Saydığım nedenlere gönülden hak veren değerli okurlarımın hepsine tek tek cevap vermem mümkün olmadığı için topluca teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun...
Bu arada Türk siyasetine damgasını vuran Turgut Özal döneminin Devlet Bakanı Kâzım Oksay’dan gelen ilginç bir e-postayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Sayın Turan,
‘Türk olmak kolay değil’ başlıklı yazınızı okudum. Tebriklerimi sunuyorum. Bu konu ile ilgili bir mesajı da, arşivinizde bulunsun diye gönderiyorum. Saygılar sunuyorum.” (45 ve 46’ncı Özal hükümetleri Devlet Bakanı Kâzım Oksay)
* * *
Bolu-Mengen doğumlu olan Kâzım Oksay, 12 Eylül darbesinden sonra yapılan ilk
seçimde Anavatan Partisi’nden milletvekili seçilerek Meclis’e girdi.
Genel seçimleri büyük oy farkıyla tek başına kazanan Anavatan Partisi’nin Genel Başkanı olduğu için Cumhurbaşkanı Evren tarafından Başbakanlığa atanan Turgut Özal’ın kurduğu ilk hükümette Devlet Bakanı olarak görev aldı. 1989 yılına kadar 6 yıl Bakanlık yapan Kâzım Oksay, bu arada 8 kez Başbakan vekili olarak görev yaptı.
Sağlık Bakanı “domuz gribi” diye yeri göğü inletiyor, yurtdışından milyarlarca liralık aşı getirtiyor, insanlara korku salıp aşı olmaya zorluyor... Televizyon kameralarının önünde önce kendisi aşı oluyor... Tam o sırada Başbakan “Ben bakanımla farklı düşünüyorum. ‘Muhakkak aşı yaptırmak gerekir diye kampanya yürütmek yanlış. İsteyen olur, isteyen olmaz. Ben aşı olmayı düşünmüyorum” diyerek pişmiş aşa su katıyor.
Vatandaşlar zaten kuşkuluydu. Başbakan’ın sözleri milyonlarca insanın kafasındaki soru işaretlerini iyice artırdı. Şimdi kim aşı olur?
* * *
Türkiye’yi asıl mahveden “işsizlik gribi”ne karşı hiçbir önlem alınmaması ilginç!
İktidar, akla hayale gelmedik her şeyi yapıyor ama asıl büyük tehlike olan işsizlik karşısında kılı kıpırdamıyor!
İşsizlik insanlara en büyük darbedir.
İşsizlik zulümdür, işkencedir, toplumu için için kemiren bir kurttur.
İşsizlik darbesinin sorumlusu bugünkü iktidardır.
Peki, ne yapıyorlar bu konuda.. İnsanlarımızı yiyip bitiren bu kurda, bu virüse karşı ne gibi önlem alınıyor? Hiç!..
Allah aşkına, domuz gribini, darbe paranoyasını, Ermeni açılımını, Kürt açılımını filan bir yana bırakın da, önce şu işsizlik canavarını yok edin!
İşsizliğe savaş açmayan bir iktidarın yaptığı diğer tüm işler göz boyamadır.* * *İşsizliğin ne kadar büyük sosyal tehlike olduğunu gören CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, TBMM Başkanlığı’na başvurarak, bir soru önergesi verdi.Türkiye’yi asıl mahveden “işsizlik gribi”ne karşı hiçbir önlem alınmaması ilginç!
72 milyon insanız. Aptal da sayılmayız.
Peki, neden iki yakamız bir araya gelmiyor?
Uzun yıllardır hep aynı sorunlarla boğuşuyoruz.
Hâlâ bıkmadan “Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” ya da “Eller aya, biz yaya” türküsünü söyleyip duruyoruz.
Hele son 7 yılda, daha da geriye gittik... Artık kalemler bile geriye doğru yazıyor. Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık yolundan hayli uzaklaşmış bulunuyoruz.
Borç bini aştı. Batı’nın esiri haline geldik! Peki, neden, neden, neden?
Bu soru bir matkap gibi beynimi delerken, birden cevabı buldum galiba!
* * *
Komutanların görevden alınmasını isteyen de, ordunun dağıtılıp, Sultan İkinci Mahmut dönemindeki gibi “Nizam-ı Cedit” ordusu kurulmasını öneren de var. Dinci bir gazetenin yazarı bugünkü ordu için “Entrikalar çeviren bir fesat ocağı ile karşı karşıyayız!” diyor.
Sindirilen insanlarımız ürkek, şaşkın ve suskun durumda...
“Demokrasi” diye diye, ülkede uluslararası bir faşizm kuruluyor!
Türk asker ve komutanlarına karşı “asimetrik bir psikolojik savaş” sürdürülüyor!
* * *
Yurtsever okurum Tarık Karslı, Gülsev Eyüboğlu İrhan’ın bir yazısını elektronik posta ile yollamış... Yazıda “Ordumuza karşı hakarete varan hareketler sadece bugünlerde yapılmadı. İşgal yıllarındaki basında kahraman Türk orduları komutanlarına saldıran sefil kalemler ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı mahkemeye veren gazeteci bile var” diyerek eski bir olayı hatırlatıyor. Özetleyerek naklediyorum...
* * *
Gazeteci Mevlânazade Rıfat, 14 Mart 1919 tarihli Hukuk-u Beşer Gazetesi’nin birinci sayfasında “Esbab-ı mucibeli sualler” başlığıyla yazdığı makalede:
Garipliklerle dolu açılımlar, dipsiz bir kuyuya dönen Ergenekon’lar, ıslak imzalı albay mektupları, ihbarcı subaylar, ortalıkta dönen dolaplar... Muhbirler, casuslar...
Eli kanlı PKK’lılar kahraman yapıldı, zavallılar suçsuz ve zararsız! Bütün suç bizde, bizim askerde! Öyle bir hava yaratılıyor ki, ordumuz neredeyse devlet düşmanı ilan edilecek!
Ne oldu bize? Neden böyle bir kargaşanın içindeyiz? Ülkemizde neler oluyor? Nereye gitti bizim yiğitliğimiz, mertliğimiz?
Birçok okurum “Olup bitenleri ben çocuklarıma, torunlarıma nasıl anlatacağım?” diye soruyor. Hayır! Anlatamayacaksınız! Ülkemizde yaşanan bu saçmalıkları hiçbir akıllı beyin kavrayamaz çünkü...
* * *
28 Ekim 1923 gecesi... Ankara... Çankaya Köşkü...
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın gözleri çakmak çakmak... Sesi, sert ve kesin kararlı... Yemeğe davet ettiği yakın arkadaşlarına şöyle diyor:
“Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.”
Oysa 20 Ekim günü coşku içinde “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Türkiye’de iyi, güzel şeyler oluyor!” diyordu.
Şimdi bunun tam tersini söylüyor:
“Habur’da yaşananlar nedeniyle güven bunalımı doğdu, görüntüler halkın büyük bir kısmını yaraladı. Bu nedenle PKK’nın Avrupa kanadından bir grubun 28 Ekim’deki dönüşü ertelendi!”
Başbakan, tuttuğu yolun yanlış olduğunu anlamışa benziyor.
DTP’liler bu çarşamba günü İstanbul’da da zafer şölenleri yapmaya hazırlanıyorlardı. Habur’daki kışkırtıcı görüntüleri tekrarlayacaklardı. Hevesleri kursaklarında kaldı!
Erdoğan “Her bedeli ödemeye hazırız!” diye büyük konuşuyordu, şimdi bu sözünü geri almış görünüyor. Çünkü bu bedel ödenecek gibi değil!
“Kürt açılımı”nın, tamamen olmasa da, uzun bir süre için bittiği anlaşılıyor!
* * *
Açılımın mimarı olan Başbakan’ın üzgün ve kızgın sözlerini dinlerken acı acı güldüm... Böyle olacağı belliydi ama o, işin bu noktaya geleceğini düşünmemişti demek ki!
Ne büyük hata!
Bunun dönüşü olabilir mi? Hayır! Ok yaydan çıktı bir kere!
Peki, Başbakan böyle sert konuştu diye PKK kutlamaları biter mi? Bitmez!
Kutlamalar sırasında tüm yasalar paspas gibi çiğnendi, silahlar atıldı, ateşler yakıldı ve Güneydoğu’da devlet çöktü!
Açılım, hiç kimsenin içini açmadı doğrusu!
Şimdi de, 28 Ekim Çarşamba günü Avrupa’dan gelecek 15 kişilik PKK grubuna İstanbul’da şölen yapmaya hazırlanıyorlar. İstanbul Valisi Muammer Güler “Şova izin vermeyiz” diyor, onlar ise “Yapacağız” diye ısrar ediyor. Bakalım, göreceğiz!
* * *
Askerlerimize kurşun sıktılar...
Birliklerimizi makineli tüfeklerle taradılar...
Hayatlarının baharındaki erleri, mayınlı tuzaklarla şehit ettiler...
Şimdi, hapisteki liderleri Apo’nun talimatıyla bir grup PKK’lı, teslim olmak için geldi...
O ne? Sanki bir bayram!
34 kişilik kafile sınır kapısında, çiçekler ve davullar eşliğinde krallar gibi karşılanırken, devlet erkânı da PKK bayrakları altında onlara neredeyse selam duracaktı!
Başbakan’ın haftalardır “Açılım” dediği buymuş demek ki... Helal olsun!
Yollarına kırmızı halılar serseydik bari...