Rahmi Turan

Dünya kimin elinde?

1 Ekim 2009
“AMERİKAN halkı dünyaya hükmediyor” düşüncesi doğru mu? Hayır! Yanlış!<br><br>Amerikan halkı aslında zavallı!

Dünyaya hükmeden para baronları en çok 1000 kişi civarında...

Bunların 450 kadarı Avrupa’da, 550 kadarı Amerika’da yaşıyor.

Servetlerinin toplamı 12 trilyon dolar! Yani dünya ticaret hacmine eşit. Yıllık kazançları, imparator başına ortalama 300 milyar dolar.

Para baronları, ellerindeki finans gücü ve medya aracılığıyla, dünyanın kaderini tayin ediyor. Yerküremizin ipleri 550’si Amerikalı olan bu 1000 kişinin elinde...

Gıdadan konuta, iletişimden ulaşıma kadar bütün tüketim yelpazesini bunlar yönetiyor.

Amerikan halkının çoğunluğunun dünyadan haberleri yok ama dünyayı kendilerinin idare ettiklerini sanıyorlar!     

* * *

Amerika’da yaşayanların yüzde 5’i (bu 15 milyon insan demek) o kadar fukara ki, karınlarını zor doyuruyorlar! Para babaları, çeşitli ülkelerdeki işbirlikçilerine, kazançlarından küçük bir bölümü bahşiş olarak dağıtıyor, işlerini böyle yürütüyorlar!

Yazının Devamını Oku

Ergenekon’dan çıkış!

28 Eylül 2009
BUGÜN ülkede güven bunalımı yaşıyoruz.

Kimse kimseye, kardeş bile kardeşe güvenmez oldu.

Güvensizlik devletten başlıyor. Devletin kurumları birbirlerine güvenmez hale getirildi.

İktidar askeri sindirmeye çalışıyor, yargı siyasallaşıyor, insanlarımız bölünüyor.

Bugünkü yönetim tarzının Türkiye için hiç de hayırlı olmayacağı anlaşılıyor.

***

Tarihte 16 büyük devlet kurmakla övünüp dururuz. Türkiye bu devletlerin 17’ncisidir.

Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki Türk bayrağı üzerine “Cumhurbaşkanlığı Arması” işlenmiştir. Ay yıldız olmaksızın, yalnızca güneş ve çevresindeki 16 yıldızdan oluşan bölüme “Cumhurbaşkanlığı Arması” deniliyor.

Armanın tam ortasında güneş, bunun çevresinde de 16 yıldız bulunuyor.

Yazının Devamını Oku

‘Asparagas olayı!’

27 Eylül 2009
GAZETECİLİK mesleğinde çok ilginç hikâyeler vardır. Basın tarihine geçen “Asparagas olayı” bunlardan biridir. Yalan haber tanımlamakta kullanılan ve önce “Azparagas” olan, sonra “Asparagas” diye değişen kelimeyi her gazeteci bilir ama aslının ne olduğunu çok kişi bilmez.

Hürriyet’in New York Bürosu Şefi Doğan Uluç, basınımızın son 50 yılını anlatan “Olaylar içinde olaylar-KUPA ASI” adlı ilginç anı kitabında, Babıâli tarihine geçen bu olayı ayrıntılarıyla anlatıyor. (Doğan Kitap)

 Tarih 14 Nisan 1963... Hürriyet’in birinci sayfasında yayınlanan haber günün konusu oluyor. Yeşilçam senaryolarına konu olacak türde bir olay bu...

* * *

Doğan Uluç şöyle anlatıyor:

O gün istihbarat salonuna foto muhabiri Yurdaer Acar telaşla giriyor. Elindeki büyük fotoğrafları masamın üstüne koyuyor:

 “Bomba gibi bir haber yakaladık. Bak şunlara...”

 Resimlerde, ağaçlar arasında bir kulübe var. Önünde kovboy şapkalı bir erkek, parmakları gitarın tellerinde, yanında genç bir kız... Diğer resimlerde kızla erkek ocakta yemek pişiriyorlar.

Yurdaer “Amerikalı bir sanayicinin kızı bu. Tanıştığı Türk gencine sırılsıklam âşık olmuş. Bebek sırtlarında bir kulübede yaşıyorlar. Hikâyeleri çok ilginç”

Yazının Devamını Oku

Ağacın kurdu içindedir!

24 Eylül 2009
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un sözleri net ve açık:<br><br>“Türk Silahlı Kuvvetleri, teröristler var oldukça görevine devam edecektir!”

Bu ne demek? Eğer barış istiyorlarsa tek çıkar yol PKK’nın silah bırakması demektir.

Oysa Başbakan “Bedeli ne olursa olsun yapacağız!” diyor!

İyi de, ne yapacak? Neler olacak? Bir açıklasa da millet öğrense!

Tavizler vererek PKK’lı katilleri durduracağını umuyor anlaşılan!

PKK ve yandaşları, hem silah bırakmaya yanaşmıyorlar, hem de doymak bilmeyen bir canavar gibi her şeyi istiyorlar.

Yapılacak açılımlar, verilecek tavizler bunları tatmin etmez. Ne verirseniz verin daha fazlasını isteyeceklerdir.

Sonunda Tayyip Bey yaptığı açılımla kalacak, terör devam edecektir!

* * *

Yazının Devamını Oku

Kalem ve Kalaşnikof!

21 Eylül 2009
GÖZÜM, Cumhuriyet Gazetesi’nin sağ alt köşesine takıldıkça “Gazetecinin kaderi” diye acı acı düşünüyorum.

O köşenin yazarı Mustafa Balbay 200 gündür hapiste!

Ergenekon Davası nedeniyle tutuklu bulunan Balbay’ın sütunu (cezaevinden yollayabildiği yazılar dışında) boş bir çerçeve olarak çıkıyor. Hayatta belki de hiç silah kullanmamış bir kalem efendisi “darbeci” olduğu iddiasıyla yargılanıyor.

Mustafa Balbay, mesleğine âşık bir gazetecidir. Dosttur, arkadaş canlısıdır. Gazetecilik mesleğinin gereği olarak sürekli not tutar, bunları önce röportaj, sonra kitap yapar. Bağımsızlıktan yana, ulusun çıkarlarını savunan bir yazardır.

* * *

25 yıldır, silahlı saldırılarla devleti yıkmaya çalışan ve binlerce kişiyi vahşice öldüren kanlı teröristlere “Kürt açılımı” diye af yolları aranırken, devam eden Ergenekon davası bir çelişki yaratmıyor mu?

Gazeteciden, generale ve profesöre kadar, sanıkların sayısının fazla oluşu davanın yıllarca süreceğini gösteriyor. Suçlananlar daha ne kadar içeride kalır, Tanrı bilir!

Mahkûm olanlar zaten uzun yıllar gün yüzü göremeyecek ama ya suçsuz bulunanlar? Boş yere yattıkları yanlarında kâr kalacak herhalde...

* * *

Yazının Devamını Oku

Kızmamak elde mi?

20 Eylül 2009
BUGÜN bayram ama pek mutlu değilim. Ülkede öyle garip şeyler oluyor ki, doğal olarak kızıyorum. Bazı dostlar bana “Neden kızıyorsun?” diye soruyor. Neden kızmayayım ki?

Memleket sorunlar yumağı haline geldi. Bir dert bitmeden yeni bir dert başlıyor. Rekor düzeydeki işsizlik Türkiye’yi kasıp kavururken bir de “Ülkemiz işsizlik noktasında AB ülkelerinden çok daha iyi noktada!” demezler mi?

Gülelim mi, kızalım mı?

* * *

Bugün mübarek Ramazan/Şeker Bayramı’nın ilk günü... Ülkede yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen okurlarımın bayramını kutluyor, mutluluk diliyorum.

“Kızmak” deyince aklıma eski bir fıkra geldi. Bu bayram günü iyi gider.

* * *

Uzun yol kaptanına tayfa lazımmış ama zor yolculuğa kimse çıkmak istemiyormuş. Kaptan, rıhtımın kenarında oturan üç kişiyi görmüş, haber göndermiş:

 “İş istiyorlarsa gelip tayfa olsunlar”.

Yazının Devamını Oku

Kötülük dua ile önlenmez!

17 Eylül 2009
İSTANBUL’daki sel felaketinin açtığı yaralar uzun süre kapanmayacağa benziyor.

Sellerin öldürdüğü insanlar, denize sürüklenen otomobiller, felaket günlerinde “yağma kuduzluğu”na kapılan soysuzlar, şiddetli yağmurla izah edilebilir mi?

Bu ağır darbeden ders alacak mıyız yoksa “İlahi takdir böyleymiş! Mukadderat!” deyip geçecek miyiz?

Bugüne kadar işlerimizi hep kadere bıraktığımız için bu çeşit felaketlerin başımıza geldiğini düşünemiyor muyuz?

O kadar ahmak mıyız?

Bir toplumun akıllanma yeteneği varsa yaşadıklarından ders almalıdır!

Bir akarsu boyunca oluşan tüm facialar bir ihmalden, daha doğrusu aptallıktan doğuyor.

“Derenin intikamı korkunç olur!” gibi sözler saçmadır. Korkunç olan, dere yataklarına binalar inşa edip, akış yolunu tıkayarak onu intikama zorlamaktır.

Yanlış yapmak her fani için mümkündür ama yanlışı unutmak kötüdür.

Yazının Devamını Oku

Taviz, taviz... Ne olacak halimiz?

14 Eylül 2009
ÖNCE şunu söyleyelim:<br><br>Aklın yolu birdir. Türkiye ile Ermenistan’ın yakınlaşması iki ülke için de iyidir.

1) Türkiye üzerinde dünya ülkelerinin ağır baskısı hafifler.

2) Sınırın açılmasıyla, fakir ülke Ermenistan’ın ekonomik sıkıntıları azalır.

3) İki ülkenin ortak çıkarları, düşmanlığı azaltıp dostluğa dönüştürür, siyaset, ekonomi, enerji, ulaştırma ve diğer alanlarda gelişme sağlanır.

 İki tarafın, gereksiz çekişmeleri bırakıp bu gerçeği kabullenmesi akılcı bir yoldur.

Ancak... Tek taraflı aşk gibi, tek taraflı dostluk da, beraberinde birçok sancıyı getirir.

Ermenistan sınırını açalım ama bir de şöyle düşünelim: Taviz veren taraf hep biz mi olacağız? Rumlara taviz, Kürtlere taviz, Ermenilere taviz... Ne olacak halimiz?

* * *

Türkiye ile Ermenistan’ın sınır kapılarının açılması için imzaladığı protokolün iki ülkede de yarattığı hoşnutsuzluk sürüyor. Ermeni lobisi hâlâ hop oturup hop kalkıyor!

Yazının Devamını Oku