlar tarafından cebe indirilirse sonuç böyle olur.

İktidarın yüzde 100 vergi muafiyeti tanıyarak kolladığı Deniz Feneri Derneği’nin ülkeye yaptığı kötülük, kelimelerle ifade edilemez.

Bu günahın altından nasıl kalkacaklar, bilemem!

AKP şerefini kurtarmak istiyorsa, tüm bu pisliklerin üzerine gidip temizlemek zorundadır.

Şeref ve haysiyetine düşkün olanlar bunu yaparlar!
Yazının Devamını Oku

Aydın Doğan ve Kemal Baytaş...

18 Eylül 2008
BAŞBAKAN Erdoğan, Doğan Grubu yazarlarını "Emirle yazı yazan silahşorlar" olarak niteliyor. AKP şakşakçısı yandaşlar da bu tür saldırılara devam ediyorlar. Fakat bunların hiçbirisi, Başbakan’ın "Ceyhan’da rafineri için bizim Çalık’a söz verdik. İşin içinde Berlusconi ile Putin de var" sözlerini açıklayamıyor. Başbakan’ın "Bizim Çalık" dediği, damadının genel müdür olduğu Sabah Grubu şirketlerinin patronu Ahmet Çalık! Eee, "Bizim Çalık"ı düşünmesi lazım tabii!

Başbakan da bu konuda suspus! Çünkü "Bizim Çalık" sözü bir başbakan için gafların daniskası! Neyse... Konumuz bu değil...

Diyelim ki biz taraflı yazıyoruz. Peki, bu tatsız kavgaya tarafsız medya ne diyor?

Bugün, TÜTAV (Türk Tanıtma Vakfı) Başkanı Kemal Baytaş’ın, hiçbir holdinge bağlı olmayan, bağımsız Sözcü Gazetesi’nde yayımlanan köşe yazısından alıntı yapacağım.

Kemal Baytaş’ın Doğan Grubu ile hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen tarafsız, objektif, yurtsever bir kişidir. Onun "Aydın Doğan" başlıklı köşe yazısını özetle naklediyorum:

* * *

"Önceleri (Yimpaş) çoğu kez AKP milletvekilleri eşliğinde Almanya’da cami cami dolaşıp "Faiz haramdır" fetvasıyla toplanan milyarlarca Euro hortumlanıyor.

Başbakan’dan medet uman hortumzedeler "Bana mı sordunuz?" diye azarlanıyor.

Bu kez soygunun daha inandırıcı olması için Deniz Feneri Derneği’ni kuruyorlar. Yine din kisvesi altında, fakir-fukaraya yardım diye topladıkları 41 milyon Euro’yu hem kendilerine, hem AKP destekçisi Kanal 7’ye pompaladıklarını Alman savcısı belirliyor.

Deniz Feneri’ni daha muteber olsun diye (Danıştay’ca reddedilmesine karşın) hükümet kararıyla kamu yararına çalışan dernek yapıyorlar. "İyi götürdüğü için" de üstün hizmet madalyası veriyorlar. Bununla yetinilmiyor. Derneğin kuryesi olduğu iddia edilen RTÜK Başkanı’yla ilgili herhangi bir soruşturmayı Başbakan’ın iznine bağlayan bir yasa daha çıkartıyorlar. Ama tüm bunlar Alman yargısını engellemiyor.

Başbakan bu olayı haber yapan Doğan Medya Grubu’nun patronu Aydın Doğan’ı (hem sindirmek hem de dikkatleri saptırmak için) hedef alıyor. Aydın Doğan’ın resmi mercilere başvurup iş ve sorunlarıyla ilgili yasal taleplerde bulunmasını büyük bir suç olarak niteliyor!"

* * *

"Aydın Doğan Türkiye’de önde gelen bir medya imparatorudur. Uluslararası teknoloji ve standartlarda tesis ve kurumlarıyla dünyadaki dev kuruluşlarla boy ölçüşür hale geliyor. 20 bin insan çalıştırıyor, sık sık vergi rekortmeni oluyor.

Devlet bankalarından milyonlarca dolarlar, rafineriler, ihaleler, damadının şirketi ’Bizim Çalık’a peşkeş çekiliyor. Kimse ’Bu ülke babanızın çiftliği midir?’ diyemiyor. Ama etik suçlusu Aydın Doğan oluyor. Türkiye genelinde AKP’li belediyelerdeki imar değişikliğiyle yapılan vurgunların 30 milyar doları aştığı belirleniyor.

Demek ki tüm bunlar, Aydın Doğan’ın belediyedeki işini yaptırmak için (Şaban Dişli örneği) bir milyon dolar rüşvet vermediği için başına geliyor. Başbakan’ın sıkışınca Baykal’a ve Aydın Doğan’a karşı yargıda iftira olduğu saptanmış konuları temcit pilavı gibi kullanması gülünç oluyor.

Bunları gaflet uykusundan ancak medya uyandırabilir. Hilton’muş, miltonmuş bunlar teferruatın daniskasıdır. Ejder karşısında sivrisinekle uğraşmaktır. Bu nedenle (dinci medya bir yana) tüm diğer medya gruplarının aynı safta yer alıp (fille hortumlayıp deve yüküyle götürenlere karşı) 5 kiloluk erzak paketine fit olan Türk halkını bu narkozdan kurtarmaları gerekiyor. Kurtuluşun tek çaresi budur."
Yazının Devamını Oku