Rahmi Turan

Ulusal önderleri yok etmek!

19 Ekim 2009
EMPERYALİST güçler ne istiyor?

Tarihinizden habersiz olacaksınız. Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’e hakareti suç olmaktan çıkartacaksınız, AB’ye uyum adı altında tüm ulusal değerlerinize sövülmesine göz yumacaksınız!

Peki, o zaman nasıl bir millet olacaksınız? Milli birliği nasıl sağlayacaksınız?

 

* * * 

Psikiyatrist Prof. Dr. Kerem Doksat, emperyalistlerin Türkiye üzerinde sürdürdüğü “psikolojik savaş”ı ve soykırım iddialarının nasıl yayıldığını anlattıktan sonra devam ediyor:

“Emperyalistler, sizden sorunları tartışmanızı istiyor, sizi buna zorluyorlar.

Son dönemde neleri tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz?

Yazının Devamını Oku

Ulusal duygular kırılıyor!

18 Ekim 2009
ŞİMDİ de Atatürk’e kafayı taktılar! Tam bir saygısızlık!

Avrupa Birliği’nin “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nun ifade özgürlüğünü kısıtladığını iddia etmesi ne anlama geliyor?

Yasayı değiştirin, Atatürk’e hakaret etmek suç olmaktan çıksın! Yani, yarasa ruhlularla örümcek kafalar kinlerini açığa vursun!

 Bu, emperyalist devletlerin Türkiye üzerindeki psikolojik savaşıdır. Türkler Atatürk’ü çok mu yüceltiyor? Onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğu gösterilmelidir! Küfür, hakaret serbest kalır, sonra sıra onun ilkelerine gelir! Ulusal bilinç yavaş yavaş yok edilir!

¡   ¡   ¡

Bilirsiniz. Ünlü Rus bilim adamı Profesör Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, hayvanların zil sesini işittiğinde, et görmeden de salyaları akmaya başlar. Bu şartlı reflekstir.

 Hayvanların tabiatında olmayan bir uyarı (zil sesi) onları, ‘tabiatlarında olan’ eti görmüş gibi heyecanlandırır. Eğer sürekli olarak zil çalar fakat hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner. Refleksin devamı için arada bir et gösterilmelidir.

Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da, çok korktukları için günlerce titreşir.

Kurtarılabilenler enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu sonuca varır: Ağır travmalar şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır! Hayvan en doğal, en ilkel haline dönmektedir!

Yazının Devamını Oku

‘Korku krallığı!’

15 Ekim 2009
BAŞBAKAN, herkesi ne kadar kolay suçluyor!

Önceki gün muhalefete çatarken “Bunlar önce edep ve adap dersi almalı! Biz seviyeli, yapıcı bir üslup kullanıyoruz. Nezaketi her şeyin üstünde tutmaya, yumuşatıcı bir üslup kullanmaya devam edeceğiz!” dedi.

Demek ki neymiş? Kendisi seviyeli, yapıcı, edepli konuşuyormuş, tüm edepsizlik muhalefete aitmiş! Bugüne kadar, vatandaşa, medyaya, siyasetçilere, işçiye, çiftçiye, yapıcı ve yumuşatıcı (!) bir üslupla söylediği nezaket dolu (!) lafları alt alta yazsak, sayfalar dolar!

Neyse, konumuz bu değil. Bugün, ülkemizin “korku krallığı”na dönüşmesinden söz edeceğiz!

 

* * *


Yazının Devamını Oku

‘Bana onun kellesini getir!’

12 Ekim 2009
İNSANLIK tarihi trajedilerle doludur. <br><br>Osmanlı İmparatorluğu’nun kudretli, yenilikçi, Meşrutiyet kahramanı, döneminin ünlü paşası Mithat Paşa’nın hayatı da bir trajedidir.

“Yüce Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” denilen ve Ulu Hakan olarak adlandırılan Padişah II. Abdülhamid, özgürlükçü bir devlet adamı olan Mithat Paşa’dan nefret ediyor, onu imparatorluğun kötü gidişinin baş sorumlusu olarak görüyordu.

Padişah, Mithat Paşa’yı önce ömür boyu hapse mahkûm ettirip, imparatorluğun uzak köşesi olan Taif’e sürdürdü. Sonra, Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa’ya şifreli bir telgrafla infaz emrini gönderdi. Paşa’nın zindandan kurtulup İstanbul’a dönmesinden korkuyordu. Yıl 1884.

* * *

II. Abdülhamid Han’ın gazabı Taif Çölü’nün derin sessizliğindeki kalede can alacaktı.

Bir zamanlar Osmanlı ülkesine hükmeden kudretli Mithat Paşa, hücresinde ölümü bekliyordu. Zindana giren subay ve erlerin heyecan içinde olduğunu gören Mithat Paşa:

 “Evlatlar, hoş geldiniz!” dedi ve onların şaşkın bakışları arasında devam etti:

“Ne için geldiğinizi bilirim, beni eziyetsiz boğun ama beni boğmadan evvel size birkaç söz söylemek istiyorum. Beni dinleyiniz...”

 Herkes donmuş kalmış gibiydi. Paşa konuştu:

Yazının Devamını Oku

Cezaevinden mektup!

11 Ekim 2009
GÖZÜM yine Cumhuriyet Gazetesi’nin sağ alt tarafına takıldı önceki gün... Mustafa Balbay’ın köşesi yine boş! Bir sıkıntı bastı içimi...

Ergenekon davasından tutuklu olan Mustafa Balbay’ın Silivri Cezaevi’ndeki 221’inci günü bugün! “Gazetecinin kaderi” diye yine acı acı düşünürken gözüm masamın üzerindeki bir zarfa ilişti. Temiz bir el yazısı ile yazılan mektup Mustafa Balbay’dan geliyordu:

* * *

“Sevgideğer, saygıdeğer Rahmi ağabey,

 Önceki yazılarınızdan Ergenekon’a bakışınızı biliyorum. ‘Kalem ve Kalaşnikof’ başlıklı yazınızda ise benim durumuma ayrıca yer vermeniz ve olayı size özgü netlikle ve mertlikle ortaya koymanız bana nasıl güç verdi anlatamam.

Benim yaşamım aynen sizin özetlediğiniz gibi geçti. Bu mesleği en iyi, en verimli, en aktif biçimde yapmak dışında bir kaygım olmadı.

23 kitabım yayınlandı. 8’i sizin de vurgu yaptığınız gezi kitapları. 3’ü uluslararası sorunlar ve komşularımızla ilgili, 3’ü siyasî mizah, 2’si çocuk kitabı... Uzayıp gidiyor...

5 bin kadar köşe yazım yayınlandı. Yazılarımda yumuşak bir üslupla kararlı düşüncelerimi dile getirmeye çalıştım. 2 bin kadar radyo-televizyon programına katıldım.

Bütün bu ürettiklerimde teröre en ufak bir övgü göstersinler, mesleği bırakırım. Tam tersine terör mağduru bir çizgiden geliyorum. Uğur Mumcu’nun köşesinde, O’nun bayrağını yerde bırakmamaya çalışıyorum. Ahmet Taner Kışlalı da büroda oda komşumdu. Teröre kurban verdiğimiz meslek büyüklerimizin çizgisinde gitmeye çalışırken, ‘terörist’ ilan edilmiş durumdayım.

Yazının Devamını Oku

Başbakan’a yakışmıyor!

8 Ekim 2009
BAŞBAKAN’ın, iktidarda bulunduğu yedi yıldan beri söylediği her türlü garip söze, kullandığı argo tabirlere, rakip parti liderleri dahil herkesi kapsayan hakaret dolu ifadelere alıştık...

Fakat bu defaki hepsinin üzerine tuz-biber ekti.

Türk iş dünyasının en saygın üyelerinden birini, devamlı vergi şampiyonu olan Aydın Doğan’ı, Amerika’nın ünlü gangsteri Al Capone’a benzetmesi, sözlerinin en garibi, en ayıbı ve en haksızı oldu.

* * *

Başbakan Erdoğan’ın, ABD’nin borsa ve finans çevrelerinin ünlü gazetesi Wall Street Journal’da bir haberi yayınlandı. Marc Champion imzasıyla çıkan yazıda “Türkiye Başbakanı Erdoğan, hükümetinin, ülkenin en büyük medya şirketine kestiği 3.2 milyar dolarlık felç edici cezayı savundu ve davayı, ABD’de 1930’lu yıllarda vergi kaçırmakla suçlanan gangster Al Capone’a açılan davaya benzetti” denildi.

Wal Street Journal’daki haberin devamı şöyle:

“Türkiye’deki televizyon ve gazete pazarının neredeyse yarısına sahip olan Doğan Yayın Holding hakkındaki vergi davası, hem ülke içinde, hem de ülke dışında endişe yarattı. Geçen ay 2.5 milyar dolarlık vergi cezası açıklandıktan birkaç gün sonra, Brüksel’deki ‘Avrupa Komisyonu’, Türkiye’deki basın özgürlüğü açısından cezanın anlamı konusunda ‘ciddi endişelerini’ ifade etti ve bu ay içinde yayımlanacak olan rapora dahil edileceğini belirtti. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı da endişelerini bildirdi.”

* * *

Gazete, Başbakan Erdoğan’ın, felç edici rekor vergi cezasını hararetle savunduğunu bildiriyor.

Yazının Devamını Oku

Hainler ve kahramanlar

5 Ekim 2009
HER ulusun, içte de, dışta da düşmanları vardır.<br><br>Bizdeki iç düşmanlar, diğer uluslarınkinden kat kat fazladır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Milletimiz büyük kahramanlar yetiştirmiştir. Fakat kahramanlarımız kadar, hainlerimiz de boldur!” sözü tarihe geçmiştir.

Doğu kökenli olmasına rağmen Türk vatandaşı olmakla gurur duyan eski bakanlardan Kâmran İnan, bir söyleşi sırasında “Kahramanları kadar hainleri de çok olan bir milletiz!” demişti.


Son yıllarda Türkiye’deki hainlerin sayısı, kahramanların sayısını kat kat geçmiş bulunuyor. 

* * *


Yazının Devamını Oku

Amansız mücadele!

4 Ekim 2009
AFRİKALI bilgelerin çok kullandığı bir söz vardır:<br><br>“Her sabah Afrika’da bir ceylan uyanır, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir. <br><br>Her sabah Afrika’da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.”

 Hayat, tüm canlılar için amansız bir savaşımdır.

İnsanlar çok çalışıp emek harcayarak kazanmak zorundadır. Uluslar da öyledir. Çalışacak, üretecek ve kazanarak bireylerini mutlu edecek...

Ulusların kimi ceylandır, kimi aslan... Her sabah birileri kaçmak, diğerleri yakalamak için koşar, yaşam savaşı, ucu açık bir mücadele halinde geçer.

* * *

Hiç emek sarf etmeden kazananlar, çalışmadan beleşe konanlar yok mu?

Olmaz olur mu? Var tabii...

Havadan paraşütle inip genel müdür olan insanlar da var, kurulur kurulmaz ilk seçimde iktidara gelen siyasi partiler de var!

Bunlar bana daima, asmakabağı ile kavak ağacının hikâyesini hatırlatır. Emek harcamadan, çalışmadan gelinen yer başarı sayılmaz ve kalıcı olmaz!

Yazının Devamını Oku