Rahmi Turan

Kayıp giden hayatlar!

29 Haziran 2009
SON dönemin ünlü filmi “Issız Adam” sanki ülkemizin ikinci adı oldu. İktidarın müthiş ekonomik başarıları sonucu “işsiz ve ıssız adamlar ülkesi” haline geldik! Okurlarımızdan Ersoy Öngün, bir vatandaş gözüyle ıssızlığımızı şöyle anlatıyor:

İşsizler ıssızdır. Özellikle cüzdanlar ıssızdır. Para bulmak zordur cüzdanlarımızın içinde.

İşsizlerin duyguları ıssızdır. Kendileriyle baş başadır çoğunlukla... İçlerindeki çığlıkları kendilerinden başkası duyamaz.

İşsizlerin cep telefonları ıssızdır. Sesleri çıkmaz genelde...

Sofraları ıssızdır... Peynir, zeytin, sucuk, salam vesaire olmadığından sofraları ıssız bir çöl gibidir. Tek farkı, çölde esen sıcak rüzgârın yerini sofrada esen soğuk rüzgâr almıştır.

İşsizlerin omuzları ıssızdır. Soğukta genelde ceketle ya da kazakla gezdiklerinden omuzları paltonun ağırlığına alışmamıştır. Onlarda umuttan, gelecek güzel günlerden eser yoktur.

Belki de bunun için yakındır birbirine “ıssız” ve “işsiz” kelimeleri... Hayat bu kadar basittir. Bir nokta farkı kadar basit... Umutlarını kaybedenler hayatlarına son noktayı koymadan bir şeyler yapılmalı... Kayıp giden hayatlara “Van minüt” diyebilmek umuduyla...

BİR SOYADI HİKÂYESİ!

Rahmetli Aziz Nesin, hayatının hikâyesinde soyadını nasıl aldığını şöyle yazıyor:

“1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her yurttaş kendine bir soyadı alacaktı. Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli, aşağılık duyguları ortaya çıktı.

Dünyanın en cimrileri ‘eli açık’, dünyanın en korkakları ‘yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘çalışkan’ gibi soyadları aldılar.
Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine ‘çevikel’ soyadını almıştı. Özellikle Türklüğü karışık olanlar “öztürk” soyadını kapışıyorlardı.

Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime “nesin” soyadını aldım. Herkes ‘nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”

Aziz Nesin bunları kendisi için yazmış ama aslında ülkemizde herkesin biraz kendine gelmesi gerekiyor!

ŞOK GELİŞME!

Ergenekon soruşturmasının devam eden dalgaları nedeniyle yüzlerce, hatta binlerce yazı ve haber yayınlandı. Eleştirenler, destekleyenler, tarafsız kalanlar oldu. Bu konuda daha binlerce yazı yayınlanacağı kesin.

Ermenilerden özür dileme kampanyası için de çok sayıda yayın yapıldı.

İki konuda da, hayali olmakla beraber ilgi çekici bir yazı halen internette dolaşıyor.

“Şok gelişme! Şok haber!” diye verilen ironik yazı şöyle:
“Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Türkiye’ye müracaat ederek, Ergenekon davasına müdahil olmak istediğini belirtmiş ve İstanbul’un Fethi’nin de bu örgütün mensuplarınca gerçekleştirildiğini iddia etmiştir.

Yetkililer Avrupa Birliği mevzuatına göre, İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet’in ölerek sorumluluktan kurtulmuş sayılamayacağını açıklamışlardır.

Öte yandan, kendilerine ‘aydın’ sıfatı vererek Ermenilerden özür dileyen entel-dantel takımı Avrupa Birliği’nin de maddi desteğiyle ‘Fatih Sultan Mehmet adına, Bizanslılar ve vârislerinden özür diliyoruz’ başlıklı bir imza kampanyası başlatmışlardır!”
Yazının Devamını Oku

Fıkralı muhalefet!

28 Haziran 2009
DEMİREL, eski dönemlerde fıkralı muhalefetiyle ünlüydü. Ben, Demirel’in muhalefet liderliği, Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı zamanında ondan dinlediğim hikâyeleri “Baba’dan Fıkralar” adlı kitabımda toplamıştım. Büyük ilgiyle okunmuştu...

Muhalefet lideriyken bir toplantıda gazeteci dostlar Demirel’e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğünü sormuşlardı. Demirel “Bakın size bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşemiz olsun” diyerek şu fıkrayı anlatmıştı:

* * *

Osmanlı döneminde yolsuzluklarıyla ünlü Karakuşî  adında bir kadı (yargıç) varmış.

Bir gün Karakuşî Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek var. Karakuşî Kadı, fırıncıya “Ben bunu aldım” demiş.

Kadıya itiraz edilir mi? Boynunu büken fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.

* * *

Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: “Hani bizim ördek?”

Fırıncı bir kez daha boynunu büküp “Uçtu” deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış. Gayrimüslim de peşinde, onu kovalıyor.

Yazının Devamını Oku

‘Türk’e bir selam ver yiyeceğini düşünme’

25 Haziran 2009
BEN de İstanbul doğumluyum’ diyen bir İngiliz, İstanbul’da geçirdiği bir buçuk ay sonunda izlenimlerini bakınız nasıl anlattı?

“Annem ve babam dışişleri görevlisi olarak Türkiye’de uzun yıllar kalmışlar. Ben İstanbul’da doğmuşum. Birkaç yıl önce ölen annem ve babam evde hep Türkçe konuşurlardı. Ben de onlardan biraz Türkçe öğrendim.

Uzun yıllar sonra, doğduğum kenti görmek için geldim.

Türklerin evine gittiğimizde, bizi tanımasalar bile buyur ettiler, evlerindeki en güzel yeri bize verdiler.

Yemekler enfesti. Yemekten sonra tatlı, meyve, çay, kahve... İkramlar bitmiyordu... Bu özellik, itiraf ederim ki, hiçbir Avrupa ülkesinde yok!

Evlerinde bize oda açtılar, otele gitmemize bile izin vermediler. Böylesine olağanüstü misafirperverlik, sanırım dünyanın başka yerinde görülmez.

Annem ve babam ‘Türk’e bir selam ver, yiyeceğini düşünme’ derdi. Haklıymışlar.

Doğrusu harika insanlarsınız, fakat...”

* * *

Yazının Devamını Oku

Hangi yiğit dokunabilir?

22 Haziran 2009
ABDÜLLÁTİF Şener "Bütün yolsuzluk dosyalarını biliyorum. Hepsi dokunulmazlıkların arkasında" diyor. Şener, geçen dönem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak Tayyip Erdoğan’ın en yakın mesai arkadaşlarından biriydi. AKP’den ayrıldıktan sonra bir süre siyasetten uzak kaldı, akademisyen olarak çalıştı, kafasını dinlendirdi, enerji topladı ve yerel seçimlerden sonra "Türkiye Partisi"ni kurarak yeniden siyasete atıldı.

Alman Die Welt Gazetesi’ne konuşan Abdüllátif Şener, AKP’nin yolsuzluklarla anılan bir parti haline geldiğini belirterek:

"Meclis’teki tüm dosyaları biliyorum. Ama hepsi dokunulmazlıkların arkasında... Milletvekillerine karşı 300 dosya var. Bunlardan 260’ı AKP ile ilgili!" dedi.

Yanlış okumadınız. Şener’in açıklamasına göre, 260 (iki yüz altmış) AKP milletvekilinin suç dosyası savcıların raflarında duruyor.

Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmadıkça bu siyaset temizlenemez. Peki, raflarda 300 suç dosyası beklerken milletvekili dokunulmazlığı kalkar mı? Kalkmaz!

Bu durumda AKP’ye "Ak Parti" demek doğru mu? Başbakan Erdoğan, AKP diyenlere içerleyip "Partimizin adı Ak Parti’dir, AKP diyenler edepsizdir. AK temizliği ve kalkınmayı ifade ediyor. Söyleyemiyorsan eğer, o zaman iftira ediyorsun" diye kızacağına önce şaibeli milletvekilleri "ak" sıfatını "aklanarak " hak etmeli.

Abdüllátif Şener, Alman Die Welt Gazetesi’ne ne diyor?

"Meclis’teki 300 suç dosyasından 260’ı AKP milletvekilleri ile ilgili! Ben hepsini biliyorum!"

Şener
sıradan bir siyasetçi değil... AKP’nin kuruluşundan son genel seçime kadar önemli görevlerde bulunmuş bir kişiÖ O zaman bu partiye nasıl "AK" diyeceğiz?

Başbakan Erdoğan bu tabloya bakıp biraz da kendi partisine kızmalı ve dokunulmazlıkları kaldırmak için kolları sıvamalı. Tabii olmayacak duaya "Amin" demek gibi bir şey bu...

* * *

Anayasamıza göre, milletimiz egemenliğini "yetkili kurullar" aracılığıyla kullanır.

Yetkili kurullar ise Yasama, Yürütme ve Yargı’dır.

Bu üç güçten ikisini, Yasama ve Yürütme organlarını, millet oylarıyla bizzat seçer.

Yasama, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi, halktan aldığı oylar sonucu işbaşına gelmiştir. Peki, halkımız hangi muhteremleri seçmiştir?

Geçen dönemin Başbakan Yardımcısı Abdüllátif Şener’in Alman Die Welt Gazetesi’ ne yaptığı açıklamaya göre Meclis’te 300 milletvekili için suç dosyası var.

Başka bir iddiaya göre dosya sayısı 300’den de fazla... Peki, suçların cinsi ve mahiyeti ne?

* * *

Milletvekili dokunulmazlığı zırhına büründükleri için haklarındaki dava dosyaları savcılıkların raflarında bekleyen milletvekillerinin oluşturduğu tablo, iddiaya göre şöyle:

3 kişi tecavüzden yatmış.

29 kişi eşine karşı şiddet kullanmakla suçlanmış.

7 kişi sahtekárlık suçundan tutuklanmış.

19 kişi karşılıksız çek yazmaktan suçlu.

117 kişi doğrudan veya dolaylı olarak en az iki işinde iflas etmiş.

84 kişi geçen dönem sarhoş araba kullanmaktan gözaltına alınmış.

74 kişi kötü kredi geçmişi sebebiyle kredi kartı alamıyor.

14 kişi uyuşturucuyla ilgili suçlardan tutuklanmış.

8 kişi mağazada hırsızlık yaptığı için tutuklanmış.

21 kişi halen çeşitli davalarda sanık.

Sevgili halkımız... Sahi siz bunları mı seçtiniz?
Yazının Devamını Oku

İslam kadınının yazgısı!

21 Haziran 2009
İRAN’da sular durulmuyor, kargaşa devam ediyor. Ortaya çıkan bir mektup ülkeyi daha da karıştırdı... Bizdeki belge skandalı gibi, İran’da da bir mektup krizi yaşanıyor şimdi... İran İçişleri Bakanı Sadık Mahsunî, dinî lider Ali Hamaney’e yolladığı mektupta, kadınlara özgürlük vaat eden muhalefet lideri Mir Hüseyin Musevi’nin 19 milyon oyla birinci, Mehru Kerrubi’nin 13 milyon oyla ikinci, Ahmedinecad’ın ise 5.6 milyon oyla üçüncü olduğunu bildiriyor.

Oysa en az oy alan Ahmedinecad’ın seçimi kazandığı açıklandı. İran ikiye bölünmüş durumda... Kadınlar tüm güçleriyle reformcu muhalefet lideri Musevi’yi destekliyor.

Bizim kadınlar (tabii bir kısmı) dörtnala tesettüre koşarken, İranlı kadınların bundan kurtulmak için büyük riskleri göze almaları ilginç!

Yalnız İran’da değil... Müslüman ülkelerin hemen hepsinde kadınlar eziliyor!

* * *

Yonca Tokbaş, genç bir yazarımız. <hurriyet.com.tr> sitesinde yazıyor. Şimdi, Kelebek’te de yazmaya başladı. Arap ülkelerini çok iyi tanıyan Yonca Tokbaş’ın "Arap dünyasını anlatan" notları birbirinden ilginç.

Yonca Tokbaş, yazılarından birinde, İslam áleminde kadının yerinin hazin olduğunu ve evliliğin "seks ihtiyacını giderme kurumu" gibi kabul edildiğini belirterek şunları anlattı:

"Erkeğe, kadını evlenince sevişip sevişip atmalık bir şişme bebek gibi görme hakkı verip, üç kere ’Boş ol’ demekle bu eskiyip patlayan bebeği yenisiyle değiştirme, hatta üç yedekle durumu kurtarma kolaylığı tanınıyor.

Arap kadınları çok güzeller, çok... Alımlı, ihtişamlı, bakımlı, akıllı... Ama ne işe yarıyor bu güzellik, bu ihtişam?

Araban var kullanamazsın... Diploman var çalışamazsın... Erkek arkadaşın var,
konuşamazsın!

Bu konu öyle derin ki... Öyle vahim ki...

...Ve bir kere daha anladım ki, cehaletin, medeniyetsizliğin, dini devlet yönetimine alet ederek tek adam olmanın mubah olduğu yerlerde ilişkilerin temiz kalmasını beklemek komik oluyor."

Yonca Tokbaş böyle diyor.

Bizde de kadınları bu hale getirmek isteyen kafalar var.

İşin en hazin tarafı, daha önce de dediğim gibi, kapanan, örtünen, öcü kılığına bürünen kadınlarımızın, kurbanlık koyunlar gibi kasap bıçağına doğru koşmaları...

* * *

Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı "Küresel Cinsiyet Uçurumu" başlıklı araştırma raporunda "Dünyada 128 ülke arasında kadınlara en kötü davranan ilk 10 ülkeden 9’u Müslüman halkların yaşadığı ülkeler!"

İslam ülkelerinde erkekler, kadınlar üzerinde ağır baskı uyguluyor ve kadınları köleleştiriyor! Bizde de durum bu yöne gidiyor.

* * *

İran kaynıyor, kadınlar direniyor! Sonuçları hileli olduğu ileri sürülen seçimlerden bir süre önce, İran’da kadın-erkek eşitliğini savunan yazar Nesrin Afzali, şeriat mahkemesinde yargılanmıştı. 6 ay hapse ve 10 kırbaç cezasına mahkûm edilen Nesrin Afzali’nin cezası, kadınların cesur tepkileri sonucu ceza ertelenmişti.

Şeriat anlayışına göre kadın ve erkek eşit değildir. Eğer yanılıp da "Kadın ve erkek eşittir" diyen olursa yandı. Derhal yargılanıp hapis ve kırbaç cezasına çarptırılır!

Ülkemizin böyle olmasını isteyenler var. Şeriat rejiminin kırbacı altında 30 yıl yaşadıktan sonra isyan noktasına gelen İran halkından ders almak lazım!
Yazının Devamını Oku

İranlı kadınlar ve biz!

18 Haziran 2009
İRAN ’da neler oluyor? Başkent Tahran sokakları savaş alanı gibi... Şimdilik 7 ölü, çok sayıda yaralı var. Seçimlerin şaibeli sonucu İran halkını böldü, sokaklarda görülmemiş sahneler yaşanmaya başlandı. Protestocular arasında kadınlar da bulunuyor.

İran’da kadınlar ilk defa seslerini böyle güçlü bir şekilde yükseltip, seçimleri kazandığı açıklanan gerici Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı protesto ediyor.

Tahran’daki şeriat yönetimi katı ve acımasız!

İran’ın gerçek güçlü adamı, en yüksek ruhani lider Ayetullah Hamaney, kadınlara yeni haklar verilmesinden yana değil.

Seçim sonuçlarını kabul etmeyen reformist muhalefet lideri Mir Hüseyin Musevi, oyların yeniden sayılması isteğini kabul ettirdi ama sonucun değişmesi ihtimali yok gibi.

İranlı kadınlar, daha özgür, daha adil, daha çağdaş bir dünyada yaşamak istiyor, bunun için mücadele ediyor. Ancak kurulu olan düzeni değiştirmek çok zor!

* * *

İran’da kadınlar böcek gibi ezilmekten kurtulmak için rejimle kıyasıya bir kavgaya girişirken, Türkiye’deki kadınların önemli bir bölümü "türban ve tesettür" sevdasıyla öcü gibi kapanıp ikinci sınıf insan olmayı içlerine sindirebiliyor!

Peki, Türk kadınları, İranlı hemcinslerinden daha mı aşağı, daha mı çağdışı?

Türbanlı ve tesettürlü kadınlar aslında çağımızın köleleri gibidir. Erkeğin baskısıyla kapanıp, ikinci sınıf insanlar olarak yaşamlarını sürdürmektedir. İran’daki kadınlar gericiliğe direnirken Türkiye’de türbana ve tesettüre bürünen kadınların sayısı hızla artıyor. Bunların çoğu bilinçsiz bir şekilde, dinin gereğini yaptıklarını sanıyor. Oysa İslam’da türban diye bir olay yok!

Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün dediği gibi "Türban rahibe kıyafeti"dir. İslam’dan önce de vardı ve manastıra kapanan rahibeler bu kılığı kullanırdı.

* * *

Günümüzün çıkarcı medyası, profesör unvanlı koca koca adamlar, "aydın" olmadıkları halde "aydın" olduklarını sananlar gerçeği biliyor ama saf ve cahil insanlarımıza anlatıp onları uyarmıyorlar.

Şeriat aslında kadının bir çeşit esaretidir!

Şeriat hükümlerine göre mirasta kız çocuğa yarım, erkek çocuğa tam hisse verilir. İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği yerine geçer. Kocasına karşı çıkan kadının dövülmesi vaciptir. Bunlar dinin hükümleridir.

Eğer türbancılar, bunu samimi inançları gereği yapıyorlarsa, yukarıda saydığımız hükümleri de uygulamaları gerekir.

Sık sık halkın inancından bahseden hokkabazlar, kadınlara bu gerçeği anlatmazlar!

* * *

Kimse demokrasiden başka bir rejimin beklentisi içinde olmamalı.

Demokrasi, kalkınmış, uygarlaşmış toplumların rejimidir. Geri kalmış, dini siyasete alet etmiş, belirli bir kültür düzeyine ulaşmamış toplumlarla demokrasi gelişmiyor.

Türkiye’nin medyası ve sözde aydınları, çıkarları uğruna bu güzelim ülkeye kıymasınlar!

Tarihin, onları "karanlık adamlar" olarak lanetle anacağını hatırlatmakta yarar var.

Böcek olmayı kabul edenler, ezildikleri vakit üzülmemelidir!

Kapanan, örtünen, öcü kılığına bürünen kadınlarımızın, kurbanlık koyunlar gibi kasap bıçağına doğru koşmaları doğru mu?

Hangi akıllı yaratık, kendilerinin canını alacak olan kasap bıçağına koşar?
Yazının Devamını Oku

Cep telefonu nasıl dinlenir?

15 Haziran 2009
ERGENEKON davasının ortaya çıkardığı bir gerçek var:Türkiye’de bütün telefonlar, yasal ya da yasal olmayan yollardan dinleniyor. Çete kuranların konuşmaları da izleniyor, sevgilisiyle aşk yapanların da...

Dünyanın başka hiçbir ülkesinde böyle bir garabet yoktur.

Karısını aldatan kocalar, kocasını aldatan kadınlar, gizli aşk yaşayanlar, siyasiler, yargıçlar, savcılar, herkes dinlenebiliyor bu ülkede...

"Mahkeme kararı ile dinleniyor" sözleri lafta kalmış bulunuyor. Mahkeme kararı olmadan dinlenen binlerce kişi olduğu gün ışığı gibi ortaya çıktı.

Başbakanlar, boş bakanlar, bakanlar bakmayanlar, amiraller, generaller, herkes dinlenebiliyor.

* * *

Peki, cep telefonları nasıl dinlenir?

Herkesin dinlenebileceği kaygısı paranoya mı, yoksa gerçekten dineliyor muyuz?

Evet, herkes dinleniyor. Cep telefonlarıyla sadece dinlenmiyoruz, ayrıca fişleniyoruz.

Cep telefonları sürekli sinyal verdiği için sahibi 24 saat dinleniyor ve tabii ki fişleniyor.

Bu dinleme, hukuk tanımaz istihbaratçılar tarafından yapılıyorsa, mesela 10 yıl boyunca nokta nokta, dakika dakika nereye gittiğiniz ve kimlerle görüştüğünüz biliniyor.

Cep telefonu operatörleri (santralları) her şeyden haberdarlar. Çünkü cep telefonlarının sinyal kayıtları operatör tarafından kaydediliyor, konuşmalar depolanıyor.

Aslında operatör şirketinin kayıtları silmesi gerekiyor. Peki, siliyorlar mı? Hayır! Saklayıp depoluyorlar. O konuşmalar bizim özel hayatımız. Onu saklamanın bir anlamı yok ama silmiyorlar. İletişim teknolojisi o kadar gelişti ki, artık herkes herkesi dinleyebiliyor.

* * *

Cep telefonu dinlemede yaygın dört yöntem var:

1)Program yükleme, 2) Havadan frekans yakalama, 3) Uydudan dinleme,

4) Operatör bazında dinleme.

Program yükleme yoluyla dinleme en yaygını...

Cep telefonunuza mesajla bir yazılım atıyorlar. Bu dinlemeyi yapabilmeleri için cep telefonunun IB numarasını bilmeleri gerekiyor. Bu numarayı yazılımın üstüne yazarak cep telefonunuza SMS olarak gönderiyorlar. Mesela:

"Bayramınız kutlu olsun" cümlesi veya bir müzik melodisi şeklinde...

Yazılımın içinde "Bütün görüşmeleri şu numaraya yönlendir" komutu var. Tüm konuşmaları aynen aktarıyor ve karşı taraf kaydediyor.

Komutu özellikle müzik programının içine gömüyorlar. Cep telefonlarının tuşlarının çevresinde bir çip seti vardır. Program bunun içine yerleşiyor ve sizin yaptığınız her görüşmeyi aktarıyor.

Cep telefonu sahibi bunu hiç hissetmiyor.

* * *

Mobil telefon artık cebinizde taşıdığınız bir çeşit dinleme cihazıdır. Pili takılı olduğu sürece kaydeder. Kapalıysa da dinlenir. Dinlenememesi için, telefonun pilini çıkartmanız gerekir. Bu yazılım, sadece konuşmaları kaydedip istenen yere ulaştırmakla yetinmiyor, gelen ve giden SMS’lerin birer kopyasını da dinleyen kişinin cep telefonuna veya elektronik postasına gönderiyor. Çok kullanılan bir başka şekil de, anten kurarak havadaki cep frekansını kaydetme metodudur.

Bu yöntemlerle on binlerce, hatta milyonlarca kişi dinlenebiliyor.

Bir tavsiye: Dinlenmeyecek hiçbir insan yok. Eğer çapkınlık yapıyorsanız şifreli konuşun! Hele evliyseniz, mutlaka bunu yapın! Bir gün, tüm konuşmalarınız eşinizin eline geçebilir!
Yazının Devamını Oku

Pazar eğlencesi...

14 Haziran 2009
BUGÜN pazar... Ağır ve sıkıntılı konuları bir yana bırakıp iki fıkra nakledelim: Ülkenin birinde yalnızlıktan bunalan bir adam, kendisine arkadaşlık yapsın diye papağan satın almak için kuşçu dükkánına gitmiş... İçeride şık kafesler içinde çok sayıda papağan var. Dükkánı gezip beğendiği bir papağanı göstererek satıcıya sormuş:

"Beyefendi, bu papağanın fiyatı ne?"

"4 bin dolar"
demiş satıcı.

Adam fiyatı yüksek bularak tekrar sormuş:

"Neden bu kadar pahalı? Nedir özelliği?"

"Efendim, bu papağan çok iyi İngilizce bilir."

Adam, biraz arka tarafta, daha gösterişli bir papağanı işaret ederek: "Peki, bu ne kadar?" diye sormuş... Satıcı:

"O papağanın fiyatı 10 bin dolardır. İngilizce, Rusça, Almanca bilir."

Adam, dükkánın içini gezip sormaya devam etmiş:

"Ya şu gri renkli papağanın fiyatı ne kadar?"

"30 bin dolar efendim. Beş dili anadili gibi konuşur, ayrıca şarkı da söyler. Hem Türkçe, hem Almanca, hem İtalyanca... Havasını bulduğu vakit Kuledibi dansözleri gibi göbek atıp oynar!"

Marifetli papağanların fiyatlarını çok yüksek bulan adam canı sıkılarak:

"Hepsi çok pahalı yahu" derken, köşede kendi halinde, gösterişsiz bir papağan görmüş. "Eh, bu ucuzdur herhalde!" diye umutlanarak fiyatını sormuş. Satıcı:

"O mu?" demiş. "En pahalısı o... Onun fiyatı 60 bin dolardır efendim!" "Nee? 60 bin dolar mı? Yapma yahu! Ne özelliği var onun?"

Satıcı dudağını bükerek cevap vermiş:

"Bilmem ki... Herkes onun için ’Konuşması başbakana benziyor’ diyor!"

* * *

Bu da başka bir eğlenceli pazar fıkrası: Tilki ormanda ağaçların arasında nefes nefese koşuyormuş. Karşısına çıkan kaplumbağa, başını kabuğundan çıkararak sormuş:

"Tilki kardeş, bu ne telaş? Kimden kaçıyorsun böyle?"

"Sorma"
demiş tilki, "akıl almaz cezalar kesen vergiciler şimdi de ormana gelmiş. Bir bakarlar, bende kürk, hanımda kürk, çocuklarda kürk... Dünyanın cezasını yazarlar!"

Bunu duyan kaplumbağa endişe içinde yürümeye başlamış. Koşacakmış koşabilse... Onun bu korkulu halini gören leylek merakla sormuş:

"Hayrola kaplumbağa kardeş, bu ne telaş, bu ne endişe?"

"Vergiciler ormanda"
demiş kaplumbağa. "Bende ev, hanımda ev, çocuklarda ev. Şimdi müthiş bir vergi yazarlar bize!"

Leylek hemen korku içinde uçuşa geçmiş. Ağaçların üzerinden onu gören maymun seslenmiş:

"Leylek kardeş, bu ne acele böyle? Bir yere mi yetişeceksin? Nedir bu telaşın?"

"Vergi memurları herkese ceza yazıyormuş. Bende yazlık, hanımda yazlık, çocuklarda yazlık. Vergi borcundan batarız valla!"
demiş leylek.

Maymun bunu duyar duymaz ağaçtan ağaca atlayarak dehşet içinde kaçmaya başlamış. Onu gören papağan meraklanarak:

"Kimden ve neden kaçıyorsun maymun kardeş?" diye sormuş.

Maymun, ağlamaklı bir sesle:

"Vergiciler ormanda" demiş. "Benim kıçım açık, hanımın kıçı açık, çocukların kıçı açık. Alacak bir şey bulamayınca bunların ne yapacağı belli olmaz!"
Yazının Devamını Oku