Rahmi Turan

Bir kahramana saldırı!

16 Nisan 2009
ERGENEKON soruşturmasında gözaltına alınanların hemen hepsi Atatürkçü, laik cumhuriyet ve demokrasi yanlısı... İçlerinde tanıdıklarımızın hepsinin, yaşamlarını bu ülkeye adamış kişiler olduğunu biliyoruz.

Doğal olarak akla "Yargılanan Atatürk mü?" sorusu geliyor.

Hayatı boyunca çağdaşlık için mücadele eden, kız çocuklarının okuması için bir iyilik meleği gibi çırpınan, "Ne darbe, ne şeriat" diyerek darbecilere de, gericilere de karşı çıkan Atatürkçü Prof. Dr. Türkán Saylan 5 yıldır kanser tedavisi görüyor. Bu hasta insanın evinde 7 saat boyunca Ergenekon Örgütü’nün gizli belgeleri aranıyor!

Prof. Dr. Mehmet Haberal dünya çapında önemli bir bilim adamı... Böbrek ve karaciğer nakli olacak hastalar, Haberal’ın kendilerini ameliyat etmesini umutla beklerken, onun gözaltına alındığını duyup yıkılıyorlar! Ya öteki profesörler? Erol Manisalı ve diğerleri... Hepsi de saygın bilim adamları... Bunlar darbeci olabilir mi?

* * *

Ne müthiş bir yapılanmaymış şu Ergenekon? Sekiz kollu ahtapot gibi her yana uzanırken bir kolunu da Kıbrıs’a uzatmış!

Kuzey Kıbrıs’ta bu pazar günü seçim var. Başbakan Ferdi Sabit Soyer’in, seçim arifesinde eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve eski Başbakan Derviş Eroğlu hakkında "Ergenekon Soruşturması" açılmasını istemesi dürüst bir davranış mı?

Rakipleri hakkında Ergenekon soruşturması isteyen Ferdi Sabit Bey’in yanlışı var.

Ergenekon iddianamesindeki 22 sayfalık belgede Rauf Denktaş suçlanmıyor, mağdur olarak gösteriliyor.

Yapılan anketler Ferdi Sabit’in seçimi kaybedeceğini gösteriyor ya...

O zaman ne yapıyor beyefendi? Çamur savaşı başlatıyor, seçimi kazanacağı anlaşılan muhalefet lideri Derviş Eroğlu ve onu destekleyen Rauf Denktaş için savcılığa suç duyurusunda bulunuyor ve şöyle diyor:

"Ergenekon kuşkusu orta yere çıktıktan sonra benim susmam cinayetin ta kendisiydi. Belgede yazılanları okuyunca tüylerim diken diken oldu, irkildim!"

Onu irkilten aslında, altındaki koltuğun kayıp gitmesi!

* * *

Rauf Denktaş kim?

Kıbrıs’ın kanla yazılan tarihinde ulusal bir kahraman... Hayatını Kıbrıs Türklüğü’nün özgürlüğüne adamış, bu uğurda kelle koltukta savaşmış bir mücahit...

Biz onun, Kıbrıs Türkleri için savaşırken yaptığı kahramanlıkları, 1967 yılında Rumlara esir düştüğünü, kurtulduktan sonra mücadeleye devam ettiğini biliriz.

Kıbrıs Türkleri bugüne gelmişse, Denktaş’ın sayesindedir.

"Volkan" ve "Ağrı" gibi milis örgütlerini tek çatı altında toplayıp, saldırgan Rumlara karşı "Türk Mukavemet Teşkilatı"nı kuran Denktaş’tır.

Ona reva görülen davranış, hem vefasızlık hem ayıp hem de ihanettir!

* * *

Rauf Denktaş, Ergenekon iddianamesine konulan belgeyi dağıtarak "Okuyun, bunun hiçbir hukuki değeri olmadığını göreceksiniz" diyor ve ekliyor:

"Ergenekon’u Kıbrıs’a da yaymak için muhaliflerimiz büyük çaba sarf ediyor. Türkiye’de malum medya, iddialar yalan olmasına rağmen, bize insafsızca saldırıyor. Bu iddianameye göre aslında ben suçlu değil, mağdurum. Seçime kısa bir süre kala adımı bir suçluymuş gibi kullanmaları manidardır ama ters teper. Türkiye’deki İslamcı basına da sesleniyorum. Kuran’ı açıp okusunlar. İftira en büyük günahlardandır!"
Yazının Devamını Oku

’Türkler, Obama’sız da başarır’

13 Nisan 2009
KÜTAHYA ’daki TÜTAV Termal Otel’de geçirdiği hafta sonu tatilinden sonra Ankara’ya dönerken rastladığım Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng ve Çin Büyükelçiliği Daire Başkanı Cui Wei ile bir öğle yemeği süresince sohbet ettim. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, Kütahya AKP’nin yüzde 62 oyla kazandığı, çok muhafazakár bir il. Lokantalarının büyük bir bölümünde içki servisi yapılmıyor.

Her neyse... Çin Büyükelçisi’nin yemek sırasında içmeyi arzu ettiği kırmızı şarabı lokanta sahibi anlayış göstererek buldurdu, şişeyi beyaz bir örtü ile kamufle ettirerek servis yaptırdı da, Çin’in Türkiye’deki en yüksek temsilcisine karşı mahcup olmaktan kurtulduk.

* * *

Çin Büyükelçisi’ne sordum:

"Obama’nın Türkiye’yi ziyareti hakkında ne düşünüyorsunuz?"

Büyükelçi "Ülkeniz için elbette ki çok faydalı oldu" dedi ve ekledi:

"Ancak, her ülke önce kendi gücüne inanmalı, kendi ayakları üzerinde durmalıdır. Obama’nın ’Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne alın’ demesiyle sizi birliğe almazlar, güçlü olursanız alırlar. Güçlü bir Türkiye’yi Avrupa bağrına basmak zorundadır."

* * *

Türk-Çin Dostluk Derneği Başkanı Kemal Baytaş söze karıştı ve şöyle dedi:

"Obama’nın Türkiye’ye yaptığı ziyaret önemlidir ama bunu kendi ülkesinin çıkarları için yaptı. Bu arada öyle mesajlar verdi ki, bunları yalayıp yutmak kolay değil. Mesela 1915’teki acı olaylardan bahsetti, tarihinizle yüzleşin, dedi. Ermenistan sınırını açmamızı istedi. Oysa Ermeniler sınırımızı tanımıyor, yıllardır tüm dünyada, Türkiye’ye yapmadıkları kötülüğü bırakmıyor. 1991’de Azerbaycan’a ait toprakları işgal edip 30 bin Azeri Türkü’nü katlettiler, bir milyon Azeri’yi aç ve perişan göç ettirdiler. Obama ’1915 olaylarıyla yüzleşin, sınır kapılarını açarak jest yapın’ diyor ama Ermenilere ’Siz de 1991 yılında kanlı ve haksız bir şekilde işgal ettiğiniz Azerbaycan topraklarını terk edin’ demiyor. Bunu hatırlatan babayiğit bir Kasımpaşalı’ya da tanık olunmuyor."

* * *

Çin Büyükelçisi’ne sordum:

"Türkiye ile Çin arasında herhangi bir sorun var mı?"

"Hayır!"
dedi, "Türkiye-Çin ilişkileri mükemmel. Hiçbir sorun yok!"

Kemal Baytaş tekrar söze karıştı:

"Hayır, var! Ekonomide sorunlar var. Çin bize yılda 1 milyar dolarlık mal satıyor, bizden ise sadece 100 milyon dolarlık mal alıyor. Türk-Çin ticareti, 10 misli aleyhimize!"

Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng:

"Evet" dedi, "ticaret dengesi aleyhinize ama bu bizim suçumuz değil. Sizin işadamlarınız Çin’e gelip bizden mal alıyorlar ama satmak için mal getirmiyorlar!"

* * *

"Dünyadaki ekonomik kriz ne zaman biter Sayın Büyükelçi?" diye sordum. Şöyle dedi:

"Bilmem... Buna doğru cevap verecek kişiye Nobel Ekonomi Ödülü vermek gerekir. Krizin merkezi Amerika... Orada krizin derinliğinin ne kadar olduğunu kimse bilmiyor. Kim ne söylerse söylesin, boş konuşmuş olur!"

* * *

Ankara’ya dönmeden önce Kütahya’nın ünlü seramik fabrikası Güral Porselen’i gezip, firmanın sahibi İsmet Güral ve oğlu Ali Güral’dan ayrıntılı bilgi alan Büyükelçi Gong’un bir dost olarak Türkiye’ye verdiği mesaj şu oldu:

"Güçlü olun, ulusal birliğinizi kaybetmeyin, kendinize güvenin. Siz güçlü olursanız, dünya önünüzde eğilir. Benim tanıdığım Türkler, Obama’sız da başarırlar!"
Yazının Devamını Oku

Çin Büyükelçisi ve biz!

12 Nisan 2009
BİR rastlantı sonucu Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng’e Kütahya’da rastladım. TÜTAV Termal Otel’e, hem hafta sonu tatili, hem kaplıca sularından yararlanmak için gelmişti. Kütahya muhafazakár bir şehir! Seçim sonuçları da bunu gösteriyor: AKP yüzde 62, MHP yüzde 14, CHP ise yüzde 8 oy aldı.

Kütahyalılar, Evliya Çelebi’nin hemşerisi olmakla övünüyor. Aslında Evliya Çelebi 1611’de İstanbul’da doğmuş, 72 yıl yaşamıştır. Ailesi Kütahya kökenlidir. Evliya Çelebi, büyük bir Türk gezgini ve seyahat yazarıdır. Onu Kütahyalı saysak bile Kütahya’da yüzyıllardır iz bırakan başka biri yetişmemiş demektir.

* * *

Hafta sonunda ben de kaplıcalar için Kütahya’ya gitmiştim. TÜTAV Termal Otel, sağlık ve kaplıca tedavileri konusunda önemli bir kuruluş. Termal suyun yeraltından çıkış sıcaklığı 42 derece. Dolaşımda suyun ısısı 38 dereceye iniyor. Tesisteki doktor ve sağlık görevlilerinin ifadesine göre:

Termal sular radyoaktivite içeriyor. Özellikle romatizmaya bağlı tüm rahatsızlıkların tedavisinde kullanılıyor. Ayrıca gut, lumbago, Behçet hastalığı ve kırık çıkıkların tedavisinde de iyi sonuçlar alınıyor.

1233 yılından bu yana 800 yıldır şifa dağıttığı belirtilen kaplıca sularının kalsiyum, magnezyum ve sülfat iyonları içerdiği, bunların da beden sağlığında önemli etkileri olduğu belirtiliyor. Termal sular, içerdiği mineraller sayesinde "gençlik suyu" olarak da nitelendiriliyor.

* * *

Dediğim gibi, bir rastlantı sonucu, TÜTAV Termal Otel’deki kısa tatilden sonra Ankara’ya dönmekte olan Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng ile Çin Büyükelçiliği Siyasi Daire Başkanı Cui Wei’ye rastladım. Yanlarında, onları misafir eden Türk-Çin Dostluk Derneği ve TÜTAV Başkanı Kemal Baytaş da vardı.

Çin Büyükelçisi ile Kütahya’da bir öğle yemeği yiyelim ve bu arada Obama’nın ziyareti, ekonomik krizin etkileri ve Türkiye-Çin ilişkileri konusunda sohbet edelim, dedik.

Aman Allah’ım! Çin Büyükelçisi’ne neredeyse rezil oluyorduk!

Büyükelçi, öğle yemeğinde kırmızı şarap içmek istedi. Gittiğimiz lüks lokantadaki garsonlar ezile büzüle "Efendim, içki servisimiz yok!" demezler mi?

Aman bre, yapmayın! Yabancı konuklara mahcup olacağız! Üstelik misafirimiz dev bir ülkenin büyükelçisi... Türkiye’nin koskoca bir ilinde, nasıl olur da içki servisi yapılmaz? Yasak mı bu? Hayır, değil! Fakat dedik ya tutucu bir ilimiz burası. Üstelik mahalle baskısı var!

* * *

Neyse... Lokantanın sahibi anlayış gösterip talimat verdi de sorun çözüldü. Garsonlar koşuştular ve bir şişe kırmızı şarap bulup getirdiler. Servis yaparken de şişeyi beyaz bir örtüyle sarıp gizlemeyi unutmadılar tabii. Böylece, Çin Büyükelçisi’ne karşı mahcup olmaktan kurtulduk.

İkramlarımızı nezaketle kabul eden ve Türk misafirperverliğini öven Büyükelçi, Mercedes marka zırhlı makam aracına binip Ankara’ya doğru yola çıktı. Türkleri çok seven Çin Büyükelçisi, kırmızı şarabın nasıl güçlükle bulunduğunu bilseydi ne derdi acaba? Herhalde halimize acırdı!

Yemek sırasındaki sohbette Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng ile neler konuştuğumuzu, Büyükelçi’nin Türkiye hakkındaki ilginç görüşlerini yarınki yazımda anlatacağım.
Yazının Devamını Oku

Obama ve telekulak!

9 Nisan 2009
İNSANLARIMIZI, kábusa benzeyen bir korku bulutu sarmış durumda...<br><br>"Telekulak" ülkede istediği herkesi dinliyor, özel yaşamı tehdit ediyor. Yasadışı dinlenen telefon görüşmeleri, üst düzey kişilerin internet sitelerinde yayınlanan konuşmaları, özel hayatların sünger gibi delik deşik edilmesi, insanlarımızı her şeyden korkar hale getirdi. Koskoca devlet, "telekulak olayları" karşısında çaresiz!

* * *

Obama, geldi, gördü, övdü, bu arada "1915’teki acı olaylar nedeniyle tarihinizle yüzleşin, Ermenistan sınırını açın!" diye uyardı ve gitti. Bunları yumuşak bir dille ve dostça tavırla söylediği için ağırlığını anlayamayan AKP milletvekilleri Meclis’te onu hararetle alkışlayıp elini sıkma yarışına girdiler!

Ne ise... Konumuz bu değil... Türkiye’yi ziyaret eden Obama’nın telefonları gizlice dinlendi mi, dinlenmedi mi? Bu soruyu, bir İngiliz TV kanalında, Ortadoğu sorunlarıyla ilgili yapılan tartışmada, konuklardan biri sormuş ve demiş ki:

"Her ülkede telefon dinlemeleri yapılır ama Türkler ’telekulak’ olaylarında çok deneyimli... Kendi başbakanlarını, generallerini, yargıyı, herkesi dinliyorlar. Mutlaka Obama’yı da gizlice dinlemişlerdir. Bunu, yakında internette yayınlarlarsa şaşırmamak gerekir!"

Gördünüz mü? Namımız nerelere kadar yayılmış!

* * *

Londra’da yaşayan ve bu olayı bize nakleden meslektaşımız Bora Paran şöyle dedi:

"Yaşanılan telekulak skandalları, Türkiye’yi yabancıların gözünde ’haberleşme özgürlüğü konusunda güvenilmez ülke’ durumuna düşürdü. Bu yüzden, ülkemizi ziyaret eden Obama’nın özel telefon konuşmalarının bile dinlendiğini iddia ediyorlar!"

Türkiye "telekulak ayıbından" mutlaka kurtulmalıdır!

* * *

CHP’li Antalya Belediye Başkanı Prof. Mustafa Akaydın’ı, AKP’li eski Başkan Menderes Türel’e karşı yapılan saygısızlık nedeniyle eleştirmiştim. Akaydın telefonla aradı ve "O törende ses düzenini hazırlayan özel firma ile olan tüm ilişkimizi kestim. Uyarınız için teşekkür ederim" dedi.

Bu arada iki okurum <musduran44@hotmail.com> ve <esin_cakir@yahoo.com> yolladıkları mesajda, seçimle ilgili şöyle bir hesap nakletti:

"Cebinizde 47 lira var diyelim. Bunun 8 lirasını kaybederseniz kaçta kaçını kaybetmiş olursunuz? Yüzde 17’sini... Çünkü 8 lira, 47 liranın yüzde 17’sidir.

Genel seçimde yüzde 47 oy alan AKP, 29 Mart’ta yüzde 39 oy almış ve eski oylarının yüzde 17’sini kaybetmiştir."

Okurlarımız haklıdır, yaptıkları bu hesap doğrudur.

* * *

Artık seçim bitti, geçime bakmak lazım.

AKP, altı yılda ülkeyi borç batağına soktu. Türkiye’nin net dış borcu 2002 yılından 2008 yılı sonuna kadar yüzde 70 oranında artarak 150 milyar 374 milyon dolara çıktı. Özel sektörle birlikte tüm iç ve dış borçlarımızın toplamı ise 500 milyar dolar civarında!

Türkiye İşçi Emeklileri Derneği tarafından yapılan araştırmada, "Türkiye’nin 2009 yılında her dakika 109 bin TL borç faizi ödeyeceği" belirtiliyor.

Borç faizleri için ödenen milyarlarca lira, yeni yatırımları engelliyor ve bunun sonucu işsizlik sorunu büyüyerek içinden çıkılmaz bir bataklık haline geliyor!

"Krizi ucuz atlatıyoruz masalı"na inananlar ya çok saf, ya da aptal!
Yazının Devamını Oku

’Dik duralım, doğru gidelim!’

6 Nisan 2009
DEMEK ki neymiş? Kızıp köpürmekle, bağırıp çağırmakla bir yere varılamıyormuş!<br><br>Başbakan, 6 bakanını kapının önüne koysa ne yazar! Erdoğan, öfkeli seçim stratejisi nedeniyle çok oy kaybettiğini hálá anlamış değil!

AKP’nin başarılı olduğu illerin başında İstanbul geliyor, neden? Kadir Topbaş’ın kavga sevmeyen, sakin, ağırbaşlı yapısının yarattığı bir sempatinin sonucudur bu... Topbaş efendiliğiyle yüzde 44,3 oy alarak kazandı.

* * *

Beşiktaş’ın CHP’li Belediye Başkanı İsmail Ünal’ı iyi tanırım. Onun bir rekor kırdığını kimse bilmiyor. Çünkü gazeteler yazmadı, yazanlar da yanlış yazdı.

İsmail Ünal yüzde 68,8 oy alarak bu seçimde İstanbul rekoru kırdı. Bu oran ayrıca CHP tarihinde bir adayın İstanbul’da aldığı en yüksek oy idi. İsmail Ünal, başarıyı şöyle açıkladı:

"CHP’nin Beşiktaş Belediye Meclisi’ndeki oyu yüzde 69,2... Bu da bir rekor... Arkadaşlarımla birlikte çok iyi çalıştık, hiç ayrım yapmadan herkese sıcak bir sevgiyle yaklaştık. İnsanlarımız, kimin samimi olduğunu, kimin olmadığını hemen anlıyor."

* * *

Bir başka başarılı belediye başkanı da DSP’li Mustafa Sarıgül... Şişli’de yüzde 54,6 oy alarak üçüncü defa başkan seçildi. Sarıgül her kesimdeki seçmenle diyalog kurarak halkla bütünleşen bir başkan...

Bu arada, Eşkişehir’de iktidarı tek başına yenen DSP’li Yılmaz Büyükerşen’i, Ordu’da aynı başarıyı kazanan DSP’li Seyit Torun’u, Şanlıurfa’da bağımsız Eşref Fakıbaba’yı kutluyorum.

Rektörlüğü Köşk’ten veto edildikten sonra CHP’den aday olup Antalya’da AKP’ye seçimin en büyük şokunu yaşatan Prof. Mustafa Akaydın’ı da kutlamak istiyorum. Fakat Akaydın’ın, AKP’li eski başkan Menderes Türel’in arkasından teneke çalınmasına seyirci kalmasını da çok ayıplıyorum. Yeni Başkan’a centilmenlik yakışırdı, görgüsüzlük değil!

* * *

Bodrum’da başkan seçilen DP adayı Mehmet Kocadon bir Bodrum çocuğu... Aday olduğu vakit, "Partisi DP zayıf, CHP karşısında kazanma şansı yok" demişlerdi. Kocadon, seçmene sevgi dolu yaklaşımıyla partisinin 700 olan oyunu 7000’e yükseltip CHP’yi tek başına yendi.

Seçimden önce bu sütunda, 11 belediyenin bulunduğu Bodrum Yarımadası’nda 3 ayrı partinin 3 adayından söz etmiş ve "Kazanacaklar" demiştim.

1) DP’li Mehmet Kocadon - Bordum merkez (kazandı)

2) MHP’li İbrahim Bilgi - Gündoğan (kazandı)

3) CHP’li Mustafa Saruhan - Yalıkavak (kazandı)... Üçünü de kutluyorum.

* * *

Sivas halkı, hemşerileri olan BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’na büyük vefa gösterdi.

Seçim gezisinde helikopter kazası sonucu hayatını kaybeden Yazıcıoğlu’nun aday gösterdiği Doğan Ürgüp, yüzde 50,8 oyla Sivas Belediye Başkanı oldu.

1996’da Susurluk’taki trafik kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın en yakın arkadaşı olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ölümünden bir hafta önce, Karaman’da yaptığı "Ölüm" konuşması çok ilginçti. Şöyle demişti:

"Şimdi yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Yani ruh bir saniyeliktir. Püf dedi mi gitti! Bunun da nerede geleceği, nasıl yakalayacağı belli değil. Bir saniyesine bile hákim olamadığınız bir hayat için, bu kadar FIRILDAK olmanın bir anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz, dik duracağız, doğru gideceğiz."

Muhsin Yazıcıoğlu’na ölümü sanki malum olmuştu. Allah’tan rahmet diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Lafla değirmen mi döner?

5 Nisan 2009
SEÇİM sonuçları gösterdi ki, vatandaş kavga-dövüş değil, huzur, sükûn, aş ve iş istiyor. Başbakan artık "benden-senden" ayrımı yapmamalı. "Ananı al git" dememeli, bakanlarını "kapıya koymakla" tehdit etmemeli! Öfkeli, hırslı ve kavgacı yapısı ılımlı davranmaya pek uygun değil ama kendini mutlaka değiştirmeli. Aksi halde siyaset meydanında daha ağır kayıplara uğrayacağı kesindir!

Huzur ve sükûn arayan halkımızın çoğu "dinde zorlama ve dayatmacılık" istemiyor. En önemlisi, mutfağında tencerenin kaynamasını, çoluk çocuğunun doymasını istiyor.

"Biz aday diye boş ceketi koysak seçtiririz" tavrının faturası ağır oldu. Vatandaş fazla böbürlenmeleri, "Şu ili, bu ili istiyorum" şeklindeki bencil dayatmaları sevmiyor.

Adalet Bakanı’nın tehdit ettiği Antalya ile Başbakan’ın açıkça gözdağı verdiği Çanakkale halkının, demokratik tepkisini göstererek AKP’yi silmesi iyi değerlendirilmelidir.

* * *

Ekonomide yüzde 6.2 gibi müthiş küçülmeye rağmen, yerel seçimlerde, krizin etkisinin az olduğu görüşündeyim.

Eğer böyle olmasaydı, krizin yerle bir ettiği kentlerde AKP’nin kaybetmesi gerekirdi.

Oysa işsizliğin korkunç boyutlara ulaştığı şehirlerde AKP açık farkla kazandı.

Krizden en çok etkilenen illerin başında Gaziantep geliyordu. Fabrikalar kapanmış, binlerce kişi işsiz kalmıştı. Gaziantep’ten televizyonlara yansıyan görüntüler, hep işsizlik, açlık, gözyaşı ve kederdi. Kahramanmaraş da aynı durumdaydı. Ne oldu? AKP bu iki ilde de kolayca kazandı.

Ya Bursa? Sanayimizin önde gelen kentlerinden olan, kriz nedeniyle tekstil fabrikaları kapanan, çok sayıda insanı işsizliğe mahkûm edilen Bursa’da da AKP kolayca kazandı. Denizli, Kocaeli, Sakarya’da da öyle... Demek ki kriz, AKP’nin düşüşünde birinci sebep değil!

* * *

AKP, 2001 ekonomik krizi sonucu doğmuş, gelişmiş ve iktidara gelmişti.

Bu seçimde krizin etkisi az oldu fakat krizle gelen bu parti iki buçuk yıl sonra krizle gidebilir.

Birçok ekonomist ve işadamı, küresel krizin 2011 yılına kadar süreceği görüşünde... Aynı tarihte Türkiye’de genel seçim var.

Eğer kriz devam ederse, vatandaş bunun ağırlığını her geçen gün biraz daha hissedecek. 2011 yılına geldiğimizde insanların dayanma güçleri bitmiş olacak.

İşte AKP için asıl tehlike o zaman başlıyor. Kim bilir, belki 2011’e de kalmaz, bir "erken genel seçim" gündeme gelebilir. Bu, iktidar partisi için "cankurtaran simidi" olabilir!

"Tek adam" yönetimi ve ülkenin mutlak sahibi olmak hevesiyle birlikte devam eden ekonomik kriz AKP’yi vaktinden önce bitirirse hiç şaşırmamak gerekir.

Nasıl ki, selle gelen selle giderse, krizle gelen de krizle gider!

* * *

Eskiden, bir gazeteci büyüğümüz "Bu ülke çok konuşmaktan battı" derdi.

Konuşmak... Konuşmak... Hep konuşmak!

Politikacılarımızla, işadamlarımızla, gazetecilerimizle, hep konuşup duruyoruz... Bir sonuca varmadıktan sonra konuşmak neye yarar ki?

Ne demiş Hammamizade İhsan?

"Hani meydanda eser,

Lafla değirmen mi döner?"

(Seçim sonuçları konusuna yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Kimse şah değil padişah değil

2 Nisan 2009
SEÇMEN, Başbakan Erdoğan’a "padişah" olmadığını acı bir şekilde hatırlattı.<br><br>Oylardaki erime o kadar net ki, iktidar yalakalarının "AKP yine birinci parti" diye övünmelerine "züğürt tesellisi" denir. Başbakan Erdoğan’ın "Kültürümüzde var" diyerek gururla dağıttığı "sadaka", oy kaybını önleyemedi!

Her yokuşun, her çıkışın bir inişi vardır. Artık AKP için zirveden iniş başladı.

İmparatorluklar da kurulur, büyür, gelişir, inişe geçer ve çöker!

Sandıktan çıkan sonuç Türkiye için çok hayırlıdır. Seçmen, daha önce verdiği emanet oyların bir kısmını geri aldı. Bu "Türkiye’nin tapusunu size vermedik" demektir.

"Ben bu ülkeyi dilediğim gibi yönetirim" düşüncesinde olan Başbakan, dileriz seçmenin yaptığı uyarıyı doğru anlamıştır.

Vatandaş "Kimse şah değil, padişah değil" diyor, ülkede, diktatörlük, şahlık ve padişahlık istemiyor!

* * *

Başbakan Erdoğan, seçim sonuçlarını yorumlarken sakin ve ılımlı göründü, "Tabii ki mesajı aldık. Bundan sonraki süreçte dersimizi farklı çalışacağız" dedi. İyi bir yaklaşım. Bu sözlerden, hırçın, öfkeli, kavgacı tutumunu bırakıp, insanlarımızı bir sevgi ve dostluk iklimine götüreceği anlamını çıkarıyoruz.

Dileriz bu ılımlı tavrını değiştirmez, ülkedeki kavga ortamı, gerginlik ve bölünmüşlük azalır!

Erdoğan seçimden önce hedefinin yüzde 47’nin üstü olduğunu ilan etmişti... Eğer böyle olup, oylar yüzde 50’yi bulsaydı artık onu kimse tutamaz, kendini ülkenin sahibi zanneder, gerginlik ve kavga ortamı iyice büyürdü.

Neyse ki, AKP’nin oyları yüzde 8 puan düştü de Türkiye rahatladı. Ülkemiz için hayırlı olan bu sonuç, Erdoğan’ın "Putin" olmadığını ve olmayacağını gösterdi.

2008’in son çeyreğinde ekonomi yüzde 6.2 küçüldü. Bu müthiş sonuç, krizin teğet geçmediğini gösteriyor. Çok kişi, AKP’nin oylarının düşmesini ekonomik krize bağlıyor.

Kriz de sonucu mutlaka etkilemiştir ama bence gerçek sebep "Ekonomik kriz değil, çağdaşlık kaygısı"dır. AKP döneminde din o kadar istismar edildi ki, insanlarımızın önemli bölümü, muhtemel bir şeriat düzeninden ürkerek "Türkiye nereye gidiyor?" endişesine kapıldı.

"Çağdaşlıktan uzaklaşıyoruz kaygısı" ağır basınca, bu duygu sandığa oy olarak yansıdı.

Bu ülkede çoğunluk, "Batı’nın çağdaş uygarlığına" yönelmek istiyor. AKP ise Türkiye’yi "Din eksenli tutucu bir Ortadoğu ülkesi" yapmak eğiliminde...

Millet, her gün yeni bir gerginlik yaratan Başbakan Erdoğan’dan kavga değil, sorunlara çözüm istiyor. Sonuçlar, umarız Başbakan’ı dayatmacı tutumundan vazgeçirir!

* * *

Siyasette kural böyledir. Bir parti kırılma noktasına gelip de freni kopunca, çöküşün hızlanmasını önlemek zordur.

İşte AKP böyle bir sürece girdi.

İktidarların görevi, ekonomimizi iyi yönetmek, insanlara aş ve iş sağlamaktır. İnsanların işi ve aşı olmadığı zaman ekonomi yerlerde sürünüyor demektir.

Dağıtılan yardım paketleri, buzdolabı ve çamaşır makineleri, açlığa çare değildir.

Tunceli halkı AKP’nin dağıttığı beyaz eşya, yatak, koltuk ve kanepeleri aldı ama oyunu gidip DTP’ye verdi. Neden? Vatandaş sadaka değil, iş istiyorlar da ondan!

(Seçim sonuçları konusuna pazar günü devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Yüce Divan dosyası!

30 Mart 2009
ADI gibi savaşçı... Hukuk ve demokrasi için savaşıyor! Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, peş peşe kitaplar yazarak hukuksuzlukla mücadeleyi sürdürüyor. Savaş’ın bir kitabı daha yayınlandı: "Yüce Divan Dosyası"

Kitapta, bugün ikbal koltuğunda oturanlar için, yarın Yüce Divan’da açılacak bir davaya dayanak oluşturabilecek bilgi ve belgeler açıklanıyor. (Bilgi Yayınevi- 0 312 434 49 98)

Vural Savaş, kitabında neler yazmıyor ki?

Ergenekon Davası’nın Hákim ve Savcılarına hukuk dersleri...

Hizbullah ve Fethullahçıların örgütlenmeleri...

Suç işleyen hukukçular... Satılmış kalemler...

Anayasa’yı ihlal eden Adalet Bakanı...

Cumhuriyetimizin yıkım müteahhitleri...

Yolsuzlukların nasıl yasal hale getirildiği, vs.

Vural Savaş, bir kısım medyaya da yükleniyor ve diyor ki:

"Medyanın önemli bir bölümü, tüm dönekler, İkinci Cumhuriyetçiler, ’Paranın satın alamayacağı hiçbir şey olmadığı’nı kanıtlama yarışına girmişler sanki... Bu sözde demokratlar, tüm hukuksuz uygulamaların yılmaz savunucusu kesildiler. Onlar demokrasiden bahsettikçe yüzlerine tüküresim geliyor. Bir ceza yargılamasına konu olmamak için kendimi zor tutuyorum!"

* * *

Vural Savaş’a göre;

Emperyalizm ve işbirlikçisi gerici ve bölücü güçler, 60 yıldan bu yana Cumhuriyet’in kazanımlarına, Türk Devrimi’ne saldırıyorlar.

Hedefleri Cumhuriyet’i yıkmaktır.

Milli egemenliğimiz, ulusal birliğimiz ve vatanımızın bütünlüğü Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırıları ile karşı karşıyadır.

Türk milletinin bağımsızlığı, devrimi ve Cumhuriyet’i boğulmaktadır.

Başka devletlerin ellerine düşen bir ülke, geleceğine karar veremez, iradesi yabancılara teslim edilmiştir. Artık demokrasi adına söylenen her şey kuyruklu bir yalandır.

Cesaretle söylemek gerek: Türkiye’de bir rejim sorunu vardır, Cumhuriyet yıkım tehdidiyle karşı karşıyadır. Var olan rejim, artık Atatürk önderliğinde, devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değildir.

Sandıklar, seçimler, akıl almaz yönlendirmelerle halkın özgür iradesini fesada uğratan mekanizmalara dönüştürülmüştür. Milletin, Avrupa Birliği ve ABD dayatmalarıyla, Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı, köleleştirildiği bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır: Tam Bağımsızlık!

Bağımsızlık varsa milli irade vardır. Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır.

Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır.

Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de yıkılmak isteniyor.

Gelinen aşamada milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak yaşamsaldır.

Emperyalizmin Türkiye üzerindeki ipoteğini kaldırmak kaçınılmazdır.

Yurttaşlarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır ve biricik demokrasi çaresidir.

Türk ulusu, cumhuriyetini emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı ile kazanmış ve gericiliği ezerek ilerlemişti... Ancak bugün Türkiye, bağımsızlığı ve egemenliği ile birlikte cumhuriyetini de kaybetme noktasına gelmiştir!

Gün, büyük Atatürk’ün "İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır" dediği gündür!
Yazının Devamını Oku