Birisi şöyle demiş:
“Arkadaşlar, aldığım bir habere göre bu insanlar hepimizi birer birer kuytu yerlere götürüp keseceklermiş. Derimizden ayakkabı, yünümüzden kazak, boynuzumuzdan tarak, sütümüzden peynir, ayaklarımızdan paça, işkembemizden çorba yapacaklarmış.”
“Yok canım öyle şey yapmazlar!” demiş aydın koyunlardan biri...
Diğeri devam etmiş:
“Bana da öyle geliyor kardeşim ama aldığım haber böyle. Etlerimizi de döve döve biftek, bonfile, pirzolaya dönüştürecekler, kalanını kıyma makinelerinden geçireceklermiş. Anlatılanlar bana da pek mantıklı gelmedi ama bilmem ki siz ne dersiniz?”
Koyunlar arasında aydın geçinen biri, günlük güneşlik havaya şöyle bir bakmış:
“Yok yaa... İnanma” demiş. “Şu etraftaki güzel insanlardan bu kadar kötülük beklenir mi? Üstelik de hayvanseverliğin bu kadar geliştiği bir çağda...”
“Bunu kötü oldukları için değil, inançları gereği yapıyorlarmış. Sevap işlediklerine inanıyorlarmış bizi keserek... Bir de etlerimizi dağıtıp bayram ediyorlarmış!”
“Ali Kemal bir işbirlikçidir, vatan hainidir!”
Öyle mi?
Ali Kemal vatan haini olmasa bile, Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmış, Peyam-ı Sabah Gazetesi’nde, Atatürk ve silah arkadaşlarına hakaretler yağdırmış bir gazetecidir. Zaferden sonra İstanbul’da yakalanıp yargılanmak için Ankara’ya götürülürken İzmit’te 1. Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın teşvikiyle halka linç ettirilmiştir (1922).
* * *
Bizden önceki kuşağın önemli gazetecilerinden Orhan Karaveli, bu linç olayını ayrıntılı bir şekilde anlatan ilginç bir kitap yazdı, Cumhuriyet tarihinde “vatan haini” olarak damgalanan Ali Kemal’in hayatını kapsamlı bir araştırmayla sayfalara döktü:
“Ali Kemal- Belki de Bir Günah Keçisi...” (Doğan Kitap)
Ali Kemal iyi eğitim görmüş, Paris’te okumuş, birkaç yabancı dil bilen bir Osmanlı aydınıydı. Fakat yolunu şaşırmış ya da yanlış yol seçmişti. Linç edilmesi insanlık dışı bir vahşettir ama onun sütten çıkmış ak kaşık olmadığı da bir gerçektir. Ali Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın başından beri Mustafa Kemal’e muhalefet edip açıkça işgalci güçlerin yanında saf tutmuş, ona ağır hakaretlerde bulunmuştu.
Orhan Karaveli dostumuz, Ali Kemal’i savunmaya çalışırken, istemese de yermek zorunda kalıyor, Ali Kemal, Ref’i Cevat ve Refik Halit’ten, Atatürk’e saldıran örnekler vererek “Bunların, Mustafa Kemal aleyhinde yazdıkları kitaplara sığmaz” diyor.Yurtsever misiniz? Laiklikten yana mısınız? Cumhuriyeti mi savunuyorsunuz?
O halde, her türlü saldırıya hazır olmalısınız.
Vatandaş, en güvenilir kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni mi görüyor? O halde asker de, sahte ihbar mektuplarıyla yıpratılmalı, halkın gözünde küçük düşürülmeli!
Ermeni soykırımı iddiaları etkisini kaybediyor mu? Ne gam! Sırada yeni soykırımlar hazır bekletiliyor. Bir tanesi hemen devreye sokulmalı!
* * *
Şimdi, CHP’li Onur Öymen’in “Dersim isyanı” hakkındaki sözleri bahane edilerek “Dersim’de Kürtlere soykırım uygulandı!” diye yaygaraya başlandı.
Türkiye’ye vurmak için fırsat kollayan bazı Avrupalı parlamenterler ve DTP’liler birkaç gün önce Brüksel’de toplanarak “Dersim soykırımı” iddiasıyla Türkiye’ye saldırıp, tam bir utanmazlık sergilediler!
Aynı ışıksız kişiler geçen yıl da Brüksel’de “Dersim konferansı” düzenlemişlerdi.
Dertlerini anlatmak isteyenler yumruk yiyor, cop yiyor, bir araba sopa yiyor!
Yaşanan olaylar tam bir ilkellik!
Bu arada canavar büyüyor!
Eskiden “enflasyon canavarı” vardı, şimdi onun yerini “işsizlik canavarı” aldı. Toplumun tüm değerlerini paramparça eden, daha korkunç bir canavar bu...
* * *
Başbakan’ı dinlerken hayretler içinde kalıyorum. Aylardır birtakım açılım-saçılımlarla Türkiye’yi oyalıyor ama işsizlik konusunda kılını kıpırdatmıyor. Nasıl bu kadar duyarsız, bu kadar kaygısız olabiliyor, anlamıyorum!
Oysa şu anda Türkiye’nin en büyük sorunu bu... İşsizlik yakıyor, kavuruyor, Başbakan ya farkında değil ya da değilmiş gibi davranıyor.
Televizyonlarda onu dinlerken şaşırmamak mümkün değil. Türkiye’deki işsizliğin o kadar kötü olmadığını söylüyor ve “Avrupa’da en iyi durumda biziz” diyor.
Ölenlerin kimlikleri ve illeri belirtilmiyor.
14 Kasım itibarıyla, kurbanların sayısının 60’ı geçtiği bildiriliyor. Herkes tedirgin.
“Her ölüme, domuz gribi mi deniyor acaba?” diye tereddüt edenler var.
***
Açılımın anlamı artık “Ver-kurtul!” oldu. Daha bir hayli vereceğimiz var!
Kıbrıs Türkü’nün adada yarım yüzyıldır verdiği varolma mücadelesi sürüyor ama bu “Ver-kurtulcu” zihniyetle bağımsızlığı sağlamak pek mümkün görünmüyor.
Türkiye, Kıbrıslı soydaşlarımıza söz vermiş ve garantör olmuştu.
Türk Silahlı Kuvvetleri, 20-22 Temmuz 1974 ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Türk askeri, Kıbrıs Türkü’nü çeteci Rumlardan kanla, canla kurtardı.
Yıllar, sorunları büyüterek geçti.
Annan Planı, Türk’ün Rum’a teslimiyetinden başka bir şey değildi ama Türkler, Erdoğan ve Talat’ın telkinleriyle bu plana razı oldu. Oylama 24 Nisan 2004’te yapıldı. Fakat Türkler yüzde 65 “Evet” derken, Rumlar yüzde 76 “Hayır” dedi. Rumlar, Türklerle eşit olmak istemiyordu.
Avrupa Birliği kendi ilkelerine ihanet etti, Kıbrıs Türkleri’ne verdiği sözü tutmadı, tam bir riyakârlıkla, plana “Hayır” diyen Rumları ödüllendirip Avrupa Birliği’ne aldı.
Rumlar, Türklerin kendilerine tamamen teslim olmalarını istiyor. İkiyüzlü Avrupa da ağırlığını onlardan yana koyuyor.
Dinciler Atatürk’ü hiçbir zaman sevmedi ve her geçen gün düşmanlığı yoğunlaştırdı.
Kendilerine “İkinci Cumhuriyetçi” adını veren eski solcular ve aydın geçinen birtakım insanlar yeni bir cumhuriyet kurma sevdası içinde! Sağdan soldan, alttan üstten, laik cumhuriyete vuran vurana! Neden?
Tüm bunlar Atatürk’ün ölümünden sonra, ülkemizde büyük adam yetişmemesinden kaynaklanıyor.
İş başına gelen her lider, bir eskisini aratarak memleketi bu hale getirdi. Türkiye’nin varlık nedeni olan laik cumhuriyeti gerçek anlamda savunan yönetimlerden yoksun kaldığımız için, uzun yıllar ağır travmalar yaşayarak, bugünlere geldik. Hemen her seçimde oy avcılığı için din istismarı yapıldı. Her dönemde gericilere taviz verildi. Tüm liderler kendi siyasi pazarlamalarını din üzerine kurdu. Askeri yönetimler bile dincilere tavizden uzak kalamadı.
29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen devrim, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlayan “karşı devrim”le 71 yılda son aşamasına geldi. Gazeteciliğin duayenlerinden olan değerli meslektaşım Kurtul Altuğ’un her fırsatta anlattığı bir “bedevi hikâyesi” var. İbret alınacak bu öykü şöyle:
İşgal yıllarının ünlü yazarı Refi Cevat Ulunay da “Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak” diye yazıp kendi ulusuna hakaretler yağdırarak, işgalci İngilizlere destek oluyordu. (21 Mayıs 1919 Alemdar Gazetesi)
Aynı günlerde Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da, kafasındaki kurtuluş planlarını uygulayarak vatanı kurtarmak için harekete geçmişti.
Atatürk, o günleri Nutuk’ta şöyle anlatıyor:
* * *
“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor...